Salı Nisan 23, 2024

İşte Yine Eylül…Üzeyri Kılıç

kaypakkaya-partizan
Söylemesi zor olsa da, “böyle giderse daha çok eylül göreceğiz” demek acı veriyor insana…

 

Ülkenin küllenmiş yangınlarının güz yelleriyle yeniden yeniden alevlendiği zamanlardan biri daha…

Hala kaybolmamış sokaklardan, limanlardan gitmek zorunda bırakılanların çığlıkları…

Paslı tezgâhlarda asılı duruyor hala; işkenceli sorguların ardında bıraktığı sahibi yitik umutlar…

Kahkahaları yankılanıyor hala soğuk duvarlarda, türküleri dillerde; cellâdına baş eğmeyenlerin…

Bu gün Eylülün altısı, yedisi, dokuzu, on ikisi ve sonraki zamanalar…

Ülkemiz adına yaşatılan utanç günlerinden birinin, bir kaçının daha yıl dönümü…

Ve biz, hep yıl dönümlerinde hatırlarız acılarımızı!

Kaçımızın hatırında, kaçımızın bilincinde, kaçımızın umurunda ve ne kadar farkındayız?

Ne fark eder ki?

Herkeste bir telaş…

Ortalık toz duman şimdi…

Unutuyoruz, unuttukça esniyor, katlanabilir hale geliyoruz. Birine katlandıkça, bir sonrakine katlanmak, daha sonrakini kabullenmek daha kolay hale geliyor!

Ne kadar çok anmalık gün var takvimlerimizde, ne kadar çok anılacak insan ve ne kadar çok utanılacak zaman var tarihimizde.

Kırımlar, kıyımlar, katliamlar, sürgünler… Ne kadar çok kan var; “bayrağı yıkamak” için dökülmüş! Ne kadar çok can var; birileri “yükselsin”, semirsin diye ayaklar altına saçılmış…

Utancın en büyüğü ise bunların bilince çıkartılarak, bir daha yaşanmasını engelleyecek önlemler almak yerine, tersine bu kıyım, katliam ve sürgün yaşatmaların bir devlet geleneği haline getirilip, âdeta bir övünç kaynağı olarak görülmesi.

Ülkede her iktidarı eline geçirenin, kendinden öncekini suçlayıp kendini sütten çıkmış ak kaşık diye sunması nasıl ki gelenekselleşmişse, kendinden öncesinde yapılanların bir devlet geleneği ve devamlılığı içerisinde yapıldığını bilinçlerden uzak tutmaya çalışması da aynı gelenek içerisinde yerini almış.

Olumsuzu başkasına yıkıp, övüncü kendisine ayırmanın utancı, hiçbir zaman yaşanmamış. İşine geleni işine geldiği zamanda kabul ederek övünç kaynağı yapmak, sahnenin kurulduğu mekâna göre oyun sergilemek, egemen temsilcilerinin en önemli mahareti olmuş.

Burjuva politikasındaki bu karaktersizlik, bu çok yüzlülük, bu utanmazlık, bu çukur yanlılık ne yazık ki seçmen diyerek “vatandaşlık görevi” yüklenen halk tarafından kabul gördükçe, egemenler de gemi azıya almış, yeni katliamların, komploların senaryoları daha sık ve daha kabullenilebilir şekilde yazılmaya başlanmış.

“Çoğunluk!” bu senaryoların “gerçekliğini” kabullendikçe, bu duruma itiraz eden “azınlık!” daha da ötelenir, dışlanır olmuş. Ülke gelişmesine engel, “kökü dışarıda mihraklar!” olarak tanıtılıp, devlet şiddetine, ırkçı linçlere kurban edilir olmuş.

“Millet, devlet, milli değerler, milli çıkarlar!..” adına düzenlenen tüm komplolar, yapılan tüm katliamlar, kılıflara sokularak kabul edilebilir kılınmaya çalışılmış.

Konu devlet, millet, bayrak, din olunca da “akan sular durmuş!”

İnkâr, imha politikaları, farklı olanı yok etme çabaları gerek sivil, gerek askeri erk eliyle egemenler adına hız kesmeden sürmüş.

Bu gün daha çirkin söylem ve yöntemlerle, daha acımasız bir şekilde ve daha bir meşrulaştırılmış şekilde sürdürülüyor.

Geriye dönüp bakıldığında, aynı malzemenin hala kullanılabiliyor olmasının ve bunun aynı şekilde rağbet görüyor olmasının nedenlerinin, üstünde düşünülmeye değer olduğu daha net görünüyor.

Halklara karşı uygulanan bunca zulmün hesabının sorulması için, bundan sonra baskıyla, zulümle, katliamla karşı karşıya kalmamak için “alternatif” olanlarca aranan çıkışın, aynı yollar, aynı yöntemler kullanılarak bulunmaya çalışılıyor olması da oldukça düşündürücü değil mi?

Bu benzerlik ve bu çıkmaz…

Söylemesi zor olsa da, “böyle giderse daha çok eylül göreceğiz” demek acı veriyor insana…

1639