Cuma Mart 29, 2024

Cihan Erdoğan : ‘Kayayı Delen İncir’ Veya Tohum Romanı‏

kaypakkaya-partizan
Musa kod adlı İbrahim Kaypakkaya ve Seyit kod adlı Muzaffer Oruçoğlu…”

 

Hazırlandın diyelim bir yolculuğa
‘Bu, Yanlızlığın Da Olabilir ‘Diyor Birisi
Dayanıklı Mısın Bakalım
Silahın Nedir
İlkin Asfalt Ve Beton
Bir Bakarsın Önün Ardın Su kesilir
Yüzme De Bilmezsin Ayrıca
‘Çocukluktan Kalma Şeyler Bunlar’
Diyor Matrağa Düşkün  Biri
‘Nasıl Olsa Yenilir’
Oysa Kavradığım Herşeyin Adını Bilmek
Biraz Bunaltıyor Beni
Örneğin Bir Atom Santrali Projesi
Hollandadaki Bir Caz Konseri
Öleceğimi Biliyorum Nasıl Olsa
Ama Gölgemi Önüme Düşürüyor
Güneş Önümden Gelirken
Şaşırıyorum Gövdemi
Matrağa Alışkınım Ama
İlla Kayayı Delen İncir,
Suları aşan gemi!
                Turgut Uyar

1968’li yıllarda olsa gerek malum yine tartışmalar,hangemeler sürüp giderken konular yine bugunki gibi ayen, beyan Kemalizm,Kürt sorunu ve Devrimin yolu olsa gerek tartışmalar sonucunda Oruçoğlu ‘yaralı bir şekil de Kaypakaya’nın gözaltına alıdığında polis soruyor seni kim bu hale getirdi.O ise merdivenden düştüm.Bu nasıl merdivenden düşme dediğinde kendi merdivenimizden düştüm diyerek cevap veriyor.’


Yine bir makalesinde Oruçoğlu ……’’ Ancak şunu söyleyebilirim,Deniz’le Mahir elbette ki yurtsever insanlardı. Kurtuluş savaşına önderlik eden kemalistleri, anti emperyalist, asker, sivil, aydın güçler olarak görüyor, bu güçleri Türkiye devriminin en yakın müttefikleri şeklinde değerlendiriyorlardı. Bu noktadan hareketle, onları kemalist olarak nitelemek, onların ideolojik hattını yurtseverlikle sınırlamak yanlıştır. Gerek Deniz’in gerekse Mahir’in görüşlerinde ve ideallerinde sosyalizm ve komünizm ateşi vardı.
Hatta Mahir Büyük Proleter Kültür Devriminden etkilenmiş, sosyalizmi bir sınıf mücadeleleri süreci olarak kavramıştı. Onların yıllarca kendi aralarında sosyalizmi tartıştıklarını ve bu davaya samimi gönül bağladıklarını biliyoruz. Her ikisi de mülk dünyasına karşı derin bir tiksinti ve red iklimi içindeydi. Bu sadece onların teorilerinde değil, pratiklerinde de kendini gösteriyordu.’’
Oruçoğlu yine Ragıp ve Büşra makalesinde ….. ‘’Ragıp’la, 1973’de, Selimiye’nin altındaki eski katır ahırlarından birinde bir araya geldik. İkimizin de ikâmetgâhı üst ranzadaydı.
 
 Ragıp’a, Kaypakkaya’ nın Kemalizme dair yazdığı yazıyı verdim. Okuyup bitirdikten sonra, “Bu müthiş bir tahlil,” dedi. Ben o zaman, Ragıp’ın, Cumhuriyet tarihiyle başının dertte olduğunu anladım ve sevindim. 74 affıyla Ragıp çıkıp gitti, ben müebbetlik olduğum için ahırda kaldım.’’ 
TİKP Esas Hakkındaki Mütalaa’sında Halil Berktay’ın   Doğu Perinçek’e yazdığı mektup birçok şeyi izah ediyor.
”Musa ve Seyit bayrak açmışlar… Rüstem oraya varınca hiçbir şey olmamış gibi Merkezin fikir ve eleştirilerini dinlemek için kendilerini çağırdığını söyleyecek, allem kalem edip, bunları Ankara’ya yollamayı başaracak. Biz onları Ankara’dan buraya kılavuz ile getireceğiz. Burada tevkif edip gerekeni yapacağız. Kemal idam edilmeleri gerektiğini belirtti. Şahsen bu fikre çok sempati duyuyordum Musa kod adlı İbrahim Kaypakkaya ve Seyit kod adlı Muzaffer Oruçoğlu…”
Yukarı da aktardıklarım biraz da günümüzdeki tartışmaları aydınlattığını düşündüğümden olacak.Yüzyılına merdiven dayamış köhne cumhuriyete ve onun ideolojik hegomanyasına karşı ilk ateşin Kürecik,Dersim,Siverek  dağlarında yakıldığını bugün bilmeyen olmamasına rağmen bilmezden gelmelerinin anlamsızlığını döne, döne de anlatmak gerekir. Diyerek bu ışığın yükseldiği yerlere,’İncirin Kayayı deldiği yerlere   Tohum romanına yönümüzü dönelim.
‘Dağmahallesi’nde düzenlenen ayrılık toplantısından sonra Dersim’de ezici çoğunluk İbo’dan yana tavır aldı.Ve böylece eski partiden ayrılanlar,yeni bir partinin kuruluş çalışmalarına başladılar.Eski parti,İbo ile Azeroğlu’nu parti yıkıcılığıyla suçladı ve bu iki kişiyi partiden attığını ilan etti.’’


…..İbo tabancasını belinden sıyırarak ‘’sanırım muhtar budur,Muhtar pusuya yatan iki kişiyi gördü.Aralarında onbeş metre kadar bir uzaklık vardı.Kuşkulanmasına rağmen durumu anında kavrayıp kaçamadı.Tam yaklaştığında pusucular ayağa kalkarak muhtarın önünü kestiler.
Tabancasını muhtarın göğsüne doğrultan,İbo ‘’ellerini kaldır ve kıpırdama’’dedi……..İbo,Küçük Ali’ye,’’Şunun üzerini ara ve nüfus  cüzdanına dikkatle bak’’dedi.Küçük Ali,muhtara arkadan yanaşarak aramaya başladı.Nüfus cüzdanına dikkatle baktı,’’tamam’’dedi,’’muhtarı kafese aldık.’’Muhtar müthiş bir korku anaforuna düştü.Fakat bunu açığa vurmadı.’’Beni nereye götürüyorsunuz kardeşim,yanlış iş yapıyorsunuz.Ben sizden ve halktan birsiyim’’dedi.Uzun,nemli ve karanlık bir mağaraya girdiler.Mağaranın orta kısmını oturmak amacıyla düzene sokmuşlardı.Bir battaniye,bir küçük torba dolusu ekmek vardı.’’Sinan Cemgil ve arkadaşlarını neden ihbar ettin.?’’ ‘’Ben onları ihbar etmedim.Ben  muhbir olacak kadar alçalmam.’’Tüm Kürecik köylüleri yalan mı söylüyor?Kürecik karakolundaki bir görevli yalan mı söylüyor?Karakoldakiler açıkça söylüyorlar.Onların sana ne kastı ve garezleri olabilir ki.’’


İbo sonunda saatine baktı.Küçük Ali’ye,’’şunun gözünü bağla’’ dedi.Küçük Ali’nin benzi sararmış,dudakları kurumuş gibiydi.İbo’da huzursuzdu.Yerine getirmek zorunda kaldığı ağır ve ‘’hoş olmayan’’bir görevin ağırlığı altında acı çeker gibiydi.Küçük Ali bir bezle muhtarın gözünü bağladı.Muhtar hiç kıpırdamadı.’’Yanlış iş yapıyorsunuz kardeşim’’dedi.Sonra tereddüt içine düştü.’’Muhbirlik suçumu itiraf edip af dilemeliyim.Belki o zaman kurtulurum’’diye düşündü.Bu sesi içinden yükselen şu ses bastırdı: ‘’sakın itiraf etme,öldürmezler,korkutmak için yapıyorlar.’’


İbo tabancasını kemerinden çekti,emniyetini usuldan açarak muhtarın şakağına doğrulttu.Mağaranın önündeki kertenkeleler patlayışla birlikte kayanın çatlaklarına kaçtılar.Muhtar acı bir inleyişle yana devrilmiş,boynu,ceketi ve kulağı kan içinde kalmıştı.Üzerini yeniden aradılar,beşyüz lira çıktı.’’Para hangi cepten çıktıysa o cepte kalmalıdır.Beş değil onbin olsa da almayız.’’dedi İbo.Para muhtarın cebine konuldu.Üzerinde ‘’Tüm azılı halk düşmanlarının sonu böyle olacaktır.’’yazısı bulunan bir kağıt muhtarın göğüsüne iliştirildi……..
Ali  Haydar İbo’yu Dersim il merkeziden alarak Düzgün dağı’na getirdi.İbo’nun dağa gelişiyle birlikte yeni katılanlar da dahil,sayıları ona yaklaşan kadroların yarısı dağda bir araya geldi.Hemen hepsi,İbo’yu dinledikten sonra,muhtarın cezalandırlmasının tam zamanında yapıldığını ve doğru olduğunu belirtti.Daha sonra Dersim’de imkanlar,toparlanma ve harekete geçme konusu tartışıldı……Ali Haydar’la Azeroğlu kurbağa avlamak için dereye indiler.Güvercinler kümeler halinde güneşleniyorlardı.Kayalara üşüşen kına böcekleri,kertenkeleler,yaban arıları,yakut kuşları,tırtıllar,muhabbet karıncaları güneşin son ışıkları altında ışıl ışıl yanıyorlardı.Otuz tane kurbağa yakaladılar karanlık basıncaya kadar.Kocaman bir dolunay  belirdi.Zergovit zirvelerinin ardından.Dağlar büyüdü. ‘’Devrim mağaralardan ne zaman çıkacak’’diye sordu Azeroğlu,mağaraya dönerlerken.’’Mağaralar devrime dar geldiği zaman’’ ‘’Ne yazık ki bugün mağaralar devrime geniş geliyor.Daha gizli,daha dar delikler arıyoruz girmek için.Herşey halkın kafasının ve desteğin genişlemesine bağlıdır.Kurbağalardan kurtulmamızın başka bir yolu da yok.


Ali Haydar’ın bir elinde kurbağalı torba diğer elinde yarım teneke dolusu su vardı.Azeroğlu her omuzuna kocaman bir kuru kütük  atmıştı.Kayalarla dolu dik bir yokuşu tırmanıyorlardı. ‘’Halkın kurbağalardan kurtulması kaç yılı alır’’dedi Ali Haydar ‘’ İktidarın alınışı kurbağalardan kurtuluş anlamına gelmiyorki.Asıl kurbağalı dönem o zaman başlayacak.’’…….
Topal İsmet,Altınbilek’le konuştuktan sonra eve geldi.’’Bulacağım’’dedi.’’Koca devletin bulamadığı bu adamları tek tek bulup çıkaracağım…..Karısı İsmet’e garip garip baktı.’’Yine heyheylerin geldi İsmet’’dedi. ‘’Deden Mustafa ağa milisliğin ne faydasını gördü ki sen de göresin.Vazgeç.Günahtır uğraşama kaçak talebelerle.Dağlara sığınmışlar,sana ne zararları var.’’………..


Süleyman Nakış’ın evi,dağın eteğinde karlara gömülmüş gibiydi.Uykunun en derin anında kapı güm güm vuruldu.’’Bizler devrimciyiz,dışarıda kaldık.Donuyoruz.Kapıyı açın.’’Nakış,açmak istedi ama hemen vazgeçti.Seslerden kuşkulandı.Yirmi kadar asker ve polis evi kuşatmıştı.Fehmi Altınbilek’le iki başçavuş kapının önündeydi…Kapıya iki güçlü tekme indirdi.Aynı anda aralanan  çürük kapıyı taradı.İçeriden bağırtılar çığlıklar yükseldi.Süleyman Nakış’ın karnından giren kurşun,belinden çıkmıştı.Bir başka kurşun,Zozan’ın sağ kulağının dibinden girerek sağ gözünden çıkmıştı.Kadın korkudan çıldırmış,korkunç bir bağırtıyla ağlıyordu.Ağlayan çocuk kovanına dönmüştü ev.Dağlarda yankılanan silah sesleri,tüm köyü uyandırmıştı.Korkudan lambalarını yakamayan köylüler,evlerinin penceresine üşüşmüşlerdi.’’Teslim olun!Ateş ederseniz hepinizi Öldürürüm’’Diye bağırdı Fehmi.
Anlatılamaz bir hayal kırıklığı içindeydi Fehmi.Anarşistleri yaklayamamış,gereksiz yere kan dökmüştü.Sıkıntıları hançer ucu gibi yakıyordu beynini.Eve girdi.Keçilere,tavuklara,köşeye sinen köpeye baktı.Ocak sönmek üzereydi.Keçi damından ne farkı vardı bu evin.Kötü bir kümese benziyordu…..


Süleyman’la Ali Haydar,Barıkbaşı yolundan inerek köme yaklaştılar.Ali Haydar ıslıkla parola verdi.Ses seda yoktu.Parolayı üç kere tekrarladı.’’ya kömü terkettiler,ya da nöbet tutmuyorlar’’diye fısıldadı.’’Kalkın,arkadaşlar geldi galiba’’diyerek dışarı çıktı.İbo,Azeroğlu’nu dürttü,’’Nöbetçimiz de bizim gibi uyuyor.Oh ne güzel,ne güzel!’’
‘’Azeroğlu dona kaldı.Asker kömü kuşatıyor çabuk arkadaşlar çabuk’’diye bağırdı.Altınbilek’in ‘’teslim ol’’direktifini aynı anda yoğun bir yaylım ateşi izledi.Karşı dağlardan,uçuruma gök gürlemesini andıran çığlar düştü.Köme otuz metre kadar sokulan asker bir an durdu,gürültülerin verdiği korkuyla kararsızlığa düştü.Ne oluyordu?Karşı taraf harekete mi geçmişti?İrkilerek ayağa fırlayan Ali Haydar ,eğik bir durumda kömden dışarı fırladı.’’Yaklaşın,yaklaşın’’diye bağırarak fitilini sigarayla ateşlediği bombayı savurdu.Bomba,askerleri on metre ilerisine,dev bir kayanın arkasına düşerek patladı.Yüzkırk beygir gücünde ve seksen şarapnele sahip olan bombayı kendisi yapmıştı.Patlamanın yarattığı şok derin oldu.Peş peşe çığlar koptu.Tam siper yatan askerlerin bir bölümü,savrulurcasına geri çekildi.Kısa bir an sonra Altınbilek yeniden gürledi.  ‘’Kaçırmayın!Allah allah ileri.Ali Haydar, geri çekildi.Kaçmak için duvarı tırmanıp kömün üzerine çıktı.Yoğun kurşun altında yattı.Ovacık istikametine baktı.Kırmayla bir el ateş etti.Diğerleri otuz metre uzaklaşmışlardı ve uçurum boyu koşuyorlardı.Eve girmesinden dolayı en arkada kalmıştı.Çaresiz kalktı,koşmaya başladı.Duvara ulaşan asker hedefini gördü.Kömden on onbeş metre kadar uzaklaşan Ali Haydar,korkunç ve sıcak bir hançer yemiş gibi yüzüstü düştü.Kalkmak istedi,iniltiyle başı kara gömüldü……….


