Perşembe Mart 28, 2024

ABD hakemliğinde “boğa güreşi” Katar gerçeği ve devrimci tavır

Arap yarımadasının doğusunda yer alan 2.5 milyon nüfusa sahip Katar, Suudi Arabistan’ın bir anda tüm dünyaya açıkladığı; “Katar, terör örgütlerini barındırıyor, yayın organlarında terör örgütlerinin propagandasını yapıyor, Suudi Arabistan ve Bahrenyn’de İran bağlantılı ‘terör’ eylemlerini finanse ediyor, Yemen’deki Hutsi militanlarını destekliyor” açıklamasının ardından 6 ülke ardarda açıklama yaparak Katar’la ilişkilerini kestiklerini, ülkelerindeki Katar elçiliklerini kapacaklarını ve Katar vatandaşlarının 14 gün içinde ülkelerini terk etmelerini istedi.

Çembere alınan Katar’a bir anda tüm hava sahalarının kapatılması ve ardından, gıda ve ticaret ambargosu uygulanarak Katar tecrit edilmiş oldu. Katar krizi karşısında her ülke kendi çıkarlarına uygun bir açıklama yaparak, Katar’ın yanında ya da karşısında olduğunu açıklayarak krizin birer eklentisi oldular.

ABD’nin Suudi Arabistan’ı destekleyen açıklamasını takip eden Mısır, BSE, Bahreyn’in bir blok oluşturup birlikte hareket ederken, Almanya Katar’a yapılan suçlamanın doğru olmadığı açıklaması yaparak krizle birlikte pozisyonunu belirledi. Türkiye ise her zaman olduğu gibi, “kaostan bana bir şey düşer mi” havasıyla Katar ile Suudi Arabistan arasında ara buluculuk yapmayı önerdi. Türkiye’nin bu önerisini kimse ciddiye almasa da tarihe bir not düşmüş oldu.

Yazılarımızda birçok kez belirtiğimiz gibi; Ortadoğu’da petrol ve doğal gaz rezervleri var oldukça emperyalist güçlerin bu coğrafyadaki pazar dalaşları da bitmeyecektir. Ortadoğu’nun son 100 yıllık tarihine baktığımızda, bu coğrafyada iç savaş ve işgaller hiç bitmemiştir. Ortadoğu’da yaşayan halklar ve uluslar, hep emperyalistler ve yerli uşaklarının hedefi olmuştur. Saldırgan emperyalist güçler bu coğrafyadaki petrol, doğalgaz ve diğer zenginlik kaynaklarını ele geçirmek, pazara sahip olmak için özel politikalar geliştirdiler.

ABD’nin 2000 yılından sonra geliştirdiği Büyük Ortadoğu Projesi, Afganistan ve 2003 yılında Irak’ın işgaliyle hızlanarak bugüne taşındı. ABD, kaybettiği hakimiyet alanlarını BOP ile yeniden sağlamak istedi. Irak işgali bu projenin ilk adımı olarak yürürlüğe sokuldu. Bu proje Afrika’yı da içine alarak genişletildi.

ABD’nin bu projesi tutmadı ve iflas etti. Arap Baharı ile gelişen ayaklanmaları denetimine alarak Ortadoğu ve Afrika’da yeniden hakimiyet alanlarını genişletmek için vadeleri dolan iktidarlar yerine, aynı renkten fakat farklı bloktan uşakları iktidara taşımak isteyen ABD’nin istediği hedeflere ulaşması mümkün olmadı. Suriye en somut hamlelerden biriydi. Suriye iç savaşıyla, Esad rejimini devirip İslami etiketli iktidar kurmayı hedefleyen ABD’nin bu hegemonya savaşında, karşısına Rus ve Çin emperyalist güçlerinin çıkmasıyla Suriye’de kazdığı çukura düşen ABD, Trump’un iş başına gelmesiyle birlikte, yarım kalan işlerini daha radikal hamlelerle tamamlamak istiyor.

Trump, ilk başta vaatte bulunduğu seçim programıyla adım atarak rakiplerine meydan okudu. Dünya iklim anlaşmasından çekilmesi, NATO’yla ilişkilerin gözden geçirileceği, birçok konuda ABD’nin çıkarlarını aşağı çeken antlaşmaların yeniden konuşulması gerektiğini söyleyerek, kaybolan ABD prestijini yeniden sağlamak için rakiplerine tehditler savurmaktadır.

