Perşembe Mart 28, 2024

Diyarbekir zindanında kadın olmak!

kaypakkaya-partizan
Diyarbekir 5 No’lu zindaninda vahşet günlerinin kadın tanıklarından biriyim. O zaman 20 yaşında bir genç kızdım.

 

12 Eylül cuntasını Mamak Askeri Cezaevindeyken karşıladım. (Burada yaşadıklarımız da ayrı hikaye…) bir yıl Mamak’ta kaldıktan sonra 1981 yılının bahar aylarında -sanırım Mayıs- bir gün, sabahın erken saatlerinde içi bomba ve silah dolu bir askeri uçakta, ellerimiz yanımızdaki arkadaşla kelepçeli, ayaklarımıza zincir bağlanmış bir halde; konuşmak, tuvalete gitmek, işaretleşmek, yemek-içmek yasak, kafamız karşıya dik bakan bir şekilde saatler süren yolculuktan sonra, gece Diyarbekir’e ulaştık..

Askeri bir cip bizi alarak cezaevine götürdü. Biz kadınlar yasamın hiç bir alanında erkeklerle eşit haklara sahip olmazken, Diyarbekir zindanında her anlamda eşitliğe sahiptik. İşkencede, hücrede, tekmilde, askeri eğitimde, sürünmede, sınap çekmede ve diğer ne varsa!. Yani erkek   uygulanan bütün işkenceler biz kadınlar içinde geçerliydi. Hatta fazlası var, eksiği yoktu. Örneğin Türk Anayasasına göre kadınlar askerlik yapamazdı. Ama biz Diyarbekir’de yıllarca, bir askeri kışlada bir erin yaptığı ne varsa hepsini yaptık.

Yemek duasından nöbete, nazarı ve ameli eğitimden sürünmeye, tekmil vermeden künye okumaya, sınap çekmeden, defalarca otur-kalkmalara, askeri marşların her gün, her saat okunmasına, mıntıka temizliğinden, günde üç öğün sayımlarına vs kadar. Iki kişinin yan yana gelip bir laf etmesi kesinlikle yasakti. Yanindaki ister anan, ister bacın veya başka bir yakının olsun fark etmiyordu. Konuştuğumuzu yakaladıkları an, saat kaç olursa olsun işkenceci manga koğuşa gelip hepimizi falaka ve sıra dayağına çekerdi. 25 kişilik koğuşta 75 kişi kalıyorduk. İkişer kişi ranzalarda, geri kalanlar tek battaniye ile yerlerde ranzaların arasında yatıyorduk. Beton zemin kadınlardan görünmüyordu. Diyarbekir’de adet görmek bir işkence idi…. Her kadının doğallığından kaynaklanan aylık adet görme, bizlerde bir işkence halini almıştı. Çoğu arkadaş stresten adet olamıyor, bunun yarattığı bir takım hastalıklar yaşıyorlardı. Aşırı sinir, şişmanlık, terleme vs. Adet görenlerimiz ise, keske biz de olmasaydık diye her ay neredeyse dua ediyorduk. Çünkü koguşta pamuk, bez, orkit gibi korunmaya yönelik malzemeleri bulundurmak yasaktı. Kanaması olan arkadaş ya direkt kendi, ya da koğuş sorumlusuna haber verir, o da gardiyanı çağırıp tekmil vererek bir miktar pamuk alırdık.

