Perşembe Nisan 18, 2024

Atılım’ın Gordion Düğümü!

Atılım, 18 Temmuz tarihi 130. sayısındaki “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde solun açmazları” başlıklı bir yazıyla Partizan’ı, “sol” etiketli bir torbaya koyup boykot tavrı nedeniyle değerlendirmiş/eleştirmiştir. Ne var ki boykot tavrımızın özünü değil kendi niyetini ele alarak hareket etmiştir. Dolayısıyla onun tavrımızı anlama çabası da kalmamıştır.

Bilindiği gibi HDP adayı Selahattin Demirtaş, “Demokratik değişim barışçı Türkiye” sloganı ile Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmaktadır. Bu HDP’nin stratejik programının da yüzüdür. HDP ile ilişkimizi, onun içinde yer almayışımızı belirten de onun bu programı, dolayısıyla niteliğidir. Atılım’ın deyimiyle, devrimci strateji ve kararlılığımızın lekelenmesinden korktuğumuz (!) için reformist bir program ve politikaya, dolayısıyla onu temsil eden HDP’ye katılmıyoruz. Biz, “ilkelerle ilgili taviz vermeyi teorik tavizler vermemeyi” (Marks) benimsediğimiz, ilkelerimizin formülasyonu olan stratejimizi göz bebeğimiz gibi koruduğumuz, onun lekelenmesinden korktuğumuz için ancak övünebiliriz! Zira biliyoruz ki stratejiyi taktiğe kurban edenlerin savrulduğu yer reformizmin sığ sularıdır!

Lenin revizyonizmin politikasını şu şekilde tanımlıyordu: “…durumdan duruma tutumunu belirlemek, kendini günlük olaylara ve küçük politikanın kesinti ve değişmelerine uyarlamak, proletaryanın birincil çıkarlarını ve tüm kapitalist sistemin, kapitalist evrimin özelliklerini unutmak, bu birincil çıkarları, onun gerçek ya da varsayılan avantajları yanına feda etmek” (Marksizm ve Revizyonizm-Nisan 1908) Atılım bizi “onun gerçek ya da varsayılan avantajlarını” cumhurbaşkanlığı seçimini boykot ederek geri tepmekle, apolitik tavır almakla eleştiriyor. Oysa kitleler, seçimlere girmeden cepheleştirilemezmiş gibi seçime girmeyi tek devrimci tutum olarak savunmak başlı başına bir çıkmazdır.

Atılım, Partizan’ın cumhurbaşkanlığı seçimine girmeyi “ otomatikman devleti demokratikleştirme hedefi düzen içi arayışa” indirgediğini belirtiyor. Belli ki Atılım HDP’nin “Demokratik değişim, barışçı Türkiye” programının düzen içi bir davranış olduğundan bihaber davranmayı yeğliyor! Devleti demokratikleştirme amacı reformizmin en karakteristik halidir. HDP programı doğrultusunda hareket edip c.başkanlığı seçimini demokratik değişimi gerçekleştirmenin bir aracı olarak değerlendirdiğine göre bizim “otomatikman” onu düzen içi bir arayış şeklinde tanımlamamıza Atılım’ın itiraz etmemesi gerekirdi. Yoksa Atılım “demokratik değişimi” düzen dışı bir süreç/yol olarak mı görmektedir? HDP’nin programı devletin, sistemin dönüştürülmesini, demokratik bir hale getirilmesini, demokratik bir hale getirilmesini içermektedir: bunun içinde düzen içi yol ve yöntemlere başvurulacaktır. Seçimler bu anlamda HDP için kendini sistem içinde var etmenin, onunla bütünleşmenin bir aracı durumundadır. HDP’nin ve c.başkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın bütün vurguları, açıklamaları düzen içi bir arayışa, çözüme dönüktür, program buna göre oluşturulmuştur. Hedefini “demokratik değişim, barışçı Türkiye” belirleyen ve buna göre hareket eden HDP düzen içi arayışı temsil etmemekte midir? Atılım işte buna itiraz etmekte “hayır o slogan/hedef düzen içi bir arayışı tanımlamaz” demektedir. Eğer Atılım Marksist devlet teorisinin reddini içeren bu sloganı-hedefi savunmadığını iddia ediyorsa HDP’nin programı doğrultusundaki yöneliminin devrimi nasıl içerdiğini açıklamalıdır. Devletin dönüşümü nasıl sağlanacaktır?

