Cuma Mart 29, 2024

1978 Yılının Şubat Ayında Gerçekleştirilen TKP/ML 1ci Konferansı TKP/ML Tarihinde çığır açmıştı

1976 yılında partimizde yaşanan tasfiyecilik zamansız ve kısır bir ayrılığa yol açtı. Koordinasyon Komitesini oluşturan kadroların hemen hemen hepsi tasfiyeci ve darbeci tarafta yerlerini aldılar. Sağlıklı, planlı bir tartışma yürütülemedi. Parti kadrolarının ezici çoğunluğu bilimsel tartışmalar yürütemeden tercihler yapmaya zorlandı. Birbirimizi iyi anlamadan, ne söylediğimize bakılmadan partiden kopuşlar yaşandı. Darbeci yönetim parti kadrolarının ezici çoğunluğunu etkiledi. Birçok bölgede partimiz ağır tahribatlar aldı. Taraftar ve parti çalışanlarımız birçok bölgede tasfiyeci KK ile ortak hareket etti. Partimizin progmatik görüşlerini oluşturan Kaypakkaya yoldaşın görüşleri öz itibarıyla darbeci yöntemle tasfiye edilmeye çalışıldı.

Eğer ki; doğru bir yol ve yöntem uygulansa ve parti içi tartışma sabırlı ve de sağlıklı yürütülebilseydi partimiz bu kadar ağır bir kayıp ve kan kaybı yaşamayacaktı. Parti çalışanları daha sağlıklı kararlar verebilecekti. Lakin buna müsaade edilmedi. Aksine yangından mal kaçırırcasına sekter, dediğim dedik inatlaşması tercih edildi. Önderlik olduğunu iddia eden KK kaba, sekter ve tasfiyeci gerçeğini bir türlü kabullenmeyerek ayrılığın baş sorumluluğunu üstlenmiş oldu.

KK nin bu yanlış yol ve yöntemine karşın, parti çizgisini savunan kadrolar ve bölgelerde doğru bir yöntem ve yol izleyemedi. Daha çok tepkisel, duygusal çıkışlar göstererek kazanılabilecek birçok kadro, üye ve çalışanını kazanamadı. Kaypakkaya döneminde faaliyet yürütenlerin çoğunluğu-  özeleştiri yapma –yeni strateji ve taktikler üretme – adına tasfiyecilerin yanında yer aldılar, saf tuttular.

Buna karşın Kaypakkaya döneminde kalan kadroların çok az bir kısmı, bir elin parmakla gösterilecek kadarı partimiz saflarında kaldı. Zindanlarda tutsak olan parti üyelerinin ezici çoğunluğu partiyi ve parti çizgisini savundu. Tasfiyeci yol ve yönteme karşı çıktılar. Burada şunu önemle vurgulamam gerekir ki; ilk ayrılık başlarında Uzun hariç FÜ lerden gerekli net tavır ve destek alınamadı.  FÜ’ler açık ve net tavır takınmadılar. KK’nın tasfiyeci yönünü ilk başlarda algılayamadıkları içinde kadroların önemli bir bölümü ikircikli ve git-gelci oldular. Bu orta yolcu tutum KK’nın işine yaradı ve eski kadroların birçoğu KK’dan yana tavır takındılar.

İstanbul bölgesi başta olmak üzere, diğer bölgelerde başlatılan - tasfiyeciliğe karşı isyan meşrudur, partiye sahip çıkalım, devrimi örgütleyelim-prensibi esas alınarak bölgesel örgütlenme devam ettirildi, merkezileşme çalışması hızla başlatıldı. İlk başlarda Süleyman Cihan yoldaş, Ahmet Kızıler ve A. Cihan’ın partiye sahip çıkmaları ve batıda etkinlik sağlamaları tüm eksik ve yanlış, sekter tutum ve davranışlara rağmen etkili ve belirleyici oldu. Batının partiyi sahiplenmesi ve etkili olması diğer bölgelerde de ses vermeye yol açtı. Esasen 1974 kadroları partinin yeniden inşasında, örgütlenmesinde,  merkezi yapıya kavuşturulmasında yer aldılar. Yurtdışı komitesinde Kel Amca (ALİ YAVUZ CENGELOĞLU) önderliğinde bölgesel çalışmaya topyekûn katılması merkezileşme çalışmalarına güç kattı.

Süleyman Cihan yoldaşın önderliğinde batıda yürütülen parti çalışması Dersim, Ankara, İzmir,  Doğu ve Güneydoğuda da hayat bulmaktaydı. Batı bölge yönetiminde, parti kadrolarında zaman zaman problemler yaşansa da, artılar eksiler olsa da partinin pozitif güvencesi Süleyman yoldaştı. Hatta bir dönem bölge yönetiminden ayrılsa da, parti bileşeninde mihenk taşıydı diyebiliriz. Bütün parti kadrolarının katkıları, emekleri ve yürüttükleri sınıf mücadelesi tabi ki inkâr edilemezdi. Burada kısaca şunu ifade etmeyi bir zorunluluk görmekteyim; Partimizin ideolojik, siyasi, örgütsel yapısının korunup- kollanmasında sahiplenilmesinde emeği geçen taraftarımızdan, ileri sempatizanına, parti üyesinden kadrosuna kadar harcanan bütün emeklere ve değerlere sonsuz saygı ve de değer vermemiz gerektiğini, sahiplenilmesi gerektiği inancını taşıyor, öyle de bakıldığına inanmak istiyorum.

