Perşembe Nisan 18, 2024

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

Burada söylenenleri doğru anlamak ve buna göre gerekli/doğru tepkiyi vermek için Laçiner’in söylediği söze bir daha bakalım. “Sadece Irak’ta değil Körfez’de de Şiiler var, Kuveyt’te de. Şimdi bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır; üç dinden bir tanesindendir. Allah onu selamete de erdirebilir, belki(!) cennete de koyabilir. Şiilikte ise sapkınlık var orada dini bozmaya çalışmak var” demişti Laçiner.

 

Öncelikle, Rektörlük payesi alabilmiş olabilmiş birisinin inançlar arasında böyle bir ayrımcılık, aşağılama, kötü gösterme veya küçük düşürücü içerikte değerlendirme yapmış olması, bilim adamı kimliğiyle ve akademisyenlikle uyuşmadığı gibi, aynı zamanda sağlıklı bir ruh haline de sahip olmadığını da gösterir ki, bu tavır şiddetle kınanmalı ve protesto edilmelidir.

 

Ama asıl üzerinde durmak istediğim önemli bir ikinci konu vardır ki, o da rektörün yaptığı değerlendirmeyi Şiilikle ilgili yapmasına rağmen kimi Alevilerin, Alevi kurumların temsilci ve yöneticilerinin söylenen sözleri “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yansıtmaları ve bu tanım üzerinden çeşitli tepkilerde bulunmalarıdır.

 

Sedat Laçiner, hakaret içeren konuşmasında “Alevi-Bektaşi-Kızılbaş” sözcüklerini değil “Şii” sözcüğünü kullanmıştır. Sözkonusu konuşmada ‘Alevi-Bekteşi-Kızılbaşlara’ değil, ama’Şiiler ve Şiilik’ mezhebine bir hakaret olduğu kesindir. Doğal olarak da Şii - Caferilerin temsilcileri bu konuşmaya kendi pencerelerinden bakıp “ihtilal döneminde bile kimse bizim mezhebimize dil uzatmadı” diyerek tepki göstermiş ve Laçiner’i mahkemeye vereceklerini beyan etmişlerdir.  

 

Bu noktada Alevilere, Alevi kurum yöneticilerine ve Kanaat  önderlerine seslenmek istiyorum…

 

Eyy, Alevi örgütü yöneticileri,  

Eyy, Alevi aydınlar, yazarlar,

Eyy, Alevi kanaat önderleri,

 

Bırakın  bu Ebu Suud özentili fetva veren rektörü..

Belli ki, o adam ırkçı, gerici zihniyetin bir temsilcisi,

Belli ki,  o ülkeyi yönetenler misali kafatasçı,

Belli ki,  o kişi rektör olmuş olsa da, aslında  ‘cahil’ olan biri…

Bırakın onu bu haliyle, kendisiyle baş başa kalsın… 

 

Burada daha önemli olan bir şey var, gözlerimizden, dikkatimizden kaçan…

Onun söyledikleri ‘Şiiler ve Şiilikle’ ilgili..

Ola ki, o konuşmada ‘Alevi’ sözcüğünü de kullanmış olsun.

 

Nasıl olur da bizler, bu Şiilik ve Şiilere hakaret içeren konuşmayı “Aleviler cennete giremez” şeklinde algılıyoruz, kamuoyuna da böyle yansıtmaya çalışıyoruz?

 

Derhal altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken olgu, biz Alevi ve Kızılbaşların, Şii ve Caferi olmadığımız gibi, “cennet – cehennem” gibi bir anlayışımızın da olmadığı gerçeğidir.

 

Cennete gitmek deyimine gelirsek göreceğiz ki, Alevilikte ölmek, ‘Hakka yürümek’,’don değiştirmek’ deyimi ile ifade edilir.  Başka inançlardan farklı bir ölüm anlayışı vardır ve Alevi Kızılbaşlar bundan ötürü de "ölüm yok", ya da  "ölüm ölür biz ölmeyiz" derler. Alevilikte öldükten, yani ‘hakka yürüdükten’, ’don değiştirdikten’ sonra çeşitli biçimlerde yeryüzüne tekrar gelineceğine, bu yeryüzüne geliş gidişlerin ‘insanı kâmil’ olana kadar süreceğine ve olgunlaşan insanın geldiği kaynağa geri dönerek yaradanla bütünleşileceğine, hakkın varlığına kavuşulacağına inanılır. Yani her şeyin bir canı olduğu, her şeyin aslına döndüğü ‘Devriye’ olgusu vardır.

