Perşembe Nisan 25, 2024

Başkanlık sistemine ve yeni anayasaya niçin HAYIR diyoruz?!

AKP tarafından dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için yapılacak referanduma az bir süre kaldı. Uzun bir dönemden beri egemen sınıfların merkezi kesiminin temsilcisi olan AKP-Ordu-MHP kliğince dayatılan bu referandumun amacı, çeşitli milliyetlerden emekçi sınıflar ve Kürt ulusu üzerindeki faşist baskı ve tahakkümün daha üst boyutlara tırmandırılmasıdır. 15 Temmuz'da başarılı olamayan darbe girişimini 20 Temmuz 2016 darbesiyle süreci, kendi lehlerine çeviren AKP-Ordu kliği önceden tasarladıkları başkanlık sistemi ve yeni anayasa taslaklarını açıktan gündeme getirmişlerdir. Amaç cunta dönemlerine has tasarladıkları anayasa ve başkanlık yönetimini, 16 Nisan 2017'de yapılacak referandum ile yasal hale getirmektir. Bunun sonucu toplumun tüm katmanlarının bu referandumda “evet” oyu kullanmaları için devlet kurumları cunta dönemlerine has baskı ve saldırılarını artırırken; diğer taraftan toplumun geri kesimlerini etkilemek için şovenizmi ve din popülizmini daha üst boyutlara tırmandırmaktadırlar.

Elbette ki bundan toplumun en geri kesimlerinin etkilenme ihtimali var. Ancak toplumun önemli bir kesimi de başkanlık sisteminden rahatsızlık duyuyor. Bu koşullarda yapılan bu referandumda dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasaya tavır hayır olmalıdır.

Niçin Hayır?

Yapılacak referandum ile hakim sınıfların ezilen yığınlar üzerindeki baskıları daha üst boyutlara tırmandırılmak isteniyor. Bu uygulama yeni hazırlanan anayasa ve başkanlık sistemi ile yerine getirilecek. Böylece tüm ezilen kesimlerin sindirilmesi ve iyice etkisiz hale getirilmesi hedeflenmektedir. Türkiye mevcut konjonktürde sistemin ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarının üstesinden gelemiyor. Uluslararası alanda emperyalist sistemin içine girdiği kaotik süreçten bir türlü çıkamaması ve gelişen çelişkilerin daha keskin boyutlara tırmanması, Türkiye gibi bağımlı ülkeleri de etkilemektedir. Dolayısıyla uluslararası finans kapitalin içine girdiği bu müzmin durumun külfeti Türkiye gibi ülkelere de çıkarılıyor. Hem de bağımlı ülkelere çıkan fatura daha ağır olmaktadır.  Bunun sonucu Türk hakim sınıfları ve TC devleti sömürü ve baskı mekanizmasını daha tırmandırmaya çalışıyor. Başkanlık ve yeni anayasa bunun için gündeme getiriliyor. Bunun sonucu emekçi sınıflar, Kürtler, devrimciler, demokratlar, Aleviler, kadınlar vb. toplumun tüm ezilen katmanları üzerindeki sömürü, baskı ve faşizmin tüm tahakküm biçimlerinin daha artırılması hedefleniyor.

