Perşembe Mart 28, 2024

Avrupa Sürgünler Meclisi/ Dostluk,Dayanışma,paylaşım;Acıyı Bal eyleyenlerin Kampı'ndan söyleşi ve izlenimleri

kaypakkaya-partizan
29 Ağustos- 9 Eylül arasında, Altınoluk’ta, Wernicke Korsakoff Dayanışma Ağı bir kamp gerçekleştirdi.

 

2 Eylül’de bu kampı ziyaret edebilmek ve dostlarla dolu dolu bir gün geçirebilmek gerçekten bir ayrıcalıktı. Kamp sakinleriyle sohbetlerimizi sesli kayıt yapıp-yazılı hale getirip; yoruma tabi tutmadan sizlere aktarıyoruz. Bu sohbet kesitlerini ve resimleri elimizden geldiğince sizlerle de paylaşmak istiyoruz.

Dayanışma Ağı’nın gerekliliğini, ahlaki-sosyal-insani duruş ve kendini varetme bilinci açısından; kısacası toplumsal işlevliliği açısından da direk pratikte görme imkanımız oldu. Pratikte görmek; böyle bir Ağ’ın ne kadar önemli olduğunu bize bir kez daha gösterdi.

Bu çalışma bizim açımızdan; toplumda ortak sorun sahiplerinin-kendi kendilerine yardım örgütlenmesinin (Selbsthilfe), çok güzel bir örneği olma özelliğindeydi. Bu çalışmayı; incelenmeye, öğrenilmeye, gerçekleştirilmeye değer bir çalışma olarak görüyoruz.

Dört kamp katılanı ve iki ASM üyesi arkadaş olarak gerçekleştirdiğimiz sohbetler;

Ahmet Turan Atmaca:

Soru: Bu kamplara ne zamandan beri katılıyorsunuz?

-Üç senedir bu aylarda, Dayanışma Ağı çağrısı üzerine bu kamplara katılıyorum.
1996 yılında katıldığım Ölüm Orucu Direnişi’nde hafıza kaybı yaşadım ve Wernicke Korsakoff hastalığı tanısı konuldu.
Geçici bellek kaybım bir süre sonra geçti, düzeldim. Hafıza kaybı, hiçbirşeyi hafızama kaydedememek psikolojimi bozdu. Psikolojik ve nörolojik tedavi görüyorum. Bu kamplarla ilgili söyleyeceğim; tecrübe alışverişi yapılıyor. Moral olarak toplumda bulamadığımız morali, birbirimizden, belki de bir sene yetecek kadar alıyoruz.

Soru: Kamplarla ilgili söylemek istediğiniz başka şeyler var mı?

-Şöyle söyleyeceğim, inanmazsınız, siz ilkbaşlardan beri içinde olmadığınız için inanmazsınız diyorum; buradaki arkadaşlar ve ben de başlarda şimdiki durumda değildik. Yürüyemeyenler, konuşamayanlar, ayakta duramayanlar, denge sağlayamayanlar, deniz kenarına yaklaşamayanlar vardı; durumumuz çok daha ağırdı. Şimdi denize girip yüzenler, kendi tek başına yürüyebilenler var. Yani biz bebeklik arkadaşı gibiyiz, çocukluk arkadaşı gibiyiz. Birçok şeyi büyük gayretle yeniden öğreniyoruz. Sağlığımız normal insanlardan çok geri. Bu halden normal hale geldikçe, topluma katılmanın zevkini yaşıyoruz.
Kampa ve aramıza hala katılamayanlar var, ulaşamadıklarımız var. Belki kamplara katılanlar hep aynı insanlar, ama sonuçta fazlalaşıyoruz. Bu yıl katılım neredeyse iki misli.

Soru: Peki siz bu Dayanışma Ağı çalışmalarına baştan berimi katılıyorsunuz?