Tekmili şöyle verirdik; “Nuran Çamlı, 1961, Muş doğumlu. Kanamam var, pamuk alabilir miyim komutanım?” Gardiyan ne için pamuk istediğimizi bilmesine ragmen, igrenç duygularını kabartıp, ağzından köpükler saçarak, “Niye istiyorsun ağzuna suçtuğum, olmadı hele bir daha de!” diyerek defalarca tekrarlatırdı. Eğer vermek niyetinde ise “tamam anlasıldı” der, niyeti vermek değilse “olmaz, ben mi dedim gan gelsin” diye alay ederdi. Sonuçta pamuk gelirdi. Pamuğu isteyen arkadaşı çağırır, üzerine firlatirdı. Yanında işkenceci ekipten bazılarını  da getirir onlarında bizimle alay etmesini sağlardı. Vücut temizliği için de yine aynı tekmili verir, ağda isteğimizi açıklardık. Gardiyanin tavrı ve yanıtı aynı olurdu. Ki bu talebimiz “lüks” sayilir, kolay kolay karşılanmazdı. Gardiyana tekmil vermeden, olduğumuz yerden ayrılmak yasaktı. Nereye gidersek gidelim -tuvalete, mutfağa, koridora vs- izin almak zorundaydık. Tekmil vererek gittiğimiz gibi, geri döndüğümüzde de tekmil vererek yerimize geçmek mecburiydi.Örnegin, adet günlerimizde kirli pamukları atmak tam bir işkenceydi.. Koşar adımlarla gardiyanın yanına gider, hazır ol vaziyetine geçer, künye okuduktan sonra “Elimdeki çöpü atabilir miyim komutanım” derdik. Aramizda söyle bir diyalog geçerdi; “-Ne çöpüdür, ağzuna suçtuğum?!” “-Kirli pamuk komutanım!”. “-Kirli pampug nedir galtak?!” “-Kanamam vardı onun pamuğu komutanım!” “-Neren ganadı, ağzuna suçtuğum?!” Buna yanıt vermez, kafamız dik ve karşıya bakar vaziyette çöpü atmak için izin çıkmasını  beklerdik. Gardiyan histerik duygularını giderdikten sonra “-At ağzuna suçtuğum!” diyerek izin verirdi. Koşar adımlarla çöpü atıp gelir, tekrar tekmil verirdik; “-Çöpü attım komutanım, yerime geçebilir miyim?” “-Ne pox yemeye yerine geçecaxsan, ağzuna sıçtuğum, cezalısan!” Bütün amacı bizleri saatlerce karşısında tutup, vücudumuzu izleyerek, iğrenç duygularını tatmin etmekti. Bize, isimlerimizle degil,”kaltak – agzina siçtigim – kapatma- orospu” diye hitap ederdi/edilirdi. Mastürbasyon! Gardiyan tipik bir sapıktı. Diyarbekir’in kızgın, sıcak günlerinden bir gün, tam öğlen 12.00′de bizi havalandırmaya çıkardı. -O dönem koğuş sorumlusuydum.- Bu saatte niçin havalandırmaya çıkarıldığımızı anlamaya çalışıyorduk. Çünkü yemek ve dinlenme saatimiz yaklaşıyordu. Havalandırmada eğitim düzeni aldık.