 

Alevilikte ‘Devriye kuramı’ ile, ‘Cennet – Cehennem’ olgusuna ilişkin o kadar çok bilgi, deyiş var ki, bunlardan birkaçını paylaşayım istiyorum.

 

Alevi ozan Sırrı Baba diyor ki:

 “Cihan var olmadan ketmi ademde / Hak ile birlikte yektaş idim ben /

Yarattı bu mülkü çünkü o demde / Yaptım tasvirini nakkkaş idim ben /

 

Harabi de Vahdetname’de :  

“Daha Allah ile cihan yok iken / Biz ani var edip ilan eyledik

Hakk'a hiçbir layik mekan yok iken / Hanemize aldik mihman eyledik”

 

Yunus Emre’nin “cennet, cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri  / İsteyene ver sen onu /  Bana seni gerek seni” dizelerinde de görüldüğü gibi Alevi-Bektaşi-Kızılbaşlıkta mükâfat veya cezaya dayalı bir  ‘cennet – cehennem’ olgusu ya da felsefesi yoktur.

 

Hallac- Mansur misali “enel hak” diyen bir felsefede cennet ve cennet olgusundan zaten sözedilemez.

 

Kaygusuz Abdal’ın “Duydum köprü yaptırmışsın / Has kulların geçsin diye / Onlar şöylecene dursun /Yiğit isen sen geç tanrı”  deyip Tanrıyla konuşan, onu eleştiren;

 

Ya da Ali Budak’ın  “Can içinde canan sensin / Gözlerimde üryan sensin / Cennet cehennem diyerek / Kandıran sen değil misin?”  diyerek tanrının insanı kandırdığını sorgulayan bir anlayışta cennet cehennem olgusu olabilir mi?

 

İsterseniz devam edelim biraz daha….  

 

·  ‘Ölümden korkum yok, o benden korksun / Cehennem var ise, günahım yaksın /

 Cennet güzellikleri seyrana çıksın  / Sevgi muhabbete özendim, yeter’ 

 (Ali İzzet Özkan)

·  ‘Ey dostum ölenler geri dirilmez,  / orda sual sorulması yalandır /

 Cennet cehennem hepsi burda, / orda mahşer kurulması yalandır’   

(Kul Ahmet)

·   ‘Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun,  /   Cennet-i ala meyhane midir? /

 Her mümin'e iki huri vereceğim diyorsun,/Cennet-i ala kerhane midir?’

(Ömer Hayyam)

·   ‘Bize aşk şarabında sun saki, /  bize cennetteki kevser gerekmez’     

(Yunus Emre)

 

Dörtlüklerden de anlaşılacağı gibi bu felsefe, “cennet de, cehennem de bu dünyadadır”  düsturuna ve “cenneti de cehennemi de başka cihanda arama’’ diyen bir argümana sahipken yapay ve ilgisiz cennet-cehennem tartışmalarıyla neden zaman kaybediyoruz? Neden Devriye kuramı bu felsefenin olmazsa olmazlarındayken, cennet ve cehennem gibi İslamiyeti çağrıştıran bir söyleme bu kadar prim veriyoruz?

 

Yapmamız gereken, bizleri yapay polemiklerin içine çekmeye çalışanlara bilerek veya bilmeyerek pirim vermek değil; onların yarattığı gündemin peşinde koşmak hiç değil; yapmamız gereken bizim ne olduğumuzu, nasıl yaşamak istediğimizi doğru bir şekilde ifade etmek ve buna uygun politikaları her platformda hayata geçirmeye çalışmaktır.

 

Aleviliği kendine özgü kuralları, ritüelleri olan, insanı, yaşamı, tanrıyı algılayışı ve kavrayışı farklı olan, sosyal konulara da cevap veren ayrı – özgün bir kültür, felsefe ve yaşam biçimi’ gibi tarif etmeyen her türlü düşünce ve bu düşüncenin savunulmasına hizmet etmeyen anlayış, Alevi Kızılbaşlığa değil, ancak ve ancak asimilasyona hizmet eder.

 

 

108324

Erdal Yıldırım

2012 yılı sonlarından itibaren sitemize yazılarıyla yeni bir soluk katan yazarımız genellikle Aleviler ve sorunları üzerine makaleler yazmaktadır.

erdalyildirim@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Son Haberler

Erdal Yıldırım

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar