Cuma Nisan 26, 2024

1 Mayıs'in ardından ya da Kitleleri Kazanma Siyaseti

2017 1 Mayıs’ı bir önceki yıla göre daha kitlesel ve daha yagın bir şekilde Türkiye ve Kürdistan’ın hemen hemen her yerinde kutlanmıştır. Bu, sermaye devletinin faşist tek adam diktatörlüğüne bir karşı koyuştur, aynı zamanda. Aynı zamanda, referandum’da yapılan hileye ve düzen partilerinin durumu olağanlaştırma çabalarına karşı işçi sınıfı ve emekçiler açısından olumlu bir tepkisel karşı çıkıştır.

1 Mayıs’ta her sınıf kendine uygun tavrı aldı. Sarı ve devletin güdümündeki sendikalar, mümkün olduğunca işçi sınıfını sınıf politikasından uzaklaştırma ve sermayeye boyun eğici, itaat edici gösteriler sergiledi. İlerici ve devrimci güçler ise faşist sisteme karşı eylemliklerin içine girdiler. Ancak, burada da eleştirilecek yanlar vardı. Özellikle kendine sosyalist, komünist diyen bazı devrimci parti ve grupların mücadele biçimlerine yaklaşımları ele alınacak konuların başında gelmektedir. Bu konu, salt bu 1 Mayıs’a özgü olmayıp bir genelleme gösterdiği için önem taşımaktadır.

Sınıfa Rağmen Taktik

Her sınıfın kitleleri kazanma siyaseti, kendi sınıf çıkarlarına göre belirlenir. Burjuvazinin kitleleri kazanma siyaseti; kitlelerin somut taleplerinin bastırılması ve burjuva taleplerin öne çıkarılarak bunların kitlelerin talepleriymiş gibi sunulmasıdır. Bu bağlamda, burjuvazi soyut taleplerle kitlelerin karşısına çıkar.

Komünistlerin kitle siyaseti ise, kitleleri kendi somut talepleri etrafında örgütlemek ve bu taleplerin kazanılması için mücadele etmelerini sağlamaktır. Buradaki kitle siyaseti, işçi sınıfının siyasetidir. Sorunun esası işçi sınıfının kazanılması ve bunun yanında onun bağlaşıklarının kazanılması gelir.

İşçi sınıfını örgütlemek, işçi sınıfının somut talepleri etrafında olabilir. Bu talepler, genel anlamda, işçilerin ekonomik ve demokratik talepleridir. Bugün TC devleti, işçilerin tüm kazanılmış haklarını gasp etmiş durumdadır. Bugün işçilerin kıdem tazminatı gasp edilmek isteniyor. Bunun yanında tüm sosyal haklardan yoksun çalışma biçiminin genişletilmesi. Taşeronlaşma sorunu vs. Ve bireysel emeklilik sigortası adı altında yeni bir emeklilik yasasını çıkarılması ise, işçilerin bütünüyle sosyal haklardan yoksun bırakılmasının bir başka biçimi olarak yürürlüğe sokulmuştur.

Bu tür ekonomik ve demokratik hakların yanında siyasal haklarında işçilerin elinden alınması olgusu yaşanmaktadır. İşçi hareketinin gerilediği süreçlerde, sermaye devleti, yasaları, işçilerin kazanılmış haklarını gasp etmeye yönelik çıkarır. Deyim yerindeyse tam kölelik yasalarını yürülüğe sokar. Bugün durum böyledir. Buna karşı işçilerin göstermesi gereken karşı tavır maalesef oldukça çok geri düzeydedir. İşçi sınıfının bu tavırsızlığı, sosyalistlerin işçiler içindeki çalışma ve örgütlenmesiyle de doğru orantılıdır.

İş yerlerinde çalışma koşullarının her geçen gün ağırlaştırılması. Yaygın mobbing uygulamaları, işten atmaların yagınlaştırılması. Gelinen aşamada, artık birer işyeri katliamına dönüşen “iş yeri kazaları”, “sözleşmeli” adı altında çalıştırılarak bütün sosyal haklardan mahrum bırakılması, sendikal hakların budanması vb. gibi işçiler aleyhine ağır bir süreç yaşanmaktadır.

Burjuvazi, 21. yüzyılda, işçi haklarında 1800’lerin başlarına dönmüş durumdadır. İşçi haklarından 200 yıl bir geriye gidiş sözkonusudur. Kapitalizm geliştikçe işçi hakları da ona koşut gelişmiyor ve tersi yönde bir gelişme gösteriyor. Bu gelişme biçimi kapitalizmin genel karakteristiğidir. Yoksullaşma ve hak gaspları sermaye birikimine ters oranda gelişir.

İşçi sınıfının kendi kurtuluşunu gerçekleştirecek temel talebi ise, kapitalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıdır. Ancak bu, işçilerin –şimdilik- bilinçli olarak gündeme getirdiği bir talep değildir. İşçilerin çoğunluğu sosyalizm talebini bilinçli olarak gündeme getirdiklerinde devrim günleride kapıda demektir. Komünistler, işçilerin yukarıdaki taleplerinin yanında esas olarak sosyalizm bilincini vermesi gerekiyor. Ancak, yukarıdaki somut talepler savunulmadan soyut talepler işçiler açısından bir şey ifade etmeyecektir.

Siyasi taleplerin başında sömürünün ortadan kalkması gelir. Kapitalist sisteme karşı, sömürüsüz bir sistem olan sosyalizmin savunulması ve gerçekleştirilmesi mücadelesi vardır. Komünistler, işçilerin sosyalizm talebini sahiplenmeleri için, işçilerin en geri taleplerine de sahip çıkmak zorundadırlar.

İşçilerin devrim istemediği bir yerde sadece “tek yol devrim” demek ve bunu işçilerin şimdiki somut talebiymiş gibi sunmak ve buna göre eylem biçimleri geliştirmek, işçilerden uzaklaşmaktır. Kıdem tazminatların ortadan kaldırılmasına, taşeronluğa, mobbing uygulamalarına, işten atamalara, işsizliğe karşı çıkmadan, sosyalizm talebi canlı ve güncel bir talep haline getirilemez.

Sınıf hareketinin geri olduğu süreçlerde, en ileri eylem biçimini dile getirmek ve bu eylemi salt öncülerle gerçekleştirmek, öncünün adına hareket ettiği kitlelerden kopması demektir. Eylem biçimleri somut koşullara göre belirlenir. Öncünün öznel istemlerine göre değil.

Bu bağlamda 1 Mayıs 2017’de, sendikaların ve diğer kitle örgütlerinin ve ilerici (reformist) örgüt ve küçük burjuva partilerin İstanbul’da 1 Mayıs’ı Taksim yerine Bakırköy’de kutlamalarına karşı, bir çok örgütlerin ise Takism’de kutlamak istemleri, sorunu mücadele biçimlerinin belirleyen somut koşullar tartışmasına getirmiştir.

Sınıfla Birlikte Mücadele

Faşist hükümet, 1 Mayıs’ın Takism’de kutlamasına izin vermemiştir. Buna karşın, DİSK, KESK, TMMO, TTB vb. gibi sendika ve kitle örgütlerin yanında, HDP, HDK, EMEP, ÖDP gibi partilerin yanı sıra CHP istanbul İl örgütü’de 1 Mayıs’ı Bakırköy’de kutlamıştır.

Bakırköy’de kutlanan 1 Mayıs gösterilerine, büyük bir çoğunluğu işçi olan binlerce insan katılırken, Takism’deki korsan gösteriye birkaç yüz kişiyi geçmeyen devrimci işçi katılmıştır. Devrimcilerin, kitlelerin yoğun olarak katıldığı Bakırköy yerine çok az kitlenin katıldığı Takim’i seçmeleri, kendilerini kitlelerden soyutlama eylemi olarak ortaya çıkmıştır. Geniş yığınları, kendilerinin “reforumcu” dedikleri kesimlerle başbaşa bırakanların Taksim eylemleri, kendilerini kitlelerden uzaklaştırma olarak ortaya çıkmıştır.

Evet, Takism’de diretmek ve oraya çıkmak daha ilerici ve radikal bir eylem. Ancak, koşullar dikkate alınmadan her radikal eylemin devrimci olduğu söylenemez. Kitlelerden kopuk radikal “devrimci” eylemler, o somut anda küçük burjuva solculuğunun ötesine geçemez. Taksim eylemi de küçük burjuva solculuğu olarak oratak çıkmıştır. Bir avuç öncünün devletten intikam alması şekline dönüşmüştür.

Soyalistler, işçi sınıfından tecrit olmak istemiyorsa, kendi sosyalist sloganlarını işçilere duyurmak ve işçilerle daha yakın ilişki kurmak istiyorsa, işçilerin olduğu yerde olmalıdırlar. Oysa, Bakırköy’de işçiler ve emekçiler vardı. Burası, tamda sosyalist sloganların atılacağı, işçilere sosyalist propagandanın yapılacağı –bildiri ve pankartlarla- yer iken, kitlerden uzak, polisin kriminalize etmek istediği yerin seçilmesi, somut koşulların somut tahlili ve buna uygun mücadele biçimiyle ters bir ilişki içine girilmiştir.

Eğer, devlet, 1 Mayıs’ı bütünüyle yasaklasaydı, Taksim’de diretmek ve oraya çıkmak için mücadele etmek doğruydu. Çünkü, bu yasağın delinmesi ve devrimci iradenin ortaya konması gerekiyordu. Ancak, durum böyle değildi. Kitlelerin peşinde sürükleyenler, Bakırköy demişti. Sosyalistlerinde kitlelerin olduğu yerde, Bakırköy’de olması gerekirdi. “Düzenin icazeti altında” lafları, küçük burjuva solculuğun somut koşulları gözardı etmesinin bir dışa vurumudur. “Düzenin icazeti” parlamento seçimlerine katılma ya da işçi ücretlerinin artırılması mücadelesi içinde geçerlidir. İşçilerin ücretlerinin arttırılması vb. gibi ekonomik mücadelelerde reformist taktiklerdir, ama sosyalistler bu tür taktikleri geliştirmek ve işçilerin bu haklı taleplerini desteklemek zorundadırlar. Komünistler, mücadelelerini reformizmin sınırlarıyla sınırlamazlar, tersine mücadeleyi daha ileriye taşıyabilmek için, bu tür reformist mücadele biçimleri içinde devrimci bir rol oynarlar.

Sendikaların ve diğer küçük burjuva reformist partilerin Taksim’de diretmemeleri elşetirilir ve teşhir edilir. Bu ayrı bir konu. Ama ortada, komünistlerin iradesi dışında somut bir durum gelişmiştir. Komünistler mücadele biçimlerini bu somut duruma göre belirlemek durumundadır. Devrimci durumun yüksek olduğu ve işçi sınıfının mücadelesinin ileri bir düzeyde olduğu bir süreçte Taksim’e çıkmamak “sağcılık” ve de “pasifizm” olur. İşçilerin ezici çoğunluğunun böyle bir talebinin olmadığı bir koşulda, “pasifizmi yıkacağız” anlayışıyla işçiler adına hareket etmek, sınıftan kopmayı da beraberinde getirir. Bu, işçileri nesne yerine koymaktır.

İşçilerin ekonomik demokratik taleplerini desteklemek, savunmak ve bu uğurda mücadele etmek reformizm değil, işçilerin kazanılması, örgütlenmesi ve bilinçlendirilmesi için gerekli mücadele aşamalarıdır. Bunun yanında, işçilere politik bilinci vermek ve düzeni her yönüyle teşhir ederek, bunları yaratan sistemin kapitalizm olduğunun propagandasını en üst seviyede yapmak ve onlara kurtuluş yolunun sosyalizm olduğunu göstermek, komünistlerin olmazsa olmaz temel görevleri arasındadır.

Komünistler, kitleler içinde çalışırken pedagojik bilgilerle de kitleye gidecek, ancak işçi sınıfının geneline yaklaşırken, elbette politik bilinci ve politik görevleri esas alacaktır. İşçi sınıfına politik bilinç ve görevleri götürmek, onların çok ilerisinde politik eylemlerle karşılık vermek değildir. Salt ekonomik-demokratik haklar için mücadele eden reformistler ile komünistleri ayrıştıran en önemli politik ayrım; temel sosyalist politikanın işçilere götürülmesinde yatar. En ileri politik eylemlerin içinde işçiler yer alabilmelidir.

Örneğin, Genel grev koşulları olmadan ve işçiler buna hazır olmadığı halde bu sloganı işçilere götürmek ve bunda diretmek solculuktur. Aynı şekilde, belli politik ya da işçilerin ekonomomik-demokratik haklar için genel grev koşulları varsa ve bunda başarı şansı büyükse, bu sloganı ileri sürmemek ise sağcılıktır.

Küçük burjuva solculuğu ile komünistleri ayrıştıran en önemli politik ayrım ise, kendini daha çok mücadele biçimlerinde gösterir. Küçük burjuva solculuğu kitlelerin ruh halini dikkate almadan örgütlü devrimci militanların ruh haline göre mücadele biçimleri belirler. Taksim’e çıkma olayı da bu politik yaklaşımın ürünüdür.

Reformizm işçi sınıfını sağa çekerken, küçük burjuva solculuğu da işçi sınıfından uzaklaşmayı beraberinde getirir. Çünkü küçük burjuva solculuğu için eylemin öznesi işçi değil kendisidir.

Bazı durumlarda kitleler kazanamayacağı eyleme girebilir. Kitlelerin, ağır bir yenilgiyle sonuçlanacak eyleme kalkışması önelenmiyorsa, komünistler bu eylemin en önünde yer alırlar. Amaç, kitlelerin daha ağır yenilgi almasını önlemek ve yenilgi sonrası moral bozukluğunu azaltabilmektir. Bu tür eylemlere Bolşevikler1 sıkça tanıklık etmişlerdir. Ya da Marx’ın Paris Komüni için söyledikler... Komün’ün yenileceğini bildiği halde Marx, işçi sınıfının bu tarihsel kalkışmasını alkışlamış ve desteklemiştir.

Devrimlerin hazır reçetesi olmadığı gibi mücadele biçimlerinin de hazır reçetesi yoktur. Mücadele biçimleri somut koşulların somut tahlilinde ortaya çıkar. Koşulların tersi bir politika, kitleleri kazanmayı değil, kaybetmeyi koşullar. Devrimci radikallik, koşulların ruhuna uygun ve onu ileri taşıyacak bir rol oyanayabilirse devrimci bir rol oynar. 06.05.2017

40969

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

Sayfalar