Cuma Mart 29, 2024

15-16 Haziran'dan Gezi'ye

Her toplumsal olayları hazırlayan ekonomik ve siyasal koşular vardır. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin hazırlayan da koşullar vardı. Her şeyden önce kapitalist sanayide önemli bir gelişme olmuştu. Ve bu alanda çalışan işçi sınıfı sayısı nicelik ve nitelik olarak bir gelişme göstermişti.

Banka sermayesi ile birleşen sanayi burjuvazisinin istem ve talepleri egemen sınıf içinde egemen hale gelmişti. Bu gelişme uluslararası ve ülke içindeki kapitalizmin doğal akışına uygundu. Ülkedeki askeri (1960 darbesi de dahil) darbeler, sanayi (ve finans)burjuvazisinin çıkarlarına uygun olarak yapılmış ve onların istemleri doğrultusunda hareket etmiştir.

Kapitalizmin gelişemine koşut olarak işçi sınıfı da nicelik ve nitelik olarak gelişmiştir. Nicelik olarak gelişen işçi sınıfı, nitelik gelişme olarak 15-16 Haziran direnişiyle burjuvazinin karşısında kendisi için sınıf olduğunu net olarak ortaya koymasının yanında, bu mücadeleyi daha ileriye taşıma niteliğine sahip olduğunu da göstermiştir.

15-16 Haziran’ın kökleri elbette bir kaç yıllık bir birikimin ürünü değildi. Özellikle 1960 darbesi sonrası kısmi demokratik hakların elde edilmesiyle başlayan ortam içinde, işçi sınıfı örgütleri de, işçi sınıfının nicel ve nitel gelişmesine koşut bir gelişme göstermişti.

1967 yılından itibaren işçi grev ve direnişlerinde ciddi artışlar olmuştu. İşçilerin o dönemde sendikalaşma oranı ise %60 civarındadır. Bu bugün ki (%11,5) sendikalaşma oranıyla kıyaslandığında oldukça yüksek bir rakamdır.Ve dünyayı sarsan 1968 Gençlik Hareketi, her ne kadar “gençlik hareketi” olarak tarihe geçse de, işçi sınıfı da meydanlardan eksik olmamıştır. Bu hareketlerin yükselişinde, 1966’da Çin’de Mao Zedung önderliğinde başlatılan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin etksini görmezden gelmek ise tarihi eksik okumak olur. Bütün bu gelişmeler dünya paroletaryasının birlikte hareket etme (enternasyonal) kabiliyetine de sahip olduğunun bir kere daha kanıtı olmuştu.

1968’ler işçi sınıfıyla gençliğin buluşması ve özellikle öğrenci gençliğin işçi sınıfını keşfetmesi olarak ele alınmalıdır. Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi hareketi de kendini bu süreç içinde daha da nitelikleştirdi. Sınıfsal karakteri gereği, burjuvaziye karşı daha örgütlü ve kararlı bir şekilde mücadelesini yükseltti.

Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı, ortaya çıkışından beri hareket halindeydi. Yerine göre sesini yükseltmiş ve yerine göre ise sesini derinlere gömmüştür. Ama, o, sessizliğini bozmanın ve burjuvazi karşısında ayrı bir sınıf olduğunu ve kendi sınıfsal çıkarlarını savunmak için ayağa kalkmak istediğini eylemleri ile ortaya koyabilmiştir.

İşçi sınıfına güvensizlik duyanlar, sınıf olarak onlardan uzak olanlardır. İşçilerin yer yer ciddi olarak sessizlik zırhının altına girmelerini yanlış yorumlayanlar, onlar üzerinde ne gibi baskı ve sömürü olduğunu görmezden gelen ya da bu olguların etkilerini anlayamayacak denli sınıftan uzaklaşmışlardır. Ve bu tür düşünce sahipleri sınıflar arası mücadelenin diyalektiğine de hep yabancı kalmışlardır.

İşçiler, ne istediklerini ve nereye gitmek istediklerini eylemleri ile ortaya koyarlar. Sorun bunu doğru çözümlemek ve onların güncel taleplerini siyasal taleplerle birleştirmek, işçi sınıfının kendi öz sınıf partileriyle brlikteliğini güçlendirecektir.

Türkiye işçi sınıfı çok önceleri de eylemleri ve direnişleriyle kendini ortaya koymasına karşın, 15-16 Haziran 1970 Direnişi’yle birlikte, gerçek sınıfsal gücünü ortaya koymasını bilmiştir. Burjuvazinin ve sarı sendikaların karşı-devrimci işbirliğine rağmen, işçiler, 15-16 Haziran’da devrimin gerçek gücü ve öncüleri olduğunu da net olarak ortaya koymasını bilmiştir.

İşçi sınıfı içindeki çalışma ve örgütlenmenin burjuvaziyi yıkmak için olmazsa olmazlardan bir ilke olduğunu, tankların üzerinde adeta dans eden işçiler net olarak göstermiştir.

15-16 Haziran, burjuvazinin işçilerin örgütlenme haklarını, daha doğrusu 1967 yılında kurulan DİSK’in sınırlanmasını amaçlı yasal değişiklik yapmak istemelerinden kaynaklandı. Sorun salt DİSK’in sınırlanmasından öte, işçi sınıfının örgütlenmesinin kısıtlanması ve grev ve direnişlerin sınırlanmasını amaçlıyordu.

Sendikalar kanununu düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi ve 275 sayılı Grev ve Lokavt kanunlarının işçilerin aleyhine değiştirilmesi ve bunların meclis’te kabul edilmesi, bardağı taşıran son damla olmuştu.

Bu kanunları o zamanın iktidardaki AP (Adalet Partisi) meclise getirmesine karşın CHP de işçiler aleyhine değiştirilmek istenen bu kanuna onay vermişti. Kanun, AP,CHP, GP (Güven Partisi) gibi partilerin oylarıyla yasallaşmıştı. Çünkü burjuvazi, işçi hareketinin örgütlenmesi ve gelişmesini engellemek istiyordu. Burjuva sınıfı iktidarı ve muhalefetiyle işçi sınıfı karşısında birlik olduklarını bir kere daha göstermişti.

15-16 Haziran Direnişi’nin getirdiği korkuyla CHP (tabi ki büyük burjuvazinin onayını alarak), onay verdiği yasa değişikliğini Anayasa mahkemesine (AYM) iptal edilmesi için götürdü ve AYM değişikliği iptal etti. Ancak burjuvazi, işçi hareketi ve buna bağlı olarak koşut gelişen devrimci hareketin gelişmesinin normal parlamenter yollarla durdurulamayacağını anlayınca, 1971’de 12 Mart Askeri Darbesi’ni yaptı. Bu darbe burjuvaziye kısmi de olsa bir soluk aldırdı. Çünkü, işçi sınıfının devrimci ve komünist örgütlenmeleri ağır darbe almıştı. Deniz’ler, Mahir’ler ve Kaypakkaya’lar katledilmiş ve örgütleri yenilgi almıştı.

Bütün bunlara karşın, söz konusu sendikal (274-275 sayılı)kanunların tamamiyle değiştirilmesine 12 Mart cuntasının gücü yetmedi. Ancak, on yıl sonra yapılan 12 Eylül 1980 askeri faşist cuntasıyla değiştirilebildi.

Burjuvazinin işçi hareketinin gelişmesinden korkmasının sınıfsal nedenleri vardı. Bu hareketin gelişmesi, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına darbe, ve bir adım ilerisi ise işçi sınıfının kendi iktidarını kurma hazırlığı demekti. 1970’lerin devrimci hareketlerinin gelişmesi ve yeni devrimci ve komünist örgütlenmelerin ortaya çıkması bu gerçeğin kendisidir.

2013 Haziran’ları (GEZİ) 15-16 Haziran 1970’lerin devamıdır. Çünkü aynı sınıfın sınıf hareketidir. Dün sendikal hakların budanması temelinde ortaya çıkmasına karşın, 2013 Haziran’ı ise burjuva demokrasisi içinde de olsa politik özgürlüklerin yok edilmesine karşı bir başkaldırı ve isyan olmuştur. Çünkü bütün kitlelerin sahip olduğu tüm özgürlükler yine kitleler tarafından kazanılmıştır. Bu haklar burjuvazinin bir lütfu değildi.

İşçi sınıfı, 15-16 Haziran’da “taşları birbirine sürtmüştü.” GEZİ, bu taşlardan çıkan kıvılcımların daha geniş kitleleri kucaklamasıydı. Bu eylem ve direnişlerde, sınıf hareketinin daha ileri gitmesini zorlaştıran temel etmen ise; kendiliğindenci örgütlenmeden sınıfın partisi etrafında örgütlenerek sınıf mücadelesinin bilinçli özne olma diyalektiğini yakalayamamak oluşturuyordu.

15-16 Haziran’da 150 bini aşkın işçi harekete geçmişken, 2013 Haziran’ında 20 günü aşkın bir sürede on milyonu aşkın insan sokaklara çıkmıştır. Ve bir gecede milyonlar sokaklara dökülebilmiştir. 1970’lerde bir kaç şehirde sokaklara çıkanlar, bugün neredeyse ülkenin bütün şehirlerinde sokakları eylem alanı haline çevirecek bir güce ve dinamizme sahip olmuştur. Bu iki şeyi ortaya çıkarır: Birincisi, kapitalizmin iyice çürüdüğünü, ikincisi ise; işçi sınıfının nicelik olarak büyüdüğünü, ama, esas olarak niteliksel büyük bir ivme kazandığını...

Bu işçi direnişlerinin ortaya koyduğu bir başka gerçeklik ise; çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı kendi sınıfsal çıkarlarına sahip çıkmak için ayaklanmasını da biliyor olmasıdır.

Bütün bu sınıfsal olguların ortaya koyduğu gerçekler, işçi sınıfı içindeki örgütlenme ve siyasal çalışmaya herşeyden öncelik tanımak, komünistler için temel prensip olmak zorundadır. İşçi sınıf devrimciliği, işçi sınıfı içinde olgunlaşır ve gelişir. Sınıf mücadelesi diyalektiği bunu defalarca doğrulamıştır. 

38585

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar