Perşembe Nisan 25, 2024

24 Ocak Vartinik Baskını ve ALi HAYDAR YILDIZ

Hayatımın unutulmaz anı. Menzil ve yaşam hakkı vermeyen haşin bir kış. Geyiklerini mağaralarına kapatan sisli, boranlı yüce zirveler. Yarı yıkık bir ev ve halkın korkarak, 'sizi öldürecekler, gidin buralardan,' diye mırıldana mırıldana acıdığı, destek vermeye çalıştığı bir avuç silahsız gerilla.


Ve seher öncesinin toz karı hafif hafif ırgalayan ruzigarı ve tüfek şakırtıları. Sık sık kopan çığlarını dinlediğim karşı dağ ve geyikleri ne alemdedir, oradan çığ koptu mu bilemiyorum. Uçurum kıyısında ilerleyerek ileride Ermeni evlerinin kalıntılarına doğru ineyim diyorum. Mermi sağanağı altında kendimi taa aşağılara, dereye atıyorum birden. Taş gibi yuvarlanarak, düşerek iniyorum buzlu sulara kadar. Dereye doğru yuvarlanış ve toz kar, beni ve diger iki arkadaşı kurtarıyor. Ama bana öyle geliyor ki bizi asıl kurtaran, Ali Haydar'ın attığı el bombası ile sıktığı tek kırma mermisidir. Fehmi Altınbilek'i ve müfrezesini tam siper toz karlara yatırıp bize biraz daha uzaklaşma fırsatı veren Ali Haydar'ın bu karşı koyuşudur. Beş kişilik Grupta iki el bombası ve iki kırma (av tüfeği) vardır. Ali Haydar ile nöbetçinin dışındaki üç kişi (İbo, ben ve Süleyman Yeşil) silahsızdır.


Derede buzlu sular içinde iki kişiyiz. Aşağıya inemiyorlar, kurşun sıkıyor, arada bir de el bombası atıyorlar. Yukarda, kömün çevresinde iki yaralı var. İbo ve Ali Haydar. İbo kaçmış, Ali Haydar orada, kanlı karlar üzerinde. Sırığa bağlayıp dağdan indirecekler. Feci bir şelilde ölecek. Mirikten ve Kutu Deresinden geçerken manzaranın fecaatı karşısında kadınlar bakıp bakıp ağlayacaklardır.


24 Ocak Vartinik Baskınını nedendir bilemem, ben hep Ali Haydar'ın adıyla özdeşleştirmişimdir. Üç kişilik Dersim Bölge Komitesi üyesi ve askeri sorumlusu olduğu ve de Vartinikte müfrezeye karşı cesurca direndiği için mi? Sanmıyorum. Beni en çok onun saf, çocuksu ve romantik kişiliği etkilemiştir. Sırtını kayaya yaslar, kötü bir sesle Ali Ekber Çiçek ile Mahsuni'den türküler okurdu. 'Bizim üç şeye ihtiyacımız var,' derdi, 'kitaba, tüfeğe ve transistörlü radyoya.' Zaman zaman dağdan iner, Elazığ'a, Karakoçan'a ve Dersim merkezine giderdi. Toplam bir yıllık dağ hayatında, gittiği yerlerden dağa tüfek getiremedi, hatta yanılmıyorsam kitap bile getirmedi ama Almancılardan bir transistörlü radyo alıp getirdi. Sırtını dağlara verdi, cıgarasını tüttürerek bol bol türkü dinledi.


Bana sürekli Che Guevara'yı anımsatmıştır. Zekiydi. İnsanların komik yanlarını anlatır ve en çok kendisi gülerdi anlattıklarına. Ailesi oldukça yoksuldu. Yanılmıyorsam, ünlü direnişçi Xıdır Ağa'nın torunu olduğunu söylerdi. Roşnik köyünde akrabaları vardı. 38'e dair kırım hikayelerinden söz ederdi. Vartiniğin karşısında, sulu bir mağarada çürük bir saz bulmuş, tartışmıştık. Ben sazın Ermeni, o ise sazın çürüme derecesine bakarak 38 kırımından kalma olduğunu savunmuştu. Gördüğümüz her kemiği, her harabeyi de aynı minval üzere tartışıyorduk. Bana, ya ' Dersimlilerin Ermenileri kırdığını sanmıyorum, ' der, ya da 'bu evler küçük, taşlar ise düzenli ve biçimli değil, burası Ermenilere ait olamaz,' diye karşı çıkardı.


Girdiği her mağaraya öldürülen bir devrimcinin adını verirdi. Gezmiş mağarası, Çayan Mağarası, Suphi Mağarası.... Bir gün Kureyş (Bostanlı) köyünün arkasındaki derede, Çayan mağarasındayım bir baktım Ali Haydar geldi. 'Köyde cem var, halk gelmiş, kalk gidip ceme katılalım,' dedi. Süleyman Nakışın evinin önünden geçip, cem evine vardık. Cemin dedesi Kızılkanlardan, Kureyşanlı ve bizim güvenilir bir sempatizanımız. Dallıbahçe Karakol başçavuşunun da tavla arkadaşı. Bizden Başçavuşa, Başçavuştan da bize bilgi getirip götürüyor. Tabi bizden verdiği bilgiler uydurma. Aksi taktirde mağarayı bastırırdı. Karakolu, dedenin sayesinde karakol kadar tanıyoruz. Cem, Düzgün babanın babası Kureyşin evinde oluyor. Cemevine girdiğimizde Halk ayağa kalktı, bizi saygıyla karşıladı. Şaşırdım ve bu durumu dedenin marifetine yordum. İçeride ve dışarıda elli altmış insan var. Evin dışına bir de nöbetçi dikmişler. Yerde oturma yok. Duvara dayalı uzun tahta oturaklar var. Her neyse oturduk. Evin önünde kesilen kurbanın etleri torbaya dolduruldu. Herkes avucunu açtı, biz de açtık. Önce etler, sonra da bir başka torbada bekleyen bozuk paralar avuçlara pay edildi. Aslan payı bize düştü tabi ve utandık. Gülbenkler, konuşmalar, küslerin barışması derken cem bitti. İki yaşlı bizi bir kenara çekti, 'sizlerden bir ricamız var,' dedi birisi, 'Düzgün Baba ziyaretinde kurbanın kesilip etlerin paylaştırıldığı sırada, gençler birbirlerine giriyorlar, çirkin kavgalar oluyor, oraya bir iki adamınızı gönderirseniz, onları dinlerler, bu kavgalar da olmaz.' İhtiyarları efendice dinledikten sonra 'tamam,' dedik, 'önceden haberimiz olursa, göndeririz.'


Ali Haydar halkla iletişim kurmakta, gençleri dağa yönlendirmekte ve kaçanları ikna edip geri getirmekte oldukça yetenekliydi. ' Şu köyde şu genç var. Onu dağa çekersek kaçmaz, ama anasını karşımıza alırız. En iyisi o köyünde örgütlü olarak kalsın. Şu anda toplam üç öğretmen iki ebe örgütlü. Elazığ, Karakoçan ve Dersim merkezinde birer komite kurmamız gerekiyor. Keban baraj inşaatından gidip dinamit ayarlamam gerekiyor. Bir komite de orada oluşturursak işlerimiz kolaylaşır.' Düşünce sistemini bu tip pratik işlerler üzerine oturtmuştu. El bombalarını birlikte yapıyor, küllüklerden bulduğumuz eski tokyo lastiklerine harfleri birlikte oyuyor ve bunlarla el ilanlarını birlikte basıyorduk. Ama bunları mıntıklardaki adamlara götürüp veren hep oydu. Gece gündüz daglarda tek başına gezen, kolayca yol bulan, ilişki bulan azimli bir insan. Karınca gibi... Şaşılacak derecede iyimser, cesur ve sempatik. Yoktan var edişin adamı. 'Halk, anlattıklarımızda kendi dertlerini bulursa bizi dinler ve anlatacağımız çözüm yolunu daha kolay kavrar,'ın adamı.

 

24 ocakta aklıma gelen ilk adam odur.
________________________________
Ocak-2014


94669

Muzaffer Oruçoğlu

Muzaffer Oruçoğlu, 20 şubat 1948’de, Kars’ın Göle kazasına bağlı Büyük Zavot köyünde doğdu. Köyünde ilkokul olmadığı için İlkokulun ilk üç yılını komşu köyün (Küçük Zavot) okulunda, bir yılını kendi köyünde, son yılını da Kars’ta okudu. Kars Orta Okulu’nu bitirdikten sonra, Öğretmen okulu sınavlarını kazanarak Rize Öğretmen okuluna, iki yıl sonra da İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık Lisesine gitti. Bir yılsonra, Fen Fakültesi Matematik Astronomi bölümüne girdi. 67’de içlerinde İbrahim Kaypakkaya’nın da olduğu 9 arkadaşıyla birlikte, Amerikan 6. Filosuna karşı yayınladıkları bildiri gerekçesiyle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’dan atıldı. 68 öğrenci hareketlerine katıldı. 1969’da Değirmen Köyündeki toprak işgaline katıldı ve tutuklanıp Silivri cezaevine konuldu. 1972’de TKP(M-L) kurucuları arasında yer aldı. 1973’de İstanbul’da yakalandı ve ömürboyu hapse mahkum edildi. Tutsaklık yıllarını şiir ve roman yazarak geçirdi. 13 yıl tutsaklıktan sonra askere alındı. Askerden 40 gün sonra, mayıs 1986’da firar edip Yunanistan’a geçti. Fransa’da iltica etti. Yeniden roman yazmaya ve resim yapmaya başladı. Siyaset ve edebiyat dergilerinde makaleleri yayınlandı. 1988’ de evlenerek Avustralya’ya yerleşti. Bu kıtada ilkin iki yıllık resim ve heykel kolejini (Greensborough TAFE COLLEGE - NMIT) bitirdi. Daha sonra Royal Melbourne Teknoloji Enstitüsüne (RMIT) bağlı, PUBLİC ART bölümünde üç yıl Resim ve Heykel eğitimi yaptı. Şimdiye kadar toplam 6 ülkede altmışa yakın kişisel resim sergisi açtı. 13’ü roman, 7’si şiir, 2’si masal olmak üzere 30 kitabı yayınlandı. 2011’de Abdullah Baştürk işçi edebiyat ödülü ,Grizu romanına verildi. Halen Avusturalya'da yaşamaktadır.

Muzaffer Oruçoğlu

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Sayfalar