Ancak Süleyman yoldaşın emeği, katkısı alın teri hepimizden fazlaydı. Diğer parti kadrolarında inişler çıkışlar yaşanıyordu ama Süleyman yoldaş partinin güvencesi, birlikteliğin motoru, parti inşasının kalbiydi. Yeri geldi sıradan bir parti çalışanı oldu. Yeri geldi partinin militan bir eylemcisi oldu. Yeri geldi disiplinde, alınan kararın uygulanmasında tavizsiz bir komutan oldu. Yeri geldi duruşuyla, olgun –sakin, ikna edici konuşmalarıyla, alçakgönüllülüğüyle önder vasfını göstererek yoldaş sevecenliğinde bizlere moral, güç ve kararlılık aşıladı. Kolektif yaşamayı, yirmi dört saatini devrime adamayı, partinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmayı bizlere duruşuyla, yaşantısıyla öğretti. Bazı aklı evvellerin, çokbilmiş edasıyla boş gereksiz konuşmalarını dikkate dahi almamak gerektiği inancındayım.

Kaypakkaya’dan günümüze partimizde böylesi bir süreç yaşanmamıştı. İlk defa partimiz örgütsel düzenlemelere gidiyor, oluşturulan konferansı örgütleme komitesinin sorumluluğuna Süleyman Cihan yoldaş getiriliyordu. Artık partimizde hiyerarşik bir yapılanma ve Türkiye genelinde tek ses tek merkezden ortak hareket etme belirleyici rol oynuyordu. Artık, parti örgütü kendini her alanda hissettiriyor ve gönüllü disiplin partinin çalışanlarınca uygulanıyor, örgütsel faaliyet çalışmaları hız kazanıyordu.

Belki bazı arkadaşlar, yoldaşlar bunun abartı olduğunu söyleyebilirler ama hiçte öyle olmadığı gelişmeler dikkatlice izlenirse görülecektir. Kaypakkaya yoldaşın tespit ettiği MK üyeleri daha bir araya getiremeden, yani merkezi bir toplantı yapma çalışmaları yürütüldüğü dönemde faşizmin baskı ve operasyonlarına maruz kalarak ağır darbe alır. Tespit edilen, konuşulan ve onayı alınan üyelerle toplantı gerçekleştirilmeden yeni kurulan partimiz, kısa zamanda yenilgiye uğrar. Bu sebeple Merkezi bir toplantı gerçekleşmez. Ve böylece tespit edilen ama fiili toplantısı gerçekleşmeden örgütsel hiyerarşisi oluşmadan yenilgi alınır, merkezi faaliyet sekteye uğrar.

Yenilgi sonrası faşizme esir düşen kadrolar içerde kısa zamanda toparlanarak yeniden merkezileşmeye gider. Ancak yukarıda da kısaca anlattığım gibi 74 affıyla tahliye olan kadrolardan oluşan KK’si daha işin başında tasfiyecılık yaparak 76 ortalarında partimizin parçalanmasına sebebiyet verdiler. Bölünme ardından bölgesel dönem ve de yeniden merkezileşmek için KÖK’ün oluşturulması parti birinci konferans hazırlığının hızla - tüm engellemelere, operasyona ve baskılara rağmen –devam ettirilmesi vb. burada FU’lerin önemli katkı ve destekleri de göz ardı edilmemelidir. Birinci konferansın oluşumunda FU’ler partinin toparlanmasına ciddi katkılar sundular. Ancak \yapılan katkılar kısacası yetersiz ve edilgendi.  Konferans çalışmalarına aktif, siyasi, ideolojik, örgütsel katkıyı sunamadılar ya da sunmada duyarsız davrandılar.

KÖK’ün (Konferansı Örgütleme Komitesi) oluşumu Konferansı örgütleme çalışmaları, üye tespiti, parti tüzüğünün resmileştirilmesi, Beş temel belgenin partimizin programını oluşturması ve üzerinde tartışılması, üye sayısına göre bölgelerde delege seçimine gidilmesi, bölgelerde delege seçimlerine gidilmesi, seçilen bölge delegelerin, Merkezi delegelerini seçerek Birinci KONFERANSA MERKEZİ DELEGE GONDERMESİ... vs.vs... Demokratik yoldan bütün parti üyelerinin temsil edilmesi, delegelerin demokratik tarzda seçimine özen ve itina gösterilmesi olmazsa olmazıydı Parti Konferans ön çalışmaları... Kısaca bu anlayış doğrultusunda yürütülmekteydi. Diyebilirim ki, Türkiye tarihinde Komünist partisinin ilk kez en alttan en üste demokratik işlerliği uygulanmıştı.  Partililerin kimselerin etkisinde kalmadan kendi özgür iradelerini kullanarak merkezi konferansa delege seçerek gönderiyordu. Buna rağmen bazı hatalar ve yanlışlarda olmaktaydı.

KÖK bir taraftan merkezi Konferansı örgütlemeye çalışırken diğer taraftan da zindanlarda esir tutulan yoldaşları kaçırma faaliyetine hız vermekteydi. Zeki Şerit yoldaşın kaçması, Armenek Bakırcıyan –Orhan Bakır- yoldaşın İzmir’de gerçekleştirilen bir baskın sonucu esirlikten kurtarılarak özgürlüğe kavuşturulması, aktif mücadeleye kazanılması, yine Toptaşı zindanında esir tutulan yoldaşların özgürlüğüne kavuşmaları için, Batı Bölge Komitesinin dur durak bilmez çalışmalar yürütmesi ve bu çalışmalara Süleyman yoldaşın aktif katılması, örgütlenmesinde yer alması vb. gelişmelerin ne derece önem taşıdığını bize göstermektedir.

Burada şunu anlatmadan geçemeyeceğim; İstanbul bölge komitesinin ve bölge komitesinin başında bulunan İbrahim Ünal yoldaşın Toptaşı Cezaevi baskınında kararlı ve ısrarlı tavır olması sonucu bu baskın gerçekleştirilir. Eğer ki bu kararlı ve ısrarlı tavır takınılmasaydı Toptaşı baskını ve firarı geçici olarak belli bir süre ertelenecekti. Toptaşı Cezaevi baskını belki de hiç gerçekleşmeyecekti. Hatta ayrılıklar yaşanacaktı diyebilirim. Çünkü bölgemizle, KÖK arasında eyleme ilişkin görüş ayrılığı yaşanmıştı.

Bir tarafta parti Konferans çalışmaları diğer tarafta faşizme –devlete karşı süreklilik kazanan silahlı eylemler partimizi yeniden çekim merkezi haline getirmişti. Toptaşı zindanına gerçekleştirilen baskın Türkiye tarihinde bir ilki oluşturuyordu. O güne kadar Türkiye tarihinde böylesi bir baskın faşizmin zindanlarına gerçekleştirilmemişti veya varsa da biz bilmiyoruz.  İlk defa faşizmin zindanlarına partimiz silahlı baskın düzenleyerek yoldaşlarını ve devrimci dostlarını özgürlüklerine kavuşturarak aktif sınıf mücadelesine katıyordu. Toptaşı zindan baskını birkaç kelime ile açıklanacak, anlatılacak gibi değil. Tabi ki gelecek kısa zamanda Toptaşı zindan baskınını bütün detaylarıyla kitaplaştırarak anlatacağız. Yaşanan gerçeklerin bilinmesi amacıyla çalışma yürütülüyor diyebilirim.

Böylesi bir yoğun çalışmada kayıplarda alıyorduk. Mehmet Zeki şerit yoldaşı kaybetmiştik ardından düşmanın ağır saldırıları, operasyonları durmaksızın devam ediyordu. Selahattin Doğan yoldaş çıkan çatışmada yaralı düşmana esir düşüyordu. Yoldaşımız ağır işkenceler sonucu katlediliyordu. Selahattin yoldaşın yaralı yakalandığı çatışmada ise Süleyman Cihan yoldaş kıl payı kurtuluyordu. Kendini güvene alma bir yana benimde kaldığım evin operasyona uğramaması için hiç durmaksızın bulunduğum eve gelerek hemen evi terk etmemiz gerektiğini söylüyordu. Fedakârlığa bakın ki; bazılarımız faşizmin operasyonunda canımızı kurtarmayı esas alırken Süleyman Cihan yoldaş şahsi bencilliği elinin tersiyle her zaman bir tarafa itiyor,  kendini yoldaşlarına, partiye, devrime adıyordu.

Partimizin tarihine artık silinmezce yazılacak olan Partimizin Birinci Konferansına hazırlık son aşamaya gelmişti. Bölge konferansları gerçekleştiriliyor, merkezi delege seçimleri yapılıyordu. İstanbul bölgemizde de bölgesel konferans gerçekleştirildi. Bölgemizde merkezi konferansa altı delege gönderilecekti. Bir haftaya yakın süren bölgesel konferansta yoğun siyasi, örgütsel, ideolojik sorunlar tartışıldı. Oluşturulacak Merkezi yapının işlerliği, Parti Tüzüğü, Ordumuzun yönetmenliği, TMLGB’nin işlerliği Kadınların merkezi örgütlenmesi ve Yayın- Basın organlarının çıkarılması,  merkezi yapıya kavuşturulması tartışıldı.

Delege seçimleri yapılarak,   seçilen delege yoldaşlara merkezi Konferansta bölgemizi temsil etme yetkisi verildi. Ayrıca partimizin asgari ve azami programına tekabül eden Kaypakkaya yoldaşın beş temel belgesi üzerinde mutabık kalındı. Ocak ayı sonlarına tamamlanan bölge konferansımız görevini tamamlamıştı. Artık bütün hazırlıklar, tedbirler ve çalışmalar PARTİMİZİN GERÇEKLEŞTİRECEĞİ BİRİNCİ KONFERANSIMIZA  ODAKLANMIŞTI...

Kimi tarihleri kalıcılaştırmak istersin ama tarihin veya tarihlerin kalıcılaşması kişilerin isteklerine ve niyetlerine göre belirlenmezler. O,TARİHİ AN YAKALANIR KİŞİLERİN İRADELERİ DIŞINDA BİR DAHA SİLİNMEZCESİNE TARİHE KALICI YAZILIRLAR. ASLA UNUTULMAZ HER DAİM ANILIRLAR. Bütün bölgeler konferans çalışmalarını tamamlamış merkezi konferansa odaklanarak büyük bir heyecan ve azimle beklemekteydi. Birinci konferansın bütün organizesi KÖK’ün denetiminde Süleyman Cihan yoldaşın sorumluluğundaydı.

Partimizin tarihine yazılacak olan; Parti Birinci Konferansını yapacağımız bölgeye en güvenli şekilde gidilmesi örgütlenmenin, ulaşımın çok hassas organize edilmesi gerekiyordu. Konferansın örgütlenmesini üstlenen yoldaşlar hariç, hiçbirimiz hiçbir şey bilmiyorduk. Konferans yerini Süleyman yoldaş dâhil birkaç yoldaş biliyordu.

Birçoğumuz çok ciddi aranır durumdaydık. Burjuva basınında o dönem manşet manşet resimlerimiz yayınlanıyor, hareket alanımız daraltılmak isteniyordu. Partimiz gerekli önlem ve tedbirini alarak güvenli şekilde delege aktarımını yapıyordu. Herhangi bir yakalanma ve ya engellemeye karşıda gerekli tedbirler alınmış aksaklıkları en aza indirme hedeflenmişti…

Diğer delege yoldaşların Konferans yerine nasıl ulaştığını en azından ben bilmiyordum. İstanbul’da bölgesel konferans sonrası alınan tüm tedbirlere rağmen düşman partimize azgınca saldırıyordu. Yukarıda anlattığım gibi Bakırköy’de Selahattin Doğan Süleyman yoldaş ve H. Örek yoldaşın randevulaştıkları yere özel tim operasyon düzenler.

Bu operasyon bir tesadüf sonucu olur. Başka bir devrimci örgüt banka soygunu Bakırköy’de gerçekleştirir. Düşmanın gerçekleştirdiği operasyona Süleyman yoldaşlar takılırlar. Selahattin yoldaşın silahını çekerek müdahalede bulunması, bir nevi kendini feda etmesi sonucu Süleyman yoldaş ve H. Örek yoldaş kurtulmayı başarırlar. Ben parti evinde kalıyordum.  Avcılar’da kaldığımız evi H. ÖREK biliyordu,  Çünkü birlikte aynı evde kalıyorduk. Ayrıca bizimle birlikte aynı evi paylaşan Kadın yoldaş Ç. ve Süleyman yoldaş evi bilmekteydi. Ç. yoldaş çalıştığından dolayı olup bitenden, bütün gelişmelerden habersizdi.