Katar krizi de tüm bu gelişmelerden ayrı ele alınamaz. Katar’ın “teröre destek veriyor” gerekçesiyle ablukaya alınması sadece bir bahanedir. Aynı gerekçelerle defalarca suçlanan Suudi Arabistan, Türkiye vb. ülkeler de varken, Katar’ın listenin başına çekilmesi, ABD’nin bölge planlarından ayrı ele alınamaz.

ABD Başkanı Trump’un seçildikten sonra ilk dış ziyaretini Suudi Arabistan’a yaparak, 380 milyar Dolar tutarında askeri sanayi antlaşmasına imza atılmasını takip eden günlerde, Suudi Arabistan’ın Katar’ı ablukaya alması ABD’den bağımsız bir tavır değildir.

1996 yılından bu yana Suudi Arabistan ve Katar arasındaki çelişkiler olduğu gibi durmaktadır. Hammed el Sani 1996 yılında babasını devirip katar Emiri olduktan sonra İslam dünyasında Suudi Arabistan’ın hakimiyetine son vererek öne çıkmak istedi. Kurduğu El-Cezire televizyonu ile yaptığı propagandan oldukça rahatsız olan Suudi Arabistan’la Katar arasındaki çelişkiler büyüyerek bugünlere taşındı. Hammed el Sani 2013 yılında iktidarı oğlu Temim Sani’ye devretmiş, ancak, bu da Katar ve Suudi Arabistan arasındaki çelişiklerin yumuşamasına yetmemişti.

Suudi Arabistan için bir neden gerekiyordu; bu da Katar Emiri el Sani’nin bir askeri törende yaptığı konuşmada, “İran’a yönelik düşmanlık beslemekte bir hikmet yoktur”, “Hamas Filistin halkının temsilcisidir”, “Ruslarla ilişikler nedeniyle Trump kendi evinde soruşturmayla karşı karşıya” açıklamasını uygun bir fırsata çeviren Suudi Arabistan yaptığı açıklamayla Katar’ı ablukaya almayı başardı. Her ne kadar Katar Haber Ajansının askeri törende El Sani’nin yaptığı açıklamayı yalanmış olsa da iş işten geçmiş ve Suudi Arabistan istediğini elde elmiş oldu.

ABD yeni hakimiyet alanları peşinde

ABD’nin Ortadoğu politikası iflas etmiştir. Irak işgaliyle bu coğrafyada terör estiren ABD, işgal sonrası istediği bir istikrar tutturamadı. Tamamen kendi hakimiyetinde olan Irak bile zamanla yön değiştirerek İran’a yakınlaşmış ve ABD’nin büyüsü bozulmuştur. “Arap Baharı” ile meydana gelen halk ayaklanmalarından yararlanarak, durumu kendi lehine çevirmek için yeni hamleler yapan ABD’nin en umutlandığı ülkelerden biri de Suriye oldu. Suriye iç savaşı ile buraya yerleşmeyi “kafeste keklik” gören ABD, IŞİD ve El-Nursa gibi İslami terör örgütlerine bel bağlayarak onları teşvik etti. Suriye iç savaşında kartların yeniden karılmasıyla devreye giren Rusya ve İran bir anda dengeleri bozmuş, istenmeyen kişi ilan edilen Esad, süreç içinde kabul edilir bir güç olarak “Esad’lı geçiş” politikasına gelip demirlemiştir. Bu politika da artık tutmamaktadır. ABDnin, Suriye’de ne alırsam kardır hesabıyla hareket etmektedir. YPG’ye bu kadar yakınlaşmak istemesinin nedeni de budur. Bölünmüş bir Suriye’de, Kürtlerden yararlanır mıyım? diye hareket ederek YPG’ye silah desteği verme kararı aldı.

Katar krizi tüm bu gelişmelerden ayrı düşünülemez. ABD’nin kaybettiği hakimiyet alanlarının yerine yeni alanlar belirleyerek oralara yönelmesi daha da genişleyerek sürecektir. ABD’nin askeri sanayi ihracatından milyarlar kazandığı bir sır değildir. Suudi Arabistan’la yapılan 380 milyar dolarlık askeri antlaşma bunun sadece küçük bir dilimini oluşturuyor. Suudi Arabistan bu silahları müzeye koymak için almadığına göre, çelişki yaşadığı Katar’a saldırma olasılığına karşı ABD’nin güdümünde ve denetiminde gireceği bir savaşta kullanacaktır. ABD, Suudi Arabistan’ın Katar’a tavır almada cesaretlendirmiş ve ardından da açıktan destek verdiğini açıklamıştır. Suudi Arabistan’ın Katar’ı işgal etmesi durumunda bundan en fazla nemalanacak olanın ABD olduğu açıktır.

Türkiye’nin Katar kriziyle birlikte alelacele “ara buluculuk yapabiliriz” açıklaması, yangından mal kaçırmaya benziyor. Türk hakim sınıflarını bu açıklamaya iten esas neden, AKP’nin gerçekten Katar halkının yanında olarak haksızlığa karşı durmak değil, tamamen sermayenin çıkarları böyle gerektirdiği içindir. Katar’ın Türkiye’deki 18 milyar dolarlık yatırımı ve Türkiye’nin en büyük 30 inşaat şirketinin Katar’daki 8.5 milyar dolarlık geliri ve bunun yanında, Katar’a yapılan ihracat düşünüldüğünde AKP’nin neden “Katar’ın yanındayız” açıklaması yaptığını daha iyi anlamış oluyoruz. Türkiye’nin katliamlarla dolu tarihi, Kürt düşmanı politikası düşünüldüğünde de çıkarsız bir şeklide Katar’ı desteklemesi söz konusu olmaz. İslam olgusundan hareketle, sözde “desteklediği Filistin halkı”nı yeri geldiğinde nasıl çıkarlarına kurban ettiğini, İsrail’le gizli pazarlıklarını herkes biliyor.

Benzer açıklamalar yapan Alman emperyalist gücünün Katar’a sahip çıkması da kendi çıkarlarına denk geldiği içindir. Almanya’nın Katar’daki 18 milyar dolarlık yatırımları her şeyi açıklamaya yeter de artar bile. AB içindeki ekonomik ve politik gücünü kullanan Almanya’nın dünya emperyalist hegemonya savaşında Katar’a sahip çıkması, gelecekle ilgili pazarlara sahip olma stratejisinin bir parçasıdır.

Katar Ortadoğu’nun en zengin ülkesi olarak sahip olduğu zengin petrol ve gaz rezervleriyle emperyalistlerin göz diktiği ülkelerden biridir. İran’la ortak doğalgaz rezervlerine sahip olmasından dolayı, Katar’ın İran’la ekonomik çıkarları gereği ortak hareket etme, birlikte iş yapma ve olası Rusya yakınlaşmasının ABD’nin işine gelmeyeceği açıktır. Bunların önünü kesmek için, Suudi Arabistan Katar çelişkisini kullanan ABD’nin bu krizde başı çektiği unutulmamalıdır.

Katar, ABD’nin kışkırtmasıyla Suudi Arabistan tarafından saldırıya uğrayıp işgal edilebilir. Bu krizde Rusya ve İran’ın devreye girmesiyle Suudi Arabistan saldırısı önlense de, kriz kısa zamanda son bulmayacaktır.

Olası bir savaşta, Türk hakim sınıfları “Katar’ın yanındayız” açıklamasıyla savaşa müdahil olması durumunda, devrimci tavır, bunu devrimci bir hamleyle engellemektir. Katar’ın gerici feodal şeyhlerce yönetilmesi, Katar’ın başka güçlerce işgal edilmesi için bir neden değildir. Katar halkının işgalci güçlere karşı direnme hakkı vardır. KP’nin ve devrimci hareketin olmaması demokratik oluşumların dahi oldukça cılız olduğu ülkede, olası bir işgal durumunda doğru bir önderlikle karşı konulması oldukça zor görünmektedir. Bu zayıflıktan dolayı boşluğu yine gerici İslami hareketlerin doldurma olasılığı büyüktür.

38107

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Sayfalar