Perşembe Mart 28, 2024

"BOLŞEVIK AJITASYON ÜZERINE" INCELEME, AJITASYON/PROPAGANDA FAALIYETIMIZ ÜZERINE ÇALIŞMA

Partizan Bakış
"Bolşevik ajitasyon üzerine" inceleme, ajitasyon/propaganda faaliyetimiz üzerine çalışma

 

"Bolşevik ajitasyon üzerine" inceleme, ajitasyon/propaganda faaliyetimiz üzerine çalışma
 
Sınıf mücadelesi bugün geldiği evrede komü­nist ve devrimcilerin önüne kapsamlı sorunlar yığmıştır. Kitlelerin devrime kanalize edilecek sınıf çelişkilerinin ötesinde, tam da bu görevin la-yığınca yerine getirilebilmesinin bir ön şartı ola­rak, komünist ve devrimcilerin teorik, politik ve örgütsel sorunları, çözümü zorunlu kılan ciddi bir safhaya gelmiştir. Sınıfsal çelişkilerin gelişimine karşın komünist ve devrimci güçlerin aynı geli­şimi sağlayabildiklerini söylemek mümkün değil. Tersine durağanlığın, gerilemenin olduğunu söy­lemek gerekir. Fakat tartışma götürmez ki, komü­nist ve devrimcilerin, bir anlamda kendi iç çelişkilerini keskinleştiren de sınıfsal çelişkilerin gelişimidir.
Sınıf mücadelesi, onu oluşturan karşıt güçlerin iradesi doğrultusunda açık fiziki darbeler, kopma­lar, ideolojik kırılma ve erozyonlar altında komü­nist ve devrimcileri net bir ayrışıma tabi tutuyor. Bu tayin edici bir sınav sürecidir aynı zamanda. Sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt olabilecek gerçek komünist ve devrimci güçler politik yetkin­likleri, örgütsel yapılan ve en önemlisi ideolojik sağlamlıklarıyla bu süreçte daha bir netlik kaza­nacaktır. Ancak bunun çok yönlü saldırılar karşı­sında sadece bir "dayanıklılık testi" olacağını dü­şünmek ciddi bir hata olurdu. Eğer böyle bakıyorsak, bugünkü gcrçeklikleriyle komünist ve devrimcilerin, egemenlerin daha da yoğunlaşacak olan saldırılarına hazır ve dayanıklı olmadıklarım itiraf etmeliyiz. Çünkü onları geleceğin mücadele­lerine hazır ve dayanıklı kılacak olan bugünkü ör­gütsel varlıkları değildir.
Onları hazır, dayanıklı ve en önemlisi devrime yürüyen bir güç haline getirecek olan şey, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt olabilecek teo­rik, politik ve örgütsel hatları, bu yöndeki geli­şimleridir. Örgütsel varlığa odaklı, güçleri koruma ve mekanikçe üstüne eklemeye dönük bir siyasetin başarı kazanamayacağını biliyoruz. Bu anlamda belirleyici olanın sınıf mücadelesine ve ezilen kitlelere dönük üreteceğimiz siyaset ol­duğu açıktır. Bu durum, MLM'nin kavranışında nitelikli bir düzeyi zorunlu kıldığı gibi MLM teo­ride gelişimi de zorunlu kılan ideolojik bir bütün­selliktir. Komünist ve devrimcilerin artan iç çelişkilerinin her yönüyle ideolojik bir sorun özel­liği gösterdiği yadsınamaz bir gerçektir. Komünist ve devrimciler sınıf mücadelesinin ihtiyaçla­rına yanıt oldukları oranda kendileri de vazgeçil­mez bir ihtiyaç olurlar. Devrimin sübjektif güçlerinin oluşturulması ve geliştirilmesi pratiği­dir bu. Objektif şartlardaki gelişimin doğrudan sübjektif güçleri de geliştirmediğini de biliyoruz. Kökleri ona bağlı olsa da sübjektif güçlerin geli­şimi, onu oluşturan öznelerin bilinç ve iradesin­den bağımsız değildir. Öyleyse yaşadığımız süreç, bilinç ve iradenin sınanacağı bir süreçtir ve bu­rada bilinç önde gelmektedir.
Komünist ve devrimciler "kendi" çelişkilerini çözmede başarı sağlayamazlarsa sınıf mücadelesi­nin tamamıyla dışına itilmeleri kaçınılmazdır. Bunun fiziksel bir yok oluş -bazıları için kaçınıl­maz bir süreçte olsa da- olması belirleyici değildir. Belirleyici olan, sınıf mücadelesinde bir irade olu­nup olunamadığıdır. Böyle bir iradeye sahip olu-namadığmda zaten objektif olarak sınıf mücadelesinin dışında bulunuluyordun Bugün komünist ve devrimci güçlerin karşılaştıkları ve gelecekte daha net bir biçimde karşılaşacakları çe­lişki budur. Sınıf mücadelesi ancak ihtiyaç duy­duğu örgüt, biçim ve araçlara gerçekten yaşam şansı tanıyacaktır. Bu aynı zamanda bugünkü ko­münist ve devrimci güçlerin, sınıf mücadelesi ve onun esas yönü ezilen kitleler için ne kadar ihti­yaç olduklarını da gösterecektir.
Egemenlerin baskı ve sömürüleri önemli bir artış göstermesine karşı kitle hareketi çok geri bir düzeyde gitmektedir. Bununla iç içe, hem halkta hem de komünist ve devrimcilerde kendini sa­vunmaya ve var olan konumunu korumaya dönük bir direniş ve çaba sergileniyor. Ancak, saldırıların kapsamı karşısında bu direniş ve çaba, amacına ulaşmayan pasif bir nitelik göster­mektedir. Bizim için şu an tayin edici olan, ko­münist ve devrimcilerin direniş ve çabalarıdır ki, zaten halkın mücadelesini etkileyecek, ona güç kazandıracak olan da budur.
Stalin, bir geri çekilme anında, parti eğer ge­rekli güçleri biriktirememiş ya da parti için elve­rişsiz bir durum var ise çatışmalardan kaçınmanın zorunlu olacağını belirtmişti. Ama el­verişli koşullar söz konusu olduğunda, parti için "bir tek fırsatı bile kaçırmamalıdır" diye ekle­mişti. Onun anlatımıyla, "Savunma ancak bazı durumdaaktif bir savunma olur. Parti, kadersiz bir bekle-g ör partisi değil, gerçek bir eylem partisi olmanın özelliklerini koruyabilir. Parti ancak bu durumda tayin edici eylemlerin zama­nını geçirmez, kaçırmaz, olaylar tarafından gafil avlanmaz. 'Bilge' kadersiz bekle-gör taktiği ve daha da 'bilge'pasifliği yüzünden Batı'da prole­ter devrimin gelmesi zamanını kaçıran Kautsky ve şürekâsı olayı, bu konuda kesin bir uyarıdır..."
Bu uyarı bugün bizim için de fazlasıyla geçerli­dir. Hem bugünkü geri düzeyden sıyrılmak hem de tayin edici mücadelelere hazırlanmak ancak tüm güçlerin ortak hareketine dayalı, aktif bir mücadeleyle mümkün olabilecektir. Ama burada durup, öncelikle şunu söylememiz gerekecektir. Yürüteceğimiz mücadelenin, her türlü irade ve ça­baya karşın, başarısını sağlayacak olan şey, doğru siyasettir. Bu doğru siyaset de işçi sınıfı ve diğer ezilen kitlelerin mücadeledeki ihtiyaçla­rına göre belirlenebilir ancak. Ya da Lenin'in deyi­miyle "işçi sınıfının politik gelişiminin ve politik örgütlenmesinin ilerletilmesi -baş görevimiz ve temel görevimiz budur..."(Parti Öğretisi Üzerine, İnter Yay.)
Bizim temel görevimiz de işçi sınıfı ve halkın, onun en çok sömürülen ve ezilenlerinin politik ge­lişiminin ve politik örgütlenmesinin ilerletilmesi-dir. Doğal olarak diğer tüm görevler buna göre şekillenecektir. Bu olmadığında kalıcı bir başarı da mümkün değildir. Lenin bu konuda da şöyle demektedir: "Bu görevi geri plana iten, bütün kısmi görevleri ve tek tek mücadele yöntemleınni buna tabi kılmayan herkes, yanlış yoldadır ve harekete ciddi zararlar vermektedir..." (age)
 
Örgütsel siyaset ve ajitasyon/propaganda
 
Temel görevin hangi içerikte olduğunu tespit ettik. Fakat bu temel görevin başarılabilmesi için kitlelere dönük doğru siyaset yeterli olmayacaktır. Mao'nun bize öğrettiği, doğru siyasal çizginin ya­nında, ona hizmet eden, parti içinde ve dışında kitlelerle bağı koruyacak bir örgütsel siyasetin de gerekliliğidir. Doğru örgütsel siyaset, bunun araç ve yöntemleri olmadığında siyasetimizin kitlelere ulaşamayacağı, başka bir deyişle de gerçek ha­yatta yaşam bulamayacağı biliniyor.
Örgütsel siyasetin farklı kapsamlarda birçok parçası tanımlanabilir. Kuşkusuz hepsinde de ni­teliğin artırılması ihtiyacı vardır. MLM'ler, on yıl­lara dayalı örgütsel deneyimleri ışığında, bilince çıkartılabildiği oranda olumlu birçok niteliğe sa­hiptir. Ancak eksiklerimizin üzerinden atlamak da mümkün değildir. Buradan hareketle faaliyetçilerimizin pratik faaliyetlerinin temel ve öncelikli bir parçası olan ajitasyon ve propaganda (A/P) çalış­malarına katkı sunarak bilgilenme ve eğitim süre­cini gerekli görüyoruz. Bugün saflarımızda bu konuda bilgi ve deneyim olarak ciddi bir yetersiz­liğin olduğunu görebiliyoruz. Faaliyetçilerimizin ve genç ve deneyimsiz oluşları, onların öğrenmeye açık 'amatör ruhları' üe de koşuttur. Bu bizim açı­mızdan önemli bir avantajdır da. Ancak bu 'ama­törlük' çalışmalardaki bir amatörlüğü de beraberinde getiriyorsa -ki öyledir- acil bir görev olarak bu noktada eğitime ağırlık verilmesi gere­kir. Doğru kitle çizgisi ve doğru örgütsel siyasetin varlığında pratik çalışmalardaki kimi amatörlük­ler belki daha tali bir özellik gösterebüir. Ama bu onun önemini hiçbir şekilde azaltmaz. Çünkü si­yasetimizi kitlelere taşıyacak vazgeçilmez araç­larla kendini burada gösterecektir.
Gelinen süreçte birçok sorun ve yetmezliği ba­rındırdığımız gerçeği, bu noktada da sergilenecek yetersizliklerin bizi çok daha olumsuz etkileyece­ğini gösterir. Ya da aktif ve gelişebilen bir müca­dele için "bir tek fırsatı bile kaçırmama'nın mümkün olamayacağım, tam tersine onlarca fır­satı kaçıracağımızı gösterir. Bu nedenlerle A/P ça­lışmaları, bunun amacı, rolü, yöntem ve araçlarının büyük önemi kavranmalıdır. Bunun için öncelikle Marksist kaynaklardan bu konuda bilgilenmek, özellikle de Lenin, Stalin ve Mao'nun makalelerini incelemek gereklidir. Çalışmaları­mıza yön gösterecek, onun ihtiyaçlarına yanıt ola­cak ve onu zenginleştirecek her ka}"nak okunmalı ve incelenmelidir. Tüm bunların kendi somut ko­şullarımızla birleştirilmesi gerekecektir ama önce bilgilerimizi ilerletmeli ve derinleştirmeliyiz.
 
Ajitasyon/propaganda çalışmasında uzmanlaşma
 
Öncelikle belirtmek gerekir ki, ajitasyon ve propaganda faaliyetleri, tüm parti çalışmasındaki önemine paralel ayrı bir uzmanlık alanını oluştu­rur. Daha doğrusu oluşturması gerekir. Ancak bugün böyle bir gerçeklikten söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle şu an daha acil olarak özel­likle kitle çalışmalarında aktif faaliyetçilerin bu konudaki eğitimi zorunludur.
Bugün Lenin'in ajitasyon/propaganda ve ör­gütlenme anlayışını yaşama geçirmek zorundayız. Bilindiği gibi "Ne Yapmalı?" adlı eserinde Lenin, Bolşevik, illegal bir örgütün yaratılması sürecinde ajitasyon/propagandayı örgütlenmenin bir ön şartı olarak ortaya koymuştu. Bugün bizim örnek alacağımız da bu A/P ve örgütlenme anlayışıdır.
Doğru siyaset bir kez tespit edildikten sonra, bunun başarısını sağlayacak olanın kadro ve mili­tanlar olduğunu Lenin ve Stalin defalarca anlat­mışlardı. A/P sorunu da bundan bağımsız değildir. A/P yapılırken ortaya konacak tavır ve yöntemler belirlenen siyaseti katbekat güçlendi-rebilecekken aynı şekilde geriletebilecektir de. Sınıf mücadelesinin düz bir çizgi izlemediğini, çoğu kez sıçrama ve geri çekilmelerle yol aldığını biliyoruz. KP'nin de sürekli olarak bu süreci izle­mesi, bilimsel öngörülerle tarihin kritik anlarını yakalaması gerekir.
Bu anların tespiti faaliyetin kapsamına göre yıllarla ifade edilebileceği gibi kimi faaliyetler öz­gülünde -daha da anlık tavırları zorunlu kılan-günlerle ifade edilebilecektir. Ama net olan şudur İd. tüm bu süreçlerde A/P faaliyetleri, kitleleri yönlendirmede muazzam bir role sahip olacaktır. Bir geri çekilme anında zararı en aza indirecek, başarılı bir geri çekilmeyi ve dolayısıyla tekrar ileri sıçramayı sağlayacak politikalar ancak aktif A/P çalışmalarıyla yaşama geçirilebilecektir. Ya da bir sıçrama anında Partiyi daha geniş kitlelere maledecek düşman karşısında ileri mevziler ka­zanmanın önünü açarak olan da bu A/P faaliyet­leridir. Bunun içindir ki, A/P faaliyetleri özel bir eğitimi ve örgütlenme}! gerekli kılar.
A/P faaliyetleri her faaliyetçinin aynı oranda başarabileceği çalışmalar değildir. Çünkü burada, teorik, siyasal bir eğitimin ötesinde sınıfsal köken, kişisel beceriler, ilgi, yatkınlık vb. daha öznel un­surlar da devreye girecektir. Öyleyse konunun, doğru faaliyetçi seçimini bu konuda uzmanlaş­maya dayalı bir eğitimi zorunlu kılan 'kadro poli­tikasıyla' da ilgili olduğu açıktır. Biz şu an Lenin'in propaganda ve ajitasyona dair çok bili­nen ama önemi gereği tekrar tekrar vurgulanmayı hak eden ifadelerine yer vererek bu kapsamdaki vurgularımızı şimdilik noktalayalım:
 
 
"(Ö)rneğin işsizlik sorununu ele alanpropa-gandistin, bunalımların kapitalist niteliğini açık­laması, modern toplamda bu bunalımların kaçınılmazlığının nedenini göstermesi, bu toplu­mun sosyalist bir topluma, dönüştürülmesi zo­runluluğunu ve anlatması gerektiğini düşünüyorduk. Tek sözcükle propagandist 'bir­çok düşünce' vermelidir, öyle çok ki, tüm bu dü­şünceler bütünlükleri içinde ve bir karede ancak (nispeten) az sayıda kişi tarafından anlaşılır.Oysa aynı sorunu ele alan ajitatör, kendisini din­leyenlerin en çok bildikleri ve en göze batıcı bir örneği-örneğin işsiz bir işçi ailenin kıtlıktan öl­mesi, sefaletin artması vs- ele alacak ve tüm ça­balarım, herkesçe bilinen bu olgular temelinde 'kitleye bir tek düşünceyi vermek üzerine yoğun­laştıracaktır; zenginliğin artmasıyla sefaletin artması arasındaki çelişkinin saçmalığı düşün­cesi; bu çarpıcı haksızlığa karşı kitlede hoşnut­suzluk ve öfke uyandırmaya uğraşacaktır, bu çelişkinin kökeninin açıklanmasını isepropagan-diste bırakacaktır. Bu nedenle propagandist esas olarak yazarak, ajitatör ise konuşarak görev yapar. Propagandistten, ajitatörünkinden farklı vasıflar beklenir..." (Ne Yapmalı?)
Bu amaçla şu an biz de M. Kalinin ve K. Kalaşkinof imzalı "Bolşevik Ajitasyon Üzerine" adlı ki­tabı temel alarak A/P çalışmalarımızda önemli gördüğümüz notları aktarmaya çalışacağız. Kitabı oluşturan söylev ve yazıların 1940'li yıllar Sovyet Rusyası'na ve 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıla­rına ait olduğunu hesaba katarak, özellikle daha genel nitelikteki konulara ağırlık vermeye önem göstereceğiz. Fakat söz konusu farklı koşullardan hareketle aktaracağımız konuların kendi gerçekle­rimizle örtüşmeyeceğini düşünmemeliyiz. Komü­nistler için evrensel nitelikteki bilgiler dışında diğer tüm bilgilerin de özünde bize bir şeyler kav­ratacağı unutulmamalıdır. Zaten faaliyetçilerimizin dikkat ve özeni daha çok bu noktalarda gerekecek ve kendi çalışmalarıyla somutlamaları önem kazanacaktır.
Kitabın özellikle 'Büyük Anavatan Savaşı'na dönük bölümlerinden aktarımları daha seçici yap­tık. Büyük Anavatan Savaşının kapsam ve niteliği gereği bugüne ilişkin benzerlikleri daha azdır. Ancak yine de savaşın ortaya çıkardığı birçok et­keni anlamak, burada A/P'nin işlevini öğrenmek bakımından önemlidir bunlar. Birçok Sovyet savaş romanında Sovyetler halkının kahramanca savaşımına tanık olmuşuzdur. Haklı bir savaşın gücünü, "insan unsuru"nun belirleyiciliğini ve tüm bunlarda partinin ajitasyon ve propagandası­nın rolünü görmek bakımından bu romanlar zen­gin gözlem ve deneyimlerle de doludur.
Kitabın yalın ve anlaşılır anlatımı kaynaklı ki­taptan aktarıma ağırlık verecek, kimi ekleme ve yorumlar dışında fazla bir müdahaleye ihtiyaç duymayacağız. Ülkemiz devrim mücadelesi açı­sından gerekli gördüğümüz bazı konu başlıklarına yazımızın ikinci bölümünde yer vereceğiz. Fakat bu bölümde aktarılanları da A/P faaliyetleriyle doğrudan bağlantılı faaliyetçilerin, kendi koşulla­rıyla somutlamaları önemlidir.
Bizim genel bir seçicilikle özet halinde ver­meye çalıştığımız anlayış ve tutumlar "Bolşevik Ajitasyon Üzerine" adlı kitaptan dana geniş bir şe­kilde okunabilecektir. A/P üzerine temel anlayış­ları ve davranışları irdeleyen bir el kitabı olması nedeniyle başta A/P faaliyetçileri olmak üzere kitle çalışmalarında yer alan herkesin bu kitabı okumaları ve gerektiğinde başvurmak üzere kü­tüphanelerinde bulundurmalarını gerekli görüyo­ruz. Fakat tabii ki bu daha başlangıçtır ve kesinlikle bununla yetinilmemelidir. Başta MLM'nin büyük ustaları olmak üzere, devrim mü­cadelesinin önder ve kadrolarının bu kapsamdaki yazıları incelenmelidir. Bundan da öte, çalışmala­rımızı güncel koşullara uyarlayabilmek amacıyla "politik propaganda" ve "kamuoyu oluşturmaya" dönük ülkeye ait kitaplar okunmalıdır. Şimdi ki­tabımızı ele almaya başlayalım.
 
I.BÖLÜM
'BOLŞEVİK AJİTASYON ÜZERİNE"
Konunun temel özelliklerini sunması bakımın­dan K. Kalaşnikof un "Politik Ajitasyonun Ana HaÜarı" adlı kitabının ikinci bölümüne öncelik vereceğiz.
 
1- Bolşevik Ajitasyonun Önemi
"Kural olarak gözlemlenebilir ki", diyor Stalin. "Bolşevikleri yenilmez kılan, halkın geniş kulele­riyle kurdukları bağdır. Ve bunun tersi, Bolşevik­lerin sadece kurulu bağlarını kaybetmelerine, güçlerini yitirmelerine ve bir hiç haline gelmele­rine yol açar."
Bolşevik Partisi, Lenin ve Stalin'in Partisi sü­rekli devrimci hareketin, sosyalist inşanın bütün tarihi boyunca, politik ajitasyona büyük önem verdi. 1902'de "Politik Ajitasyon ve Sınıfsal Bakış Açısı" makalesinde Lenin şunları yazmıştı:
"Tümüyle her şeyi kapsayan politik bir ajitas­yon, odak noktasını oluşturur, tüm toplumsal ge­lişmenin ve tüm halkın en yaşamsal çıkarlarıyla proletaryanın politik eğitiminin gerektirdiği çı­karları, onun tüm demokratik unsurları anla­mında, birbirleriyle bağlıdır. (...) Bolşevik ajitasyon, halkın ideolojik ve politik eğitiminde, parti ile kitle arasındaki bağın sağlamlaştırılma­sında, parti politikasının geniş kitlelere açıklan
masında ve onların Sovyet rejiminin ve partinin karar ve direktiflerinin yerine getirilmesi için se­ferber edilmesinde en önemli araçtır."
Hemen hiçbir ekleme gerektirmeyecek açık­lıkta ifade edildiği gibi, ajitasyon ve propaganda KP'nin tümüyle varlığını ilgilendiren, o olmadan yaşayamayacağı ve yaşamının da anlamı olmaya­cağı bir gerçeği ifade etmektedir. Bu aşamada teorik olarak çok fazla tartışılamaz ama bu temel görevimizi yerine getirmedeki pratik duruşumuz sorunun önemini tartışmayı gerekli kılıyor. Çünkü çoğu kez bu çalışmalar tali gibi algılanabi­liyor ya da objektif olarak tali bırakılıyor. O zaman sınıf mücadelesindeki varlığımız neden? Bu alanda ne kadar yer kaplıyoruz sorularım daha ciddi olarak kendimize sormamız gerekli olmaktadır.
 
2- Bolşevik ajitasyonun düşünsel içeriği
Bolşevik ajitasyonun gücü, öncelikle onun yüksek düşünsel içeriğinden kaynaklanır. Açıklık, aydınlık bir düşünsel içerik taşımayan ajitasyon, bir süvari birliğini yozlaştırabilir. "ajitasyondaki sağlam başarının güvencesi, doğru bir teorik şfar"dır diyor V.İ. Lenin.
"Bolşevik ajitasyon, güncel olmak zorunda­dır. Kentteki ve kırdaki ajitatör, ülkemizde ve sı­nırların dışında olup biten hiçbir şeyi görmezden gelemez. (...) Ajitasyonun ideolojik içeriğinden söz edilmedikçe, ...Bolşevik ajitasyo­nun hiçbir değeri yoktur."
"Politik ajitasy onun fikirsel içeriği, büyük öl­çüde ajitatörlere bağlıdır. Propagandacı ve aji­tatör, ideolojik olarak yüksek düzeyde bulunmak, Komünist Partisi'ne kopmaz bağlarla bağlı olmak zorundadır. Propagandacı ve ajita­tör, partimizin tarihini iyi bilmek, partimizi, işçi sınıfına, Sovyet halkına iyi tanıtmak zorunda­dır. Eğer ajitatör, şu ya da bu sorun üzerinde davayı esaslı bir biçimde anlatamıyorsa, konuş­masında hiçbir ideolojik ajitasyona da rastlana-maz. Dolayısıyla ajitatör, davanın doğruluğu ve haklılığı konusunda, hiç kimseye bir şey anlat­mamış demektir."
Burada biraz daha açık ifadelerle şunu belirt­meliyiz. Ajitasyonun düşünsel içeriği ya da ideo­lojik içeriğinin yansıtılabilmesi bilgili ve birikimli olmayı da gerekli kılar. Sadece partiyi bilmek, ta­nımak yetmez, her dönem ortaya çıkan sorunları,
kitleleri ilgilendiren sorunları bilmeyi de gerekti­rir. Bu birçok konuda, örneğin ekonomik alan­daki gelişmelerde de bilgili olmayı ve sürekli takibi gerektirir. Güncelde yansıyan kadarıyla egemenlerin attığı her adımın nereye gittiği, diğer adımlarla nasıl bir bütünlük taşıdığı vb. kavranabilmelidir ki kitlelere sınırlı bir bilgi taşı­manın ötesinde meselenin asıl özü aktarılabilsin. Bunun devamı doğru şiarların belirlenebilmesi ve kitlelerin doğru yönde harekete geçirilebilmesi olacaktır.
Ve yine belirtmek gerekir ki, Kalaşnikov'un Anavatan Savunması, Sosyalist üretimin gelişti­rilmesi gibi konularla bütünleştirdiği ideolojik içerik bugün bizde silahlı mücadele -ya da Halk Savaşı- ve Demokratik Halk Devrimi mücadele­siyle bütünleştirilmek zorundadır.
 
3- Bolşevik Ajitasyonun gerçekliği
"Ajitatör, güçlükleri gözden ırak tutmaz, ya­kıcı sorunları görmezden gelmez. Bir ajitatör, sade bir işçiye ya da kolektif köylüye rastladı­ğında onun pratikteki işinde karşılaştığı her­hangi bir engel konusunda, hiçbir şeyi ters yüz etmemeli, görevinin doğru ve gerçek sözler etmek olduğunu bilmelidir. Ajitatör olarak, ele alacağı şu ya da bu sorun hakkında söyleyecek­leri o kadar açık olmalı ki, bir an bile, hazırlıksız tek bir söz etmemeli, hazırlanmalı, sabretmeli-dir. Bolşevik ajitatör hiçbir zaman Bolşevik aji­tasyonun esası olan gerçekliği unutmaz."
Ajitasyonun gerçekliği konusunda şunu söyle­mek gerekiyor ki, ülkemizde ve tabii ki devrimci­lerde de "ajitasyonun" kendisine dair bir dejenerasyon yaşanmıştır. Başkalarını bir kenara bırakalım, fakat kendi faaliyetlerimizde çok kere söylemlerimizin "kuru ajitasyon" olarak algılan­dığı durumlar vardır. Ya da olumsuz anlamda "ajite çekmekle" itham edildiğimiz olmuştur. Bunları kimin dillendirdiğine göre soruna yaklaşı­mımız değişir ama böyle bir sorun olmadığını söylemek de doğru olmayacaktır. Devrimcilerin, sadece bugün değil uzun yıllardır bir daralma ya­şadığı, sınıf mücadelesinde etkin bir güç olama­dığı biliniyor. Bu koşullarda kitlelerin basit ama çok somut bir yargıyla bize yaklaşımları söz ko­nusu olabilir ancak. O da onlara verdiğimiz gü­venle doğrudan ilintilidir. Lenin'den şimdi yer vereceğimiz alıntının şu an gerçekliğimizle büyük bir uyuşma gösterdiğini belirtelim.
Lenin şöyle diyordu:
 
"Günümüzde, ancak halkın önünde gerçek teşhirler örgütleyen bir parti, devrimci güçlerin öncü müfrezesi olabilir. Bu 'bütün halkın önünde' sözünün büyük bir iç­eriği vardır, işçi sınıfından gelmeyen (ama öncü müfreze olmak için tam da diğer sınıfları çekme­liyiz) teşhircilerin büyük çoğunluğu, aklı başında politikacılar ve serinkanlı politik adamlardır. 'Her şeye kadir"Rus hükümeti bir yana, küçük bir memurdan 'şikayetçi' olmanın bile pek tehli­kesiz olmadığını çok iyi bilirler. Bu nedenle de, şikayetleriyle bize ancak şikayetlerinin etkili ol­duğunu gördüklerinde, bizim politik bir güç olduğumuzu gördüklerinde başvuracaklardır. Dışımızdakilerin gözünde böyle bir güç olabil­mek için bilincimizi, inisiyatifimizi ve enerjimizi yükseltmek amacıyla çok ve inatla çalışmak zorundayız; bunun için, bir artçı teorisi ve prati­ğinin üzerine 'öncü' etiketi yapıştırmak yetmez." (Ne Yapmalı?)
Buradan tekrar "ajitasyonun gerçekliği" soru­nuna gelirsek, şunları ifade etmeliyiz. Devrim pro­pagandamızı kesinlikle halkın somut sorunları ve talepleri üzerinden yapmalıyız. Bunları devrim he­defimizle yaratıcı bir şekilde birleştirebilmeliyiz ama soyut, hayalvari bir görünüme düşmemeye ve belki daha önemlisi tüm sorunları devrime ertele­yen bir yaklaşıma düşmemeye büyük özen göster­meliyiz. Eğer doğru bağlar kurulabiliyorsa devrim yaşamın bir gerçeğidir ve kitlelerin bilincinde yer etmesi de olanaklıdır. Fakat bu noktada bir sorun varsa anlamalıyız ki, gerçeğin zorunlu diyalektik parçalarını atlıyoruz demektir. Bu nedenle somut sorun ve talepler, demokratik devrim programını oluşturan hedefler, bunların bugünden hangi yol ve araçlarla mümkün kılınacağı kitlelere gerçek­lerden korkmayan somut bir açıklıkta anlatılabil-melidir. Devrimciler de, darlaştıkça daha genel ve uzun vadeli hedeflere yönelik bir ajitasyon ve pro­paganda eğilimi bulunuyor. MLM'ler böyle bir subjektivizme düşmemeli, saflarını bu yanlış şekil-lenişlerden temizlemelidir.
 
4- Bolşevik ajitasyonun açıklığı
Tüm tartışma ve eylemlerde açıklık, ajitasyon ve propaganda çalışmalarının en temel şartların­dan biridir. Her propagandacı ve ajitatör, Lenin'in dediği gibi, kitleye basit ve açık, anlaşılabilir bir dille konuşmak zorundadır. Hiçbir zaman, yüksek perdeden, ağır top atışları gibi, ukalaca, yabancı sözcükler kullanarak, kitleye bir şey anlatılmaz. Anlaşılmayan sloganlar, anahtarı olmayan çözüm
önerileri, kitleye sunulamaz.
 
 
"...Ajitatörler 'on'sözcüğü iki sözcüğe sığdıra­bilmek zorundadır. Geri kalan sözcükler, sadece aşırı bir düşünce cambazlığından başka bir şey değildir.
"... Açıklık, sadelik ve uygulamadaki kolay an-laşıhrlık... Bunlar, Bolşevik ajitasyonun önde gelen özellikleridir..."
Ajitasyonda açıklık konusunun önemini anla­mak açısından bu soruna ustaların da sürekli vurgu yaptığını belirtelim. Mao'nun birçok maka­lesi açık, anlaşılır ve sade bir dilin gerekliliğine de­ğinmektedir. Özellikle "Basmakalıp Parti Yazılarına" karşı kaleme aldığı makalesi bu an­lamda büyük önem taşımaktadır. Mao'nun kendi yazı ve konuşmaları da bu noktada örnek teşkil edecek bir açıklık ve sadeliktedir. Propaganda ça­lışmasında bulunanların dil incelemesi yapması gerektiğini de belirten Mao'nun aşağıdaki ifadele­rini aktarmayı gerekli görüyoruz.
"... Propaganda yapmayı gerçekten isteyen komünistler, okurlarını dikkate almalı, makalele­rini ya da sloganlarını kimlerin dinleyeceğini asla akıllarından çıkarmamalıdırlar. Aksi tak­dirde, bunları ne okuyan olur, ne de dinleyen. Birçokları, yazdıkları ya da söyledikleri her şeyin herkes tarafından kolayca anlaşılabileceğini sa­nıyorlar, oysa durum hiç sandıkları gibi değil­dir..." (Seçme Eserler, Cilt 3)
Bu konuda Bulgaristan devriminin önderi G. Dimitrov'un aşağıdaki ifadeleri de milyonların ha­rekete geçirildiği deneyimlerden süzülmüş bir ders olarak okunmalıdır.
"Yazarken ya da konuşurken, seni anlaması, senin çağrına inanması ve seni izlemeye hazır ol­ması gereken sıradan işçiliği hiçbir zaman aklın­dan çıkarma! Kimin için yazdığını ve kimin için konuştuğunu hiçbir zaman aklından çıkarma."
Ajitasyon faaliyetindeki herkes şunu ciddiyetle düşünmelidirler. "On" sözcük iki sözcüğe nasıl sığdırılır? İşte bu alan çalışmalarının tam da bu nedenle bir uzmanlığı gerektirdiği, sorunun önemli bir parçasının burada düğümlendiği anla­şılmalıdır. Basit bir yargıyla şunu söyleyebiliriz. "On" sözcüğü iki sözcüğe sığdırabilen, "yüz" söz­cüğü de yirmi sözcüğe sığdırabilecektir. Bu da her seferinde kitlelere çok daha geniş içerikte konuları daha az zamanda ama çok daha çarpıcı bir şekilde taşıyabileceğimizi gösterir. Faaliyetçilerimizin kaçı gerçekten bu niteliktedir, önemle değerlendirme­miz gerekir.
5-  Bolşevik ajitasyonun amaçlılığı,canlılığı ve etkinliği
Bolşevik ajitasyonun gücü, onun amaçlılığın­dan, canlılığından ve etkinliğinden gelir.
1909 yılında, ünlü "Doğru Yolda" makalesinde Lenin şöyle yazıyordu:
"Her hücrenin ve işçilerin oluşturduğu her parti komitesinin, kitle arasında pratik örgütsel ve ajite edici propagandaya yönelik çalışma için, bir dayanma noktasına ihtiyacı vardır. Yani ka­yıtsız şartsız, oraya, kitlelerin olduğu yere gide­cek ve adım başında, onların bilincini, sosyalizme yöneltecek ve her özel sorunu, prole­taryanın genel görevleriyle birleştirecek..."
"Ajitatörde, söz ve eylem, hiçbir zaman birbi­riyle çelişmez. Bir ajitatör, yüksek bir fabrika di­siplini, yüksek bir iş verimliliği için, örnek bir kişi olmalıdır, en ön saflarda bulunmalı ve nasıl iş yaptığını kişisel davranışlarıyla göstermelidir." (Parti Öğretisi Üzerine, İnter Yay.)
 
6-  Bolşevik ajitasyonun savaşçılığı,coşkulu atılımcılığı ve karakteri
"Ajitasyon yapılırken" diyor Stalin yoldaş, "Sa­dece düz bir konuşmayla yetinilmez, aynı za­manda sorunun üzerindeki örtü de kaldırılır..."
"... İşçiler, köylüler ve kadınlar arasında kitle ajitasyonu hiçbir mücadeleci hedefe yönelmi-yorsa, emekçilerin politik bilincinin derinleştiril­mesinde yeterince yarar sağlayamaz..."
Bu noktalarda çok kısaca şunu belirtelim ki aji­tasyonun amaçlılığı, canlılığı, etkinliği ve yine benzer biçimde 'savaşçılığı, atılımcılığı ve karak­teri' onun gerçek hayattan çıkıyor olmasıyla da ilgilidir. Gerçek hayat dediğimiz şey ise kitlele­rin toplumsal yaşam mücadelesidir. Eğer bu nok­tada bir zayıflık varsa komünistlerin işi daha da zorlaşır. Fakat daha kötüsü "siyasal ruhsuzluk" di­yebileceğimiz bir hastalıktır ki bu konuya ileride değinmeye çalışacağız.
 
7-   Yüksek Düzey İçin Bolşevik Ajitasyon
V.İ. Lenin şöyle diyor:
"Kavramlarımıza göre, kitlenin bilinci, devleti güçlü hale getirir. Kitle her şeyi bilirse güçlenir, her şey hakkında karar verebilir ve her şeyi bilin­çle yapar."
"Kitleler arasında, ajitasyon çalışması, kam­panyadan kampanyaya, bir önemli tarihten bir başkasına yapılıveren bir iş değildir. Ülkemiz­deki ve sınırlarımızın dışındaki yaşam, hiçbir zaman durmaz, üretim planlarının uygulanması ve aşılması için mücadele kesintisiz sürer, ekono­mik ve kültürel yaşam sürekli akar, emekçi kitle­lerin çıkarları uygulanan politikanın sorunlarıyla, ülkemizin ve dış dünyanın olayla­rıyla büyür. Bu yüzden, halkın tüm katmanları arasında, parti örgütlerinin politik kitle çalış­ması, devamlı ve sistemli olarak yürütülmek zo­rundadır."
Bu konu başlığına kendimiz özgülünde daha somut yaklaşacak olursak, bizim şu an hedefleye­ceğimiz "yüksek düzey" kitlelerin Halk Savaşı'nm temelini oluşturduğu bir gerçekliği yakalayabil­mek olacaktır. A/P çalışmalarımızın böyle bir amaca hizmet ettiği ve savaşın vazgeçilmez bir bi­leşimini oluşturduğunu unutmamalıyız.
Buraya kadar aktardıklarımız; A/P çalışma­larının temel özelliklerini ortaya koyar nitelik­teydi. Bununla kopmaz şekilde sorunları ele alışa, davranışlara ve daha özel deneyimlere iliş­kin aktarımları da önemli görüyoruz. Kalinin'in söylevlerinden oluşan bu aktarımlarımız pratik çalışmalarda faaliyetçilerimiz için yol gösterici olacaktır. Aynı zamanda A/P faaliyetçilerimizin nasıl özelliklere sahip olması gerektiğini göste­recektir. Bunları da madde madde aktaracak olursak:
* Kalinin, "Kitle çalışmasının bazı sorunları" başlıklı söylevinde kitlelerle ilişkilerin göreceli olarak iyi olduğu bazı durumlarda, örneğin aile bağlarının kullanılışında bu "iyi" ilişkiye karşın politik niteliği zayıf bir bağın kurulduğunu belirt­mekte ve eleştirmektedir. Kitlelerin çoğunlukla yakınmaya dönük geri bilinç düzeyiyle aynılaşıla-rak Bolşeviklerin de yakınmanın ötesine geçeme­diğini ortaya koyan Kalinin bu konuda bakın ne diyor: "Biz Bolşeviklerin gözünde, kitleyle bağ kurmak, bunlar demek midir? Tabi ki değil. Kit­leleri, onların geri kalmış unsurlarının yönlen­dirdikleri doğrultuda yönetmek Menşevik bir çizgidir. Bizim Bolşevik çizgimiz de kitlelere yön vermektir, onların başına kâhya kesilmek değil­dir. Kitleleri, politik bilinçli öncüler olarak, peşi­mizden götürmektir."
Bu önemli nokta, faaliyetçilerimiz tarafından, gidilen kitlelerde bir yıl sonra nasıl bir etki yaratıldığıyla tartışılmalıdır. Dün onlar neredeydi,bugün biz onları nereye, ne kadar ileriye taşıdık? Ne kadar bilinçlendirdik ve kolektif yapının daha ileri bir parçası haline getirebildik? Bu ve benzeri sorular hiçbir çarpıtmaya izin vermeyecek şekilde cevaplanmalıdır. Ancak o zaman kitlelerin ba­şında "kâhya mı" yoksa bir öncü, önder olarak mı bulunduğumuz gerçek cevabını bulacaktır.

  • Kalinin, parti örgütü sekreterinin kitleleri gerçekten etkileyebilmesi, kitlelerin onu dinleye-bilmesi ve ona inanabilmesi için şunları sıralıyor: "(A)jitatörün ilkeli, Komünist Partisi'ne derin bir bağla bağlı olması, partimizin tarihini, hiç ol­mazsa, genel bilgileriyle bilmesi ve partimizin işçi sınıfı önüne, halkın önüne koyduğu görevleri anlaması gerekir. Parti yöneticisinin ya da pro­pagandacının politik gelişim düzeyi açısından, başkalarından daha aşağı düzeyde bulunmaması gerekir..."
  • Kalinin, hemen peşinden "Peki, parti eylem­cisi, kitlelere nasıl ulaşır?" sorusunu sorar ve aşa­ğıdaki çarpıcı yanıtı verir: "İlkin, yıllar boyunca süren kendi deneyimimden söz etmem gerekirse, derim ki, parti yöneticisi hiçbir zaman böbürlen­mez ve asla kibirli biri değildir. Eğer siz, işçilerle ve sade parti üyeleriyle konuşurken, çalımlı bir ses tonuyla, önemsiz, belki de rasgele bir söz­cükle, kendinizi onlardan daha akıllı saydığınızı, onlardan daha çok şey bildiğinizi sezdirirseniz, o zaman bitmişsiniz demektir..."

"Böylece biz, bir ajitatörün alçakgönüllü ol­ması gerektiğini öğrenmiş olduk..."

  • Kalinin devam ediyor: "İkincisi, bir propa­gandacının, bir yöneticinin kitleyle ilişkisinde, sadece öğretmenlik rolü oynamaya kalkışması güzel bir şey değildir..."Kalinin "şu gereklidir, bu da gereklidir, yapılması gerekir" gibi konuş­maları eleştirir ve karşıdakini dikkate alan "siz ne dersiniz, ben olsam böyle yapardım, size göre nasıl olmalı" gibi ifadelerin tercih edilmesi ge­rektiğini belirtir.
  • Kalinin konuşmaların önceden saptanan bi­çiminden uzaklaşılmasmdan korkulmaması ge­rektiğini vurgularken ise şunları söylemektedir: "(D)inleyidleri ilgilendiren bir sorun ortaya çıktı mı, onu atlamayın. Bu önemli değil. Dinleyiciler bir kez canlanıp ilgi duydular mı, sizi can kula­ğıyla dinleyeceklerdir. Böylece, siz de ele almak istediğiniz sorunları işlemeyi başaracaksınız."

Kalinin'in en önemli sorunlardan gördüğü bir diğer nokta ise bazı konuşmacıların çetin sorun­ları yanıtlamaktan kaçınmalarıdır. "Hiçbir zaman, böyle bir şey yapmayın. Sorulan soruları duy­mazlıktan gelmeyin. Eğer soruyu cevaplandır-mayacaksanız, hiç çekinmeden işin doğrusunu söyleyebilirsiniz" diyen Kalinin, kapalı ve yan çi­zerek verilen yanıtları eleştirmekte ve dinleyicile­rin bundan bir şey anlamadığını belirtmektedir. Sanırız bu nokta bizim için de son derece önemli­dir. Çünkü sınıf mücadelesindeki yerimiz, şu an geldiğimiz nokta ve çok yönlü -bazısı ldtlelere dönük- hatalarımızdan kaynaklı yanıtlamaktan kaçınacağımız ya da kaçındığımız birçok konu ola­bilmektedir.

  • Parti komite sekreterinin, otorite sahibi ola­bilmesi için kitlelerin gözünde temiz kalması ge­rekliliğini belirten Kalinin, bunun, bazı kişilerle daha yakın, kişisel ilişkiler kurmamak anlamına gelmeyeceğini belirterek, onun, toplumsal ilişkile­rinde, her insana, duygularının tutsağı olmadan yanaşması demek olduğunu ortaya koyar. Ve şu örneği verir "Sen benim dostumsun, bu güzel bir şey, ama işini savsaklar, kaytarırsan, üretimdeki görevlerinden kaçarsan, senden ötekilerden iste­diğimin daha fazlasını isterim ve seni haşlarım bir iyice."
  • Kalinin'in partinin kitle çalışmasında nasıl davranılması, şu ya da bu sorunun kitlelerin önünde nasıl ele alınması gerektiği sorununa yak­laşımı, tüm sorunların partinin bakış açısına göre konulması, her şeye parti bakış açısından bakıl­ması gerektiği şeklindedir. Tasfiyeci saldırılar al­tında örgütsüzlüğün dayatıldığı bir dönemde bu nokta bizim için daha önemlidir. Kalinin bu nok­tada sorunları açık ve kesin bir biçimde, parti bakış açısına göre ortaya koymaya önem verir ve aksi halde bir örnekten yola çıkarak kitlelerin ne düşüneceğine ilişkin şunları söyler: "Biz seni tanı­yoruz, bize iyi öğütler verir, kendin ise, başka şeyler düşünürsün. Senin söylediklerinle yaptık­ların birbirini tutmuyor." Böyle bir duruma düş­mek açık ki bir komünist için en kötü durumlardan biridir. Faaliyetçilerin yüzüne söy­lenmese de arkasından böyle şeyler söylenebilir. Bu noktaya tüm faaliyetçiler dikkat etmek zorun­dadır. Fakat tabii ki sorun teori ve pratik uyu-muyla da alakalıdır ve kolektifi tümüyle ilgilendirmektedir.
  • Kalinin, sürmekte olan savaş üzerinden her­kes tarafından bu konuda ne düşündüğü, ortak dava için ne yapmak istediğinin bilinmesi, bunun herkese sorulması gerektiğini ortaya koyar. Biz bunu bugün esas çalışmalarımız için hayata geçir­meliyiz diyebiliriz. Özellikle taraftar kitlenin net­leştirilmesi ve ayrıştırılmasında onların aktif kılınmasında bu vazgeçilmezdir.
    * Doğrudan aktaracak olursak: "Yoldaşlar, bir ajitatör olmanın hiç de kolay bir şey olmadığı anlaşılıyor. Gazete okuma işiise, bir propaganda çalışmasıdır ve ustalıkla yapılması gerekir. Eğer okuyucu ve konuşmacı dinleyicilerde ilgi uyan-dırmazsa ve eğer dinleyiciler onun sizin tarafı­nızdan, önceden hazırlandığını bilirlerse, nasıl fikir alışverişi olabilir? Dinleyiciler böylesi bir okuma saatini, öğrencilerin okuma saati ya da bir zamanların dinsel vaaz saati kabul edecekler­dir." Kalinin'in ortaya koyduğu bu hassasiyeti aynı içerikteki kendi çalışmalarımıza uygulamamız ge­rekir. Tartışmasız bir gerçek ki, hâkim olan tam da bu eleştirilen tarz gibidir. Demek ki her şeyi bir ih­tiyacın ürünü olarak kendi doğallığında yaşatmak büyük önemdedir.
    Kalinin'in "Cephedeki Ajitatörün Sözü" adlı söylevinden de kimi yerlere dikkat çekelim.
    • "Ajitatör, düşünsel olarak gelişmiş bir insan olmalıdır. Çok okuması ve sürekli kendini yetiş­tirmesi gerekir. Ajitatörün bütün boş zamanla­rını, kitaplar üzerine çalışmaya ayırması gerektiğini söyleyebilirim. Bizim klasiklerimizi okuyun. Lenin'in, Stalin'in yapıtlarım okuyun. Stalin'inki gibi ajitasyon yürütmeyi öğrenin. Yol­daş Stalin, çok iyi bir ajitatördür. Halkla konuş­mayı, nasıl da iyi yapıyor görüyorsunuz!"
    • "Konuşmalara her zaman hazırlıklı olmalısı­nız. İyi öğrenim görmüş, bilgili ve savaşı bilen bir insan olsanız bile, ajitatör olarak hazırlanmalısı­nız. Ne de olsa, bilgimiz sınırlıdır, herkesin de bil­gilerimizden yararlanmasını sağlayabilmemiz için esaslı bir şekilde hazırlanmamız gerekir..."
    • "Fakat konunun artık bıktırmaya başladı­ğım, tümüyle sıradan, sade konuşmak ihtiyacı­nın doğduğunu anladığınız zaman savaşçıların yanma bir bardak çay içmeye gidin ve onlarla candan ve içten konuşmalar yapın.

    Fakat böylesi konuşmalar için bile, hazırlıklı olmanız gerekir. Çünkü konuşma boyunca, size bir sürü soru sorabilirler. Yanıtlamaktan kaçın­mayın ve soruyu saptırmamaya çalışın. Her­hangi bir soruya, hiçbir yanıt bulamadığınız zaman da korkmayın. Yekten şöyle deyin: "Bil­miyorum, bunun yanıtını araştıracağım, buldu­ğumda size söyleyeceğim."

  • Ajitatörlerin donanımlı ve MLM teoride ken­dini sürekli geliştiren bir özellikte olduğuna hep vurgu yaptık. Propagandistin çok daha kapsamlı ve ayrıntılı bir teorik birikime sahip olması gerek­tiği ise tartışma götürmez. Bu durum, yürütülecek çalışmalarda ne kadar hazırlıklı ve dolayısıyla ba­şarılı olunacağını da belirleyecektir. Fakat bundan öte, her bir çalışmada, her bir alan veya kitleye gi­dişimizde, o özgülde gerekli hazırlıkların yapıl­ması gerektiği de açıktır.
    Bu ancak ön bir araştırmayla ve mümkünse en doğru kişilerden bilgilenmeyle yapılabilecektir. Bu sayede hazırlanacak ajitasyonun içeriği ve hattı, dinleyiciler üzerinde etkide bulunabilecektir. Ne anlatacağını, neyi konuşacağını bilmek ama ge­rektiğinde bunu yeni durumlarla yaratıcı bir şe­kilde buluşturabilmek... Bizim ajitatörlerimizin çok ihtiyaç duyacakları noktalardandır. Politik bir amaçla buradan somut bir hedefle kitlelere gitme­diğimizde, onların ve konuşmalarının yörüngesine gireceğimiz, bir anlamda da kitlelerin kendiliğin-denci pratiğiyle özdeşleşeceğimiz unutulmamalı­dır.
    Kalinin'in "Kardeşçe Bir Mücadele Topluluğu" adlı söylevinde bir alıntıya yer verelim.
    -"Bir insanla, anadilinde konuştuğun zaman, bütün sorunları, daha rahat ve kolay anlatabilir­sin. Onu da rahat anlarsın. Çünkü o, senin anlat­tığın her şeyi doğru anlamıştır..." Bu nokta şu an ülkemizdeki MLM'lerin ciddi bir şekilde sorgula­ması gereken bir soruna parmak basmıştır. Kürt ulusunun ülkemizdeki nüfusu düşünülürse, devri­mimizin temel bileşenlerinden biri olan, Kürt ulu­sundan halk kitleleriyle kurduğumuz ilişkiler için Kürtçe bilmenin zorunluluğu ortadadır. Peki, bizde kaç yoldaş, Kürtçeyi, onun farklı lehçelerini gerçekten bilmektedir diye sorduğumuzda pek iyi bir tabloyla karşılaşmayacağımız bellidir. Bu ko­nuya tekrar değineceğiz.
    Burada, değinmek istediğimiz bir başka husus, bütün çalışmalarda kolektif ruhun yakalanabil­mesi ve bu temelden kopmamaya azami özenin gösterilmesidir. Kalinin bu konuya "Ajitasyon ve Propaganda Üzerine Birkaç Söz" adlı söylevinde, şöyle dikkat çekiyor:
    -"...Konuşan bütün yoldaşların sorunlarını, pratik olarak ortaya koyduklarına dikkat etmiş­sinizdir.
     
     
     
    Kötü bir karakteristik değildir bu... Ama aynı zamanda, bana öyle geliyor ki, sekreterlerin sa­dece ve sadece pratik yanları üzerinde durmaları yeterli değildir. Bazı genellemelere de gitmeleri gerekir. Genelleme yapmayı da öğrenmek zorun­dadırlar.
    ... Bolşevikler, pratik sorunları ve pratik gö­revleri genelleştirmeleri, onları bütünleştirmele-riyle öne çıkarlar..."
    • "Stalin yoldaşın raporlarından, Lenin'in ya­pıtlarından, her gelişme aşamasında, temel hal­kayı yakalamayı becermenin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Propaganda da, ajitas-yonda da, partinin eğitim işlerinde de bu temel halkaların yakalanması zorunludur..."
    • "Parti işini, tüm öteki işlerden ayıran özellik­ler nelerdir? Onun sadece, ajitasyon, propa­ganda ve kelimenin dar anlamıyla komünist eğitim ile ilgilendiğine ilişkinfarklıhk bana ka­lırsa çok sınırlıdır. Parti işi, eğer şöyle söylemek gerekirse, onun her işe ve hatta en karmaşık tek­nik ve mekanik işe, parti anlayışı ruhunu parti anlayışının kendini sokmaktan ibarettir."

    Bu noktanın şu an bizim için en önemli sorun­lardan birini ifade ettiğini söyleyelim. Ortak bir anlayış birliği, ortak bir ruh ve şekilleniş bir parti­nin tüm çalışmalarını muazzam derecede büyüten özelliklerdir. Bu olmadığında ise tersi geçerlidir. Söz konusu, partinin 'iç sorunları' kulvarında dönüp dolaşması kaçınılmazdır. Bu ortak anlayış ve ruhu tek başına öne çıkarmak ve onu temele koymak tabii ki söz konusu olamaz. Ama diğer zo­runluluklar yerine getirildiğinde ortak anlayış ve ruh, pratik başarıların garantisi olacaktır.
    -Kalinin'den yine önemli bir noktayı aktara­lım: "Burada komünistlerin eğitiminden söz edildi. Partiye yeni kabul edilen insanda, parti-lilik bilinci nasıl geliştirilmelidir? Bu size, yani göstereceğiniz yöne bağlıdır."Nedir o yön, ya da o yönün özelliği nedir? Kalinin'in parti aidatları­nın geciktirilmesi sorunu üzerinden örneklendir­diği, parti aidatının ödenmesinin, asıl sorunu oluşturmadığını anlatarak sorunu partililik ru­huna getirdiğini okuyoruz kitapta. Kalinin bu­rada "Ama ben size sıradan bir eylemin nasıl politikleştirildiğini göstermek isterdim" diyor. Hemen ileride ise "Oysa, olayı genelleştirir, poli­tik bir değer biçersek, bu ileri bir eğitim sağlar" diye ekliyor.
    Kuşkusuz her küçük sorunun dahi ideolojik-politik bir arka planı vardır veya kurulabilir. Bu, mücadeleye hizmet eder tarzda, sorundan kopma­dan bir bilinçlendirme eylemi olarak uygulanı­yorsa, yaygınlaştığında büyük bir özveri ve kazanım sağlayacağı açıktır. Bu yönüyle önemlidir ve uygulanmalıdır. Fakat bizler, meselenin kendi 
    gerçeklerinden kopartılarak uçlaştırıldığı, aşırı zorlama yöntemlerle her şeyin "ideolojik" kabul edildiği pratiklere de şahidiz. Bu nedenle "politik-leştirme, genelleştirme" yönteminin yerinde ve za­manında ama kesinlikle somuttan uzaklaşılmadan yapılması gerektiğini vurgulamalıyız.
    - Son olarak Kalinin'den şu bilgiyi aktaralım: 'Eğitim, en güç pedagojik işlerden biridir. Oysa insanlara politik bilgiler vermek, partinin prog­ram ve tüzüğünü öğretmek başka bir iştir. Çünkü bununla belli bilgiler verilmektedir. Kuşkusuz bu­rada, öğretim ve eğitim işleri araşma kaim bir çizgi çekmek olanaklı değildir. Çünkü insanı oku­tarak da eğitebilirsin. Fakat parti üyelerinin eği­tim işinin günü gününe, fark edilmeden yürütülmesinin esas olduğunu gözden ırak tut­mayın. Bir iş, sık sık, ufak tefek şeylere, bazen de ciddi, büyük şeylere ve sorunlara dayanılarak yapılabilir." Kalinin'in burada "günü gününe" ya­pılacak eğitim olarak belirttiğinin doğal ki günlük çalışmalardan ayrı tutulması söz konusu olamaz. Bizim her günkü çalışmamızın kitle içerisinde po­litik teşhirler, A/P çalışmaları ve örgütlenme pra­tikleri olduğunu düşünürsek eğitimin temel zemini ve malzemesinin de bunlar olduğunu ra­hatlıkla çıkarırız.
    Uzun alıntılarla ve doğrudan aktarımlarla, A/P'ye dair vermeye çalıştığımız bilgiler daha çok kendi "uzmanlık alanlarına" özgü, hatta kimileri "teknik" görülebilir. Fakat bizim de burada "poli-tikleştirme" diyebileceğimiz yöntemi uygulayarak sorunun diğer meselelerle bağını kurabilmemiz gerekir. Bu bağ, yapay ya da öylesine bir bağ değil­dir. Sınıf mücadelesinin içinden gelen, özünü onun verdiği ve her çalışmayı birbiriyle diyalektik bir şekilde ilişkilendiren bir bağdır.
     
    II.BÖLÜM
    A/PFAALİYETİMİZİNTEMEL GÜNDEMLERİ
    Buraya kadar "Bolşevik Ajitasyon Üzerine" adlı kitap ve A/P'ye dair çeşitli bilgiler üzerinde durduk. Yazımızın temel amaçlarından biri buydu. Amatörlüğü aşmak, henüz işin başında olan faaliyetçiler için genel bir çerçeve çizmek bakimindan bu gerekliydi.

     

Şimdi A/P çalışmala­rına dair ortaya konulan anlayış ve yöntemler üze­rinden, ülkemiz koşullarında bugün A/P'mizin içeriğini oluşturacak temel gündemlere değinmek istiyoruz. Güncel yansımalarıyla da paralel olarak bunları Kürt Ulusal Sorunu, ekonomideki geliş­meler, tarım ve köylülükte yaşananlar ve kadın so­runu olarak almayı gerekli gördük. Sırasıyla bu gündemleri ele almaya çalışalım.
 
Kürt Ulusal Sorunu, görevlerimiz ve A/P
Öncelikle MLM anlayışlar temelinde ulusal so­runa ilişkin görevlerimizi belirleyerek neden A/P'mizin vazgeçilmez öncelikli bir bileşenini oluşturduğunu anlamaya çalışalım. Lenin, "Ne Yapmalı?" adlı eserinde ulusal sorundan bağımsız olarak komünistlerin ajitasyon ve propagandası­nın içeriğine dair belirttiklerini en başa alalım. Lenin, ajitasyon yürütmek için baskının her somut görüntüsünün -sadece ekonomik baskının somut görünümleri ve işçilerle ilgili olanlar değil-ele alınması gerektiğini belirtmişti. Çünkü bu bas­kının altında çeşitli toplumsal sınıflar vardı ve ko­münistler de otokrasinin çok yönlü politik teşhirini üstlenmeliydiler.
İşçi sınıfının politik bilincini geliştirme görevi ancak bu biçimde yerine getirilebilirdi. Kitlelerin politik mücadeleye "çekilmesi" için araçların sa­dece ekonomik mücadeleyle daraltılmasına karşı Lenin, "Polis baskısının ve otokrasinin aşırılıkla­rının tum tezahürlerini'nin politik ajitasyonun içeriğini oluş­turması gerektiğini savu­nuyordu. Açık ki söz konusu olan politik bilin­çlendirme olduğunda, bunun devletin her alan­daki baskı ve sömürüsü iş­lenmeden, bunların birbiriyle bağlantısı kurul­madan yapılması müm­kün değildir. Ve yine sorun politik bilinç olduğu için, baskı ve sömürünün en çıplak, acımasız ve çar­pıcı olanları politik ajitas­yonun önceliğini oluşturmak zorundadır. Bu aynı zamanda, kitle mücadelelerinde açık çarpışmaların da önceliği oluşturacağını gösterir. Örnek vermek gerekirse, işkencelerin, katliamla­rın, bombalama ve köy yakmaların yaşandığı, mü­cadelenin silahlı biçimleri altında hemen her gün ölümlerin olduğu bir yerde ekonomik sömürünün her günkü tezahürleri çok daha tali bir pozisyonda kalır. Her alanın kendi politik ajitasyonunda özgün konu ve malzemeleri olabilecektir. Fakat ülke çapında etkili sorunlar, bir şekilde her alanın politik ajitasyonumı da etkiler. Tek bir alanla sı­nırlı olmayan, tüm ülkeyi kapsayan nitelikte poli­tik ajitasyonumuzu ise tartışmasız olarak bu ülke çapında sorunlar belirler.
"...Proletarya, yalnızca demokrasi aracılı­ğıyla, yani demokrasiyi tamamen gerçekleştire­rek, savaşımın her adımını, en kararlı biçimde formüle edilmiş demokratik taleplerle bağlaya­rak zafer kazanabilir, başka türlü değil. Sosyalist devrimi ve kapitalizme karşı devrimci savaşımı, demokrasinin sorunlarından biriyle, burada ulusal sorunla karşı karşıya koymak saçmadır. Kapitalizme karşı devrimci savaşımı, bütün de­mokratik taleplerle, yani cumhuriyet, milis, resmi görevlilerin halk tarafindan seçilmesi, ka­dınların hak eşitliği, ulusların kendi kaderini tayin hakkı vb. gibi taleplerle ilgili devrimci bir program ve taktiklerle bağlamalıyız..." (Ulusal Sorun ve Sömürge sorunu, 6. Defter, İnter Yay.)
Lenin'in berrak yaklaşımında da fark edeceği­miz gibi, devrimci savaş, tüm demokratik talepleri program ve taktiklerinde barındırmak zorundadır. Devrim mücadelesinin asgari programı olan De­mokratik Halk Devrimi mücadelesi ise bu an­lamda somut talepleri içermesi bakımından daha özel bir yere sahiptir. Demokratik devrimin, top­rak reformu yanında, emperyalizme karşı bağım­sızlık, ezilen ulusların kendi kaderini tayini ve ulusların tam hak eşitliği konusunda, yine kadın­ların hak eşitliği konusunda büyük görevlerle yü­kümlü olması onun doğası gereğidir. Fakat tüm bu sorunların Demokratik Devrim mücadelesinde her dönem kaplayacakları yer ve önem, rasgele değil, tam da ülkenin hâkim çelişki ve gündemleriyle belirlenecektir.
Bu yanıyla konumuz özgülünde Kürt Ulusal Sorunundaki görevlerimizin Demokratik Halk Devrimi mücadelemizin temel bir bileşeni olacağı, daha doğrusu olması gerektiği tartışmasızdır. Kürt Ulusal Sorununun tarihine ve PKK somutunda Kürt ulusunun son tarihi kalkışmasına baktığı­mızda bunun böyle olduğu rahatlıkla görülecektir. Kürt ulusal sorununun Demokratik Halk Devrimi mücadelesinin temel bir bileşeni olması gerçeği, aynı zamanda Halk Savaşı stratejisinin temel bir bileşeni olmasıyla da aynı anlamdadır. Ancak bu noktada, yanlış bir karşıtlık temelinde "sınıfsal" olmayı, ulusal sorundaki görevlerimizle karşıt al­gılayan yaklaşımlar ortaya çıkabiliyor. Şu an doğ­rudan bunu tartışmak gibi bir amacımız yok. Fakat bu hataya düşen yoldaşlarımız, Marksist us­taların bu konudaki eserlerini okumalıdır. Ve Kay-pakkaya yoldaşı okumalıdır. Güncelliği bakımından, Filipinler, Nepal ve Hindistan'daki Halk Savaşlarının bu konudaki yaklaşımlarını in­celemelidirler.
Lenin, Rosa Lüksemburg ve o dönem birçok Marksist'in ulusal sorundaki çoğunlukla doktriner, hatalı yaklaşımlarıyla mücadele etmek zo­runda kalmıştı. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve ulusların tam hak eşitliği konusundaki Leninist tavra karşı çeşitli itirazlar ortaya çıkı­yordu. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını desteklemenin "ezilen ulusların burjuva milliyetçi­liğini desteklemek olduğu", kapitalizm ve emper­yalizm altında kendi kaderini tayinin "genel olarak gerçeldeşmesi imkansız" olduğu gibi görüşler or­taya atılıyordu. En önemlisi ise, işçi sınıfının poli­tik partisinin, kapitalizmle birlikte tüm eşitsizlikleri de ortadan kaldıracak olan, sosyalizm hedefi varken, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakla ve tam hak eşitliği için mücadeleyi öne çıkarmanın ne gereği vardı?
Lenin zamanında ulusal sorundaki oportünist tavırlar genel olarak böyleydi ve ne ilginç ki hala böyle. Bu anlamıyla Lenin'in aşağıdaki ifadeleri Rosa Lüksemburg'un hatasına karşı olduğu gibi,
ülkemizdeki hatalı yaklaşımlara da karşı aydınla­tıcı olacaktır. "'Pratik olma' çabasıyla Rosa Lük­semburg, Büyük Rus proletaryasının ve öteki ulusların proletaryasının en önemli pratik gör­evini unutmuştur: her türlü devlet ve ulus ayrıca­lığına karşı ve bütün ulusların kendi ulusal devletlerini kurmada hak eşitliği uğruna günlük ajitasyon ve propaganda görevi. Bu görev, (şu anda) ulusal sorunda en önemli görevimizdir; çünkü biz, demokrasinin ve bütün ulusların pro­leterlerinin eşit hakka sahip ittifakının çıkarla­rını ancak böyle savunabiliriz." (age)
Lenin'in ulusal sorunda en önemli görevin ne olduğuna dair tanımı açık. Bizim burada daha da önce çıkarmak istediğimiz yön ise "günlük ajitas­yon ve propaganda görevi"dir. Çünkü UKKTH'nm ve ulusların tam hak eşitliğinin savunulması ancak bu uğurda militan bir mücadele yürütülerek somutluk kazanır. Devlet sınırlarını ilgilendiren, siyasi ilhaka karşıtlığı kadar ekonomik ilhaka kar-şıtlığıyla da ezen ulusların korkulu rüyası olan böylesi bir sorunda komünist ilkelerle mücadeleye girişmek çetin ve bedel isteyen bir görevdir.
Fakat Lenin'in bu noktadaki tavrı da çok net­tir: "Ulusların Kendi Kaderlerini Tayinini aşağı yukarı Bay Plehanov, Patresov ve ortakları gibi, yani çarlık tarafindan ezilen ulusların ayrılma özgürlüğü için mücadele etmeden 'tanıyan bir Rus sosyal demokratı gerçekte bir emperyalist ve çarlık uşağıdır."(age) Aynı noktayla ilgili olarak Lenin başka bir yerde de şöyle demektedir: "... Bu propagandayı yapmayan her ezen ulustan sos-yal-demokrata emperyalist ve alçak muamelesi yapmak, görevimiz ve yükümlülüğümüzdür. Sos­yalizm kurulmadan önce ayrılma durumu binde bir olanaklı ve 'uygulanabilir' olsa da bu mutlak bir taleptir."(Ulusal Politika ve Proleter Enter­nasyonalizmi)
Çünkü "Bu olmadan enternasyonalizm olmaz." (age) Lenin hiçbir tartışmaya yer bırak­mayacak şekilde komünistlerin ulusal sorundaki ilkesel tutumlarını günlük A/P göreviyle somutlamıştır. O halde bu konuda nerede durduğumuz örgütün komünist niteliği bakımından da temel bir kıstastır ve tutarlı bir tavırla Ulusal Hareketi, onun demokratik talep ve istemlerini savunmak büyük önemdedir. MLM'lerin ulusal sorundaki ta­vırları nettir. Bu nedenle destekleyeceğimiz veya eleştireceğimiz pratikler de bellidir. Ancak ulusal hareket üzerinden, "dar milliyetçilik", "emperya­lizmle ilişkilenme" gibi bahanelerle Kürt ulusuna ve onu temsil eden ulusal harekete sırtını dönmek, destek ve yardım görevini yerine getirmemek MLM'lerin tavrı olamaz. Bu noktada İbrahim yol­daşın, Şeyh Said isyanı karşısında takındığı berrak tavır bizim için referans olmalıdır. İsyanda "İngiliz parmağı" olduğu ve buradan hareketle de ulusal sorundaki görevlerinden kaçan sahte Marksistlere karşı İbrahim yoldaş, komünistlerin bu konuda temel görevlerinin ortadan kalkmayacağını, eğer gerçekten bir "İngiliz parmağı" söz konusuysa bile İngiliz emperyalizminin teşhirinin de bu görevlere ekleneceğini ortaya koymuştur.
Komünistlerin ulusal sorunda ölçütü, ulusal hareketin "emperyalistlerle ilişkisi" vb. olamaz. Komünistlerin temel ölçütlerinin ne olduğunu yu­karıda Lenin'den alıntılarla aktarmıştık. Buradan da anlaşılır ki destekleme görevimiz ulusal hare­ketin tamamıyla demokratik muhtevasıyla ve komünistlerin enternasyonalizmiyle ilgili­dir. Ulusal hareketin -ki şu an tartıştığımız ezilen ulusun hareketidir- demokratik muhtevasında bir değişiklik olmadığı müddetçe komünisüerin ezen ulus baskısına, ulus eşitsizliğine ve devlet kurma hakkının gaspına karşı mücadelesi, bu kapsamda ezilen ulus hareketine desteği sürecektir.
Stalin'den aktaracağımız ifadelerle bu noktayı daha dabelirginleştirelim: "Leninizm, ezilen ulusların kurtuluş hareketine proleter partilerin doğrudan doğruya desteği olmaksızın, 'ulusla­rın eşitliği'ne dair demeçlerin boş ve ikiyüzlü sözler olduğunu göstererek, ulusal sorunu ezilen uluslara, emperyalizme karşı, ulusların gerçek eşitliği uğruna, bağımsız devlet olarak varlık­ları uğruna mücadelelerinde destek gerçek ve sürekli yardım sorunu haline geldi." (Leniniz-min Sorunları)
Belirttiğimiz gerekçelerle ülkemizde, yürütece­ğimiz A/P'nin temel bir içeriğini ulusal sorun ve o konudaki görevlerimiz oluşturacaktır. Ulusal sorun karşısındaki görevler ulusal harekete destek görevinden bağımsız değildir. Bu nedenle bu des­teğin somutlanması gerekir. Bugün bu desteğin kendi örgütsel gücümüzle de orantılı olarak, asıl biçimini, egemenlerin ulusal baskı siyasetini (tüm
tezahürleriyle) ve emperyalizmi hedef alacak poli­tik teşhirler, bu kapsamdaki A/P çalışmaları oluş­turacaktır.
Ulusal Hareket'in her alanda sesinin kısılmaya çalışıldığı, tüm yasal-demokratik kurumları üze­rinde baskı kurulduğu bir süreçte A/P araçlarıyla kitlelere ulaşmak, Kürt ulusunun sesi ve yüreği olmak büyük bir değer taşımaktadır. Ulusal Hare­ket'in demokratik örgüt ve kurumlarına destek zi­yaretleri, katılabileceğimiz çalışmalarda birlikte çalışma ve haklı mücadelelerinde sürekli yanla­rında olma vb. bu kapsamdaki görevlerimizin somut bazı adımlarıdır.
Kürt ulusal sorunundaki A/P görevlerimizi tar­tışırken "dil" sorununu da ele almalıyız. Daha önce Kalinin'den aktardığımız bölümlerde bir in­sanla anadilinde konuşulduğunda bütün sorunla­rın daha rahat ve kolay anlatılabileceğini, onun da bunda, pratiğimizin de bir yansıması olarak çok geri bir pozisyonda durduğumuz açıktır. 25 mil­yon civarı nüfusu ve devrim mücadelemizdeki önemine oranla, Kürt ulusuna karşı görevleri­mizde ve devrim mücadelemiz doğrultusunda Kürt halkı içerisindeki faaliyetlerimizde çok yeter­siz kaldığımız açıktır.
Mao'nun, propaganda çalışmasında bulunan­ların dili ustaca kullanabilmeleri için dil incele­mesi yapmaları ve dili kitlelerden öğrenmeleri gerektiğine ilişkin vurgularını hatırlamak gerekir. Üstelik Mao bunu Çince için söylemektedir. Bizim için ise Türkçenin ötesinde, bırakalım henüz özel bir incelemeyi en başta konuşmayı öğrenmemizi gerektiren Kürtçe vardır.
Sorunun önemini daha fazla açıklama ihtiyacı duymadan, yoldaşlarımızın özellikle Kürt kitleler içerisine giden ve A/P'den sorumlu yoldaşlarımı­zın Kürtçe öğrenmeleri gerektiğini belirtelim.  kitleler içerisinde kök saldıkça saflarımızda Kürtçe konuşabilen faaliyetçiler artacak ve daha nitefikfi bir kitle çalışması ve A/P yapılabilecektir. Ancak bugünden Kürtçe konusunda gerekli adımların atılması, Kürtçe bildiri, broşür vb. yapılması önemlidir. Şu an Kürtçe sözlü iletişim sorunumuz ise daha önemlidir.
Kürt Ulusal Sorununda görevlerimize ve bu­nunla ilgili olarak A/P çalışmalarına değindik. Ancak tekrar vurgulayalım ki, bu sorun aynı za­manda Demokratik Halk Devrimi mücadelesinin de vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu yönüyle ortaya 
koyacağımız tavırlar DHD mücadelesini de bağla­maktadır. Bunu Lenin'den bir aktarımla da ortaya koyarak, ulusal sorunla ilgili belirttiklerimize nokta koyalım:"Tarihin diyalektiği öyledir ki, emperyalizme karşı mücadelede kendi başına bir faktör olarak güçsüz durumda bulunan küçük uluslar galeyanın bir parçası, galeyanı hazırla­yan itkilerden biri olarak sahnedeki yerleri ola­caktır, bu ise, gerçek anti-emperyalist gücü temsil eden sosyalist proletaryanın tarih sahne­sine çıkmasına yardımcı olacak."
Dönemsel önemi, ülke gündeminde kapladığı yer ve artan tartışmalardan kaynaklı, A/P faaliyet­lerimizin de temel bir bileşenini oluşturan Kürt ulusal sorununa daha uzun bir değiniyi gerekli gördük. Diğer temel gündemlere de değinerek devam edelim.
 
Ekonomideki gelişmelere yönelik A/P
Bu başlık altında ele alınabilecek konular çok geniş ve çeşitli bir içerik taşımaktadır. Ekonomik gelişmelerden bağımsız diğer alanlardaki gelişme­lerin de tam anlamıyla sağlıklı bir değerlendirme­sinin yapılamayacağı açıktır. Ancak tarım ve köylülüğü bilinçli olarak ayrı tutarak, A/P çalış­malarıyla ilgili bu konu kapsamında en önemli gündemleri belirtmek gerekirse, en başta son ya­şanan krizle birlikte işsizliği, işçi haklarına yönelik gaspları içeren yasaları, artan özelleştirmeleri, örgütsüzlük dayatmalarını, ülkenin yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin talanını, emperyalistlere
olan borç ödemele­rini ve ülke içinde artan zam ve vergi­leri öne çıkarmamız yerinde olacaktır.
Bu sorunlar, A/P çalışmalarımızda çok önemli bir yer kaplayacak ve bu konuda faaliyetçilerimize 
muazzam materyaller suna­caktır. Söz konusu yasa, vergi ve zam­ların tüm halk nezdindeki
birleştiriciliği A/P faaliyetleri için önemli bir avantaj­dır. Düzenin ve devletin gerçek niteliğini kavrat­mada, hiçbir kitlenin kayıtsız kalamayacağı bu sorunların bilinçlendirici etkisi daha fazla ola­caktır.
Artan işsizlik ve bu sorunu daha da katmer-lendiren uygulama ve yasalar, getirdiği hüküm­lerle de işçi sınıfı mücadelesinde teşhir edilmesi gereken sonuçları ortaya çıkaracaktır. İşçi sını­fından sömürünün yoğunlaştığı, yedek işçi ordu­suyla (işsizler) işçilerin daha ağır çalışma şartlarına mahkûm edildiği bir süreci yaşıyoruz. Emperyalist sermayeyle rekabet edemeyen bir­çok işletmenin emek sömürüsünü daha fazla ar­tırma yoluna gittiği, bununla bağlantılı olarak işçi çıkarmaların da yoğunlaştığı gözlemlenebili­yor. Normalde "ucuz işgücü cenneti" olarak de­ğerlendirilen bir ülkede artan bir şekilde bu yöntemlere başvurulması işsizlik ve sefaletin ge­lişimine işarettir. Ülkenin dört bir yanında irili-ufaklı grev ve iş bırakma eylemlerinin, yine sendikalaşma çabaları ve işten atılmaların arttığı görülüyor. Tüm bunlar işçi sınıfı içerisindeki ça­lışmalarımızın ve tabii ki A/P çalışmalarımızın da gündemini oluşturmalıdır.
Özelleştirmelerle emperyalist tekellere peşkeş çekilen kuruluşlar, bu sürecin devlet eliyle hangi oyunlar oynanarak gerçekleştirildiği, özelleştir­melerden elde edilen kaynağın nerelerde kullanıl­dığı (temelde dış borçlar) ve işsiz bırakılan çalışanlar, kısacası tüm çarpıcı yönleriyle özelleş­tirmeler A/P çalışmalarımızda hak ettikleri yeri almalıdır. Yine ülkenin yeraltı ve yerüstü zengin­liklerinde, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçileri­nin artan talanı, devletin gerekli hukuki çerçeveleri hazırlayarak ve sunduğu kredi olanak­larıyla bu sürece nasıl hizmet ettiği, doğada ve insan sağlığında yaratılan tahribat ve tüm bun­larda sermayenin azami kâr hırsı teşhir edilmeli, A/P çalışmalarımızda kullanılmalıdır. Denebilir ki bu konular artık tek tek bölge ve yörelerin bir sorunu olmaktan çıkmış, ülke çapında genel bir nitelik kazanmıştır. Bu duruma uygun olarak so­runun ileride kendini daha da hissettireceğini, buna uygun örgütsel mekanizmaların, esnek bir çalışma ve A/P araçlarının yaratılabilmesi daha önem kazanacaktır.
Bu gündem altında daha birçok konuya değini-lebilir. Tüm bu konuların yoğunluğuna baktığı­mızda, teorik olarak bunun komünist ve devrimcilerin eylemliliğini de artırması beklenir. Ancak tam tersine bir darlık ve durağanlık vardır. Sadece devrimciler açısından değil çeşitli refor­mist sendika ve partiler için de aynı durum geçerli denebilir. Bunun nedenlerine ilişkin kuşkusuz bir­çok şey söylenebilir ancak net olan şu ki, kitlelerin kendiliğinden hareketiyle de olsa -ki gidişat o yönde- bu durgunluk aşılacaktır.
Sorun kitle hareketliliklerinin nereye yönele­ceği veya yöneltileceğidir. Komünist ve devrimci­ler önderliğinde daha büyük mücadelelere mi yoksa sonuçta düzen içi güçlere yedeklenecek bir içe çöküşe mi? Sorun böyle konulduğunda anlaşı­lır ki komünistlerin kendi örgütsel hazırlıkları tam da bu kitlelere dönük görevlerin bir gereği olarak tayin edici önemdedir. Stalin'in Çekoslovakyalı komünistlerin çalışmaları için ifade ettikleri, de­nebilir ki bizim için de öncelikli bir görev niteli­ğindedir.
"Son olarak Bubnik olayı. Yoldaşlar dönemi­nin bir mutlak eylemsizlik dönemi olmadığını söylemek zorundayım. Durgunluk dönemi, prole­ter orduları biçimlendirme ve eğitme dönemidir, devrime hazırlama dönemidir. Proleter ordula­rın eğitimi ama, yalnızca eylemler sürecinde ola­bilir. Çekoslovakya'da son dönemde ortaya çıkan pahalılık, bu eylemler için uygun bir ön koşul­dur..." (Parti Öğretisi, İnter Yay.)
Demek ki durgunluk dönemleri "proleter ordu­ları" eğitme ama eylemler içinde eğitme süreciy-miş. Bu yönüyle parti örgütlerimiz, daha ileri mücadelelere dönük nasıl bir hazırlık içinde ol­duklarını, bu amaçla ne kadar eylemlilik içeri­sinde olduklarını, militanlarını ne tür bir eğitime tabi tuttuklarını değerlendirmelidirler. Stalin Çe­koslovakya özgülünde pahalılıktan söz ediyordu. Son vergi ve zamlarla ülkemizdeki pahalılık da ça­lışmalarımız için bir ön koşul niteliğindedir. Ama sadece bu kadar da değil düşük ücretler, çalışma koşulları, işsizlik, özelleştirmeler, tarımdaki tas­fiye, Kürt ulusal sorunundaki gelişmeler ve daha birçok konu da çalışmalarımız için fazlasıyla ön koşul sunmaktadır. Bunlar tüm çalışmalarımızın, daha özelde de A/P'mızın içerisinde hak ettiği yeri almalıdırlar.
 
Tarım ve köylülükte yaşanan tasfiyeye yönelik A/P
Ekonomideki gelişmelerin önemli bir parçası olan ancak etkilediği kitleler bakımından ayrı ele alınmayı hak eden tarımdaki gelişmeler, 2008'de başlayan ekonomideki krizin doğrudan ve belki en olumsuz sonuçlarıyla da öne çıkan nitelikte­dir. Tarımsal üretim kendisi için değil artık tü­müyle "bütçenin denkleştirilmesi" -ki bu da dış borçların denkleştirilmesi ve emperyalist serma­yeye güvence sağlamak üzerine kuruludur- için parasal hesapların bir parçası haline gelmiştir. Türkiye ekonomisi söz konusu olduğunda ekono­mideki olumsuz her gelişmenin en büyük zararı tarım sektörüne ve dolayısıyla köylülüğe yaşattığı bir gerçektir. Sadece son birkaç yıla bile baktığı­mızda, tarımsal üretimde yaşanan gerileme ve buna bağlı olarak kırsalda yoğunlaşan yoksulluk ve göç bu durumu kanıtlamaktadır.
Emperyalist sermayenin istekleri doğrultu­sunda tarımsal üretim çok büyük bir tasfiyeye uğratılırken bir yandan da atılan her adımın üre­ticilerin çıkarına olacağının propagandası yapıl­maktadır. Zaten üretimi ilgilendiren asıl kararlar "hükümetler üstü" üst kurullar ve ona bağlı ola­rak Maliye Bakanlığı tarafından alınırken, Tarım Bakanlığı'na ise bunu halkın çıkarmaymış gibi gösterme ve uygulama görevi düşmektedir. Son yıllarda Tarım Bakanlığı kaynaklı açıklama ve gi­rişimlere bakıldığında da bu Bakanlığın yalan ve demagoji bakanlığı haline geldiği de rahatlıkla görülecektir.
Yalan ve demagojinin en yoğun olduğu yer do­ğaldır ki komünistlerin de politik teşhirlerini yo­ğunlaştıracağı, ajitasyon ve propaganda görevlerini hayata geçireceklerin alanların başinda gelmektedir. Politik teşhirlerimizin içeriğini genelde ve ayrı bölge ve ürünler özgülünde nelerin oluşturacağına burada yer vermemiz imkansızdır. Ancak bu alan faaliyetçilerimizin daha özel bir yo­ğunlaşmayla tarım ve köylülük sorununda uzman­laşmaları, araştırma ve incelemelerde bulunmaları ve tabii ki her gelişmeyi bütünün bir parçası olacak şekilde takip etmeleri gereklidir.
Dikkat edilirse her alanda, yaşanan gelişmele­rin, kendi içerisinde daha özel bir etkide bulun­duğu yoğunlaşmalar tespit edebiliyoruz. Ekonomiyi ele alırken tarım böyle bir özellik gös­termiştir. Genel tarımdaki tasfiyeyi ve kırsaldaki yoksulluk ve göçü ele alırken de ülke özgülünde T. Kürdistanı ayrı bir yere sahiptir. Zaten geri olan tarımsal üretimi ve yarı-feodal ilişkiler içeri­sinde sıkışan köylülüğüyle, T.Kürdistam'mn ta­rımdaki tasfiyeden en büyük zararı görmekte olduğunu söyleyebiliriz. Söz konusu üretimdeki kayıplar olduğunda T. Kürdistam'mn öne çıkma­yacağı bir gerçektir, çünkü üretim hali hazırda en geri noktalardadır.
Üretimdeki kayıplar ve net gelir kaybı olarak bakıldığında ülkenin batı ve iç bölgelerinin, üre­ticiler bakımından da orta ve küçük düzeydekile-rin öne çıkacağı söylenebilir. Ama eğer üretimsizlik, yoksulluk ve açlık boyutuyla ele ala­cak olursak, üretim ve net gelirdeki "kayıp oran­larının" azlığına karşılık T. Kürdistanı köylülüğünün, ülke boyutunda da yoksul köylü­lüğün öne çıkacağı tartışmasızdır. T. Kürdista-nı'nda ulusal sorundaki gelişmelerin de iç içe geçen etkisiyle çelişkilerin çok daha derinleşeceği açıktır. Dolayısıyla hemen her bakımdan olduğu gibi tarımdaki gelişmeler bakımından da T. Kür­distanı öncelikli çalışma alanı olmalıdır.
Politik teşhirlerimizin, A/P faaliyetlerimizin temel bir gündemini tarım ve köylülükte yaşanan gelişmelerin oluşturması gerektiğini ortaya koy­duk. Fakat örgütsel yapılanma, olanaklar, yetiş­miş militan ve A/P araçları bakımından belki de en yetersiz olduğumuz alanı bu oluşturmaktadır. Bu yönüyle tarım ve köylülükte çelişkilerin hangi araçlarla çalışmamızın bir parçası haline getirile­ceği önem kazanmaktadır. Bu aşamada hem ko­nunun önemi hem de yapılacaklar bakımından, 1920 tarihli, Komünist Enternasyonal II.Kongre-si'nin aşağıdaki kararını hatırlamak yerinde ola­caktır:
"(— ) 5- Kırda sistemli ve planlı bir ajitasyon
 
 
zorunludur. İşçi sınıfı, kır proleterlerini ve en yoksul köylülerin en azından bir bölümünü ar­kasına alamamış ve izlediği politikayla kırsal nüfusun diğer bölümünün tarafsızlığını sağlayamamışsa, zafer 
kazanamaz. Kırda komünist çalışma bugün büyük bir önem kazanmaktadır. Bu çalışma tercihen, kırla bağları olan kentin ve kırın devrimci, komünist işçilerininyardı­mıyla sürdürülmelidir. Bu görevden kaçmak ya da onu güvenilmez, yarı-reformist ellere teslim etmek, proleter devrimden vazgeçmekle eş an­lamlıdır." (Parti Öğretisi, Lenin, Stalin, Komin-tern, İnter Yay.)
Demokratik Halk Devriminin özünde bir top­rak sorununu ve tarımsal sorunları barındırdığı bilinmektedir. Buna koşut olarak, devrim strate­jisinde köylülüğün rolü de açıktır. Öyleyse bu yöndeki görevden kaçmak bir yana, yetersiz kal­manın dahi bizim açımızdan devrime ulaşama­mak olduğu tartışılmazdır. Bugün ülkemiz kırlarında, gerici düzen partilerini ayrı tutarsak, Kürt Ulusal Hareketinin ve kimi daha ufak refor­mist güçlerin çalışmaları ağırlıktadır. Kuşkusuz ki her ikisi de reformist özlerine uygun olarak kırsaldaki çelişkileri çözmekten -ki bu DHD'dir-uzaktır. PKK'nin asıl yöneliminin ulusal bir çiz­gide olduğu ise ayrı bir gerçekliktir. Dolayısıyla biz de kırsaldaki çalışmaları reformist ellere tes­lim etme lüksüne sahip değiliz.
Ki söz konusu reformist güçlerin var olan yö­nelik ve çalışmalarını hesaba kattığımızda, bu konuda sergileyeceğimiz geri tavrın, kırsalı ob­jektif olarak düzenin gerici güçlerine teslim et­mekle eş anlamlı olacağı kavranmalıdır. O zaman aciliyetle kırsalda çalışmamızı olanaklı kılacak yöntem ve araçların araştırılması ve yaratılması gerekmektedir. Bu en başta kırsaldaki yoldaşları­mız ve ilişkilerimiz olmak üzere, şehirlerde de kırla bağı olan yoldaşlarımız ve ilişkilerimizi bu amaçla aktif kılmayı gerektirir. Tabii ki tüm bun­lar sistemli bir politikanın ürünü olarak ortaya konmalıdır. Ancak bu yetmez. Şu an yöntem ve araçların daha da çeşitlendirilmesi, geliştirilmesi gerekir. Daha da nitelikli kılınarak, yaygınlaştırı-labildiğinde "köy çalışmaları" bunun bir aracıdır. Reformist sendika ve birliklerde çalışmak başka bir yöntemdir. Bunlar artırılabilir ve daha da ayrintılandırılabilir. Ancak tartışma götürmez olan, kırsalda ajitasyon-propaganda ve örgütlenme ça­lışmalarımızın aciliyetidir.
 
Kadınlara yönelik ajitasyon ve propaganda
"Kadınlar arasında komünist çalışmanın hiçbir şekilde komünist partilerin yan görevi olmadığını, tersine devrimci proletaryanın mücadelesini ve zaferini örgütlemek için önemli, hatta esas görevinin tayin edici bir parçası olduğunun altını kuvvetle çizer." "... tüm parti faaliyetinin önemli bir parçası, evet genel parti çalışmasının yarısı olduğunu kav­ramıyorlar." (17)
Kadınlara yönelik ajitasyon ve propaganda­mızı tartışırken yukarıda, Lenin'in ifadeleriyle dikkat çektiğimiz "genel parti çalışmasının yarısı" olma niteliğini en başa koymayı gerekli gördük. Çünkü, son yıllarda yürütülen bir dizi ça­lışma ve tartışmaya karşın hala bu konudaki genel gerilikten ve politik kavrayışsızlıktan biz de payımıza düşeni almaktayız. "Genel parti çalış­masının yarısı" olma durumu, ajitasyon ve propa­gandamızda da aynı oranda bir önem taşımakla eş anlamdadır. Ancak açık ki ne parti çalışmaları ne de ajitasyon ve propagandamız belirtilen bu nitelikte değildir.
Daha önce tartıştığımız temel gündemlerde belirttiğimiz görevler, kadına yönelik özel bir aji-tasyon-propaganda yapılmayacağı, bunun özel örgüt ve araçlarının oluşturulmayacağı anlamına gelmemelidir. Bu ihtiyaç tamamen, kadınların o sorunlar içerisindeki özel konumlarından ileri gelmektedir ve ona göre ele alınmak zorundadır. Kürt ulusal mücadelesinin öznesi olan kadınlar, ulusal ve sınıfsal baskının yanında cinsel baskıya da maruz kalan kadınlardır. Toplumsal geri kal­mışlığın etkisiyle cinsel baskının en şiddetli bi­çimlerini yaşayan Kürt kadınları, tüm bu ezilmişlikleriyle çelişkileri en keskin kesimleri oluşturmaktadır.
Bununla paralel olarak, kadınların Kürt ulusal mücadelesindeki önemli yeri bilinmektedir. Ön­celeri mücadelede erkeğin yanında bir ana, eş, kardeş ve yoldaş olarak beliren, daha sonra bunu da aşarak kendi ulusal ve cinsel bilinciyle müca­delede yer alan Kürt kadınları, mücadelede ka­dınlara yönelik özel örgütlenme biçimlerinin gerekliliğini kendi pratikleriyle ortaya koymuşlar­dır. Bugün Kürt ulusal mücadelesinin dayandığı temel dinamiklerden bir tanesi de ulusal mücade­lenin vazgeçilmez bir bileşeni haline getirilmiş olan kadınların mücadeleleridir.
Ajitasyon ve propagandamızı oluşturacak temel gündemleri tartışırken ekonomideki, tarım ve köylülükteki gelişmelere yönelik belirttikleri­miz, kadınların mücadele potansiyelleriyle ayrıca ele 
alınmayı gerekli kılıyor. Kapitalist sömürü ge­liştikçe, aynı şekilde emperyalizmin yarı-sömür-gelerdeki sömürüsü arttıkça kadınların daha yoğun bir sınıfsal ve cinsel baskıya maruz kaldık­ları bir gerçektir.
Denebilir ki onların emek sömürüsü tam da bu cinsel baskı ve sömürüye tabi olmaları aracılı­ğıyla geliştirilmektedir. Ki böyle olduğu için de kapitalizm kadınlara yönelik cinsel baskı ve sö­mürüyü daha da kışkırtmaktadır. Aynı şey tarım ve köylülük sorununda, daha doğrusu kırsaldaki sınıfsal çelişkilerde de geçerlidir. Kırsal alanlarda yarı-feodal üretim ilişkilerinin kadınlar üzerinde daha yoğun bir cinsiyet baskısına denk düştüğü ortadadır. Çoğu kez sınıfsal çelişkilerin gölge­sinde kalsa da kadın olmalarının bir sonucu ola­rak, yine cinsel baskı aracılığıyla en yoğun emek sömürüsüne tabi olanlar kadınlardır. Kırsalda üretici ve köylülerin, tarımsal üretimlerinin, do­layısıyla ekonomik geçim kaynaklarını sürdür­mekte zorlandıkları, bu nedenle daha fazla emek harcama, ek işlerde bulunma gibi yöntemlere başvurdukları bilinmektedir.
İşte bu daha fazla emek harcamaya dönük "beka stratejileri" çok büyük bir ağırlıkla kadının sırtından yaşama geçirilmektedir. "Ücretsiz aile işçisi" konumlarıyla kadınlar (eşler, genç kızlar...) genel anlamda sınıfsal sömürünün, bunun kop­maz bir parçası olarak da aile içinde cinsel sömü­rünün daha yoğun bir baskısına maruz kalmaktadır. Bu nedenle kırsaldaki kadın müca­delesi, bu yönde ajitasyon ve propaganda çalış­maları da önemlidir. Şu haliyle açığa çıkartılması ve örgütlenmesi zor bir potansiyel olsa da kırsal­daki sınıfsal temelli mücadelemizin gelişimiyle paralel bu yönde de gelişmeler sağlanacaktır. Daha doğrusu bu gelişimin sağlanması, planlı adımlarla bu potansiyelin açığa çıkartılması, açığa çıkartılan potansiyelin daha ileri düzeyde örgütlenmesi gerekmektedir.
Kadınlara yönelik A/P görevimiz ve örgüt­lenme çalışmalarımız kuşkusuz ki sadece belirtti­ğimiz gündemler içerisinde ele alınamaz. Onları da içermek kaydıyla, temelinde kadınlara yönelik cinsel baskı ve sömürünün yer aldığı her türlü haksızlığa karşı ajitasyon ve propaganda göreviyle 
yükümlüyüz. Ve bu görevin bir parçası olarak, sa­dece bilinen çalışmalarının kapsamı içerisinde değil, onunla da ilişkili fakat ayrı bir kadın çalış­ması göreviyle karşı karşıyadır. Bu görev, özel bir ajitasyon-propagandayı zorunlu kıldığı gibi özel örgüt biçimlerini, komisyon vb. örgütlülükleri de gerekli kılmaktadır. Hem örgüt içinde hem de kitle çalışmamızda, kadınlara yönelik özel çalışma ve örgütlenmeler sorunun en önemli ayakların­dan birini oluşturmaktadır.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi kadın so­runu devrimimizin temel gündemlerinden birini oluşturmakta ve "tüm parti çalışmasının yarısı" olma gerçekliğiyle diğer tüm çalışmaları kesen bir çalışma niteliği kazanmaktadır. Ulusal sorunda olduğu gibi kadın sorunu da Demokratik Halk Devriminin temel görevlerinden, dolayısıyla mü­cadelenin temel bileşenlerinden birisidir. Kadın­lar içerisinde örgütlenecek çalışmaya, daha özelde ajitasyon ve propaganda görevimize bu ciddiyetle yaklaşılmalıdır. Bu aşamada son noktayı C.Zet-kin'in net ifadeleriyle koymak yerinde olacaktır:
"... görüşümce, eğer her ülkenin komünist partisi, erkekleri devrime yönlendirmede olduğu gibi, aynı enerjiyle proletaryanın vereceği mey­dan savaşları için kadınları da kendine çekmez, devrimci eğitimden geçirmezse, bu devrime ve devrim için kitlelerin harekete geçirilmesine mu­azzam zarar verecektir. Kadınları da bilinçli üyeler olarak devrime katmak ve eğitmek için çaba göstermeyen tüm yoldaşları, devrimin bi­linçli baltalayıcıları olarak adlandırıyorum."
Ülkemiz özgülünde ajitasyon ve propaganda­mızı oluşturacak temel gündemleri ortaya koy­maya çalıştık. Bunların kendi içerisinde ve ayrıca gündemler de belirlenebilecektir. Keza sınıf mü­cadelesi sürekli gelişimiyle her zaman yeni görev­ler de ortaya çıkartacaktır. Ancak devrimin temel gündem başlıklarını bunların oluşturduğu, bu ciddiyetle ele alınmaları gerektiği açıktır. Te­melde bu gündemler olmak üzere, hem ülke ça­pında hem de tek tek alanlar özgülünde kitleleri ilgilendiren her gündem faaliyetçilerimiz tarafın­dan bilinmek, takip edilmek ve işlenmek zorun­dadır. Yazımız boyunca eleştirdiğimiz dogmatik, kalıpçı ve genel-geçer çalışmalara hapsolmamak, A/P'yi bunların kısır döngüsüne bırakmamak ancak bu yolla başarılacaktır.
Kitlenin gündemlerine ilgisiz kalan bir örgüt veya faaliyetçinin, kuru ve cansız bir çalışma yü­rüteceği açıktır. Onun ajitasyon ve propagandası, ajitasyon ve propaganda kavramlarının özüne ters bir 
şekilde siyasal ruhsuzlukla malûl olacak­tır. Kitlelerin sorunlarına yabancı, devrimin zo­runlu parçalarından bihaber bir militan, siyasal olarak ruhsuz bir militandır. Ondan tüm çalışma­larını "Marksizm'in yaşayan ruhu" ile yürütmesi beklenemez ve onun A/P çalışmaları da ruhsuz olmak zorundadır.
Ajitasyon ve propaganda sorunu devrimci coşku ve ruhla ilgili bir meseledir. Bu birden bire oluşmaz. Ancak bunun oluşabilmesinin ölçütü nicel güç değildir. Nicel güç, bir başka deyişle de örgütsel güç ne olursa olsun, doğru olan ve kitle­lerde, doğru politika, örgüt ve araçlar tespit edile­bildiğinde devrimci coşku, onun siyasal ruhu da yaratılabilir. Bu aynı zamanda önemli yoğun­laşma, ciddi bir çaba ve emek işidir ve dolayısıyla asgari oranda yetişmiş militan da gerektirir. Söz konusu militan ihtiyaca var olanın işlenmesin­den, onun yapı içinde ve dışında, teorik ve pratik eğitiminden bağımsız ele alınamaz.
Fakat net olan şu ki siyasal bir ruhla, devrimci bir coşkuyla yürütülen her çalışma kolektifin yetiş­miş militan ihtiyacının temel kaynağıdır. Kitleler içerisinde pratik mücadele deneyimleriyle pişmiş bir militan devrimin asıl ihtiyaç duyduğu militan tipidir. Burada eksik bırakılmaması gereken şey ise teorik eğitim ve araştırma-incelemelerdir. Bunlar her militanın pratik çalışmaları ve gelişimleriyle de örgütlenebilmeli ve devrime kanalize edilebilmele­ridir. Gönümüz devrimcileri genel itibariyle teo­ride geri, siyasette sığ nitelikler göstermektedir. İhtiyaçlarına tezat bir şekilde ciddi bir teorik eği­time, araştırmaya-incelemeye de yönelmiyorlar. Onlar her konuda kendilerini yetiştirmeli ve parti çalışmasında ustalaşmalıdırlar. Bunun önemli ayağı ajitasyon ve propaganda çalışmalarıydı ve biz de bu sorunu ele almaya çalıştık.
Fakat bilinmelidir ki, bu henüz giriş niteli­ğinde bir yazıdır. Ajitasyon ve propaganda ko­nusu daha kapsamlı bir şekilde incelenmeli, başta MLM kaynaklar olmak üzere gereldi her kaynak­tan okunmalıdır. Ve daha da önemlisi tüm okuma ve incelemeler somut çalışmalarla iç içe, ona yön verecek biçimde ele alınmalıdır. Çalışmanın ger­çek verimi ve yaşamsal zenginliği ancak bu yolla sağlanabilir. 
2790