Süleyman yoldaş kurtulur kurtulmaz,  direkt benim kaldığım eve gelerek kapıyı açmamı istedi,  ancak ben tereddüt göstererek kapıyı açmadım ve pusuya yatarak çatışmaya hazırlandım. Etrafı dikkatlice dinleyip gözden geçirdikten sonra; Süleyman yoldaş olduğuna kanaat getirir getirmez ve bir operasyona uğramadığımız kanaatine varır varmaz derin bir oh çekerek kapıyı açtım. Süleyman yoldaş kısaca bana gelişmeyi anlattı ve H. Örek’in yakalandığını hemen evi terk etmemiz gerektiğini söyledi. Biz evi terk etmek üzere kapıya çıktığımızda H. Örek’le karşılaştık. O da polisin paniğinden yararlanarak yakalandığı halde kaçmayı başarmıştı. Salahattin yoldaşın gösterdiği fedakârlık her iki yoldaşında kurtulmasına yol açmıştı. Aksi halde her iki yoldaş da yakalanmış olacaktı. Her iki yoldaş ta Partinin Merkezi Konferans delegeleriydi.   Her iki yoldaşın yakalanması demek partimizin çok ağır darbe alması demekti. Böylesine zor bir süreçten geçiyorduk. Ancak bizi hiçbir güç engelleyemezdi. Partimizin yaşaması, yoldaşlarımızın yaşatılması devrim kavgamızın mutlaka geliştirilmesi, atılımlar yapması gerekiyordu. Bütün yoldaşlarımızla insanı ölümüne yaşatma, özgür insan yaratma kavgasını yürütüyorduk. Ölmek için değil, yaşatmak ve sosyalizmi zafere taşımak için savaşıyorduk.

Partimiz böylesi zor bir süreçten geçiyordu. Bir tarafta Partimizin Merkezi Konferans çalışmaları, beri yanda yoğunlaşan Açıkçası faşizm bizim varlığımızdan başından beri ciddi rahatsızlık duymaktaydı. Parti eylemleri ve buna karşı sınıf düşmanımız devletin bize saldırıları durmaksızın devam ediyordu. Kaypakkaya yoldaşı alçakça ve vahşice katletmelerinin sebebi de partimizin varlığıydı. Çünkü varlıklarına ciddi manada tehdit oluşturan bizim varlığımızdı. O sebeple olacak ki tez elden partimizin varlığına son vermek istiyor, durmaksızın saldırılarını devam ettiriyordu.  Bir taraftan partimize yönelen saldırılar bertaraf ediliyordu beri yandan ise şehit düşen yoldaşlarımız sahipleniliyordu. Sürdürdüğümüz sınıf savaşı böyle bir şeydi. Ahlar vahlar çekme yoktu. Daha kararlı, azimli ve ısrarlı sınıf savaşımı yürütülüyordu. Partimizin gelişmesi güçlenmesi kalıcı ivme kazanması için parti çalışanlarımız enerjilerini on katına yüz katına çıkarıyor gecesini gündüzüne katıyordu.

Yolcu yolunda gerekirdi; aradan günler geçmemişti ki Süleyman yoldaş benimle buluşarak yola çıkma zamanımızın geldiğini, hazır olmam gerektiğini açıkladı. Bana yeni bir kimlik yapılmıştı. Yeni kimlik ismimi iyi ezberlemem gerekiyordu. Yapacağımız uzun yolculukta kontroller olabilirdi. Gerçi Süleyman yoldaş kendine göre bizim için tedbirini almıştı… nokta  nokta yolculuğunun daha güvenli ve de az kontrollü olduğunu deneyimleriyle biliyordu.

Yolculuğa çıkışımız öncesi bende heyecan daha belirgindi. Süleyman bunu görmüş olacak ki yolculuğumuzun sorunsuz geçeceğini bana söyleme geregini duymuştu. İki yıla yakın mahpusluk yaşamı, ardından firar ve gerçekleşen firarın tazeliği doğası gereği bende heyecan yaratıyordu. Ciddi aranmamız da buna vesile oluyordu. Yolculuğumuz başladığında Süleyman yoldaşın gayet sakin, hiçbir şey yokmuş gibi davranması beni ister istemez rahatlatıyor ve heyecanımı, yükselen tansiyonu düşürüyordu.

Önce Avcılardan Eminönü’ne, Eminönü’nden vapurla karşıya, Anadolu yakasına geçtik. Ben uzun zaman dışarıya hasret kaldığımdan hem değişimleri görmeye çalışıyor hem de insanları daha fazla süzüyor, takipte tutuyordum. O günden bu zamana kadarki illegal yaşantımı şöyle bir gözden geçirdiğimde kendimi daha iyi anlıyor ve tanımlayabiliyorum. Her tarafta Polis ve Jandarma devriye geziyor ve nöbet tutuyordu ancak bir sorun olmadığı gibi her şey kendi seyrinde devam ediyordu. Bendeki heyecan giderek azalmış Süleyman yoldaşa uyum sağlamam artıyordu. Her ikimiz de hiçbir şey yokmuş havasında yolculuğumuza devam ediyorduk. Anadolu yakasında Harem garajına geldiğimizde Süleyman yoldaş bana kimliğimi vermemi söyledi. Kimliğimi aldı... Otobüs gişesine kimliklerimizi verdi ve ayırttığı biletlerimizi alarak otobüse bindik.

Ankara yolculuğumuz başlamıştı. Herhangi bir sorun veya aksilik çıktığında nasıl hareket etmemiz gerektiğini, nasıl bir ifade vermemiz gerektiğini, birbirimizi tanımadığımızı, Ankara’ya kime gittiğimizi veya neden gittiğimizi konuşarak anlaştık. Süleyman bir sorun çıkmayacağını ancak önlem ve tedbir almamız gerektiğini açıkladı. İstanbul çıkışı Gebze yolu üzerinde basit bir kontrolden geçtik. Herhangi bir kimlik kontrolü yapılmadı. Öylesine yolculara bir göz atıp gittiler. Süleyman yoldaş artık kontrol ve aramanın hele kimlik kontrolünün hiç yapılmayacağını söyledi. Ben olabilir ihtimalini hesaplıyordum. Adapazarı’na geldiğimizde diğer otobüslerde kimlik kontrolü yapılıyordu ancak bizim bindiğimiz otobüs firmasında yalnızca öylesine göz atıp, kimlik kontrolü yapılmıyordu. Sebebini sorduğumda; bu firmanın devlet nezdinde en güvenilir olduğunu, aynı zamanda tüm otobüs yolcularının ve müşterilerinin kimlik beyanı sonucu bilet alabildiğini, yolcuların isim bildiriminin güvenlik güçlerine şirketin zaten beyan ettiğini söyledi. Ve biz gayet rahat ve güvenli şekilde Ankara’ya vardık. Ben hala Parti Birinci Konferansının nerede yapılacağını bilmiyordum. Süleyman yoldaş Ankara’da biraz kalacağımızı daha sonra konferansın yapılacağı yere gideceğimizi söyledi.

Ben kendi adıma Konferansın Doğuda yapılacağını düşünüyordum. Gerekli bağlantılar kurulduktan sonra Doğuya nakledileceğimizi düşündüm. Ankara’da kaldığım on gün gibi bir sürede partili hiçbir yoldaşla ilişki kurmadım. Benimle ilgilenen arkadaşların Süleyman yoldaşın akrabaları olduğu kanaati oldu. Sonradan bu yoldaşların aynı zamanda örgütlü olduklarını öğreniyordum. Bu yoldaşlarda benim Partiyle,   kendileriyle bir ilişkimin olmadığını sanıyorlardı. Çünkü bana kesinlikle partimizle ilgili hiçbir şey konuşmamam bildirilmişti. Sonradan bu arkadaşların,  İb ve Ka yoldaşlar olduğunu öğreniyordum.

Partimizin illegal çalışmayı esas alması yöneticisinden, taraftarına kadar bu ilkeyi disiplinli şekilde uygulaması ve uygulatması hayati önemdeydi. Süleyman’ın işleri çoktu ve oldukça da yoğundu. Ben bu zaman zarfında Ankara’yı tanımaya çalışıyordum. Ankara’da çok önceleri birkaç gün kalmıştım ama bilmiyordum. Başkent olmasına karşın en az bildiğim illerimizdendi. Kaldı ki İstanbul’la kıyasladığımda Ankara bana her zaman monoton, pasif ve bürokrasinin hüküm sürdüğü bir yer geliyordu. Artık biz İstanbul’umuza alışkanlık kazanmıştık da ondan mıydı hala cevabını verebilmiş değilim.

Konferans’ın gerçekleşmesine az zaman kaldıkça bende de heyecan artıyordu. Diğer bölgelerde gelecek delegeleri ister istemez merak ediyordum. Kendi bölge delegelerimiz dışında, kimlerin delege olarak parti konferansına katılacağını, konferansı örgütlenmeyi üstlenenler dışında kimse bilmiyordu Doğru olan da buydu. Konferans çalışmalarının güvenli ve sağlıklı yürütülmesi,  faşizmin her türlü saldırı ve operasyonlarına karşı gizlilik kurallarının harfiyen uygulanması gerekli ve zorunluydu.  Yapılacak en ufak bir ihmalkârlık ve hatta partinin imhasına dahi yol açabilirdi. O sebeple, yoldaşlara güvensizlikten değil ama düşmana karşı ciddi önlemler alınmasını mecburi kılıyordu.

Konferansa kaç delege katılacak, bölgelerde pü. sayısı kaçtır vb. vb.  bizler tarafından bilinmiyordu. Yalnızca ve yalnızca bölgelerdeki siyasi eğilimler üç aşağı beş yukarı hepimizce biliniyordu. Eğer matematiksel hesap yapılacak olunursa toplam pü’si sayısı da ortalama biliniyordu. Ama yaşadığımız illegal koşullar bunu bilmemizi gerektirmiyordu. Çok meraklı olmak yaşanılan illegal örgütlenmede pü’lerin üzerinde gereksiz yük olmakta, taşıdıkları yükü yakalandığında ağır işkencelere dayanamayıp çözülmeler sorun olmaktaydı. Bu da düşmanın partimize darbeler vurmasına yol açmaktaydı. Bu olumsuzluğun önüne geçmek için parti alınması gerekli tedbirler, önlemler neyi gerektiriyorsa onu planlıyor, disipline ediyor ve uyguluyordu.

Bir akşam vakti Süleyman yoldaş ve başka bir yoldaş birlikte benim kaldığım eve geldiler. Ev sahibi ile kısa bir sohbet ve çay içildikten sonra gitmemiz gerektiğimizi beni almaya geldiklerini söyledi. Ben hala o saate kadar parti birinci konferansının Ankara da yapılacağına ihtimal vermiyordum. Süleyman yoldaşla gelen yoldaşı 74/ 75 yıllarında İstanbul’dan tanıyordum. Fakat aramızdaki resmiyet devam ediyordu. Geçmişte aramızda herhangi bir örgütsel ilişki olmadı. Daha çok toplantılarda, eylemlerde, yurtlardaki tartışmalarda tanışıyorduk. Evlerinde misafir kaldığım arkadaşlarla vedalaştık ve ayrıldık. Evlerinde o kısa zaman kaldığım arkadaşlara sanki yıllarca birlikte kalmışız gibi yakınlık taşıdım Demem şu ki; devrim, sosyalizm mücadelesi ve aynı düşüncelere sahip olmak ve de ideallerimize sahip çıkmak bizi anında birbirimize yakınlaştırıyor ve kaynaştırıyordu. Hala bu misafirperver yoldaşlarımı unutamadığımı hatırlatmak isterim.

Evden dışarı çıktığımızda beş on dakikalık yolculuk sonrası ara sokakta park etmiş bir arabaya yöneldik. Bir kişi daha arabada oturuyordu. Bu arkadaş İstanbul delegelerinden H. B’dı. Ben hiç konuşmuyor söylenenleri harfiyen yerine getiriyordum. M:K yoldaş anahtarla arabanın kapısını açarak arabaya binmemizi söyledi.

Taksiye biner binmez Süleyman yoldaş başladı talimatlar vermeye;-Parti birinci konferansının Ankara’da yapılacağını, bizlerinde Konferansın yapılacağı eve gideceğimizi o sebeple güvenlik gereği takside kafamızı oturma koltuğuna kadar indirmemizi hiçbir tarafa bakmamamızı, ben geldik demedikçe hareket edilmemesi gerektiğini açıkladı. Arabayı kullanan arkadaş konferans yerinin organize edilmesinde yer alanlardandı. O nedenle söylenenler benimle H. B yoldaşa idi. Bizde söylenenlere aynen uyuyorduk. Ara yollara giriliyor tekrar normal yola dönülüyor ve bu defalarca devam ediyordu. Tahminen yarım saat ve ya bir saate yakın bir yolculuk sonrası Arabamız Lüks sayılabilecek bir semtte duruverdi. Arabadan inmeden önce Süleyman yoldaş tekrardan bize uyarıda bulunarak yürüyeceğimiz yol boyunca etrafımıza bakmamamızı, kendilerini takip etmemizi söyledi. İlke ve disiplin gereği bizde birinci konferansın yapılacağı evin semtini ve bölgesini bilmek istemiyorduk. Bir ara bari gözlerimizi de bağlatsaydın diyerek espri yaptım. Süleyman yoldaş gayet sakin ve gülen yüzle ; -o da olabilirdi ama gerek görmedik- dedi. Yürüyoruz, sürekli dolaşıyoruz ama bir türlü Konferansın yapılacağı eve varamadık. Sonradan anlıyoruz ki, konferansın yapılacağı bölgenin çok çok dışında arabadan indirilip, dolaylı ve de şaşırtmaca yapılarak konferansın yapılacağı eve varmıştık.

Konferansın yapılacağı eve birlikte girmememiz gerektiğini, ikişer ikişer giriş yapılacağı açıklandı. Önce Süleyman yoldaşla ben girdik. O kadar sevinçli ve de heyecanlıydık ki kelimelerle ifade etmenin, sözle anlatmanın mümkünatı yoktur. O anı anlamak için bizzat yaşamak gerekir inancındayım. Bizi karşılayan yoldaş benden daha yaşlı ve olgun gözüküyordu. Sanki yıllarca birbirimizi tanıyormuşuz, birlikte yaşamış mücadeleyi bire bir,  birlikte yürütmüşüz gibi sıcaklık ve şefkatle birbirimize yoldaşça sarıldık ve uzun yılların hasretini üstümüzden atarcasına sımsıkı kenetlendik. Diğer yoldaşlarla da aynı sıcaklık, şefkat, hasret giderme faslını tamamladık.

Oturma salonuna girdiğimizde bazı yoldaşları çok eskilerden tanıyordum. Bazı yoldaşları ise ilk defa görmekteydim. Birbirimizi tanıdığımız halde tanımıyormuşuz gibi yaparak illegalite yapıyorduk. Her şey partinin belirlediği kurallara uygun yürütülüyordu. Aradan çok zaman geçmeden belirli aralıklarla iki delege grubu daha konferans evine geldiler. Süleyman yoldaş, Kel, Amca ve birkaç yoldaş kendi aralarında kısa bir görüşme yaparak, gidişat üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar. Herhangi bir aksaklık ve ya tehlikenin olup olmadığını, güvenlik önlemlerinin yeterli alınıp alınmadığını değerlendirip yeniden gözden geçirdiler.

Bu arada biz delegelerde birbirimizle illegaliteye dikkat ederek tanışıyor kimin hangi bölgeden geldiğini, kaç delegeyle temsil edildiklerini vb vb. konuşuyor sohbetler ediyorduk. Ufak ufağa siyasi tartışmalarda başlamış oluyordu. Yoklamalar çekiliyor, eğilimler öğrenilmeye çalışılıyordu.

Konferansın örgütlenmesinde, yerin organize edilmesinde, delegelerin konferans yerine nakledilmesinde, konferansın güvenliğinin sağlanmasında ve çıkabilecek bir aksiliğe karşı alınan tedbirlerin yeniden gözden geçirildiğini, herhangi bir sorun yaşanmadığını Süleyman yoldaş KÖK sorumlusu olarak açıklama yaptı. Delegelere bilgilendirmede bulunarak Konferansa yarın başlanacağını, ilk gün bütün yoldaşların yorgun olduğunu, dinlenmelerinin ve sabah dinç kalkılması gerektiğini açıkladı. Kural olarak sabah altıda kalkılacağını saat sekizde ise Konferansın birinci oturumunun açılacağını bildirdi. Bütün delege yoldaşları selamlayarak konuşmasını sonlandırdı. Delegelerin bir kısmı uzun yol gelmişti. Hatta içimizde bir Kadın delege yoldaş hamileydi. Yani konferansımızın bir de doğal delegesi bulunmaktaydı. Artık hepimiz resmiyet dışıydık. Serbest sohbetlerimiz başlamıştı. Kimimiz yıllardır birbirimizi tanıdığımız halde uzun zaman görüşememiştik. Şimdi bol bol hasret gideriyor derinden derinden sohbetler yapıyorduk.