İbo,koşarken üç kere düştüğü için   fazla uzaklaşamadı.Kendini uçurumdan atmayı da akıl edemedi.Altınbilek’in  tomsonundan çıkan kurşun İbo’nun ensesini sıyırarak geçti.Ensesini eliyle yokladı.Kan içinde kaldı eli.Kara gömüldü çıkmak isterken tökezleyip yan üstü düştü.Yeniden kalkıp uçuruma doğru koştu.Dağ keçileri gibi koşan Hüseyin Güngör,elindeki kırmayı doğrultarak bir el ateş etti İbo’ya Başının arkasına ve ensesine bir yığın saçma saplandı.Dayanılmaz bir acı ve ılık kan kokusu duydu.Uçurum kıyısına varmadan kara saplandı,yüzükoyun düştü.Başının arkasından ve ensesinden köpüren kan,kara yayıldı.Başucuna ilk dikilen,Hüseyin Güngör oldu.Altınbilek’le onbaşı koşarak soluk soluğa geldiler.Gelir gelmez ayağıyla çevirdi Altınbilek.İbo,ölmüş gibi davrandı.Soluk alış verişlerini aza indirdi,gözlerini kapadı.’’Bu da ölmüş!İbrahim Kaypakkaya’ya benziyor.Kimliğine bak oğlum……..


Kaçışının ikinci gecesinde iki ateş yaktı İbo.İki ateşin arasında uykuya daldı.Uyandığında ateşler sönmüş,boynu iyice katılaşmış,sabah ayazı bıçak gibi işlemişti iliğine.Sesi kısılmıştı.Titriyor ve öksürüyordu………Kaçanlar hangi yöne gitmişti.Ali Haydar’ı götürmüşler miydi?………. Mirik’e yaklaştığında yürüyemeyecek hale gelmişti………..İbo kapının önüne çıkan köylüye,’’Yolcuyum’’dedi.’’Açım dışarıda kaldım.Yardımınızı rica ediyorum.Üstelik yolumu da şaşırdım.’’……..’’Hele gel, içeri gel.’’Köylü,ibo’nun kocaman yarasını görünce korktu.Üsteğmenin köyde yaptığı tehdit konuşması çınladı kulaklarında.’’Vartinikten kaçıp kurtulanlardansın herhal?’’  ‘’Evet dedi İbo.’’Halk için çalışan devrimcilere yoksul halk elinden gelen yardımı esirgemiyor.Halk kendi davasının neferlerini tanımaya başlıyor.’’……Az sonra öğretmen Celal içeri girdi.Gözlerinin içi gülüyordu……..Gece saat onbire kadar sohbet ettiler.Öğretmen İbo’nun izinini isteyerek kalktı……..


Kapı vurulunca İbo ayağa fırladı.Yan odadan çıkan köylüye baktı.’’Gecenin  bu vaktinde kim bunlar’’dedi.’’Kimse yok,sen yat’’diyen köylü,’’kim o’’demeden açtı kapıyı.Üsteğmen anında girdi içeri.Elindeki tomsonu İbo’ya doğrulttu.Tanımıştı O’nu.’’İbrahim Kaypakkaya sensin  değilmi?’’İbo,iğrenerek baktı Altınbilek’e ‘’Biliyorsan ne soruyorsun’’Dedi..
Oruçoğlu kendisiyle birlikte bir avuç insanın göklerin fethine çıkışın destanını anlatıyor Tohum romanın da.Yalın,arı ve sade bir dille.Günümüz insanının öğreneceği çok şey vardır Tohum romanından.Kemalist cumhuriyetin karanlık perdelerini aralayarak ‘’Kayayı  Delen  İncir’’misali önümüzü aydınlatan insanların destansı romanıdır Tohum…
cihanerdogan10@hotmail.com

3254