-Dayanışma Ağı kurulduğunu biliyordum ama içinde aktiv değildim. Ben bir hasta olarak tedavisinden yararlandım. Hasta olarak, gecelerinde, söyleşilerinde bulundum; benim zaten asıl amacım, toplumun görmesi gereken, benim bu halimle yaşamın içinde olmam. Ben dayanışma içinde sadece bir Ahmet’im. Diğer arkadaşlar daha yetkinler, benim fazladan bir özelliğim yok.
Çok teşekkür ederim. Oradaki arkadaşlara selamlar.

Muharrem Kurşun:

İlk kamp 2010 yılında Gönen’de yapıldı, bu dördüncü oluyor. Katılanlar 30 kadardık ve yarıdan fazlası Korsakofflu, diğerleri daşanışmacı arkadaşlardandı.
Bizim Wernicke Korsakofflu derken, çoğu psikolojik, kötü anlamda değil. Yani biz birçok şeyi yapamıyoruz, yapamadığımız zaman kızgınlık duyuyoruz. Yapamadığımız şeyleri çok büyütüyoruz. Onlar kocaman oluyor. Ama kamplarda yapamadığımız birçok şeyi yapmaya başladık. Yani, örnek; yürümekte zorluk çeken arkadaşlar, ilk defa kamplarda koşmaya çalıştı, koştu demiyorum, koşmaya çalıştı. Çünkü burada biz hepimiz rahatsız, birbirimizle aynı idik. Burada “biri bakar, düşerim, ne derler” yoktu. Düşsek de yine kalkarım diyorduk, destek istiyorduk. Burası, birlikteliğimiz, doktordan daha çok yardımcı oluyordu bize. Merak ediyorduk acaba diğeri bunu nasıl başardı diye; ama kıskanarak, ama özenerek. Ben kendimde, Ölüm Orucu Direnişçisi-Wernicke Korsakofflu olarak, Korsakoff hastalığını ilk bu kampta, gerçek anlamda bu kamp vesilesiyle tanıdım.
Hepimiz aynı olmasak da, hepimiz bir biçimde bu çalışmalara katılıyoruz. Bence kampın en önemli işlevi, birbirimizi görmek, birbirimizi tanımak, birbirimize destek vermek. Burada A siyaseti, B siyaseti yok, esas olarak insan öne çıkıyor. Benim için siyasi pencere, aslında siyasi atgözlüğüyle bakmaya denk geliyor. Mesela Ulaş, belki de Ulaş’ı yerden yere vururdum, buradaki-ondaki insanı göremezdim. Ben en azından kampa geldiğimde insanı görebildim. Kamp bizi daha da yakınlaştırdı. Böyle bir yönü de var.

Soru: Sen nereden gelip katılıyorsun kampa? Kamp dışında günlük yaşantınız nasıl, neler yapıyorsunuz?

-Ben İzmir’den geldim. Kendim Manisalı’yım, İzmir’de yaşıyorum. O herkes için farklı, mesela Ahmet çalışıyor.

(Ahmet söze giriyor: Ben eski SSK’lıyım. Özürlü işçi olarak, raporumla işe girdim çalıştım. Şimdi emekli oldum. Ben şimdi hem emekliyim, hem de çalışıyorum. Arkadaşın söylediklerine ilişkin birşey söylemek istiyorum. Biz dışarıda dayanışma ağı içinde, böyle bir daşanışma içinde değiliz. İçeride ceza evinde de böyleydik, hepimiz aynı direnişlerde bulunanlarız. Yani o siyasi farklılık, başka şeyler zaten. O farklılıkların-ayrılıkların kırılması, yakınlaşma, daha iyi dostlukların kurulmasıyla ilgili. Zaten eylem ve direnişler içinde yaşadığımız şeyler bunlar. Dışarıda da bu dayanışma ağının farkı böyle devam ediyor).
Ben İzmir’de aktif faaliyete katılıyorum. Dayanışma Ağı’da bir faaliyet olarak var. Aktif mücadelede oradan oraya gidiyorum-dolaşabiliyorum, sürekli hareket halindeyim. Ama öyle birşey var ki, sürekli evde-çok sınırlı mekanlarda kalmak zorunda olan arkadaşlar da var. Onlar için sırf o mekanın dışına çıkmak bile büyük bir yarar. Burada gördüğünüz arkadaşlar, biz de çok daha kötü durumdaydık.
Söylemek istediklerim bu kadar, teşekkürler.

 
Erdal Arıkan:

Soru: Siz anlatır mısınız, kampa nereden katıldınız, Dayanışma Ağı’yla ilişkiniz ne, kamptan ve bu çalışmadan nasıl haberdar oldunuz?

-Kardeşim Erol Arıkan vasıtasıyla oldu.

Soru: Siz Hacer Arıkan’ın abisi misiniz?
-Evet. Şimdi arkadaşlar anlattılar, biz eğer kıyıda köşede kendi evlerimizde kalsaydık, bu kadar iyileşemezdik.

Soru: Siz ortak bir evde mi kalıyorsunuz?

-Yok. Ortak kalınan evi biliyorum, ziyaret ediyorum misafir olarak, ama kalmıyorum. Biz arkadaşlarla başka ortak evde kaldık. Fakat bu türden çalışmaların sürekliliği zor. Ama bizim durumumuz sürekli ömür boyu devam edecek bir durum(gülüyor). Rahatsızlık demek istemiyorum, rahatsızlık olarak kabul etmiyorum. Bir direnişin sonucu bu, üzüntü duymuyorum; dışarıdan bizi görenler, bizden moral buluyorlar. Çünkü biz direndik. Büyük bir direnişin içinde yer aldık, onun bir parçası olarak hayatlarımızı bu şekilde devam ettiriyoruz. Bizler yaşayan temsilcileriz gidenlerimizin ardından değil mi? (Bir katılımcı araya giriyor: Evet aslında dayanışmanın en güzel yanı o, acıyarak değil de, bunun önemli-değerli birşey olduğunu bilerek birbirini deseklemek ve birbiriyle daşanışma içerisinde olmak; en güzeli bu).
Burada olamadığımız zamanlar telefon aracılığıyla görüşmelerimiz oluyor. Yani birbirimizi takip ediyoruz. İşte böyle, kamp faaliyetleri de bizi bir araya getiriyor, burada da kendimizdeki değişiklikleri görebiliyoruz. Aradan uzun zaman geçtiği için ilerleme varsa, değişiklik varsa onları görebiliyoruz.

Soru: Peki sende hiç değişiklikler oldu mu? İyiye doğru mu?

-Bende sürekli iyiye doğru değişiklikler oldu. Ben şöyle bir karar verdim kendi kendime: Bizim için direniş devam ediyor, bitmiş değil, geride kalmış değil, gidenlerimizin ardından hayatta olanlar devam ettiriyoruz kendi özgülümüzde. Kendimizi bırakmaya hakkımız yok. Şimdi de yaşamak için, daha iyi olmak için mücadele etmemiz gerekiyor. Aynen Ölüm Orucu Direnişi’ndeki gibi, aynı kararlılıkla. Kendimizi bırakmaya hakkımız yok; eğer kendimizi bırakırsak, biz başa bela oluruz. En yakınlarımız; önceden bize bakanlar, şimdi bizde moral, neşe buluyorlar. (Muharrem: Bu Hacer’de çok daha fazla. Hacer’e bazıları, “moral hapı mı alıyorsun” diyorlardı).

Güneş: Bir soru sormak istiyorum. Sizin bu oluşumu yaratan arkadaşlardan, çalışmayı yürüten arkadaşlardan beklentileriniz var mı? “Hayatımın şöyle olmasını istiyorum, şöyle çalışılmasını istiyorum, şunu yapsanız iyi olur” dediğiniz şeyler var mı?

Selma: “Bu çalışma daha iyi nasıl yapılabilir” diye de sorabiliriz.

Muharrem: Bu çalışmanın aktivisti değilim derken, ben başka kimseden birşey istemem. Ancak birlikte yapabiliriz. Ha gücüm neye yeter, onu bilemem ama, ben kimseden “sen şunu yap, ben bunu yapayım” diye birşey isteyemem.
Ahmet söze giriyor:
1980 öncesindeki gibi, biz bu kadar değiliz, biz unutmadık, hep gördüklerimiz var; biz birbirimizi gördük, dost kaldık, bazen akraba olduk, son ÖO.na katılanların sayısı buradakilerin dört-beş katı var. Evinde olanlar var, ailesi karşı çıkanlar var, tamamının katılması, tamamının sağlığına dair bizdeki iyileşmelerin onlarda da olması! Onların dışındaki eski mahkumlar da bizimle hareket ediyorlar. Yani diyeceğim şu, örgütlükte esas tam resim çıkması. Devrimcinin başarması gereken bu; eksiğimiz yok, hepimiz iyiyiz ve o resimde “küs” değiliz. Yani eylemimizde gelen zarardan dolayı, halkımıza-dünyaya küs değiliz. Barışığız, bu haldeyiz, böyle yaşadık, bu hale getirdik diyebilmek! Yani biraz şimdi o resim, daha tam olmayan bu resim. Birçok tanıdığımız arkadaş, ismini bildiklerimizle daha tam olamadık. Bu resmin tamamlanması için daha fazla insana ulaşmak, yanısıra daha neler yapılabilinir…

Ahmet: Hiç önemsizmiş gibi görünse bile her olanak bizim için gerekli, bu bizim daha iyi durumda kalmamızı sağlar. Yani şu olanak desem maddi anlaşılır, şu olanaklar desem siyasi çıkarılır. Normalde hepimiz siyasi dediğimizde, yani biz AKP gözüyle bakmıyoruz. Her olanak ihtiyaca dahil. Nasıl biz kendi hastalığımız için düşünüyorsak, hasta gözüyle şöyle dünü hiç hatırlamayanlar, yürüyemeyenler; bugün yürümenin yolunu bulduğumuzdan, o hayatta bulduğumuz olanaklar sayesinde mümkün oldu. Onun için lazım olmayan , işe yaramayan hiçbir olanak yok; ama iste deseniz, ihtiyaç şu şu diyecek bir ihtiyaç yok.

Muharrem: Mesela bir çiftlik kurmak gibi bir hayalimiz var. Tabi bu maddiyata bakıyor. Belki şimdi şu an için çok gerçekçi olmayabilir. Ama hedef; burada kalan hasta arkadaşların sadece gelip burada yaşaması değil, aynı zamanda üretebileceği olanak yaratmak geliştirici olabilir.

Soru: Peki günlük yaşantınızda, karşılaştığınız zorluklar-yapamadığınız şeyler var mı? Zorlukların aşılmasında talepleriniz var mı?

Muharrem:
-Esas olarak problem beyinde; yürümekte, konuşmakta,..bunun ameliyatla iyileşecek bir durumu yok. Şaka bir tarafa; hasta olarak bizim, kendimizin başaracağı şeyler var, burada yürüyemeyenler yürüdü, koşamayanlar koştu. Bunlara iğne enjekte edilmedi. Buradaki ortamda psikolojik olarak destekle-bu yönlü çaba sarfederek-motive edilerek başarıyoruz. Esas hedef, kendi ayaklarının üzerinde durmak. Şunu yapamam-bunu yapamam diyerek kendini engellemeden, gayret ederek-deneyerek iyileşmek için kendimize yardım etmek! İşte kampların böyle çok ciddi bir yararı oldu. İnsanlar yürüyemezken yürüdü!

Ahmet: Günlük yaşamda zorlukla ilgili şöyle mesela; ben işe gideceğim sabah 8’de iş alacağım. Ben sabah 5’te kalkıyorum, ilacımı alıyorum. Aklımda ne çalıştığım iş var, ne iş hiçbirşey yok. Yavaş yavaş zoraki kendimi hazırlayarak işe gidecek duruma geliyorum. Otobüse binmekte zorluk var. Her yerde var. Zorluklar her durumda var.

Soru: Sizinle aynı durumda olan arkadaşlarla aynı zorlukları yaşamış olan arkadaşlarla bir arada olmaktan nasıl etkileniyorsunuz? Motive mi oluyorsunuz?

-Toplumda hor göz var; otobüse biniyoruz, dışarıda görünce bizi bilmiyor-sormuyor, ama basından bizim ne olduğumuzu anlamayan kalmıyor.
Birbirimiz arasında, sanki hızlı şarj olan bir telefon gibi birdenbire bir enerji oluşuyor. Unutkanlığımız işe yarıyor. Tekrar o ortamda olmanın mutluluğunu, zevkini tekrar buluyoruz. Unutuyoruz, kimseye küsmüyoruz; ama toplu biçimde mahalledeki komşularınız sizin gibi bakmıyor. Sokakta laf yakıştıran da var hep, bizi hor gören de var, acıyarak günahımız varmış gibi günaha yoran da var. Mesela otobüsle buraya geliyoruz unutuyoruz.
Sonuç şu; Korsakofflular olarak bir araya gelince enerjimiz yükseliyor, bu da sağlığımıza iyi geliyor.
Acıyı bal eylemek unutkanlığımız, işe yarıyor. Ama yok hep böyle, toplantı olunca biraraya geliyoruz. Ama yok her zaman. Burası çok başka birşey, sanki tam olarak aynı ortamda bir nefes var, hepimiz bölüşerek alıyoruz gibi oluyor.


Ulaş
Ulaş: Ben cezaevine girdikten sonra kendime pek birşey olmayacak sanıyordum. Ölüm Orucu’na girdikten sonra yeni yeni farkına varmaya başladım yaptığım şeylerin. Ölüm şakası gibiydi. Ben çok gençtim. 2001 yılında tahliye oldum, sonra çok fazla problemlerim olmaya başladı. Unutkanlık; birileri sormadıkça konuşamıyorum, anlatamıyorum.

Soru: Nerede, kimlerle kalıyorsun? Bu kamp nasıl geldi sana?

Ulaş: İzmir’de ailemle kalıyorum. Kamp iyi geldi bana, burada ortak bir noktada buluştuk arkadaşlarımızla, ortak direnişe katıldığımız arkadaşlarla buluştuk.

Soru: Peki Ulaş, senin sağlığında düzelme noktasında nasıl bir gelişme var?

Ulaş: Eskiden yürüme sorunum vardı. Yürüyemiyordum, dengemi sağlayamıyordum, konuştuğumda herkes bir daha ne anlattığımı soruyordu, anlaşılmıyordu. Ama insan içine çıkıp konuşmaya başladığım zaman, konuşmalarıma da yararı oldu. Konuşmam anlaşılıyor, yürümen de düzeldi diyor arkadaşlar.
İzmir’de İnsan Hakları Vakfı yardım etti. Bunun dışında kendi başımıza yapıyoruz.

Soru: Peki kampta diğer arkadaşlarla karşılaşmanın sana en çok hangi alanda yararı oldu? Günlük yaşamın nasıl evde?

Ulaş: Burada yaşama katılıyorsun, tek başına olduğun zaman moralin bozuluyor, yaşama bir küskünlük oluyor. Burada eğlenceye, konuşmaya katılınca insan kendini önemsemeye başlıyor.
İnsanlarla konuşmaya çalışıyorum. Memleketin durumunu anlamaya, değerlendirmeye çalışıyorum, daha çok konuşma şeklinde oluyor. Yürüme faaliyetlerine katılıyorum. Köyde anneme, babama yardım ediyorum. Domates-mısır ekmek gibi, kavun-karpuz gibi şeyler yapıyorum. Yürüyorum.

Teşekürler arkadaşlar.

Selma Metin ve Güneş Uzun

1575