Bazılarımız yeni tanışma lütfunda bulunuyorduk. Bazı delegeler ise yatmayı sabah dinç kalkmayı tercih ediyordu. TKP/M-L’nin Tarihi önem taşıyan birinci Konferansına sayılı saatler kalmıştı. Partimiz tarihinde ilk defa bir konferans yapılıyordu. Yapılan konferans hem tarihi anlamda, ideolojik örgütsel, siyasi ve politik açıdan hayati önem taşımaktaydı. TKP/M-L’nin tarihinde ilkler gerçekleşiyor, taşlar yerli yerine oturtulmaya çalışılıyordu. Partimizin kurulma aşamasında başlatılan Parti kongre veya konferans çalışmaları gerçekleştirilemeden son bulmuştu. Kısacası TKP/M-L ağır yenilgi alarak o dönem bu görevini yerine getirememişti.

Partimiz kurucu önderi Kaypakkaya proğmatik görüşlerimizin oluşması ve olgunluk kazanması için uzun araştırma, incelemeler yapmıştı. Türkiye devriminde namı değer eski tüfeklerle ideolojik siyasi ve politik tartışmalara girerek Marksist -Leninist örgütün temellerini atıyordu. Yoğun bir tartışma ve de hesaplaşma içerisinde; Devlet ve Devrim, Faşizm ve devletin yönetsel şekli, Demokratik halk devriminin özü ve Halk iktidarının sınıfsal niteliği, Gerilla ve halk savaşının ülkemizdeki özgüllüğü ve ona uygun taktik aşamaların tespiti, Demokratik halk devrimden, durmaksızın sosyalizme geçişin sosyalizme geçişte izlenmesi gerekli yol, Proleter kültür devriminin Marksizm’e – Leninizm’e bilimsel katkı olduğunu, sosyalizmde geriye dönüşlerin Kültür devrimleriyle engellenebilineceğini, Sosyalizmde sınıfların ortadan kalkmadığını hala toplumda ve Komünist Partisinin içerisinde –yönetiminde burjuvazinin varlığını koruduğunu geriye dönüş için fırsatlar kolladığı yarattığına vurgu yapmıştı. Sovyetler birliğinde  sosyalizmin yıkıldığını, geriye dönülerek sosyalist maskeli sosyal emperyalist  bir devlet şekline dönüştüğünü, Zıtların birliği kanununun temel kanun olduğunu, Birin ikiye bölündüğünü, bu temel kanunun  diğer bütün kanunları, çelişki yasalarını belirlediğini Mao Zedung yoldaşın –zıtların birliği yasası  temel çelişmedir tespitinin Marksizm’e katkı olduğu gerçeğini belirlemiş ve de yürüttüğü bilimsel tartışmalarda  revizyonizme, oportünizme ve anti Marksist, anti Maoist  düşüncelere onulmaz darbeler vurmuştu.

Kemalizm’in ideolojik olarak faşizm olduğunu, Türk devletini Kemalistlerin yönettiğini, Kemalist iktidarın hiçbir zaman ilerici antifaşist özellik taşımadığını, güdük de olsa böyle bir özellik taşımadığını, daha savaş içerisinde emperyalistlerle anlaşarak yarı sömürgeliği kabullendiği, işbirlikçi komprador patronların, ağaların ve tefeci tüccarların devleti olduğunu söyledi. İşçilerin, köylülerin, ezilen bütün milliyetlerden Türkiye halkını ezdiğini, Kemalizm’in halk düşmanı devlet yönetimi olduğunu yaptığı tarihsel araştırmalarla ispatladı. Yaklaşık Kırk üç yıldır ve de günümüzde Türkiye ve Kürdistan devrimcilerine Kemalizm’den kopuşta yol gösteriyor. Neredeyse bir asırlık zamandır Kemalizm’in ırkçı- şoven, faşist ideolojisi Türkiye ve Kürdistanlı devrimcilerin üzerlerinde genetikleşmiş etki yapmaktaydı. Kaypakkaya Marksizm’in –Maoizm’in keskin bilimsel kılıcını sallayarak kesin ve bir daha geri dönülmezcesine Kemalizm’e darbe vurdu ve Kemalizm’in gerçek faşist karakterini açığa çıkardı. Buna karşın Türkiye ve Kürdistan devrimcileri hala da Kemalizm’den etkilenmekte, yer yer Kemalist ideolojiyle aynı paralelde hareket etmektedirler. Azımsanmayacak bir kesim ise hala ırkçı şovenizmin savunuculuğunu sürdürmekte, Kemalizm’e savunulmada helal getirmemek için çırpınıp durmaktadırlar.

Türkiye’de Kürtlerin ayrı bir Ulus olduğunu, isterlerse ayrı örgütlenmeye gidebileceklerini ve ayrılıp ayrı bir devlet kurabileceklerini bunu Leninistlerin kayıtsız şartsız destekleyeceklerini, açıkça ilan ederek Türk şovenizmine ağır bir darbe vurmuştur. Kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurmalarını yanlış bulsak dahi,  ayrılma, ayrı devlet kurmalarına saygılı olmalıyız der.  Ancak “Kürt ulusu kendi kaderini kendileri tayin etmelidir” der ve yanlışlarını eleştirerek proleter devrimlerin yanında yer almalarını sağlamalıyız, isteriz der. Irkçı faşist Kemalizm’in Kürt katliamlarını deşifre ederek Marksist -Leninist bir tavır sergiler. Kürt ulusu ezen ve ezilenleri temsil eder Kürt halkının görevi, Kürt işçilerin köylülerin ve ezilen Kürt emekçilerinin durmaksızın demokratik devri gerçekleştirmek ve proleter devrimlerin yanında saflarını belirlemektir.  Kürtlerin üzerine örtülen ırkçı faşist toprağı paramparça ederek ezilen Kürt ulusuna kurtuluş yolunu göstermiştir. Türkiye devrimci hareketini zorlu sancılı mücadeleler sonucu önemli oranda şovenizmin etkisinde, ırkçılığın etkisinde kurtarmanın yolunu açmıştır. Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapanda yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım bu ideolojik öz olsa gerek. Türk faşizmi bu sebeple sağ yakaladığı yoldaşımızı kahpece işkencelerde katletti.

Aynı zamanda Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapan olmazsa olmaz olan,  oportünizme, revizyonizme Troçkizme ve de her türlü anti Marksist- Leninist sapmalara karşı tavizsiz duruşudur. İdeolojik mücadelesinde tavizsiz vermeyişidir.  İşte tam da bu noktada faşizme, onun sorgucu işkencecilerine karşı Komünist duruşu sergilemiştir. Gördüğü en ağır işkenceler karşısında Komünist olduğunu, her şart altında uğruna mücadele ettiği partisini ve partisinin gerçekleştirdiği eylemleri savunarak, çıkarsam veya elinizden kurtulursam yine aynı şekilde mücadele edeceğim ve sizlerden hiçbir şekilde korkmuyorum, der ve faşizme, faşist diktatörlüğe karşı meydan okur..

Konferansa katılacak delegelerin yoğunluklu tartıştığı konular bunlardı. Dünyada ve Türkiye’de MAO Zedung yoldaşın ölümü sonrası;  başını Enver Hoca ve AEP’nin çektiği anti Maoist bir kampanya başlatıldı. Kendi kabuğunda çıkamayan, dünyaya gözlerini kapatan, kendi dediğini dedik, yaptığını yaptık emrivaki davranışlarla Marksizm’e, Maoizm’e saldırıyor Troçkizm’i kılavuz alıyorlardı. Estirilen bu revizyonist ve Troçkist kırması saldırıları kaçınılmaz olarak bizim içimizde de etkilenmeler yaratıyordu. Ancak Mao Zedung yoldaşı savunmama gibi bir emare hiçbir yoldaş da gözükmüyordu.

Gün ağarmaya yüz tutmuştu. Ankara kuşlarının cıvıl cıvıl ötüşleri yeni doğan tarihi güne neşe moral, heyecan ve güç katıyordu. Konferansın yapıldığı ev oldukça büyük ve birkaç yatma odalıydı. Gece yerini yeni doğan güne bırakıyordu. Bütün delege yoldaşlar kalkmış, yataklarını ve yerlerini toplayıp düzenli hale getirmişti. Sırayla banyo yapılıyor, tıraş olunuyor, bazıları birkaç dakikalık da olsa spor yapıyordu. Kısacası yeni güne canlı heyecanlı güvenli ve umutlu giriliyordu. Artık partimizin önüne geçilmez tarihi sürece başlanıyordu. İçimizde en deneyimli olan yoldaşlar, başta Süleyman Cihan yoldaş ve Ali Yavuz Çengeloğlu olmak üzere birkaç yoldaşımız Konferansın nasıl başlatılması gerektiğini, açılışın nasıl, kim ve ya kimler tarafından yapılması gerektiğini belirlenmiş ona uygun örgütlenmişti

Konferansın başlangıç oturumunu KÖK de yer alan yoldaşlar hep birlikte divanda yerlerini aldılar. KÖK adına koordinasyondan sorumlu yoldaşın, yani Süleyman yoldaşın açılışı yapacağı açıklandı. O an İşte tamda o an alkış tufanı ve normal ses tonuyla bravo, bravo sesleri yükseldi. Tamda o anı yaşamak, orada bulunma erdemine sahip olmak her şeye bedeldi ve değerdi. Unutulmayan yaşayan var olundukça yaşatılacak anı yakalamak böyle bir şeydi.

Süleyman yoldaş açılışa başlar başlamaz; Dünyada ve Ülkemizde başta Komünizm şehitleri olmak üzere devrim şehitleri adına Konferansımızı bir dakikalık saygı duruşuna ve de Enternasyonalizm marşıyla açılışın yapılacağını açıkladı. Her bir delegenin gözlerinde sevinç mutluluk ve komünizme inanç okunuyordu. Devrim, sosyalizm ve komünizm kavgasında, Türkiye topraklarında artık ayrı bir niteliksel hal alıyordu. Geriye dönülmez ama ileriye ışık tutan bir sınıf kavgasının hayatın her alanında kendisini göstermesi, ben bu kavganın öncülüğüne soyunuyorum deme cüret ve cesaretini gösteren TKP/M-L’nin kadroları vardı. Aksini söylemek hem partiye hem de TKP/M-L ye hakaret ve ihanet mahiyetindeydi.

Hiçbir önyargı taşımadan, hesap kitap işine girmeden, kimin benim sorumlum olacağı kaygısını zerre kadar taşımadan devrim yapmaya, sosyalizmi her ne pahasına olursa olsun kurmaya karar vermiştik. Tüm derdimiz, meramımız, özcesi tek bir sorunumuz vardı o da devrim, demokratik halk devrimini yapmak ve de demokratik halk iktidarını kurarak ülkemizde faşist diktatörlüğe son vermekti.  Bu inanç ve kararlılık içerisinde örgütlenecek, kitleleri devrime sek etmek için örgütleyecektik. Parti birinci konferansımızın bunun yanında, diğer devrimci örgütlerle de ideolojik, siyasi tartışmalarını yürütecek Marksizm –Leninizm’i savunacak, her türlü sapmaya karşı ideolojik mücadeleyi yürütecek, etkide kalan kitleleri ve bireyleri ikna ederek saflarımıza kazanma yolunu açacaktık.  Parti Birinci Konferansımızın bütün parti kadro ve üyelerine yüklediği görevler tereddütsüz yerine getirilecekti ve hepimiz üstümüze düşen görevleri yapmaya hazırdık ve büyük bir azim taşımaktaydık. Bu azim ve kararlılıkla partimiz yola çıktı...

66586

Son Haberler

1978 Yılının Şubat Ayında Gerçekleştirilen TKP/ML 1ci Konferansı TKP/ML Tarihinde çığır açmıştı

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar