Cumartesi Nisan 20, 2024

TKP/ML 3.KONFERANS'I KISA KARARLARINDAN BAZI BÖLÜMLER

Partizan Bakış
Parti'nin kendi geçmişini kavraması ondan dersler çıkararak ilerlemesi büyük öneme sahiptir. Geçmişi güçlü bir meşale haline getirmek, onu doğru değerlendirmekle mümkündür. Doğru dersler, doğru bir tahlilden çıkar.

 

PARTİNİN KURULUŞU

 

Parti'nin kendi geçmişini kavraması ondan dersler çıkararak ilerlemesi büyük öneme sahiptir. Geçmişi güçlü bir meşale haline getirmek, onu doğru değerlendirmekle mümkündür. Doğru dersler, doğru bir tahlilden çıkar. İnsanlık geçmişini harika bir tarzda özümleyerek ilerliyor. Onun büyük atılımları geçmişindeki büyük, zengin miras­larının doğru, yaratıcı bir tarzda özümlenmesi sonucunda ortaya çıkıyor. O, yeniyi, geçmişin ışığıyla buluyor. Patla­yan her büyük atılım ateşinin özünde eski ateşin şu veya bu derecede kurdetli ruh ve renkleri vardır.

1972 Türkiye proletaryasının Parti olarak tarih sahnesi­ne 50 yıllık bir oportünist ve revizyonist geçmişten sonra yeniden çıkışı tarihidir. Bu gözle görülmeyecek bir cücenin, aydınlığı ülkenin ufaklarına vuran bir meşaleyi taşımasına benziyordu. Evet, büyük gerçekler ve onları kuşanan dar bir kadro... Bu büyük gerçeği hangi şatlar doğurdu? Önce dünyaya bakalım.

Sömürge ve yarı-sömürgelerde ulusal ve sosyal kurtu­luş savaşları, altmışlı yıllarda görülmemiş bir yaygınlık ar-zediyordu. Bu emperyalist krizin giderek derinleşmesinin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkıyordu. Silahların ısrarı ve gücü metropollere ve en ücra köşelere kadar dün­yayı derinden etkiliyordu. Çin'de milyonlar büyük devrim­ci uğultularla, toplumu tüm hücrelerine kadar fethetmek is­teyen yeni burjuvaziye karşı harekete geçiyordu. Devrim­den yeni çıkmış onun pratik ve teorik silahlarıyla donan­mış, geriye dönüşlerin derslerini sıçrama tahtası haline ge­tirmiş bir öncünün, milyonları enginlere sevkeden bir öncünün, şiarları tüm dünyayı etkisi altına alıyordu. Bu fırtına, metropollere ve savaşan halkların mevzilerine, Marksizm-Leninizmi çok daha yoğun ve kendi dersleriyle birlikte sunuyordu. Dünyayı etkiliyor, dünyadan etkileni­yordu. Dünyadaki ve Çin'deki bu iyi durum, fırtınanın biz­zat kurmayını, "dünyada durumun mükemmelliği" ve "emperyalizmin toptan çöküşe gittiği" şeklindeki abartıl­mış sübjektif tesbitlere —tabi bunda modern revizyonist tezlere ve geriye dönüşlere tepkinin de bir rolü vardır— götürebiliyordu. Bu, devrimin kendi görkemi karşısında büyülenmesi olayıdır.

Aynı dönemde ülkemizdeki durum da iyiydi. Stalin'in deyimiyle, aynı zincirin bir halkası durumunda olan ülke, kendi bağrmdaki patlama öğelerinin nazlanmasına yer yer uç verip patlamasına tanık oluyordu. Özellikle 1968 ile 15-16 Haziran arasını kapsayan dönem, Türkiye tarihinde görülmemiş işçi, köylü ve gençlik hareketlerine sahne olu­yordu. Ve aynı dönemde Marksizm-Leninizm, Kültür Devrimi'nin dersleriyle birlikte ülkeye daha etkin bir şekilde giriyordu.

Marksizm-Leninizm'in ve Büyük Proleter Kültür Dev-rimi'nin derslerinin Türkiye'deki sınıf mücadelesi gerçe­ğiyle, bu çıplak ve sıcak gerçekle birleşmesi sonucunda doğ­du TKP/ML. Elli yıllık oportünist, kuyrukçu, revizyonist çizgiyle hesaplaşarak çıktı ortaya. Kurtuluş Savaşının, doğ­ru bir değerlendirmesini yaptı. Cumhuriyet tarihi boyunca devletin ve egemen sınıfların özlü ve parlak bir tahlilini yapmakla hem Marksizm düşmanı akımların ipliğini paza­ra çıkardı, hem de Leninist devlet teorisini nasıl yaratıcı bir tarzda kavradığını ortaya koydu. Yine ulusal sorunda, Leni-nizmi ülke gerçeğine teoride ustaca uyguladı. Ülkenin sosyo-ekonimik yapısını doğru tesbit etti. Önün bu.tesbiti, Leninist tahlil yöntemini çok güzel kavradığının bir nişane-sidir aynı zamanda. Leninist örgütlenme, çalışma tarzı, mü­cadele biçimi ve kitle çizgisi öğretisini iyi özümledi. Ülke­nin sosyo-ekonomik yapısını ve Çin Devrimi'nin deneyleri­ni gözönünde bulundurarak, ülke devriminin strateji ve taktik sorunlarına, ittifaklar ve cephe sorunlarına açıklık ve netlik kazandırdı. Parti, Ordu ve Cehpe ilişkilerine, keza ül­kedeki faşizm sorununa tahlilci bir ruhla açıklık kazandırdı. Kuşkusuz Partinin en güçlü yanlarından birisi, Büyük Pro-letar Kültür Devrimi'nin derslerini iyi kavraması, proletar­ya diktatörlüğü altında devrimin sürdürülmesi teorisinde Stalin'in hatalarını aşmış olmasıdır. Partinin bu ve benzeri görüşleri 50 yıllık revizyonist mirası yeni biçimler altında yüklenen PDA Revizyonizmi'ne karşı yürüttüğü dişediş po­lemikle biçimlenmiştir.

 

PARTİNİN I. YENİLGİSİ ÜZERİNE

 

I. Konf. P ÖE'si, Partimize birçok haksız eleştiriler ge­tirmiştir. Başta, Partimizin yenilgisine esas olarak sübjektif tesbitlerin yolaçtığını belirtti. Partimize kuşkuyla yanaş­mak, Partimizin o dönem işlediği bazı taktik hataları genel hatalar şekline sokmak yoluna girmiştir. Partimizin dünya­da durum değerlendirmesi doğruydu. Partimiz I. ÖE bunu reddediyor ve Partimizin yenilgisini T'deki durum değer­lendirmesine bağlıyor. Yani DABK kararlarında geçen "işçilerin, köylülerin büyük çoğunluğu silahlı mücadeleyi kavradı" tesbitine dayandırmaya çalışıyor.

Partimizde hiç hata yok mu? Elbette var. Partimiz 12 Mart sonrası Türkiye'de durum değerlendirmesini oldu­ğundan fazla abartmıştır. Yani sübjektif değerlendirmiştir. O gün Türkiye'de durum şu idi. 15-16 Haziran şanlı direniş­iyle doruğa ulaşan durum, hemen peşinden sıkıyönetimle birlikte önce duraksamış, 12 Mart askeri Faşist Cunta'sı ile giderek gerilemiştir.

O dönemde Partimizin silahlı mücadeleyi başlatması tarihi bir öneme sahiptir. Ancak durum değerlendirmesine

bağlı olarak saldırı taktiğini esas aldı. O dönemdeki durum, geri çekilme içinde savunma taktiğini uygulamak ve Partiyi bu taktik ile güçlendirmek ve kitle bağlarını geliştirmeye uygundu.

Bazı oportünist ve revizyonistler Partimizin silahlı mü­cadeleye başlamasını yanlış görüp "maceracıhk"la suçlu­yorlar. Oysa o gün Partimizin silahlı mücadeleyi başlatması doğruydu. Çünkü ülkemizde silahlı mücadele koşulları vardı. I. Konf. ÖE'si ise, o günkü koşullarda "objektif du­rumlar silahlı mücadele için elverişsizdi" diyerek Partimizi sağdan eleştirmiştir. Bugün bilumum oportünist-revizyonistlerin saldırıları hâlâ bu yönden gelmektedir.

Partimizin I. yenilgisinin nedenleri üzerine I. Konf. yanlış temelde değerlendirmeler yapmıştır. Oysa bazı süb­jektif hataların yanında objektif koşulların ağır basması ve Partimizin genç ve tecrübesiz oluşu yenilgide belirleyici olan engellerdir. Yenilginin nedenlerini şöyle sıralamak gerekir.

Birincisi, devrimci dalganın gerilediği bir dönemde Par­tinin henüz yeni kurulmuş olması, dolayısıyla genç ve tec­rübesiz olması ve Parti çatısı altında toplanan elemanların tecrübe ve birikimlerinin olmaması, TIIKP içinden taşınan alışkanlıkların atılması için yeterli zaman ve nedenlerin bu­lunmaması.

İkincisi, bolşevik bir çalışma tarzının henüz yaratılama­mış olması.

Üçüncüsü, Partinin henüz Partiyi yaşatıp besleyecek bir kitle tabanını oluşturamamış olması.

Dördüncüsü, partinin kurmaylar heyetinin varlığı İK'nm kişiliğinde somutlaşması, yani Partinin bütün ideo­lojik ve siyasi yükünün bir tek yoldaşın sırtına binmiş olması.

Beşincisi, düşman saldırılarının Partimiz üzerinde yo­ğunlaşması, şartların ağırlaşması, Partinin üzerine ağır görevler yüklenmiş olması vs. sayabiliriz.

I. KONFERANS ÖE'NİN HATALARINA GELİNCE:

I. Konferans ÖE'si Partimizin geçmişini ve yenilgisini değerlendirirken sağ ve inkarcı bir temelde ele alıyor. Bir kısım doğruları sıralaması inkarcı, sağcı ve sübjektif yakla­şımın özünü gizleyememektedir. Bu durumu şöyle özetle­yebiliriz:

Partimiz tarihine yaklaşım herşeyi kendi iç ve dış koşulları içinde ele alınıp değerlendirilmeliydi. Ama I. Kon­ferans soruna böyle yaklaşmamış PDA ve diğer revizyonist­lerin partimize getirdiği haksız eleştirilerden etkilenmiştir. Bilumum revizyonistlerin Partimizin ML tezlerine yöneltti­ği eleştirileri mahkum edeceği yerde onlardan önemli ölçüde etkilenmiş ve bunu ÖE'ye yansıtmıştır. Herşeyi ken­di iç ve dış koşulları içinde irdelemeyen bir anlayış ya sağa sapar ya da "sol"a. I. Konferansta, ÖE'de sağa sapmıştır. I. Konferans Partimizin yenilgisine ve o dönemde yaptığı bazı hatalara yaklaşımı aynı şekilde M. Suphi TKP'sine gösteril­seydi, bu mantık silsilesi onu ML değil oportünist görürdü.

Geçmişimizi doğru değerlendirmek, ondan öğrenmek, geleceğe ışık tutmak anlamına gelir.

I. Konferans ÖE'sinin şu tesbitleri Partimizin çizgisine karşı getirilmiş yanlış eleştirilerdir.

"Her tezin üzerinde fazla düşünmeden ML olarak adlan­dırıyor ve savunuyorduk."

"Lin Piao'nun 'dünya kırları', 'dünya şehirleri', 'dünya çapında halk savaşı' gibi tesbitleri de Partimiz tarafından savunuldu"

"Yapılması gerekli olan şey, uluslararası alanda hakim olan anti-ML akıma karşı ilkeli bir mücadele yürütmekti. Partimiz bu görevi yerine getiremedi."

 

 

 

Objektif şartlar devrime son derece elverişli değil, tam tersine elverişsizdi."

"Gerilla mücadelesinin hazırlık aşamasını atlayarak der­hal silahlı mücadeleyi genelleştirme yolunu seçti. "

"Halk yığınları arasındaki siyasi çalışmaya (propaganda, ajitasyon ve örgütlenmeye) gereken önemi vermedik."

"Proleter enternasyonalizmi'nin görevlerini doğru, olarak kavrayıp yerine getirememek. Uluslararası alanda kendini ML parti olarak tanıtan TİİKP'in teşhir ve tecrit meselesini küçüm­semek. ML Partilerle ilişki kurma, onları destekleme, onlardan destek isteme meselesini küçümsemek. "

"Kadınların kurtuluş meselesi, doğru olarak devrim mese­lesine bağlı olarak ele almakla birlikte; kadınlar üzerindeki özel baskılar ve bunlara karşı mücadele sorununu, sorun olarak bile gündeme getirmemek."

"Silahlanma ve askeri eğitim konusuna önem verildiği hal­de, şartların yeterli bir silahlanmaya izin vermemesi..."

"Çalışma tarzında uzmanlaşma ve kollektif çalışma yöntemlerini yeterince geliştirememek.."

"Uluslararası alanda ÇKP'ye körce bağlılık."

"Uzun süreli düşünmeyen aceleci, sabırsız (derhal silahlı mücadeleyi genelleştirme), kendiliğindenci (ajitasyon, propa­ganda ve kitle örgütlenmesini küçümseme eğilimi tavırları hata­larımızda açıkça görülebilir."

Bu görüşler Partimize haksız ve oportünist yönden ge­len eleştirilerdir. Reddedilmelidir.

I. Konferans ÖE'sinin Partimizin kuruluş dönemine i-lişkin olarak yaptığı sübjektif durum değerlendirmesini e-leştirirken getirdiği "kitlelerin bilinç ve örgütlülük düzeyi geriydi" eleştirisi sağdan bir eleştiridir.

Partimiz ÇKP'den etkilenerek anti-ML "toptan çöküşe doğru gittiği çağ" tesbitini savunmuştur. Bu çağ tesbiti anti-ML, Troçkist bir tesbittir. I. Konferans ÖE'si bunu reddet­mekle birlikte içini yanlış doldurmuştur.

Partimizin baş çelişme tesbitini de değiştirmesi yanlış ve Parti programını hedefleyen bir anlayışın ürünüdür.

KK DÖNEMİ:

KK oluştuğunda başta ML idi. Partimizin görüşlerine inanıyorlardı. Ancak o günün koşullarını, Partiye yüklediği görevleri kavrayamadı. Bir tarafta barışçıl kitle hareketleri gelişirken, diğer tarafta ise silahlı mücadelenin örgütlenip sürdürülmesi sorunu vardı. KK, ne kitlelerle doğru dürüst ilişki kurabildi, ne de silahlı mücadelenin görevlerini yeri­ne getirebildi. Silahlı mücadele için en küçük bir adım ata­madı. Partinin önüne bu sorunu ciddi olarak koyamadı. Kendiliğindenciliğe düştü ve kitle çizgisi anlayışı içinde sol sapmalar vardı. 12 Mart dönemi koşullarından hala kurtu­lamamıştı. Legal çalışma olanakları ve yayın organları me­selesinde dogmatikti. Bu nedenlerden dolayı Parti çizgisini pratiğe geçirmedi. UKH'nın içinde bulunduğu durum, ül­kemizdeki oportünist ve revizyonistlerin Partimize sal­dırıları ve sağcı görüşleri, 12 Mart sürecinde alınan yenilgi, KK'm Parti görüşlerine karşı önce kuşkuya, giderek ise tas-fiyeciliğe ve revizyonizme götürdü.

 

BÖLGESEL DÖNEM:

 

ML muhalefetin, KK'nın tasfiyeci ve inkarcı sağ anla­yışları karşısında ideolojik, siyasi temelde ilkeli bir müca­dele edemeyişi, siyasi ve teorik olarak geri olunması, Parti­nin görüşlerine eleştirisiz olarak sahip çıkmasına yol açtı.

Bu dogmatizmden kaynaklanan ve ileride daha da gelişecek olan bir anlayıştı. Dogmatizm partimizde var olan temel zaaflardan birini oluşturuyor. Bu anlayış partinin görüşleri­nin değişen şartlarla birlikte geliştirilmesi önünde temel bir engel olarak durur. Yani taktiklerin üretilmesini engeller. Parti bu hastalık üzerinde ciddi olarak durup, ideolojik ve felsefi köklerini ortaya çıkarmalı, siyasi yansımalarını so­mut olarak tesbit etmelidir.

Partimizin bu dönemi ML olmakla birlikte birçok hata­lar işlenmiştir. O dönemde sınıf uzlaşmacı ÜDT'nin ortaya çıkması, UKH içinde önemli etkilenmeleri beraberinde ge­tirmiştir. Partimiz o dönemde buna karşı açık bir tavır ala­mamıştır. Belli etkilenmeler olmakla birlikte özünü savun­mamıştır. KK'ya karşı mücadelede iki çizgi mücadelesi an­layışına uygun hareket etmemiş sekterizme düşmüştür. İdeolojik, siyasi mücadeleyi küçümsemiştir. UKH içindeki sapmalar ve KK'nm tasfiyeciliği şartlarında, bölgesel önder­likler, Parti çizgisine sıkı sıkıya sarılarak, hem olumlu işler yapmışlar hem de onun pratiğe uygulanmasında dogmatiz­me ve subjektivizme düşmüşlerdir.

Yani, bölgesel dönem, önündeki görevleri esas olarak kavramasına rağmen bunu hayata uygulamada yetersiz kalmıştır.

 

BAŞ DÜŞMAN, BAŞ ÇELİŞKİ SORUNU

 

I. Konferansta Üç Dünya Teorisi'nin özü itibarıyla red­dedilmesi, Partimizin ML çizgisinin modern revizyonizme karşı kazandığı tarihi bir zaferdir. Fakat ÜDT'si reddedilir­ken, getirilen tahliller, bir dizi eklektik, zorlama ve hatalı tezler taşımaktadır. "Toptan Çöküş Çağı" tespitinin redde­dilmesi doğrudur. Proleter Dünya Devrimi'nin, bütün ülke­ler devrimlerinin toplamı olan karmaşık bir süreç olduğu anlayışı olumlu ve dünyada mevcut durumun objektif bir çözümlemesinin yapılabilmesi doğrultusunda atılan önem­li bir adımdır. Dünyada temel çelişme tespitini doğru olarak yaparken, dünyada başçelişme, baş düşman ve ülkemizde başdüşman tespitini reddetmesi revizyonist ve troçkist bir anlayıştır. Bu sorunların ÜDT'sinden kaynaklandığını söylemek, eleştiri okunu yanlış bir hedefe yöneltmek de­mektir. Partimizin beş temel belgesindeki, dünyada başçelişmenin "emperyalizmle ezilen halklar" arasında ol­duğunu reddetmek yanlıştır. Partimiz bu konuyu kuruluş döneminde doğru olarak ele almıştır.

Dünyada esas akımın devrim olduğu dönemlerde dün­ya çapında başdüşman tespit edilmeyeceği anlayışı da yan­lış ve troçkizmden kaynaklanmaktadır. Ayrıca savaş dönemlerinde barışın başdüşmanı olan emperyalistler, aynı zamanda dünya halklarının da başdüşmamdır.

I. Konferansın iddiasının tersine dünya çapında başçe­lişme tespit etmek, "toptan dünya devrimini savunmak" anlamına gelmez. Böyle bir iddia zorlamadır. Sorunun doğ­ru bir şekilde ele almışı olamaz. Ayrıca dünyada başçeliş­me, başdüşman tespitini Lin Piao'ya bağlamak doğru değil­dir. Doğrulan anti-ML akımlar kullanmışsa doğru yanlış ol­maz, doğruluğuna gölge düşürmez.

I. Konferansın başdüşman ve dünyada başçelişme ko­nusunu "akademik bir tespittir" diyerek reddetmesi, soru­na mekanik yaklaşmasından kaynaklanmaktadır. Başdüş­man sorunu ustaların tespitinde doğru olarak yer almıştır. Başdüşman sorunu, Lenin yoldaşın da haklı olarak belirttiği gibi, düşmanlar arasındaki çatlaktan yararlanmak demek­tir. Ama bu, bir düşmana karşı çıkarken, diğeri ile ittifakı hemen gündeme getirmez. Bu, objektif duruma bağlıdır. İşgal dönemlerinde işgalci güçlerin uşaklarını başdüşman tespit ederken, işgale karşı çıkan güçlerle ittifaka gidilebilir.

İç savaş sırasında da, düşmanlar arasındaki çatlaktan yarar­lanmak için okun sivri ucu en tehlikeli kesime çevrilir. Ama devrime karşı çıkan diğer güçler de teşhir edilir.

 

 

 

"Kendinden daha güçlü bir düşman, ancak en son kertesine varan bir çaba gösterilerek ve düşmanlar arasındaki en küçük çatlaktan, ayrı ayrı ülkeler burjuvazisi arasında, her ülkenin içindeki çeşitli grupları ve katagorileri arasındaki en küçük çıkar çelişkisinden ve aynı zamanda geçici bir müttefik olsa da, sallantılı olsa da, pek o kadar sağlam ve güvenilir olmasa da, sayıca güçlü olan bir müttefiği kendi yanma kazanmak için en küçük olanaktan, en büyük özen ve uyanıklılıkla en ustaca ve en akıllıca yararlanıldığı takdirde yenilgiye uğratılabilir. Bu gerçeği kavramayan bir kimse marksizmin de, genel olarak mo­dern bilimsel sosyalizmin de zerresini anlamamıştır." (Lenin, Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, sf. 75-76)

Dünyada başçelişki, baş düşman ve tek tek ülkelerde iş­gal olmadığı dönemlerde "baş düşman tespit edilemez" an­layışı her ne kadar 'sol' gözükse de, özünde sağ ve teslimi­yetçidir. Böyle bir anlayış düşmanlar arasındaki çatlaktan komünistlerin ustaca devrim lehine yararlanmasını ve düş­manlar arasındaki çelişkinin keskinleşmesini reddeder.

İK yoldaş ise baş düşman konusunda şunları söylüyor:

"Bir komünist hareket için, elbette iki gerici klikten birini tercih etmek sözkonusu olamaz. Komünist hareket ikisini de düşman olarak görür: ikisini de devirmek için mücadele eder. Ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için bunların birbirine göre durumlarını iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendisi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkısıkıya muhafaza et­mekten de geri kalmaz. Bilir ki, hakim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini yarın diğeri alabilir." (İK. SE. sf: 145-146)

İK dünyada ve Türkiye'de başlıca çelişmeleri doğru tes­pit etmiştir. Dünyadaki başlıca çelişmelerden biri olan "sosyalist sistemle emperyalist sistem" arasındaki çelişme bugün geçerliliğini korumamaktadır. Bu çelişkinin esas kaynağı sosyalist bir ülkenin veya ülkelerin varlığıdır. Ama bugün dünyada sosyalist bir ülke yoktur. ÇHC ve AHC'nin geri dönmesi ile, dünyada sosyalist bir ülke kalmamıştır. Bu nedenle bugün dünyada esas olarak üç başlıca çelişme vardır, bunlar:

  • Emperyalizm ile ezilen halklar arasındaki çelişme
  • Burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişme.
  • Emperyalist ülke veya tekellerin kendi aralarındaki çelişme.

Bu çelişmelerin kaynaklandığı temel, emek-sermaye çelişmesidir. I. Konferansımız bunu doğru olarak tespit etmiştir.

 

FAŞİZM SORUNU ÜZERİNE

 

"Faşizm konusunda Partimizin görüşleri esas olarak doğru" (K.I. sf. 10) demesi muğlaktır. Bu, içinde kısmi hata­lar da var anlamına gelir. Ayrıca İK yoldaşın "yarı-faşizm tahlillerini reddederek, önemli bir fikri kargaşaya kapıyı aralamıştır. İK yoldaş tarafından ortaya konulan faşizm tah­lilleri bütünüyle doğrudur. Yarı-faşizm vb. gibi terimler, Partimizin 5 temel belgesinde geçtiği gibi doğrudur ve bu kavramlar kullanılabilir.

PARLAMENTO ÜZERİNE

 Parlamentodan ilkesel olarak "yararlanılmaz" diye bir anlayış yanlıştır. Partimizi güçlendirdiği oranda yararla­nılabilir. Bu, o günün somut koşullan içinde ele alınmalıdır.

 

H.B. CEPHESİ SORUNUNA İLİŞKİN

 

Partimizin halkın devrimci birleşik cephesi konusun­daki görüşü ML dir, yani doğrudur. Ancak, bir kaç KSİ'nin kurulması şartına bağlanması, bunu mutlaklaştırması yanlıştır.

 

MAO ZEDUNG DÜŞÜNCESİ ÜZERİNE

 

Mao Zedung yoldaş, ÇKP'ne, Çin DHD'ne, Çin'de sos­yalist inşa faaliyetine, BPKD'ne ve UKH'e uzun yıllar önderlik etmiş, enternasyonal proletaryanın büyük önder ve öğretmenlerinden biridir. O, bu şanlı ve görkemli müca­deleler içinde Marksizm-Leninizm'i güçlü ve yaratıcı bir biçimde kullanmış ve geliştirmiştir.

Mao Zedung yoldaş, Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in ortak ürünü ve proletaryanın bilimsel dünya görüşü olan Marksizm-Leninizm'i her türden revizyonizme, oportüniz­me, özellikle Stalin'in ölümünden sonra Sovyetler Birliği'n-de Parti ve Devlet iktidarını gaspeden Kruşçev modern re­vizyonistlerine ve türdeşlerine karşı mücadele içinde ka­rarlılıkla savunmuştur.

Mao Zedung yoldaş, Çin'de sosyalist inşa döneminde, eski toplumun tüm artıklarına, yeni burjuvaziye ve onun Parti içindeki karargahlarına karşı kesintisiz mücadele yü­rütmüş, güçlü bir silah olarak kullandığı ML bilimine bu mücadeleler içinde ve Sovyetler Birliğinde Stalin önderli­ğindeki 30 yıllık sosyalist inşa döneminin olumlu ve olum­suz tecrübeleri ışığında tayin edici katkılarda bulunmuş, te­oriyi proletarya diktatörlüğü altında smıf mücadelesinin sürdürülmesi alanında geliştirmiştir.

Mao Zedung Düşüncesi, Mao Zedung'un emperyalizm ve proleter devrimleri çağında, felsefe, ekonomi politik ve bilimsel sosyalizm konularında teoriye nitel katkılarıyla, bu çağın Marksizmi olan Leninizmin bir devamı ve onun bir üst aşamaya ulaşmasını ifade eder.

Kuruluş aşamasında, Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi silahıyla donanmış olan Partimiz, Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi'nin içeriğini de doğru olarak, Mao Zedung'un katkılarıyla doldurmuş ve ifade etmiştir.

I. Konferans, Mao Zedung'u, Marks, Engels, Lenin ve Stalin düzeyinde ML'in büyük öğretmenlerinden biri oldu­ğunu ve ML'e katkılarını haklı olarak vurgularken, bilimin nitel gelişmesini çağ değişikliğine indirgemiş bununla sınırlandırmıştır. Bu anlamda, bir bilim olarak ML teorinin ortaya çıkışı ve gelişimiyle, toplumsal pratik arasındaki iliş­ki yanlış kavranmıştır.

Ayrıca bu anlayıştan yola çıkılarak, Mao Zedung'u En­gels ve Stalin'le birlikte, Dimitrov ve Enver Hoca düzeyinde değerlendirerek hem Mao'nun katkılarının önemini ve de­rinliğini daraltan bir yaklaşım sergilemiş, hem de "teoriye yeni bir temelde katkıda bulunmamış kişiler" denilerek, Engels'in Marksist teorinin iki yaratıcısından biri olduğu gerçeği reddedilme gibi vahim bir hataya düşülmüştür.

Ve yine I. Konferans, Lin Piao'nun kendi "sol" görü­nümlü modern revizyonist çizgisine kılıf olarak Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi'ni kullanmasını, M-L-MZD'nin bu revizyonist çizginin genel ifadesi ve kendisi şeklinde meşru gösterilerek ve onaylanarak, Mao Zedung Düşüncesinin içeriğini Mao Zedung'un ML'e katkılarıyla doldurulmasını yadsıyarak, Mao Zedung Düşüncesinin reddini yanlış ve sakat bir gerekçeye dayandırmıştır.

AEP yönetici kliğinin Mao Zedung yoldaş şahsında ML'e 1978 yılından itibaren başlattığı saldırılar karşısında, Parti önderliğinin sallanmasının en önemli nedenlerinden birisi de, I. Konferanstaki bu yanlış yaklaşımıdır.

Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Marksizm-Leninizmin başına gelenler, Mao Zedung'un ve Mao

Zedung Düşünce­sinin de başına  gelmekte, her türden burjuva modern reviz­yonist akımın cepheden açık saldırıları yanında, birçok re­vizyonist ve oportünist akım da Mao Zedung Düşüncesi kis­vesi altında Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesine saldırmaktadırlar. Bunun en yaygın biçimi, üç dünya reviz­yonistleridir. Bugün, Stalin ve Komüntern'in reddi ve ona saldırı temelinde şekillenmeye çalışan, troçkizmden etki­lenmiş Marksizm-Lennıizm-Mao Zedung Düşüncesi kisvesi altındaki akım da, Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Dü­şüncesi düşmanı bir akımdır.

Partimizin programatik 5 belgesinde doğru olarak yer alan "Mao Zedung Düşüncesi" I. Konferans kararıyla çıkarılmıştı. I. Konferans bunu yaparken, Mao'ye yönelik saldırıların etkisinde kalmış ve daha o zamandan göğüsle-yememiştir.

 

II. KONFERANSIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

  • II. Konferans önemli hataları içermesine rağmen esas ola­rak ML'dir. II. Konferans, revizyonist-troçkist kırması sap­maya karşı ML'lerin zaferiyle sonuçlanmıştır.
  • II. Konferansımız 57-60 Deklerasyonlannı eleştirici bir gözle değerlendirmiş ve onun özünün ML olduğunu sa­vunmuştur.
  • II. konferansımız AEP modern-Revizyonizminin Mao Ze­dung yoldaş şahsında ML'e yönelttiği saldırılarına doğru bir tavır almış ve onun hattının anti-ML olduğunu ilan etmiştir.
  • II. Konferansımız M-L'nin ve parti çizgimizin askıya alın­ması anlamına gelen ÇKP'nin SBKP.Modern Revizyonistle­rine karşı yürüttüğü polemiklerine ve Mao'nun Staline kar­şı yürüttüğü eleştirilerin askıya alınması önerisinigetiren revizyonist kanadın amacını mahkum etmiştir.
  • II. Konferansımız, Partimizin ML çizgisine sahip çıkmış ve onu onaylamıştır.
  • II. Konferansımız yetersiz de olsa geçmişe tavır takınmış ve OE yapmıştır.
  • II. Konferansımız tüzükteki bazı eksiklikleri gidermiş ve onu daha da esnek hale getirmiştir.
  • II. Konferansımız yeni bir MK oluşturmuş ve Partiyi yeni bir önderliğe kavuşturmuştur.
  • II. konferansımız uluslararası alanda ML akımdan yana tavır almış ve Marks-Engels-Lenin-Stalin ve Mao'nun ışıklı yolunda olduğunu yeniden ilan etmiştir.

 

  • II. Konferansımız Mao Zedung ve BPKD öğretilerine sa­hip çıkarak onun, ML'e olan katkılarını ve sosyalist bir ül­kede Kültür Devriminin önemini vurgulamıştır.
  • II. Konferansımız hakim sınıfların yoğun saldırılarının olduğu bir dönemde yapılmış, karşı-devrime ve gericilere korku olurken, devrimci kamuoyunda olumlu bir etki ve Parti tabanımızda şevk yaratmıştır.

 

II. KONFERANS KARARLARINDAKİ OLUMSUZLUKLAR:

 

1- "Ülkemizde barışçıl mücadelenin esas hale gelebileceğini" söyleyerek, barışçıl mücadele ile silahlı mü­cadeleyi karşı karşıya getirmesi, ülkemizde başından sonu

na kadar silahlı mücadelenin esas olabileceğini görememesi ve bu konuda I. Konferanstan daha geriye düşmesi. 2- I. konferansta İK'ya yönelik haksız eleştirileri açığa çıkarıp reddetmemesi.

3-1. Konferans ÖE'sinin oportünist niteliğini görememesi. 4- Ülkemizde o günün özelinde durum değerlendirmesini sol sübjektif yapması.

5-Parti belgelerinde "Lin Piao'nun etkisi olduğu" eleştirisi­ne sessiz kalması.

6-II. Konferansımız AEP'inbütünüyle revizyonist, troçkist, ASHC'nin ise revizyonist bir ülke haline geldiğini göreme­mesi. Bu konuda YDH'nin ideolojik saldırılarına göğüs ge-rememesi.

7-1. MK'ni değerlendirmede tecrübeleri geniş özetleyemedi. Örgütlenme, taktikler, çalışma tarzı, ordu örgütlenmesi, mücadele biçimleri vb. gibi birçok önemli noktada gerekli dersleri çıkaramadı. Bunun içindir ki bazı konularda I. MK'dan köklü olarak kopamadı (mesela taktik konularda).

 

II. KONFERANSIN DURUM DEĞERLENDİRMESİ VE TAKTİK TESBİTLERİ ÜZERİNE:

 

"Bugün ülkemizde devrimci durum duraksamasına rağ­men kalkmış değildir. Hakim sınıflar arasında çelişme vardır. Geniş yığınlar 12 Eylül faşist darbesi ile beraber şaşkına kapıl­mıştır. Her an patlamaya hazır durumdadır. Hoşnut­suzluk giderek artıyor. Yakında patlaklar kaçınılmazdır.''

II. Konferansın bu durum değerlendirmesi sol sübjektif bir tesbittir. Bu tesbitin yapıldığı 1981 başında kitlelerde büyük hoşnutsuzluklar yoktu. Kitlelerin şaşkınlık içinde ol­dukları doğru ancak cuntanın demogojisi altına yavaş yavaş giriyordu. Devrimci durum duraklama ve gerileme süreci­ne girmişti. Kitlelerin hoşnutsuzluğunu gösteren somut bir kitle hareketi ve buna benzer şeyler yoktu. Kitleler yoğun bir faşist saldırı ve baskı ile susturulmuştu, devrimci hare­ketlerin büyük çoğunluğu ağır darbeler yemiş birkaçı ise merkezi önderliklerini kaybetmişti. Merkez yapısını koru­yanlar ise şaşkınlık içindeydiler ve ayakta kalıp kalmama­ları an meselesiydi.

Partimizin durumu ise çok açıktı. Her geçen gün 30-40 kişilik yakalanmalar oluyordu. Örgütsel yapı dağınık ve hantaldı. 12 Eylül öncesinden kalma kof yapı ve ideolojik çürüme, bürokratizm, dar pratikçilik olduğu gibi duruyor­du. 12 Eylül AFC'sının ağır baskısı sonucu birçok kardo, PÜ ve tabandan kopmalar oluyordu. Partimiz örgütlenmesinin büyük bölümünü hala korumasına rağmen, kısa zamanda dar ve militan bir örgütlenmeye gitmezse, Parti içinde bü­yük bir temizlik yapılmazsa kof ve hantal örgütlenmenin yerine sağlam ve tam bir yeraltı örgütü oluşturmanın hızlı bir adımı atılmazsa Partimizin çok ağır darbeler alacağı açıktı. Bunu hergün yenen darbelerden görmek olasıydı.

"Hakim sınıflar arasında çelişme vardır". Bu doğru. Hakim sınıf klikleri arasında hiçbir zaman çelişme ortadan kalkmaz. Ama bazen artarak keskinleşir, bazen oldukça zayıflar. Oysa II. Konferans genel bir doğruyu tesbit etmek­le yetiniyor. Çelişmenin boyutunu ortaya koymuyor.

Olan neydi?

Amerikancı merkezi klik, hakim smflarin diğer klikleri­ni susturmuş, partilerin faaliyetlerini geçici olarak (o gün için böyleydi, sonra kapattılar) durdurmuştu. Parlamento­yu kapatmış, milletvekilleri feshedilmişti. Partilerin faali­yetlerinin durdurulması, parlamentonun kapatılması, ege­men sınıf kliklerinin bu kesiminde hoşnutsuzluk yarat­mıştı. Ama bu klikler cuntaya karşı esasta suskun kalmış­lardı. Cuntaya açıktan muhalefet etmiyorlar, perde gerile­rinde fısıltı yapmakla yetiniyorlardı.

Kısacası 12 Eylül öncesinin keskin çelişmeleri zorla da olsa bastırılmış ve perde gerisine itilmişti. Ama bu çelişki­nin kısa zamanda patlayacağı ya da boyutlanacağımn belir­tisi de yoktu.

II. Konferans, ".. ülkemizde devrimci durum duraksa­masına rağmen kalkmış değildir" dedikten sonra peşinden halk kitlelerinin "her an patlamaya'' hazır olduğunun tesbi­tini yapmaktan geri

durmuyor. Bu iki tesbit birbiriyle çeliş­melidir. Eğer orta vadede "patlayacaktır" deseydi bir dere­ceye kadar haklı olabilirdi. Ama "her an patlamaya" hazır olduğunu söylemek, subjektivizmi üst boyuta çıkarmak an­lamına gelir. Kitlelerin durumunu doğru tesbit edememek demektir bu.

"Devrimci durum duraksamış" demek muğlaktır. Dev­rimci durumun duraksaması doğru ama nerede, hangi bo­yutta duraksamıştır? Oysa Konferansın yapıldığı süreçte gi­derek geriliyordu ve devrimci durum çok alt seviyelerde seyrediyordu. Giderek gerileme sürecine giren devrimci durumdan "her an patlamalar" üretmek doğru bir yakla­şım ve gözlemleme değildir. Uzun vadede patlamalar bekle­nebilir. Ama 12 Eylül'ün hemen ertesinde böyle bir tesbit subjektivizmin, yani sübjektif isteklerimizi nesnel gerçek­lerin yerine geçirmenin bir ürünüdür.

Böyle bir durum değerlendirmesi, taktikleri de doğru tesbit edemez, "sol" sübjektif durum değerlendirmesinin taktiklere yansımaması pek mümkün değildir. Nitekim yansımıştır. Silahlı mücadelenin esas olduğu tesbiti doğru olarak yapılırken, bunun nasıl bir görünüm arzedeceği doğ­ru bir biçimde konmuyor. Genelde geri çekilme kararı alın­ması ve kırsal bölgelerin güçlü olduğumuz yörelerde aktif savunma taktiği uygulanması tesbit edilmiyor.

II. Konferans şöyle diyor:

"Ve bugün taktik olarak da mücadelenin silahlı biçimleri ön plandadır. Yani esastır. Ama bu gerilla savaşını hemen baş­latmak anlamına gelmez."

Bu tesbit doğru ancak açık değil. Gerilla savaşma he­men başlanmayacaksa ne yapılacak, nasıl bir taktik izlene­cek? Genelde izleyeceğimiz taktik, şehirlerde ve kırlarda iz­leyeceğimiz taktikler ne olacak? Bunlara cevap verilmiyor.

Yapılması gereken, geri çekilme kararı almalı Kırsal alanda belli bölgelerde yoğunlaşırken, şehirlerde de sanayi­nin yoğun olduğu bazı şehirlere (bölgelere) çekilmeliydik. Dört bir yana yumruk sallamaktan vazgeçilmeliydi. Tek tük ilişkilerin peşinden koşma yerine, bunlara yayın yoluy­la ulaşılmaya çalışılmalıydı.

Kırsal kesimde daha önce örgütlülüğümüz olan kitle te­melinin yoğun olduğu birkaç bölgede yoğunlaşıp, buralar­da silahlı gerilla birlikleri örgütlenmesine gidilmeliydi. Tu­tunamadığımız ya da kısa vadede tutunamayacağımız uzun vadede tutunabileceğimiz bölgelere çekilmeliydik. Buralar­da silahlı gruplar oluşturarak aktif savunma taktiği izlenme­liydi.

Şehirlerde ve sanayinin candamarı olan belli bölgelerde güçlerimizi yoğunlaştırmalı ve eski kof örgütlenme yapısını dağıtmalıydık. Tamamen yeraltına çekilinmeliydi. Sağlam Parti hücreleri örgütlenmeli, düşmanın kolay kolay ulaşa­mayacağı örgütlenme ağı kurulmalıydı.

Ama II. MK Konferans kararlarından aldığı güçle, eski örgütlenmeler üzerinden mücadele sürdürmeye kalktı. Parti içinde temizlik yapılmadı. Kof örgütlenmeyi olduğu gibi korudu. Ayrıca dağınık ve geniş örgütlenme sürdürül­meye çalışıldı. Oysa Parti örgütlenmesinin acilen daraltıl­ması ve sağlamlaştırılması gerekiyordu.

Koşullar değişti, taktiklerin de değişmesi gerekiyordu. Taktik değişikliğine bağlı olarak örgütlenmede de (taktiğe uygun olarak) değişimlerin, yeni biçimlenmelerin olması şarttı.

KP'nin koşulları oluştuğunda saldırmasını bildiği gibi, geri çekilmesini de bilmesi gerekiyor. Geri çekilmesini öğrenemeyen bir KP, mücadeleyi başarıyla sürdüremeye­ceği gibi, büyük kayıplar vermekten, hatta yenilgi almaktan kurtulamaz. Geri çekilme, güçlerin heder olmadan savaşın üst boyuttan alt boyuta düşürülmesi ve yeniden saldırmak için güç toplamak demektir.

Her devrimci durumun gerileyişinde mutlak genel bir geri çekilme anlayışı yanlıştır. Bu objektif koşulların ve sübjektif gücün durumuna bağlıdır. Devrimci durum geri­lediği halde Parti geri çekilme siyaseti izlemeyebilir. Bazı bölgelerden çekilirken bazı bölgelerde saldırı taktiğini, bazı bölgelerde savunma taktiğini izleyebilir. Sosyal ekonomik yapının dengesiz gelişmesi böyle bir taktik izlemeyi zorunlu olarak gündeme getirebilir. Mücadele, ülkenin çeşitli yerle­rinde çeşitli görünüm kazanır. Bu kavranmadan doğru bir taktik hat izlenemez.

II. Konferansta geri çekilme kararı alınmalıydı. Çünkü, objektif koşullar aleyhimizdeydi, buna karşı olarak Parti­mizin durumu içaçıcı değildi, örgütlenme kof ve hantaldı, içten içe çürüme vardı, yeni döneme ayak uyduramayacak yeni kadroların ve PÜ'lerin birçoğu yönetici organlardaydı, daha altlarda da aynı durum mevcuttu, kırsal alanda ise ge­rilla örgütlenmesi çok zayıftı. Daha doğrusu bu perspektifle örgütlenme esasa ilişkin yapılmamıştı. Köylüler ile sağlıklı ilişkiler kurulmamış ve milis örgütlenmesi asgari düzeyde bile değildi.

Parti bu her iki durumu gözönüne alarak, direnerek geri çekilme kararı almalı ve yeni duruma göre örgütlenme yap­malı, eski örgütlenmenin zor karşısında iki ayağı üzerinde hemen döküleceğini görmeliydi.

Revizyonist ve oportünistlerin geri çekilmeden an­ladıkları mücadeleyi tatil etmek ve ilişkileri dondurmaktır. Bizim anlayışımız bu değildir. Biz, yeniden saldırmak için geri çekilebiliriz.

Geri çekilme taktiği ile Parti ve ordu örgütlenmesini as­gari düzeyde sağlamlaştırırlarıydık. Devrimci durumun ilerleme sürecine girmesiyle birlikte, Partimiz savunma taktiğinden, ilerleme taktiğine geçmeye yönelmeliydi.

Ayrıca geri çekilme içinde yer yer saldırılar olmayacağı anlaşılmamalı, geri çekilme ve savunma içinde de güçlü saldırılar düzenlemelidir. Ama bu saldırı esas hale gelme­melidir. Uzun süre savunmada kalmak, silahlı mücadele bi­rimleri için ölüm demektir. Bu nedenle belli bir güç top­ladıktan sonra saldırıların giderek dozajı artırılmalıdır.

 

II. KONFERANSIN GERİLLA SAVAŞINA HAZIRLIK DÖNEMİ (GSHD) VE BARIŞÇIL MÜCADELE ANLAYIŞLARI ÜZERİNE:

 

II. Konferans GSHD diye bir dönemin olduğunu kabul ediyor. Ancak bunun içeriğini doldurmuyor. I. Konferansın silahlı mücadele konusundaki kararlarını eleştirirken, böyle bir dönemi oldukça uzun tutuyor. Sanki Gerilla Sa­vaşı döneminin bir evresi gibi ele alıyor. Aynı anlayış I. MK'da da var. Örneğin I. Konferans ve I. MK'yı bu konuda eleştirirken şöyle diyor.

"Hazırlık aşamasının uzun bir dönemi kapsayabileceğini içinde taşır, ama bu hazırlık döneminde kitlelerin kendiliğinden gelen mücadelesi, mücadelenin silahlı biçimlerini öne çıkarabi­lir."

Bu anlayış, GSHD'ni uzun bir evreye bırakan I. MK'nm anlayışından farklı olmayan bir yaklaşımdır. II. Konferans, I. MK'nın GSHD anlayışına esasta karşı çıkmıyor. Karşı çıktığı nokta, GSHD'nde hem silahlı mücadele ön plana çıkabilir, hem de barışçıl. Bu anlayış GSHD denen dönemi belirsiz bir geleceğe ertelemeyi beraberinde getirdiği gibi si­lahlı mücadelenin "basitten karmaşığa, küçükten büyüğe doğru gelişeceği" gerçeğini inkar eder. Bu anlayış aynı za­manda I. MK'nm "sürekliliği sağlanmış gerilla savaşı" anla­yışında vardır.

GSHD diye bir dönemi kabul etmek Gerilla Savaşı man­tığına ve ülkemiz gerçeklerine terstir. Öyle zamanlar olur ki, hazırlık bazen çok uzun sürebilir, bazen de kısa. Esasın­da GSHD sübjektif durumla ilintilidir. Eğer ülkede silahlı mücadele koşulları varsa ve buna

rağmen Parti buna hazır değilse (örneğin Partimiz 1974'ten sonra yeni toparlanmaya başladığı 1975-76'ya kadar böyle bir dönem yaşadı) o zaman sübjektif eksikliklerini gidermeye çalışır.

"Gerilla savaşına hazırlık dönemi" diye bir "dönem" yoktur. Zaten Gerilla Savaşı kendisi bir aşamadır. Ve kendi­si içinde dönemlere ayırmak hatalı olur. Şühhesiz her sava­şın, her eylemin bir hazırlığı olur. Böyle bir ön hazırlığı red­detmek bizleri sol anlayışa götürür ve sonu hüsrandır. Ge­rilla savaşma hazırlık görevleriuzun süreceği gibi kısa süre de olabilir. Örneğin isyanların geliştiği ve kendiliğinden ge­lişen kitle hareketlerinin geliştiği koşullarda hazırlıkların tamamlanması kısa vadeli olurken, isyanların ve kitle hare­ketlerinin olmadığı ve partinin oldukça dağınık olduğu ke­sitlerde hazırlık görevleri uzun vadeli olabilir.

Gerilla savaşını başlatıp başlatmamak sorunu objektif ve sübjektif koşullara bağlı iken, objektif şartlar tayin edici­dir. Silahlı mücadelenin objektif şartları her zaman vardır. Objektif şartların değişmesine ilişkin silahlı mücadelenin taktik biçimlerinde değişme olur. Yani devrimci durumun ve devrimci hareketin gerilediği dönemlerde geri çekilme ve geri çekilmeye bağlı olarak aktif savunma (silahlı müca­delenin savunma biçimi) iken, devrimci durumun ve dev­rimci hareketin ilerlediği kesitlerde saldırı taktiği ön plana geçer ve silahlı mücadelenin saldırı taktiği esas halka olur. Silahlı mücadelenin bu biçimi gerilla savaşı ve diğer müca­dele biçimlerine tabi olarak ele alınmalıdır.

Ayrıca ülke çapında gerilla savaşını birden başlatma an­layışımız yok. Çünkü ülkemiz dengesiz bir sosyo-ekonomik yapıya sahiptir. Ülkemiz bu özelliğinden dolayı her yerinde aynı anda gerilla savaşma başlama koşulları yoktur. Parti­mizin yapması gereken gerilla mücadelesinin gelişmesine elverişli bölgelere öncelik vermesi gerekir. Başka bir de­yimle, bozkırın kuru olan bölgelerinden tutuşturulması ge­rekir. Anlayışımız budur ve bu olmalıdır.

GSHD'ni I. MK ve II. Konferans Türkiye çapında hazırlık diye ele aldılar. Bu nedenle de GS'nin ruhuna ve ül­kemiz gerçeklerine ters düştüler.

Silahlı mücadelenin ruhu ülkemiz özelinde, bir bölgede silahlı mücadele gelişirken ülkenin bir başka yerinde Parti­miz silahlı mücadeleyi başlatmak için hazırlık içinde olabi­lir. Ülkenin bir bölgesinde GS boyutlanırken bir başka bölgesinde cılız bir gelişme içinde olabilir. İbrahim yol­daş'm "eğer gerekiyorsa kısa bir ajitasyon ve propaganda­dan sonra GS başlatılmalıdır" demesinin nedeni budur. Ama, İK yoldaşın bu anlayışı I. MK tarafından yanlış bir şe­kilde "sol" olarak yorumlandı.

İbrahim yoldaş'ta hiçbir hazırlık yapılmadan GS'ni baş­latma anlayışı yoktur. İK yoldaşın hazırlıktan anladığı, önce silahlı mücadeleye elverişli askeri arazilerin ve kitle temeli­nin olduğu bölgeler seçilerek burada asgari bir parti örgüt­lenmesinden sonra silahlı mücadele başlatılabilir. Bu doğru bir yaklaşımdır. Aksi takdirde PDA revizyonistlerinin Par­timize getirdiği eleştiriler haklı görülür.

Silahlı mücadeleyi kalıplara dökmek yanlıştır. Silahlı mücadelenin boyutlanmasıyla, kimi bölgelerde Partinin önderliği olmadan dahi kitlelerin kendiliğinden silahlı mü­cadeleye başladığı bile görülebilir. I. MK ve II. Konferansın GSHD anlayışı ile hareket edecek olursak "sakın başlamayın, Partimiz orada daha örgütlenmedi" demesi gerekir.

Sonuç olarak GSHD diye özel bir aşama anlayışı yan­lıştır. Bu sorun genellikle yeni kurulan bir Partinin belli bir örgütlenme sürecini kapsayabilir. Ama bu sorunu ülke çapında GSHD anlamına getirmek yanlıştır. Bir parti için GSHD, savaşı başlatacağı bölgede asgari bir parti organının oluşması, gerilla çekirdeğinin oluşturulması, kısa bir propaganda-ajitasyon faaliyetinin sürdürülmesi ve bazı tek­nik hazırlıklardan sonra GS'nm sürekliliğini kazandır­malıyız.

Örneğin Partimizin Dersim yöresi için hazırlık devresi kapanmıştır.

Şunu da belirtmek gerekiyor; bir bölgede gerilla sava­şını başlatmak için, o bölgede Parti örgütünün oluşmasını mutlaklaştırmak yanlıştır. Biz Parti örgütlenmesini isteriz, ama buna olanak yoksa, GS'm başlatmak için bütün koşul­lar varsa ve yalnız Parti örgütlenmesi yoksa yine de başlatıl­malıdır. Parti, oradaki GS'nı başka bölgedeki Parti örgütü önderliğinde yürütür ve önüne orada Parti örgütünü oluş­turmayı koyar.

Bugün Partimiz silahlı mücadeleyi başlatmış ve başka bölgelere yayma gücü vardır. Sorun GS'na elevirişli bölge­lere yayılıp, doğru bir politika önderliğinde silahlı mücade­leyi başlatmak ve geliştirmektir. Acil görevlerimiz şunlar­dan ibaret olmalıdır;

"Kuvvetli bir kitle temeline, kendine yeterli ekonomik kay­naklara ve askeri harekata elverişli bir araziye sahip önemli kırlık bölgeler saçilmeli, en değerli profesyonel partili kodrolar, bunların en çoğu bu bölgelerde seferber edilmelidir. Bu bölgeler­de örgütlenmede kavranacak halka ta başından silahlı mücade­le örgütlerinin, yani gerilla birimlerinin teşkili olmalıdır. Eğer gerekliyse çok kısa bir propaganda ajitasyon faaliyetinden son­ra derhal gerilla eylemlerine girişilmelidir. Örgütlenmenin bü­tün diğer biçimleri, illegal okuma grupları, yayınlan basan, u-laştıran ve dağıtan hücreler vs. vs... gerilla faaliyetinin seyri içinde onun ihtiyaçlarına cevap verecek, onu destekleyecek, güçlendirecek şekilde ele alınmalıdır. Bu amaçla seçilmiş bölge­lerdeki en ileri unsurlar, derhal her türlü gerici bağlarından ko­parılmak, profesyonel faaliyetin içine çekilmelidir. Şehirlerdeki ileri işçiler ve önder kadrolar jişe yaramayan, mütereddit, ken­disi öndere muhtaç, ayakbağı olan geri ve tecrübesiz unsurlar değil), bunların büyük çoğunluğu köylük bölgelere, köylülerin silahlı mücadelesini örgütlemeye gönderilmelidir. Hareketin her türlü imkanları bu yolda seferber edilmelidir. " (İK. Seçme Yazılar sf: 324-325)

 

I. MK'NIN VE II. KONFERANSIN BARIŞÇIL MÜCADELE ANLAYIŞI ÜZERİNE

 

II.Konferansın Barışçıl Mücadele (BM) konusunda I. MK'dan özde bir ayrılığı yoktur. Tek ayrılık noktası I. MK'nın BM'yi GSHD dediği dönem boyunca esas alması. II. Konferans ise, "GSHD" döneminde olsun, başka zaman­lar olsun, BM değil, her ikisinin de esas hale gelebileceğidir.

"I. Konferans bir yandan 'bugün ülkemizin birçok bölgesin­de gerilla mücadelesinin başlatılmasının objektif şartları vardır. Yapılması gerekli olan partili yoldaşları belli bir kitle te­meli olan, kendi kendine yeterli beslenme kaynaklarına sahip, coğrafi bakımdan askeri harekata uygun olan kırlık bölgelere göndermektir. Bu bölgelerde bu yoldaşların önderliğinde gerilla birimleri oluşturmak, kadroları silahlandırmak ve gerilla sava­şını başlatmaktır. Bugünelde başlatabilecek yeterince insan gü­cümüz vardır. Bazı bölgelerde gerilla mücadelesini başlatabile­cek kitle tabanımız vardır." "Bugün ülkemizde gerilla mücade­lesinin obektif şartları vardır." "Eksik olan sübjektif saflardır. Bu şartlar sağlam bir parti örgütlenmesi (abç.) ve buna bağlı olarak asgari bir silahlı örgütlenme (gerilla birimleri) si­lahlanma ve teknik hazırlanmadır."

II. Konferans yukarıdaki eleştiriyi I. Konferans karar­larına getirirken I. Konferansın tesbitini "sol sübjektif" bu­luyor ve değerlendiriyor. Çıkış noktaları değişik olsa da , I. MK ve II. Konferans bu konuda aynı yanlış anlayışa düşü­yorlar.

II. Konferans, I. MK'nın silahlı mücadele anlayışını haklı olarak eleştirirken ve kendisi silahlı mücadele kararı alıyor ama, I.

Konferansın kararma neden karşı çıktığına değinmiyor. I. Konferansın kararını "sol sübjektif" bul­makla ve "hemen gerilla mücadelesini başlatmayı savunuyor" demekle yetiniyor.

I.  Konferansın yapıldığı, 1978 dönemini irdelemek gerekiyor. 1978'de devrimci durum silahlı mücadele için elve-
rişli ve giderek daha da elverişli hale geliyordu. Barışçıl gösteriler olmasına rağmen, tek tek silahlı eylemler kitlenin ileri kesimlerinden destek görüyordu. I. MK ve II. Konferansın tesbitlerinin tersine silahlı mücadele kitlelerden destek görüyordu. Partimizin 1977'de şehirlerde sürdürdüğü eylemler, Partimizin prestijini yükselttiği gibi kitle ile bağlarını da geliştirmiştir. 1978'de ise, hem objektif durum,hem de sübjektif durum silahlı

mücadeleye elverişliydi.Partimiz, silahlı mücadeleyi başlatacak asgari örgütlenmeye sahipti. Eksik olan silahlı gerilla birliklerinin oluşturulmasıydı. Eğer çaba harcansaydı bu da kısa zamanda gerçekleşirdi.

II.  Konferans FÜ'lerin "barışçıl mücadele" anlayışını eleştirisiz kabul ederken, I. Konferansın gerisine düşerek,
eleştirdiği I. MK'nm çizgisine düşmüştür. "Kuşun taşa çarpması", ''taşın kuşa çarpması'' edebiyatı ile I. MK eleşti-
rilemez.

"I. Konferansımız çok kısa bir hazırlıktan sonra gerilla savaşı başlatılabilir görüşünü savunmaktadır." (II. Konfe­rans Belgeleri sf: 64)

Görüldüğü gibi II. Konferans, I. Konferansın silahlı mü­cadeleyi başlatma kararma karşı çıkıyor, ama neden karşı çıktığını bir türlü söylemiyor. Tabi bu eleştiri de çok soyut kalıyor.

I. Konferansın bu noktada eleştirilmesi gereken anla­yışı vardır. O da şu: "Eksik olan sübjektif şartlardır. Bu şart­lar sağlam bir Parti örgütlenmesi..."

"Sağlam bir Parti örgütlenmesi" şartı, silahlı mücadele­nin başlatılması için bir şart olamaz. Bu KSİ'lerin kurulması için gereklidir. "Sağlam bir Parti örgütlenmesi" şartı, silahlı mücadelenin başlatılması için getirilemez. Bu, partinin uzun süreli silahlı mücadele içinde inşa olacağı gerçeğinin inkarı ve PDA'nın anlayışıdır. Bu anlayış, İK yoldaş'm mah­kum ettiği revizyonist bir anlayıştır. I. Konferans kararları arasına sokuşturulan bu revizyonist tezi ne yazıkki II. Kon­feransta göremiyor.

I.  Konferans kararlarına rağmen I. MK'nın sağa tornistan yapmasının gerekçelerinden biri budur. II. Konferans
ise bu sağ anlayışa ortak oluyor.

Partimize barışçıl mücadele anlayışını I. MK'nm sağcı politikası getirmiş ve bunu FÜ'ler daha da geliştirmiştir. II. MK'nm bunu daha da sistemleştirmesi (II. MK 5. Toplantısı Raporu) I. MK-II. Konferans zincirinden ayrı olarak ele a-lmamaz. Çünkü kökleri eskidir.

II.    Konferans, BM'nin bazı dönemler esas hale gelebileceğini söylerken "marksistlerin hiçbir mücadele biçimini"
reddedemeyeceği ve "mücadele biçimlerinin sübjektif unsurun iradesi dışında bir objektif olgu olduğu''gerçeğinden
hareket ediyor.

Komünistler hiçbir mücadele biçimini reddetmezler. Bu ML bir önermedir. Biz barışçıl mücadelenin esasta kansız bir mücadele biçimi olduğunu söylüyoruz, belirtiyo­ruz. Ancak ülkemiz YS, YF bir ülkedir ve ülkemizde devrim

ancak silahlı bir temelde gelişmek zorundadır. Ülkemizde sosyo-ekonomik yapısı gereği silahlı mücadelenin her za­man şartları vardır. Bu koşullar değişmedikçe, silahlı müca­dele esas mücadele biçimi olarak her zaman gündemde ola­caktır. Bunu reddetmek, revizyonizme düşmek, ülke gerçeklerini görememek demektir.

Partimizde bazı yoldaşlar reizyonizmin etkisinde kala­rak, "ülkemizde barışçıl mücadelenin de esas olabileceğini söylüyorlar. Nitekim I. MK, II. Konferans ve II. MK zincir­lemesi böyle somut tesbitlerde bulunmuşlar ve Partimizin önüne bu sağcı anlayışı koymuşlardır. Partimiz bu süre için­de ilerleme değil gerileme, sağlamlaşma değil çürüme göstermiştir. Partimizin bu ML görüşüne başta PDA reviz-yonizmi olmak üzere, KK hizibi, TDKP revizyonizmi ve en son da YDH saldırmıştır. Bu eleştirilere göğüs geremeyen, silahlı mücadele anlayışının özünü kavramayanlar sürekli sallanmışlardır. Oysa yapmaları gereken, sağcı revizyonist görüşleri Partimizin 5 Temel Belgesinin ışığında mahkum etmekti.

Bu konuda İK yoldaş şunu söylüyor:

"Komünistler, politikalarını tesbit ederken esas olanla tali olanı ayırdederler. Bu, son derece önemli birşeydir. Doğruyolda ilerlemenin şartıdır. Mesela bugün, silahlı mücadele esas, diğer mücadele biçimleri talidir diyoruz. Diğer mücadele biçimlerini kabul etmek, onu esas haline getirmeyi gerektirmez. Yine mese­la bugün, köylük bölgelerde mücadele esas, büyük şehirlerdeki mücadeleyi kabul etmek, onu esas hale getirmeyi gerektirmez. " (İK. SE. sf: 415)

Mücadele biçimleri Partimiz belgelerinde çok açıktır. Bu konuda "açıklık yok" diyenler, Partimiz görüşlerini ya kavrayamamışlar, ya da bilinçli olarak sorunu çarpıtıyor-lardır. Bunun başka izahı yoktur. Özellikle "barışçıl müca­dele konusu açık değil'', "esas hale gelip gelmeyeceği konu­sunda netlik yok" diyenlere İK yoldaş'ın görüşleri birer şa­mar gibi inmektedir.

Partimizin kuruluşundan bugüne kadar (1979 yılı hariç) sadece bir yıl (1979) silahlı mücadelenin esas olduğunu söylemek. İşte revizyonizm ve barışçıl mücadelenin esas ol­duğu anlayışının vardığı nokta budur. Bu anlayış ülkemiz­de, silahlı mücadelenin tali, barışçıl mücadelenin esas oldu­ğu anlayışını getirir. Sözde söylenmese de pratik te olan bu­dur. Bu durum gerçeği değiştirmez.

II. Konferans, I. Konferans kararlarını eleştirirken şun­ları söylüyor:

"I. Parti Konferansında yer alan bu görüşler sübjektif "sol" anlayışları yansıtmaktadır. Bu, o günkü somut durumun doğru tesbit edilmediği hazırlığın, o günkü sınıf mücadelesinin hangi biçimiyle yapılacağını berrak ve doğru bir biçimde konmadığı bir tesbittir. Oysa o dönemde doğru tesbit, "taktik olarak ba­rışçıl mücadelenin ön planda olduğu" olmalıydı." (P. II. Konfe­rans Belgeleri sf: 64)

O günkü durumdan kasıt 1979 yılıdır. 1978 yılı kitle gösterilerinin olduğu gibi, tek tek silahlı eylemlerin, anti-faşist kitle gösterilerinin, siyasi grevlerin ön planda, dev­rimci dalganın kabardığı bir dönemdi. Egemen sınıflar arasındaki çelişkinin keskinleştiği, ekonomik ve siyasi kri­zin derinleştiği bir dönemdi. O günkü ortam tam da silahlı mücadeleye uygundu. Kitlelerin ruh hali olsun, devrimci kabarışın niteliği olsun, silahlı mücadelenin gelişmesine uygundu. Bunu görmemek siyasi körlüktür ya da silahlı mücadeyi kitlelerden beklemektir. Zaten I. MK'nm II. Kon­feransın ve II. konferansa damgasını vuran FÜ'lerin ba­rışçıl mücadele anlayışları, kitlelerin kendiliğinden gelişe­cek silahlı mücadelesi döneminde Partinin de kitlelerin kuyruğuna takılıp silahlı mücadeleyi "başlatmasını" sa­vunmaktır. Savunulan anlayış bundan başka birşey değil­dir.

Komünistler, kitlelerin ruh halini gözardı etmezler.Ama taktiklerim de geri kitlelerin ruh haline bakarak tesbit etmezler. Taktikler, sadece kitlelerin ruh haline göre belir-lenmez. Devrimci durumun seviyesi, kitelerin ruh hali, ege­men sınıfların durumu, mücadelenin boyutu, Partinin du­rumu, uluslararası durum vs. bir bütün olarak değerlendiri­lip ona göre taktik belirlerler.

Taktik tesbit ederken, kitlelerin suskunluğuna göre be-lirlenmez. Kitlelerin neden sustuğunu, refah seviyesinin yükseldiğinden mi? Yoksa ağır baskılar sonucunda mı? Ama, II. Konferans ve I. MK 1978'de barışçıl mücadelenin esas olduğunu söylerken, kitlelerin en

geri kesiminin ruh haline göre belirlenmişlerdir. Diğer bir nokta da, 1978'de legal çalışma olanaklarının fazla olması da buna etken ol­muştur.

Silahlı mücadelenin önemini kavrayamayanlar İK yol­daşın şu sözlerini hiç kavrayamazlar.

"Bu mücadelenin —silahlı mücadele bn.— kitleleri muaz­zam bir şekilde uyandırıp eğiteceğini, sadece o bölgedeki değil, ülkenin diğer yerlerdeki kitleleri de uyandıracağını ve kitle te­melini de kuvvetlendireceğini, partinin ve silahlı kuvvetlerin esas olarak bu mücadele içinde inşa olacağını ve Kızıl İktidar­ların bu mücadelenin belli bir aşamasında ortaya çıkacağını unutmayalım." (İK. SE. sf: 21-22)

II. Konferans, ülkemizde barışçıl mücadelenin esas ha­le gelmeyeceği görüşünü savunanlara şu eleştiriyi getiriyor:

"Bizim gibi ülkelerde barışçıl (ya da kansız) mücadele biçimlerinin hiçbir zaman esas mücadele biçimi durumuna gel­meyeceği, her dönem mücadelenin silahlı biçiminin esas ve diğer biçimlerinin tali olacağı görüşünü.. Bu anlayış mücadelenin bir biçiminin gelişerek tarihi koşullarda sınıf mücadelesinde çok zengin değişikliklerin olması vb. gözardı eden mekanik (abç) bir bakış açısıdır. Diyalektik materyalizmi ve tarihsel materya­lizmi metod olarak kavramamaktadır." vs. diye mahkum (!) etmeye çalışıyor. Tabi II. konferansın mahkum etmeye çalıştığı (esasında bu anlayış FÜ'lerin sağcı ve kitle kuy-rukçusu mücadele biçimleri anlayışının aynısıdır. Tabi I. MK içindeki revizyonist, troçkist-kırması grubun da anla­yışı idi) İK yoldaştır. 11 İlke'den biri olan ' 'ülkemizde silahlı mücadele esas diğer mücadele biçimleri talidir" ilkesi eleş­tiriliyor. Ama bu açıkça söylenmeyerek, kadroların ve PÜ'-lerinin kafası karıştırılmaya çalışılıyor. Bu da oportünizmin kıvrak bel kıvırmasından kaynaklanıyor.

II. Konferans böyle bir oportünist anlayışı mahkum et­mesi gerekirken tam tersine onaylıyor, YDH'nin revizyo­nist anlayışı olduğunu göremiyor.

Partimizin 11 ilkesi içinde yer alan bu önermesi doğru­dur. Ülkemiz gerçeklerini kabul eden ve devrimin kırlar­dan şehirlere doğru gelişeceği gerçeğini kabul eden, ülke­mizde başından itibaren "silahlı karşı-devrimle, silahlı-devrimin" karşı karşıya olduğu gerçeğini kabul edenler, barışçıl mücadelenin esas hale gelmeyeceğini ka­bul ederler.

ML'ler hiçbir mücadele biçimini reddetmezler. Ama bu mücadele biçimlerinin hangisinin esas, hangisinin tali oldu­ğunu tesbit etmekte ML'lerin görevidir. Eğer esas ve tali olanı ayırt edemezse proletaryanın iktidarı alması im­kansızdır. İK yoldaş tam bu ML gerçeklerden hareketle ül­kemiz gerçeğinin doğru bir tahlilini yaparak silahlı mücade­lenin esas, diğer mücadele biçimlerinin tali olduğunu vur­gulamıştır.

Lenin, Rusya özgülünde, esasta iki mücadele biçimini uygulamıştır. Ayaklanma ve geri çekilme (kansız mücade­le). Ama gerilla savaşını da reddetmemiştir. Ama Rusya'da gerilla mücadelesi hiçbir zaman esas hale gelmemiştir.

ÇKP'de ise böyle bir tesbit yoktur. ÇKP silahlı mücade­le içinde geri çekilme, savunma ve saldırı taktiğini uygula­mıştır.

VİP'de barışçıl mücadele görülüyor. Biri, 1935 de Kuzey Vietnamda. Bu politika Komüntern'in emperyalist ül­kelerdeki KP'ler için tesbit ettiği görevdi. Ama VİP, Fransız­ların işgali altında olduğu halde, FKP'nin Fransa'da uygula­dığı aynı taktiği, işgalci bir emperyalist güce karşı uygulaya­rak büyük bir hataya düşüyor. 1937'de (Komünist enternas­yonal Belgeleri'ne bak) bu hatasını düzeltiyor.

Güney Vietnamda ise, Kuzey Vietnamm zafere ulaştığı 1954'te oluyor. 1954-59 arası barışçıl mücadele esas alı­nıyor ve Güney Vietmanda KP'nin bu yanlış politikası so­nucu bir KP üyesi dahi kalmıyor. Ya yakalanıyor, ya da yok ediliyor. Ancak 1960"da kitlelerin kendiliğinden yer yer si­lahlı direnişleri ortaya çıkınca KP, silahlı mücadeleye başl­ıyor.

Güney Vietnamlı komünistleri yanıltan sorun, o dönem Kuzey Vietnam'ın zafer kazanması, Cenevre barış görüş­meleri, ABD ve Fransa'nın sürekli Kuzey Vietnam'a saldır­ması ve uluslararası planda sıkıştırması, KP'nin Kuzey Viet­nam'ın fazla sıkışmaması ve oraya saldırı olmaması için ba­rışçıl politika izlemesidir. Ancak bu anlayış doğru değildir. Emperyalizm Kuzey Vietnam'daki devrimi boğmak için elindeki her fırsatı kulanıyordu. Güney Vietnam'da silahlı mücadelenin başlatılması Kuzey Vietnam'a zarar değil oranın soluklanmasını sağlardı.

Barışçıl mücadeleyi uygulayan KP'lerden biri de Ende-nozya KP'dir. 1965'te izlenen bu politika sonucu Parti tama­men dağılmıştır. Kruşçev Revizyonizmi'nin SBKP(B)'de ik­tidara gelmesiyle EKP'de barışçıl politikayı esas alıyor ve sonuç çok kötü oluyor.

Partimiz içinde " 1971'den 1987'ye kadar barışçıl müca­dele esas" numunelik olarak 1979 yılı silahlı mücadele yılı ilaa ediliyor. Pes doğrusu! Yine de buna şükür demek gere­kir. 1979 yılı da olmasaydı ne yapardık acaba? 15 yıl içinde sadece bir yılı silahlı mücadele yılı tesbit eden yoldaşlara sormak gerekmez mi? "niye silahlı mücadeleyi suvunuyorsunuz?"

Sonuç olarak, II. Konferansın ve I. MK'nm "mücadele biçimleri" anlayışı sakat ve oportünisttir, reddedilmelidir. I. MK, II. Konferans ve II. MK zincirlemesi sürecinde bu po­litika parti politikası açısından kangren haline gelmiştir. Bu politikayı 12 Eylül pratiği zaten mahkum etmiştir.

Revizyonist ve oportünisterle ML'ler arasındaki en önemli ayrım, mücadele biçimleri konusundadır. Bunu görmek gerekiyor. Ülkemizde bazı revizyonist, oportünist örgütler ülkemizi Rusya gerçeği ile eşitleyerek, esas müca­delenin "barışçıl mücadele" olduğunu söylemektedirler. Partimiz ise kurulduğu günden itibaren, revizyonist ve oportünistlerle bu konuda arasına kalın bir çizgi çekmiştir. Silahlı mücadelenin başından beri esas olduğunu, diğer mü­cadele biçimlerinin reddedilemeyeceğini ancak tali olduğu­nu belirtmiştir. Partimiz barışçıl mücadele yöntemini hiçbir zaman reddetmemiştir. Ama bunu silahlı mücadele­nin karşısına alternatif olarak çıkarmamıştır. Silahlı müca­delenin gelişmesine hizmet edecek şekilde ele almıştır. 11 İlkedeki bu maddenin anlamı budur. Bunu çarpıtmaya hiç gerek yok. O muğlak değildir, ancak siyasi körler onun içeriğini kavrayamazlar ve silahlı mücadeleyi kuşa çevir­mek için binbir dereden su getirirler.

II. Konferans barışçıl mücadelenin esas alınması halin­de, Partiye ve devrime ne denli zarar vereceğini göreme­miştir. Aynı anlayışı savunan II. MK'da bu sağ anlayışı 5. Top Rap'nda daha da sistemleştirmiştir ve 15 yıllık parti ta­rihimizin gerçeğini bir çırpıda silmişlerdir, Parti belgeleri­mizin özüne ters düşmüşlerdir.

Barışçıl mücadelenin 1979 yılı hariç esas olduğunu ve esas hale gelebileceğini —ülke koşulları değişmediği halde— söylemek, kanla yazılan parti tarihimizin inkarıdır. Revizyonizm illetine saplanmak ve oradan beslenmek de­mektir.

Barışçıl mücadelenin esas hale gelebileceğini söylemek (ve şimdiye kadar esas tesbit etmek) ülkemizin Y-S niteliği­ni reddedip, emperyalist ülkelerdeki mücadele taktikleri­nin geçerli olduğunu söylemek demektir.

 

II. Konferans; uluslararası planda modern revizyonist, troçkist kırması, başını Enver Hoca'nın çektiği AEP dönek yönetici kliğinin Mao Zedung şahsında ML'e saldırıları ile UKH içinde önemli tahribatlara yol açtığı ülkemizde 12 Ey­lül faşist darbesinin en azgın şekilde halka, devrimci örgüt­lere ve partimize saldırdığı, devrimci hareketlerin ağır kayıplar verdiği, büyük çoğunluğunun ağır yenilgi aldığı devrimci durum ve devrimci dalgada düşüşün hızlandığı koşullarda toplandı.

II. KONFERANS, II. MK VE II. YENİLGİ

Enver Hoca dönek kliğinin UKH içinde yarattığı tahri­battan partimiz de etkilenmişti. İlk başlarda partimizin YD örgütünü derinden etkileyen ve giderek oradan PMK'sine taşırılan revizyonist, troçkist kırması çizgi MK'sinde gide­rek hakim hale gelmişti.

I.MK 7. toplantısında oturtulup sistemleştirilen ve parti çizgimize tezat olan bu hat 7. toplantı sonrası çeşitli bölgelerde yapılan kadro konferanslarında tartışılmış, batıda yapılan toplantıda diğer bölgelere nazaran bazı konularda nisbeten kısmi olumlu bir karşı çıkış olmuş ve diğer bölgeler kısmi bazı eleştiriler getirmişse de işin gerçeği şudur ki MK 7. toplantı çizgisi ağırlıklı olarak onaylamıştır. Daha doğrusu bu kadro konferanlarmdaki ML kadrolar esas olarak onaylanmış ve FÜ'lerin revizyonist, troçkist-kırması çizgiye karşı tavır alışı ile birlikte ML muhalefette bir toparlanma olmuştur. Bu noktadan sonra MK içinde de revizyonist, troçkist-kırması çizgi her ne kadar bazı noktalarda geri adım atmış ve MK içerisindeki ML'lerin mücadelesi nisbeten daha da bir ivme kazanmışsa da MK, II. konferansa kadar esas olarak YD çizgisinin hakimiyetinde kalmaya devam etmiştir. Burada FÜ'lerin tavrının tayin edici önemini görmeliyiz. Bu tavır alışla birlikte daha yoğun başlayan ve sürdürülen tartışmalar sonrası toplanan II. Konferans ML'lerin zaferi ile sonuçlanmıştır. II. Konferans sonuçları ele alındığında parti tarihimizde olumlu rolü ortaya çıkmaktadır.

II.  Konferansımız Türkiye'de o günkü durum değerlendirmesinde sol subjektivizme düştü. Devrimci durum ve
dalgadaki düşüş daha da belirginleşmesine rağmen onun"duraksadığmdan" bahsetti. Objektif durum yerine kendi arzularını geçirdi. Bu yanlış durum değerlendirmesine bağlı olarak saldırı taktiğini esas aldı. Oysa yapılması gereken geri çekilme içinde aktif savunma taktiğini esas almalıydı. Genişleme yerine daralmaya geçmeli ve eldeki güçleri tutunabileceğimiz alanlarda yoğunlaştırmalıydı.

O gün durum şuydu:

Devrimci durum ve devrimci dalga düşmeye devam ediyordu. Düşman topyekün saldırıya geçmişti ve süngü zo­ruyla geçici kısmi siyasi istikrar sağlanmıştı. Devrimci ha­reketler ve partimiz ise faşist askeri darbe karşısında hazırlıksız yakalanmış ve çok büyük kayıplar vermişti ver­meye devam ediyordu. Dışta emperyalistlerin büyük bir kesimi kendi aralarında, bu hususta önemli bir görüş ay­rılığına düşmeden onaylamış ve destek vermişlerdi. Kitlele­rin ruh hali ise, cuntayı başta bekle gör tavrı ile karşılamış ve başlangıçtan daha geri bir atmosfer içine girmiştir.

Partimiz bu somut durumu doğru değerlendirememiş, kitlelerin "her an" ayaklanacağı gibi sübjektif tesbitler yap­mıştır.

II. Konferansın bu yanlış sol sübjektif tesbiti, seçtiği II MK üzerinde de önemli etkisi olmuş, II. MK. I. toplantısı II. Konferans çizgisi dorultusunda hareket ederek dört bir ya­na (çalışma durumu olsun örgütsel olsun) yumruk sallama anlayışını daha da geliştirmiştir.

II. MK. I. Toplantısı partimizin içinde bulunduğu (bunu II. Konferansta kavrayamamıştı) durumu doğru kavrama­mıştır. Örgüt yapısı kof ve hantaldı. Bürokratizm ve dar pra-tikcilik hala giderilememişti. MK, partide bir düzelmeye gi­deceğine, örgütlenmeyi hala genişletmeye çalışıyordu. II. MK, bunları göremediği için kısa süre içinde önemli bir dar­be yedi. Bu darbelerin esas nedeni sol sübjektif hattıdır.

II. MK. I. Toplantısı esasta ML olmakla birlikte sol ve sağ hataları içinde barındıran bir anlayışa sahipti. II. MK bir bütün olarak değerlendirilirse önce sol, sonra sağ sapma içine düşmüştür. II. MK'nın esas hattını oluşturan sağ opor­tünist bir hattır. II. Konferans 12 Eylül askeri faşist cun­tasının doğru bir değerlendirmesini yapamamış, doğru değ­erlendirmeyi II. MK. 4. toplantıda yapmıştır. Partimiz 12 Eylül sürecinde yenilgi almıştır. Bu yenilgide sol sapmanın belli bir payı olmakla birlikte, belirleyici olan sağ oportünist sapmadır.

 

 

DÜNYADA DURUM KONUSUNDA

Emperyalist sistem bugün bir kriz içindedir. Bu kriz 70'li yılların krizinden daha derindir. Sistemin bu krizi emperyalistlerin eskisine nazaran çelişkilerini önemli ölçüde keskinleştirmekte ve sertleştirmektedir. Krizden nasıl çıkılacağı sorunu bugün açığa kavuşmuş değildir. An­cak bugün ortada görülen birtek gerçek vardır, o da emper­yalistlerin savaş hazırlığı. Ama hiçbir emperyalistin iktisadi siyasi ve askeri bakımdan henüz savaşa hazır olmadığı sa­vaş yörüngesine girmediğidir.

70'li yıllar sonunda ve 80'li yılların başında savaş at­mosferleri önemli bir ivme kazanmasına rağmen bugün sa­vaş etkenleri geçmişe nazaran belli ölçüde durgunlaşmıştır. Proleter dünya devrimi sürecinin bugünkü aşamasında baş­ta ezilen halkların devrim mücadeleleri esas alınırken artan savaş tehlikesi görülmelidir. Partimiz içinde bulunduğu­muz dönem de savaşın mutlaka çıkacağını savunanların abartmalarına karşı çıkarken bu gerçeğin altını çizmelidir. Partimiz halkların dikkatini iki emperyalist blokun gerek dünya çapında, gerekse tek tek bölgelerde giderek yoğunla­şan hegemonya mücadelesine ve bu mücadelenin kışkırtıcı niteliğine çekmelidir. Partimiz, halkların dikkatini başını ABD ve RSE'nin çektiği blokların her geçen gün daha büyük ölçüde artan karşılıklı silahlanmalarının yönüne ve so­nuçlarına çekmelidir. Partimiz, halkların dikkatini emper­yalist tefeci devletlerin silah ya da ölüm ticaretini bugün vardırdıkları boyutlara çekmelidir.

Bugün savaş etmenleri önemli ölçüde artmasına rağ­men dünyada esas akım devrimdir. Dünyadaki gelişmeleri belirleyen, çelişkileri şiddetlendiren emperyalistleri karşı karşıya getiren esas etmen hala devrimdir. Sistemdeki kriz, sadece savaş etmenlerinin artmasını değil aynı zamanda devrim etmenlerinin de artmasını beraberinde getirmiştir. Dünya halklarıyla emperyalizm, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişki geçmişe nazaran daha da şiddetlenmiştir.

Partimiz, savaşa karşı mücadeleyi devrim sorunundan koparmadan ele almalı, devrime iyi hazırlanmasının aynı zamanda savaşa karşı hazırlanma olduğu gerçeğinden hare­ket etmelidir. Savaşa karşı mücadelenin devrim için müca­delenin bir parçası olduğu gerçeğinden hareket etmelidir. Bununla birlikte partimiz, savaşa karşı mücadelenin, savaşı geciktirme mücadelesinin devrimle tamamen bir ve aynı ol­duğu anlayışına da karşı çıkmalıdır. Partimiz, temel görevini devrim görevini yürütürken savaşa karşı düzenlenen ha­reketlere barış hareketlerine var gücüyle katılmalı gücü oranında bu tip hareketler örgütlemelidir. Emperyalist sa­vaşa karşı bayrak kaldıran barış örgütleriyle eylembirliğine girmeye özel bir önem vermelidir. Savaşın geciktirilemeye-ceği şeklindeki görüşlere, partiyi barış isteyen milyonlar­dan koparma tehlikesini doğuracak kaderci anlayışlara ka­rşı çıkmalıdır. Partimiz yayın organlarında emperyalist sa­vaş düşmanlığı hattını daha bir derinleştirmeli, daha etkin hale getirmelidir. Partimiz, kendi dışındaki barış hareketle­rine katılırken, bunlarla eylem birliğine giderken bu hare­ketlerin sosyal pasifist, burjuva hümanist içeriğine ve amaçlarına karşı mücadele etmelidir. Bu hareketlere kat­ılan kitlelere, bu hareketlerin "emperyalist ülkeler arasın­daki genel olarak savaşın kaçınılmazlığını bertaraf etmeyeceğini'' ısrarla açıklamalıdır. Bu kitlelere gerçek ba­rışın emperyalizmin yıkılmasından geçeceğini açıkla­malıdır. Partimiz, bu alandaki çabasını bu hareketlerin dev­rimci bir hatta çekilmesi doğrultusunda yürütmelidir.

 

SAVAŞ TEHLİKESİNE KARŞI GÖREVLERİMİZ

 

 

 

Yükselen emperyalist savaş tehlikesine karşı görevler: Savaş hazırlıklarına karşı mücadelede her an dikkat et­memiz gereken, gelişebilecek iki hatalı eğilime değinmek istiyoruz. Birincisi, emperyalizm varoldukça savaşın kaçınılmazlığı ve savaşa karşı devrimi örgütlemeyi günün somut özellikleriyle birleştiremeyerek, savaşa karşı olan güçlerin mücadelesinden yararlanmayı, bu hareketlerin önemini küçümseyen savaş aleyhtarı barışçıl hareketlere katılmayı reddeden emperyalist savaş dönemi slogan ve taktiklerini bu dönemde öne çıkaran "sol"hatalardır. Ki bunlar tam da komünistlerin "aptalca bir iftira" olarak görüp reddettikleri konuma, emperyalist savaş "devrim şartlarım olgunlaştım" anlayışıyla savaşı barışa tercih eden tutuma kendiliğinden düşerler, ikincisi, savaşı engel­lemeyi başlıca amaç haline getirerek reformizle aramızdaki temel çizgiyi karartıp devrim perspektifini kaybeden sağ hatadır. Bu anlayış sonuçta mevcut 'barış'a tapan sosyal pa­sifist bir yaklaşıma götürür. Komünistler her sosyal mesele­nin çözümünde olduğu gibi savaşa karşı çıkarken de devrim (sosyalizm) perspektifini asla kaybetmemelidirler. Komü­nistler hümanist duygulardan hareketle savaşa karşı çıkmazlar. Ve emperyalist savaşa karşı çıkarlarken de bu­günkü "barışın" korunmasından yana olduklarından do­layı değil, barışın savunulmasını emperyalist sistemi yıkma mücadelesinin bir parçası ve bu savaşın bir biçimi olarak kavrarlar. Bugünkü barışın emperyalist savaşla bozul­masını değil, devrimle ortadan kalkması için mücadele ederler. "Kötü bir barışın emperyalist savaşa tercih edilmesi" bu gerçeğin ifadesidir. Bu çelişki değildir; çünkü komünistler devrimin hazırlıklarının örgütlenmesinin ba­şarıya ulaştırılmasını "barış" ortamında daha hızlı ve emin şekilde yürüteceklerdir. Savaşın yıkımı devrimci hareketi ve örgütlü güçleri daha güç koşullarla, elverişsiz şartlarla karşı karşıya getirecektir. Tekelci burjuvazi, savaşa son çare olarak başvurmaktadır. Yani ayakta kalmanın çıkış yo­ludur bu savaş. Savaşın engellenmesi ya da geriletilmesi emperyalist krizi daha da derinleştirecek ve devrimci duru­mu daha da olgunlaştınp geliştirecektir. Bu halde de dev­rimci durumun olgunlaşması, savaş şartlarmdakinden hiçte geri olmayacaktır.

Kısaca özetlersek: komünistler emperyalist savaşa şu temel sebeplerden dolayı karşıdırlar. 1- Gerici sınıfların çıkar ve sömürülerini devam ettirmek ve genişletmek için çıkardıkları savaşlar, haksız savaşlardır ve ezilen sınıfları daha büyük acılara ve yıkımlara uğratarak perişan ederler. Milyonlarca emekçinin cephelerde katle­dilmesi ve üretim araçlarının geniş tahribiyle sonuçlanan bu savaşlar emekçi sınıfların zararına, emperyalistlerin çıkarmadır. Ezilen kitlelerin menfaatini savunan komünist­ler, emperyalist savaşa karşı mücadele göreviyle karşı karşıyadır lar.

  • Savaşa, tekelci burjuvazi kurtuluş için son çare olarak başvurur. Savaşın engellenmesi, krizi daha derinleştirerek, yine devrim için uygun şartları geliştirir.
  • Savaş, içerde KP'ler üzerinde en koyu baskıyı ve saldırıyı beraberinde getirerek, reformist demokratları bile cezaevi­ne gönderir. Proletaryaya ve onun örgütlü gücüne saldıra­rak, etkisiz hale getirmeye ve dağıtmaya, işçi sınıfını önder-siz bırakmaya çalışır. Savaş şartlarında toparlanma ve örgütlenme oldukça güçleşir vb. Komünistler için şartlar daha elverişsiz hale gelir.
  • "Barış" şartlarında devrimi örgütlemek daha emin ve hızlı olacaktır. Burjuvazinin saldırılarını artırmış olması bu gerçeği değiştirmez.
  • Savaşa karşı çıkmadan ve kararlı bir şekilde mücadele yürütmeden, bir KP kitleleri kendi bayrağı altında toplama mücadelesi içinde gerekli deneyi kazanmazsa, savaş sırasında, emperyalist savaşa devrimle son vermeyi başara­maz, buna önderliği tam olarak yapamaz.

Komünistlerin savaşa karşı çıkışlarındaki temeli bu şe­kilde özetleyebiliriz.

Emperyalist savaşa karşı mücadele temel görev, tüm emperyalist savaş hazırlıklarını teşhir ederek savaşın gerçek niteliğini gizleyen örtüyü yırtmak ve emperyalizmin gerici yüzünü, milli çıkarların gerçek emperyalist niteliğini ve onların haksız ve gerici konumlarını kitlelere anlatmak; ve bu savaşta dünyayı yağmalayan tekellerin çıkarları için smıf kardeşlerini öldürmek zorunda kalacaklarını açıklayıp kavratmak; kitleleri kendi bayrağı altında toplayarak devri­me doğru yürütmektir. Bu açıdan yaydığı hayaller ve yanıltıcı görüşlerle sosyal pasifist ve reformistlerin görüşle­rine karşı mücadele edilmesinin önemi büyüktür. Savaş­ların ve her türlü kötülüğün yok edilebilmesi için kapitalist sistemi yıkmak gerektiği gerçeğini açıklamalı ve somut si­yasal teşhirlerle birleştirilmelidir. Emperyalist burjuvazi­nin tüm yalanları ve aldatmacaları anında etkili bir propa­ganda ile gizlemek istenen niyetleriyle birlikte açığa vurul­malıdır. Savaşa karşı kitleleri kazanmak için somut taktik­ler ve sloganlar geliştirilmelidir. Özellikle barış hareketle­riyle birleşmek bu doğrultudaki görevin önemli bir hal­kasıdır. Bütün bu gelişmeler savaşı engelleyemezse emper­yalist savaşa karşı savaş sloganıyla emperyalist savaşın iç savaşa çevrilmesi gündeme getirilmelidir. Açıktır ki, emperyalist savaşı iç savaşa çevirebilmek, savaş öncesi dönemde yürütülen mücadele ve hazırlığa oldukça yakın­dan bağlıdır. Emperyalist savaş hazırlıklarına karşı kararlı bir mücadele yürütmeden ve bu mücadeleler içinde hazır­lanmayan bir önderliğin savaş döneminde çıkacak uygun fırsatları değerlendirmesi zayıf ihmaldir.

 

TÜRKİYE'DE DURUM VE GÖREVLERİMİZ ÜZERİNE

 

Bugün ülkede devrimci durum yükselmektedir. 83 son­larından itibaren başlayan bu yükselme, 74 başlarında baş­layan devrimci yükselişten daha yavaştır. 70'li yıllardan ders çıkararak uyanıklığını kat kat artıran düşman, bu ya­vaş yükselişi dikkatle izliyor. Düşman devrimci durumdaki yükselişe şu ya da bu şekilde katkıda bulunan faaliyetleri dizginlemeye, bastırmaya, yok etmeye çalışıyor. Bugün kit­lelerin içten içe kaynayan homurtusu, ekonomik, demokra­tik ve politik sorunlara ilişkin talepleri, şikayetleri, eleştiri­leri maddi bir güce harekete dönüşmüştür. Bugün kitlelerin içten içe kaynayan bu homurtusu egemen sınflarm değişik klikleri arasındaki mücadeleyi keskinleştirmektedir. Bu­gün milli güvenlik kuruluna dayanan Cumhurbaşkanlığı konseyi, yani 12 Eylül cuntası ile ANAP, diğer partilere (SHP, DYP, DSP, RP, MÇP'ye) karşı mücadelede birlikte hareket etmektedir. Bugün, halk, bu iki ana grubun hem karşılıklı,

hem de kendi içindeki mücadeleyi ilgi ile izle­mektedir. Önümüzdeki dönem, egemen sınıfların çeşitli grupları ve klikleri arasındaki çelişki daha da keskinleşe-cektir. Bununla birlikte kitlelerin siyasete ilgisi artacak, bu ilgi egemen sınıf kliklerinin kontrol ve organizesinde olsa da kitlelerin yer yer kendi talepleriyle miting meydanların­da daha çok boy göstermesine dönüşecektir. Bu bakımdan şehirler, önümüzdeki dönemde bugünkü uyuşukluğundan sıyrılacak, çeşitli politikaların çarpıştığı, proletaryanın özellikle de smıf bilinçli proletaryanın kendi ideolojisini, kendi politikasını ve kendi partisini aradığı merkezler hali­ne gelecektir. Parti bu hususa dikkat etmeli, geçmişte bu hususta işlediği hatalar, uyuşukluğa, ihmallere bir daha dü­şmemelidir.

Tüm şehirler içinde partimiz, proletaryanın en yoğun olduğu şehirlere önem vermelidir. Bu şehirlerde, fabrikalar ve sendikalar içinde çalışmayı esas almalıdır. Bu husus, partinin kendi dokusunu, sınıfının en bilinçli, en cesur, en fedakar unsurlarıyla tazelenmesi, örmesi açısından, kendi sınıfının ruhunu özümsemesi açısından önemlidir. İkinci dereceden önem taşıyan kesim öğrenci gençliktir. Ayrıca parti legal yayın organı faaliyetini de ihmal etmemelidir.

Bu görevleri yürütürken şehirlerde silahlı çekirdekle­rin oluşturulmasına özel bir önem verilmelidir. Kitle hare­ketlerinin ortaya çıkması, canlanmasıyla birlikte gaspedi-len demokratik hakları ısrarla talep etme ve 12 Eylülcüler­den hesap sorma eğilimi güçlenmektedir. Partinin halk düş­manlarından hesap sorması, önündeki engelleri bertaraf ederek ilerlemesi, silahlanmasına, silahlı çekirdekler kur­masına bağlıdır. Şehirlerdeki tüm bu görevler ve faaliyet­ler, kırlardaki faaliyetlere tabi, onu destekleyecek, onu güçlendirecek bir perspektifle yürütülmelidir.

Önümüzdeki dönemde devrimci durumun yükselmesi­ni sürdürmesinin doğal bir sonucu olarak, kırsal bölgelerde kitlelerin moral durumunda da gözle görülür bir yükselme olacaktır. Bu durum, parti faaliyetinin genişlemesi, hızlan­ması şartlarını daha da elverişli hale getirecektir. Parti, mevcut bölgelerin dışına taşmaya, genişlemeye, kitle teme­linin güçlü, arazinin askeri harekete elverişli olduğu bölge­lere açılmaya önem vermelidir. Mevcut durumda silahlı mücadele esastır. Saldırı taktiği giderek daha çok önem ka­zanmaktadır. Ama devrimci durumdaki yavaş yükselmeyi dikkate almalı, serüvenci ilerlemeyi değil temkinli ilerle­meyi benimsemeliyiz. Politik çalışma bütün çalışmaların can damarıdır, ama güçlenmek için sadece doğru bir politik hat izlemek yetmiyor, doğru bir askeri politika da izlemeli­yiz. Öncelikle güçlü bir kitle temelinin olduğu temel çalış­ma alanına çekilmeliyiz. Bütün örgütlemede kavrayaca­ğımız esas halka parti önderliğinde yapılan ordu inşasıdır. Silah, eğitim ve kadro. İşte bu orduyu oluşturan üç unsur. İyi gerilla birliklerinin kurulması hiç şüphesizki savaş için­de olacaktır. Gerilla birliklerini büyüten, çelikleştiren te­mel unsur savaştır.

 

GÖREVLERİMİZ VE PARTİNİN TAKTİĞİ ÜZERİNE

 

Partinin taktik yöneliminin hedefi, başta Kürdistan olmak üzere Türkiye kırlarında devrimci kitlelerin gerilla birlikle

rinin, milis örgütlerinin ve silahlı devrimci mücadeleye do­laysız ve dolaylı hizmet eden köylülerin demokratik, eko­nomik, örgütlerinin yaratılması olmalıdır. Bu taktik yöneli­min hedefini sağlayacak esas mücadele biçimi gerilla müca­delesidir. Bu esas anlamda silahlı mücadeledir. Ama bu he­defi tek başına silahlı mücadeleyle sağlayamayız. Silahlı mücadeleye bağlı olarak, bu hedefe hizmet eden her türden (legal, kanlı-kansız) mücadele biçimlerine de başvurul­malıdır. Taktik hedef, başta Kürdistan olmak üzere, belli başlı gerilla bölgelerinde onlarca gerilla birimleri, buna bağ­lı olarak güçlü bir milis örgütü ve yine bu göreve bağlı ola­rak köylülerin çeşitli tipte örgütlenmeleri yaratılmalıdır.

Bugünkü taktik süreçte, Partinin tüm alanlardaki faali­yeti bu taktik hedefe dolaylı, dolaysız hizmet edici olarak ele alınmalıdır. Şehirlerdeki ve YD'deki parti faaliyetinin merkezinde de bu taktik hedefe ulaşmaya yönelik faaliyeti esas görev almaları anlamına gelir. Bu, özellikle şehirlerde, işçi sınıfı, gençlik ve gecekondu mahallelerini temel alan, buralardaki parti örgütünün bu alanlara yerleştirilmesidir. Parti, bu alanlardaki faaliyeti, mücadelelere önderlik etme perspektifiyle ele almalı, bugünkü aşamada ileri kitleyle birleşmeyi esas alırken, kitle örgütlerini yaratmaya veya var olanların içinde taban yaratmaya yönelmelidir. Böyle bir faaliyet kırsal alanlardaki savaşı, kadro desteği de dahil, hertürlü desteği ifade eder.

Bugünkü aşamada veya gelecekte kırsal alanlardaki faaliyete buralardan kardo desteği, bu alanlardaki faaliyeti­mizin genel taktik ve stratejik hedefleri yerine konmaz.

Yayın organları (legal, illegal) DHD'nin stratejik yöneli­mine ve özellikle her alandaki görevleri günün taktik politi­kasına uygun olarak, her türden reformist, revizyonist sağ ve sol eğilimlere karşı propagandayı içermelidir.

Konferans sonrası, günümüzde kavranacak esas halka, Parti örgütünün, sempatizanlarının, Konferans veya MK ta­rafından tespit edilecek birkaç gerilla bölgesini esas alarak, kanlı-kansız mücadele biçimlerinden yararlanarak, burala­ra yerleşmek esas olmalıdır. Şehirlerdeki ve YD'daki gücü­müz, bu perspektif temelinde taranarak, bu alanlarda ki faaliyette işe yarayacak kadro ve sempatizanlar somut görevler temelinde bu alanlara aktarılmalıdır.

Şehirlerdeki gücümüz ise, işçi sınıfı, gençlik içine yer­leştirilerek, ileri kesimi esas alan bir faaliyete yönelik ol­malı, yukarıdan aşağıya tekrar örgütlenmelidir.

Bu esas halka başarıldığı ölçüde, diğer halkaya,, gerilla eylemlerini yoğunlaştırarak, bu faaliyet içinde gerilla bi­rimlerini çoğaltmak halkasına geçilmelidir.

ikinci halkadaki gerilla faaliyeti içinde esas olarak geril­la faaliyetlerini doğru hedeflere yönelik olarak yoğunlaştırırken propaganda ve alt örgütlenme faaliyetleri­ni de bu faaliyete bağlı olarak hız vermeliyiz.

Kırlarda bu taktik hedefe esas olarak ulaşılmadan, dönemin aciliyeti gereği, şehirlerdeki silahlı faaliyete ağırlık vermek veya böyle bir yönelim içine girmek, esas halkaları ve taktik hedefi karartır. Bu şehirlerde, bu dönem­de hiç silahlı eylem yapılmayacağı anlamına gelmez.

 

DEH-DEKLERASYONDEĞERLENDİRMESİ ÜZERİNE

 

DEH, I. Enternasyonal Konferans ve II. Enternasyoal Konferans temelinde, Mao Zedung'un ML'e katkılarını sa­vunan, onun şahsında ML'e yönelen saldırılara karşı müca­dele eden parti ve örgütlerin birliğidir. Her birlik gibi, DEH de çelişmeli bir birliktir. AEP yönetici kliğinin her türlü mo­dern revizyonist saldırı akımını da arkasına alarak, onların bayatlamış tezlerine yeni cilalar vurarak, kendi merkezle­rinden UKH'ya ve Mao Zedung şahsında ML'e saldırması

ve onun rüzgarının dünya çapında estiği bir ortam içinde, ML parti ve örgütlerin bir araya gelerek oluşturdukları bir­lik, DEH ML'dir. Her çelişmeli birlik gibi, bu birlik de ideo­lojik mücadeleler içinde daha ileri, daha nitelikli birliklere ulaşacaktır, bu kaçınılmazdır.

II. Enternasyonal Konferansta yayınlanan Deklerasyon UKH'nm geçmişine, özellikle Stalin-Komüntern değerlen­dirmesine, emperyalist ülkelerde sosyal tabanına, yarı-sömürgelerde milli burjuvazinin rolüne ve buna bağlı ola­rak Halkm Birleşik Cephesine ve mevcut dünya değerlen­dirmesine ilişkin önemli yanlışlıkları ve hataları içeren oportünist bir belgedir. Bu belge, önemli ML tezleri içerme­sine ve özellikle Mao'nun ML'e katkılarını savunmasına rağmen, bu yön belgenin esasını oluşturmamakta, ML dü­şünceyi ve teoriyi en temel noktalarda çarpıtmakta, sulan­dırmaktadır. Görev, bu belgeye damgasını vuran yanlış an­layış ve tespitlerin reddi temelinde DEH'in daha sağlam, daha sağlıklı birliğini yansıtacak ML siyasi platformun ya­ratılmasıdır.

İŞÇİ-KÖYLÜ KURTULUŞU

Sayı: 81 Arahk 1987

 

3341