Atılım HDP’nin hedefini bu hedefe uygun c.başkanlığı seçimi politikasını bilmiyormuş gibi davranıyor, sonra da bizi “otomatik” davranmakla indirgemeci olmakla suçluyor! Atılım’ın diyalektik akılı böyle işliyor!

Ne diyor Atılım  “… Kaygı korku ve endişelerini boykot tavrı ile dile getirmeye henüz yatkın olmayan kitleleri, tam da bu yatkın olmama durumunu dikkate aldığı için, boykota çağırıyor Partizan! Diyalektik aklın değil ancak İskender kılıcının çözebileceği türden bir çelişki…” Atılım’ın diyalektik aklı kuyrukçuluğun en bariz aklını sergiliyor. Burada kitlelerin eğilimine göre hareket etmek, kitleler ne yöne gidiyorsa peşinden gitmek gerekir, aksi halde kitlelerin eğilimi dikkate alınmamış ve onlardan kopmuş olunur. Kitlelerden kopmamak için onların eğilimine tabi olmak ve önlerinde secdeye varmak gerekir! Lenin’in Ne Yapmalı broşüründe ifade ettiği, “ bilincin kendiliğindenliğin önüne secdeye varması” hali Atılım’ın durumunu tarif ediyor.

O yüzden Atılım, Partizan’ın kitlelerin eğilimini devrimci temelde etkileme politikasını anlamıyor. Nasıl olur da kitlelerin eğilimini düzen içi bir seyir izliyorken bunun dışında, bu eğilime karşıt bir politika belirlensin diyor ve bizi de kendisi gibi, bilincini kendiliğindenlik önünde secdeye yatırmaya çalışıyor!

Üstelik çelişkimizi çözmek için bize birde İskender kılıcı hediye etmekten kendini alamıyor! HDP adayı eğer 2. tura katılamazsa Atılım diyalektik aklının gereği olarak kitlelerin eğilimini dikkate almayı, yani yine kitlelerin eğilimini temsil etmeyen boykot tavrını değil, seçim oyununu sonuna kadar sürdürmeyi mi benimseyecek? Boykot politikasını kitlelerin eğilimine kendiliğindenliğe teslim olmadığı için eleştiren Atılım bu düğümü kesmek için bize sunduğu kılıca fazlasıyla ihtiyacı olduğu açık. 2. turda kitlenin düzen içi arayışı, seçime katılma eğilimi de -Tayyip karşıtlığı ağırlığını daha güçlü hissettirecek biçimde- keskinleşmiş olarak devam ettiğinde, o zaman Atılım’ın kitlelerin bu eğiliminin karşısına, tuzağına düşmemesi için onlarla beraber sandığa yürümesi gerekir. Doğrusu Atılım’ın ne yapacağını merak ediyoruz. Kitlelerin eğilimine paralel bir tavır almayarak üstelik boykot da bu eğilime aykırı olduğuna göre kitleleri kendi haline bırakıp oyların düzen partilerine yazılmasına mı hizmet edecek? Partizan’ın “çelişkisi” İskender kılıcıyla çözülebilir ama Atılım’ın çelişkisini bu kılıcın çözeceği de şüpheli…

Atılım, “gerçek bir boykot’un” kitlelerin burjuva seçim sistemini süpürüp atacağı zamanda mümkün olduğunu vurgulayıp “devrimci” taktiğinin meşruluğunu kitle bilinciyle açıklamaya çalışıyor. Demek burjuva seçim sistemi kitlelerce işlemez hale geldiğinde Atılım’ı boykot çağrısı yaparken görebileceğiz! Bundan emin olmak isteriz; ne de olsa reformizmin “devrim alanlarında” kitlelerin öfkeli halinden korktuğuna da çok tanık olduk! Ama henüz o noktaya çok yolumuz var. Tartıştığımız bu gündür ve bugün Atılım bize boykotun, kitleler desteklemeyeceği için devrimci taktik olamayacağını söylüyor. Onun unuttuğu şey şudur; boykot taktiği ile propaganda, ajitasyon araç ve yöntemlerimiz nitelik değiştirmiyor! Seçim sürecinde söz söyleme, eylem yapma olanağımız boykot deyince ortadan kalkmıyor. Kitleleri demokratik mücadeleye, örgütle ve demokrasi etrafında saf tutmaya çağırma, düzeni teşhir etme, devrimci gelişme yolunda güç biriktirme olanaklarını boykot politikası da pekâlâ içerir/içermektedir. Açıklamamız tamda bu özelliklere değinmiştir. Atılım bu özellikleri seçim sandığının içerisine aktarıp oradan da bir sonuç beklemektedir; biz bu özellikleri kitlelerin eyleminde, bilincinde inşa etmenin sandıklara gitmeden mümkün olduğunu bilerek harekât etmekteyiz. Bütün bu özellikleri belli bir adayda somutlaştırmak ve oy oranında cisimleştirmek neden temel amacımız olsun ki? Bunun güç biriktirme stratejisine katkısı nedir? Açık ki böyle bir zorunluluk ve gereklilik bulunmamaktadır. Bu stratejiyi kitlenin kendi eylemine aykırılık üzerine kuruludur zaten. Aksi taktirde güç biriktirmez güçlü olurduk!

“Politikamız kitlenin kendi eylemine odaklı olmalıdır derken asla politikayı kitleler belirlemelidir” demiyoruz, öyle olsaydı, biz “gerekli olmaktan” çıkardık; politikamız kitlelerin eylemini değiştirmeye, onun kendi eylemeni devrimcileştirmeye odaklıdır diyoruz. Dolayısıyla Atılım’ın İskender’in keskin kılıcına havale ettiği “çelişkinin” varlığını kabul ediyoruz ve bu yüzden “aykırı” devrimci yolu izliyoruz. Onun beklemeyi tercih ettiği devrimci anı kılıç darbeleriyle bugünden yaratmaya çalışıyoruz.

Atılım ne diyor “…seçimler politik şartlara göre, reformcu taktiğinde devrimci taktiğinde sahnesi olabilir pekala…” Oysa HDP için seçimler demokratik değişim hedefini gerçekleştirme yolunda taktik değil stratejik bir yer tutmaktadır. Düzen içi arayış ve çözüm hedefi buna uygun bütün yol yöntemi kullanmaktan geçer. Bu anlamda “demokratik değişimi” hedefi güden bir partinin seçimlerle ilişkisi taktik olarak değerlendirilemez. Hele “seçim partisi” tanımına uygun bir konumlanış ve yapılanma içinde olan HDP için… CHP, AKP’nin seçimlerle ilişkisi ona yüklediği misyon ne ise HDP’ninki de bundan farklı değildir. HDP’nin hedefi, karakteri, kitle tabanı vb. onu bu politikalardan ayırır kuşkusuz ama seçimlere yükledikleri “misyon” farklı değildir. Atılım, niyetiyle gerçeği birbirine karıştırıyor, bizi gerçekle değil niyetiyle muhatap etmeye çağırıyor! HDP’nin programından, hedefinden bihaber davranıyor yada henüz onu sindiremediği için böyle davranıyor. Ne diyordu Stalin; bir partinin devrimci olup olmadığını belirleyen devrimci eylemleri değil siyasal hedefi programıdır. Atılım bizden HDP’nin siyasal, hedefini programını unutarak seçimlerle ilişkisini, buna dair politikasını ondan ayrı değerlendirmemizi bekliyor. Bir partinin politikalarını siyasal programından, hedefinden ayırdığında geriye bir şey kalır mı ki?

Atılım c. Başkanlığı seçiminin yerel ve genel seçimlerden kategorik bir ayrım taşımadığını söylüyor. “Demokratik değişim” hedefiyle kendini düzen içi konumlandıran bir parti için “seçim seçimdir” seçim kitleleri cepheleştirmenin temel argümanıdır. Partizan ise seçimlerin koşullarını, içeriğini amacını her seferinde değerlendirmeye almaya gerek duyuyor! Onun seçimlerle arasında ki temel sorun seçimlerin düzene tabilik içermesidir. Bundan ötürü seçimlere katılım şartı Partizan için özgünlükler taşır. Yerel ve genel seçimlerde özel bir vurguyla Kürt ulusuna yönelik imha ve inkâr politikası karşısında ki duruşu desteklemeye amade olduğumuzu açıkladık. Bu seçimlere ulusal harekatın katılma amacında devleti dönüştürme politikası esas değildi ya da öne çıkan politika değildi. Devlete rağmen harekat edebilme olanakları içinde Kürt ulusuna yönelik saldırılara direnme ve bu saldırıları alt etme politikası esastı sözü geçen seçimlere katılımımızın temel nedeni buydu. Oysa c.başkanlığı seçiminde esas olanı öne çıkaran bu değildir. Bu seçimde devletin bağrına bir kişi seçilmektedir, devlet içinde bir yer edinmeyi amaçlamaktadır, devletin demokratikleşmesine bu yoldan hizmet edilmek istenmektedir, “otomatikman” hüküm oluşturmamızın nedeni bu özelliktir. Atılım bu net ayrımı tartışmadan konu etmeden kategori kavramına soyut bir anlam yükleyerek eleştiri yapmaktadır. Dolayısıyla kategorik ayrımın seçimlere katılma veya katılmama gerekçelerimizden hareketle değerlendirilmesi gerekirdi. Kategori eleştirisinin bu esas noktasında Atılım bize boş gözlerle bakar gibidir(!)

Atılım HDP’nin reformist “demokratik değişim” hedefi doğrultusunda kendi yolunu açmaya çalışıyor. Bunu da HDP’nin reformist programını devrimci tarzda savunarak, henüz onunla bütünüyle kaynaşmamış halde yapıyor. Propagandanın tarzını değil de harekatın siyasal programını hedefini ölçü aldığımız için Atılım’ın devrimci coşkusu aldanmamıza yol açmıyor! Kitleleri sisteme yedeklemeye, düzen içi çözüme/arayışlara hapsetmeye, devrimci hedef ve çözümlerden uzaklaştırmaya hizmet eden her türlü siyasal yönelim nihayetinde halkın mücadelesinin, geleceğinin mevcut sistem içinde erimesine, boğulmasına, sistemin kendini farklı biçimlerde devam ettirmesine yarayacaktır. Buna karşı çıkmak, böylesi siyasal yönelimlere karşı mücadele etmek halkın kurtuluşu davasının yenilgiye uğramasını ve düzen içinde boğulmasını engellemek demektir. Özetle kitlenin eğilimi politikalarımızın harekat noktasıdır ama “belirleyeni” değildir; bu eğilimlere teslim olmak kitleleri düzen içine mahkum etmektir. O yüzden MLM’ler, kitlenin eğilimi ve kendiliğindenliğin önünde secdeye varmayı değil kitlelerin bilincini devrimci düzeye yükseltmeyi hedeflerler. Kitlelerin yürüdükleri yolda mahkum edildikleri koşullarda değil, ona yasaklanan o büyük ve rahmetli yolda kılavuza gereksinimi vardır. Elbette kitleleri mahkum oldukları yolda yalnız bırakmayız ama onunlayken büyük yolun gereğini yerine getirmemek gafletten başka bir şey değildir. Atılım fırsat tepmeye odaklıyken bu fırsatların gaflete düşüren tutsaklar olduğunu da bilmelidir…

(Bir Ö.G okuru)

89191

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Sayfalar