15 dakika ırkçı Türk marşları eşliğinde koşar adımlarla eğitim yaptırdıktan sonra “istirahat” komutu verildi. Sıcaktan sanki beynimiz kaynıyordu. Hepimiz volta atmaya koyulduk. Bir ara gardiyan aramizdan 2 arkadaşı yanına çağırdı. Arkadaşlar hep olduğu gibi, koşar adımlarla yanina gidip “…….emir ve görüşlerinize hazırım komutanım” tekmilini verdiler.”Emredersin komutanım” demeleriyle koşar adımlarla yürümeleri bir oldu. Meğer gardiyan, arkadaşlara hızlı yürüyerek volta atma emri vermis. Kizlar, bir yerlere yetişeceklermis gibi delicesine yürüyorlar. Biz de her zamanki cezalardan biridir diye düsündük. Ceza ve dayak, günlük yaşantımızın temel bir parçası idi. Kazayla o gün dayak yememişsek -ki hemen hemen olmazdı- mutlaka bir anormallik var diye düşünür, gardiyana çaktırmadan gülüşürdük. Bu sapik adamın amacını hiç birimiz anlayamamıştık. Uygulamanın, aynı arkadaşlar tarafindan bir kaç kez fakat, farklı gün ve saatlerde tekrarlattırılması dikkatimizi çekmişti. Bu arkadaslarimiz hepimizden şişmandılar. Şişmanlıktan öte, adet olamadıkları için vücutları anormal biçimde şişmisti. Son uygulamada gardiyanı çok çirkin bir biçimde yakalamıştım. Yine arkadaşları hızla yürütüyor, kendi de havalandırma kapısının önüne bir sandalye koymuş oturarak kızları seyrediyordu. Kızlar, hızla yürürken bütün bedenleri hareket halinde, özellikle gögüsleri bir o yana, bir bu yana gidip geliyor. Bir ara gözüm gardiyana ilişti. Sapık herifin yüzü kipkirmızı kesilmiş, ağzı köpük içinde, elleriyle organını tutmuş hayvanca sesler çıkarıyor. O an beynimin, kafatasımdan dışarıya firladığını hissettim. Her seyi göze almıştım, isterse beni öldürsün, bu sapık davranışını açığa vuracaktım. Koşarak yanına gidip tekmil verdim, kendinden geçmiş beni ne duyuyor, ne de görüyordu, pantolonunun ön kısmının ıslak olduğunu fark ettim iyice dellenmiştim.Var gücümle bağırarak tekrar tekmil verdim “ne var agzuna sıçtuğum” deyip gözlerini yüzüme dikti. O an, parmaklarımı gözlerine sokmak geldi içimden. “-arkadaşların cezası nedir? Diye sordum -soru sorma hakkımız yoktu, ama nerde inceyse, orada kopsun demiş her cezayı göze almıştım- “Ağzuna sıçtuğum sana ne, kenduleri bilir ne olduğunu, sana hesap mı vereceğum!” deyip yerinden kalkarak çıldırmışçasına üzerime çullandı. Kafa, göz demeden vuruyor, bir yandan da küfür ediyordu. Burnumdan kan akmaya başlayınca,dövmeyi bırakıp “hele bak sorı sorırsan he, ağzuna suçtuğum çabuk get yüzün yixa” deyip, hamama gitmemi emretti. Yüzüme su vurunca sizidan duramiyordum morluk içindeydi. Havalandirmaya geldigimde içtima emri vererek, hepimizi kogusa soktu. Koğuşun kapısını kilitlerken kendisine, kızları bir daha bu şekilde yürütmemesini, gerçek kimliğini bildiğimi ve kendisini tanidiğimi vurgulayarak kimlik kozunu kullanmaya çalıştım. Hızla, demir kapıyı yüzüme çarpıp küfür ederek gitti. Koğuşta arkadaşlara, bir daha tekrarlatmak isterse kesinle yapmamalarını, her türlü cezayı göze almalarını ve gardiyanın amacının ne olduğu anlattım. O günden sonra gardiyan bu ahlaksız yöntemini bir daha kullanmadı. Tehdidim boşa çıkmamıstı.

 Dayak ve aşağılama : Bir gün benimde içinde olduğum 7 arkadaşa -Sakine Polat (Cansiz), Gönül Atay, Cahide Sener, Fatma Çelik, Aysel Çürükkaya, Nuran Çamli ve Halide (Halide’nin soyadını  hatırlayamıyorum) keyfi olarak 2 gün hücre cezası verildi. Koğuşta temiz bir falaka faslından sonra hücreye indirildik. Her zamanki gibi bütün doğal ihtiyaçlardan men edildik. Akşam sayımında işkenceci ekip zil zurna sarhos, kahkaha atarak, ellerinde zincirlerle hücreye geldiler. -Alay olsun diye zaman zaman isimlerimizle hitap eder, “nurancığım, sakineciğim, gönülcüğüm, ayselciğim” derlerdi. O akşam, böyle hitap etmeye karar vermişlerdi. Hepimize öncelikle 20-20 el falakasiyla seansımız basladı. Kadınlık onurumuzu asağılayıcı sohbetlerinden sonra kendi aralarında bir mahkeme kurdular. Kara Bela hakim, Ömer çavus savcı, diğerleri gah, infaz memuru gah savcı oluyorlardı. Sırayla isimlerimizi söyleyip, hakkımızda verdikleri cezaları tarafimıza tebliğ ettiler. Söyle ki; Kara bela, “hepsi için 50′ser el, 50′ser ayak falakası talebiyle duruşmayı açıyorum” Laz Mevlüt itiraz ediyor, “50′ser az bulunduğundan, sayı 100′e çıkarılmıştır”. Bu kez kara bela itiraz ediyor, “75′te anlaşalım, ne acelen var yarak, nasıl olsa sabaha kadar kızlarla beraberiz 100′de geçeceğiz, ne güzel eğleniyoruz.” Bu cezada karar kılıp uygulamaya geçtiler. Her bir elimize yetmişbeşer olmak üzere toplam 150 el sopası yedik. 10 copu çektikten sonra ellerimiz dirseklerimize kadar uyustu, morardi. Cop inip kalktikça moraran ellerimiz patlayip kan akmaya basladı. Öyle ki artik ellerimizi açamaz hale geldik. Yine de sayı tamamlanmadı diyerek bu kez ellerimize -köpeklerin patilerini yukariya kaldirdigini düsünün- o halde vurmaya devam ettiler. Ellerimiz bileklerden bağımsız olarak kendiliğinden düşüyor, tirnaklarimizin ucundan kanlar akıyordu. Bir süre sonra ellerimizi kaçirmaya başladık, bu kez içi demir olan coplarla rastgele vurdular. Tamamen güçsüzleşmiştik, coplar bedenlerimize indikçe bogazimiz yirtilircasina çiglik atiyor, bağiriyorduk, seslerimiz birbirine karışıyordu. Çığliklarımız gecenin geç saatinde havalandırmada yankı yapıyordu. Durmaksızın vurarak verdikleri ceza sayısını bitirdiler. Bu kez, her bir elimize ellişer olmak üzere yüz falaka da ayaklarımıza yedik. Ayaklarımızda kısa sürede ellerimizin durumuna geldi. Ayaklarımız altında yarıklar açıldı. Yorulduklari için kara bela hakim sıfatıyla “5 dakika ara verilmiştir” dedi. Biz ise kendimizde değildik, hepimiz yerlerde inliyorduk, iskenceciler üzerimize abanmis vücudumuzun muhtelif yerleriyle oynuyor, “çok mu aciyor canim” diye alay ediyorlardi. 5 dakikalari dolmuş olacak ki, tekrar kara belanin sesi duyuldu, “ayaga kalkin ulan, amını siktiğim oruspular, bu akşam hepinizi tek tek sikeceğim.”. Bizi zorla ayaga kaldirmaya çalıştılar, patlayan ayaklarımız bizimle değildi, ayakta duramıyorduk. Ayağa kaldırma bahanesiyle bedenlerimize sarılıyor, iğrenç sapık isteklerini tatmin ediyorlardi. Bu kez sözlü saldırıp, psikolojik olarak yönelmeye başladılar. Hepimizin burun, ağiz, kulak, kas, göz, kirpik, yanaklarımızdan, göğüslerimize kadar değerlendiriyor, hoşlarına giden yerlerimizde elleriyle geziniyorlar, “Gönül’ün burnu, Fatma’ninkinden güzel”, “Sakine, Nuran’dan daha endamli”, “Cahide’nin memeleri daha iri degil mi” diyor, her birimize laf atip, çirkin bulduklari yanlarimizla da “sen bu çirkinlikle evde kalirsin kendine koca bulamazsin, bak biz varız, biz seni siker, hallederiz”, birbirlerine “yarak, onu önce ben sikeceğim”, “ne kadar çirkinsin, ben karı diye sikimi sana sokmam” diye çok iğrenç konuşuyor, histerik bir şekilde bağırıyorlard. Halide arkadaşimız bir kolundan özürlüydü. Dirsekten itibaren eli yoktu. Kalan et kismi top halini almıştı. Halide’nin önce yüz hatlariyla epey bir alay ettiler.. Kara Bela, arkadaşın özürlü kolunu tutarak zorla açmaya çalışıyor, bir yandan da “bomba atarken elinde mi patladı, kolsuz kahraman” diye onuruyla oynuyordu. Halide’nin kolunu biri bırakıyor, diğeri alıyor, ayni yöntemi uyguluyorlardı. Gerek fiili iskence, gerekse onurumuzla oynama seanslari sabaha kadar sürdü. Hiçbirimiz de hal kalmamisti. Iyice yorulmus, gönüllerini eglendirmis olacaklar ki, Kara Belanin “bu gecelik yeter, yarin gelecegiz kizlar” demesiyle hücrenin kapisini kilitleyip gittiler. Aramizda evli, nisanli arkadaslarimiz vardi ve bunlarin es veya nisanlilari da ayni zindanda tutsakti. Iskenceci ekip onlari da taniyordu. Iskence yöntemlerinden biri de; evli, nisanli, kardes, akraba, kan bagi, hemseri baglarini birbirlerine karsi kullanmakti. Medeni durumlarini bilen arkadaslarimiza eslerinin adini vererek, “hiç seni sikti mi, amini begendi mi” türünden hakaretler yapiyorlardi.

 

 

NURAN ÇAMLI  MARAŞLI

37 kez okundu.

14914