Bundan dolayı R. T. Erdoğan'ın başkanlığı kazanması, tasarlanan baskı mekanizmasının devreye sokulmasını beraberinde getirecektir. Kırıntılı da olsa geçmiş süreçlerde kazanılmış ekonomik ve demokratik haklar tümden lağvedilecektir. Mevcut faşist yönetim daha ağırlaştırılacaktır. Baskı ve sömürü daha artırılacaktır. Kürtler ve Aleviler üzerindeki katmerli baskı daha üst düzeylere tırmandırılacaktır. 12 Eylül 1980 darbesiyle uygulamaya konan parlamenter maskeli faşist anayasa, başkanlık kisvesiyle Erdoğan şahsında yürürlüğe konacak din kisveli faşist anayasaya dönüştürülecektir. Şu anki anayasanın 40 maddesi değiştirilecek ve 18 madde eklenerek uygulamaya konacaktır. Öyle ki, mevcut süreçte dahi cılkı iyice çıkan yasama, yürütme, yargı organlarının özerkliği tümden kaldırılacaktır. Bunun sonucu “seçim” sonucu işbaşına gelen başbakan ve hükümet kalkacaktır. Bakanlar kurulu bizzat cumhurbaşkanı tarafından atanacaktır. Böylece yasama ve yürütme kurulu doğrudan cumhurbaşkanına bağlı olacaktır. Yargı kurumu da doğrudan cumhurbaşkanının güdümünde oluşturulacaktır. Bunun sonucu Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yargı organlarında yer alanların çoğunluğu Cumhurbaşkanınca atanacaktır.

Bilindiği gibi 15 Temmuz 2016'da yapılmak istenen darbe başarılı olamayınca, 20 Temmuz 2016'da Erdoğan-Genelkurmay kliğince gerçekleştirilen diğer darbe sonrası referandum ile başkanlık ve yeni anayasa sorunu gündeme getirilmiştir. Darbe sonrasında Kürtlere, aydınlara, emekçilere ve tüm halk katmanlarına yönelik saldırıların, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak referandum sonucu faşist diktatörlüğün yeniden dizayn edilmesi hedefleniyor.  Hatırlanacağı üzere 12 Eylül Anayasasının referandumu da darbe sonrası yapılmıştı. Amaç yapılan darbe ile devrimci hareketin bastırılması ve 24 Ocak kararlarının uygulanması için hazırlanan 12 Eylül Anayasası'nın yürürlüğe konmasıydı. Günümüzde de egemen sınıflar 20 Temmuz'da yaptıkları darbe sonrası tasarladıkları anayasanın yürürlüğe konması için yapılacak referandumun kendi lehlerine sonuçlanmasını hedeflemektedirler.   

Elbette ki içinde bulunduğumuz referandum öncesi dönem de faşizmin hüküm sürdüğü bir süreçtir. Ama yapılacak olan referandum ile faşizm daha katmerli bir sürece sokulmak isteniyor.   Baskı, zulüm ve katliamların daha artırılması ile Kürt ulusal hareketinin ve devrimci demokrat kesimlerin etkisiz hale getirilmesi hedefleniyor. Ekonomik yapının içine girdiği krizin derinleşmesi sonucu emekçi kitlelerin olası tepkilerinin şimdiden frenlenmesi amaçlanıyor. Referandum bunun için gündeme getirilmiştir.

Tüm bu nedenlerden dolayı dayatılan referandumda hayır oyu kullanılmalıdır...

Hayır, Taktik-Politik Tavırdır...

19.yüzyılın sonlarından itibaren gericileşen burjuvazinin tüm kurumları da tarihsel olarak gerici bir muhtevaya bürünmüştür. Çünkü burjuvazi tarihsel olarak alt yapısı ve üst yapısıyla artık sistemi hedef almaktan çıkıp, muhafaza eden bir karaktere dönüşmüştür. Dolayısıyla iktidarda olan burjuvazi tarihsel olarak ilerici misyonunu yitirip gerici ve muhafazakar yapıya sahip olmuştur. Dolayısıyla burjuvazinin devlet erki ve tüm kurumları gerici bir karaktere sahiptir. Lenin'in bu tarihsel materyalist belirlemesiyle burjuvazinin parlamentosu da proletarya açısından tarihsel olarak ömrünü doldurmuştur. Dolayısıyla parlamenterizm bu tarihsel ve stratejik misyonuyla kitleleri aldatmanın bir aracı rolünü oynar. Bundan dolayı Lenin bunu burjuva parlamentarizmi ahırı olarak değerlendirir.

Tüm bu tahliller ülkelerin tarihsel sürecine ve stratejik hedefine ilişkindir. Dolayısıyla Lenin parlamenter mücadeleyi stratejik bir hedef ve stratejik bir araç olarak görmez.

Lenin ve Stalin parlamento karşısında mücadeleyi taktik ve politik bir mücadele olarak görürler. Burjuva demokratik devrimini yapmış emperyalist ülkelerde burjuva demokrasisinin olduğu ve devrimci durumun oluşmadığı süreçlerde “burjuva parlametarizmi ahırı”ndan yararlanmayı belirtirler. Bu ülkelerde parlamenter mücadele uzun vadeli bir süreç oluşturmuştur. Ama Lenin parlamenter mücadeleyi bu ülkelerde bile esas kılmaz ve köklü kurtuluşu devrime tabi kılar. 

Çarlık Rusyası ve bizim gibi devrimci durumun süreklilik arzettiği ülkelerde ise parlamenter mücadele daha dar kapsamlıdır. Dolayısıyla seçimlere, referandumlara vb. parlamenter mücadelelere katılıp-katılmama tavrı, içinde bulunulan taktik dönemlere göre belirlenir. Taktik tavır ve taktik politika izlediği stratejik hatta uygun olarak her somut durum ve koşullarda gereken mücadele biçimleri ve yöntemleriyle birlikte gereken araç ve yolların belirlenmesi ve o doğrultuda hareket edilmesidir. Dolayısıyla taktik Stalin yoldaşın belirlemesiyle “taktik daha az önemli hedefleri önüne koyar, çünkü onun hedefi, bir bütün olarak savaşı kazanmak değil, devrimin verili yükselme ya da alçalma dönemindeki somut duruma uygun şu ya da bu muharebeyi, şu ya da bu çarpışmayı, şu ya da bu kampanyayı, şu ya da bu eylemi başarıyla gerçekleştirmektir. Taktik, stratejinin bir parçasıdır, ona bağlıdır ve ona hizmet eder.”

Ülkenin objektif koşullarının kabarmasına karşın devrime önderlik edecek subjektif güçlerin (devrimci güçlerin) geride kaldığı koşullarda, kitlelerin kendiliğinden tepkisi görmezden gelinemez. Ancak mevcut faşist yönetimin faşizmi daha derinleştireceği, baskıyı, zulmü, katliamı daha tırmandıracağı ve daha azgın saldırılara geçeceği devrimci hareketler tarafından görülmelidir. Nitekim bu minvalde eylem birliğine gidilmiştir. Ve dayatılan referanduma ve başkanlık sistemine karşı hayır tavrı kararı alınmıştır.

Hayır tavrı ile izlenecek taktik; Erdoğan önderliğindeki egemen güçlerin geri püskürtülmesi ve sonrasında ileri kitlelerle bağ kurulması ve daha ileri mevzilere çekilmesidir. Hayır sonucu çıktığında bu minvalde elverişli koşullar oluşacağı görülmelidir. Belki de bu süreç özellikle batıda kitlelerle devrimci güçlerin arasındaki kopukluğun giderilmesinde ön adım olacaktır. Yeter ki, bu şimdiden görülsün. Haklı ve meşru mücadele referandum sonrası daha ileri alanlara çekilsin...

Bir Partizan

44192

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Anomali! [1] – H. Gürer

 M.Ö filozoflarından Aristo’nun geliştirdiği klasik mantık, doğru ya da yanlış sonuçlar doğuran siyah-beyaz meselelere odaklanır. Oysa gerçek hayattaysa, kafa patlattığımız şeylerin çoğu grinin tonlarını taşır! Bu yüzden Aristo’nun M.Ö geliştirdiği klasik mantık ile günümüz gelişmelerine bakmaya kalkarsak yanılırız. Neden? Çünkü siyah ile beyaz renklerinin ara tonlarını gör(e)meyiz. Hiç bir şey siyah-beyaz kadar kesin ve net değildir. Hele siyasette, asla!

Katledilişinin 44.yılında komünist Önder İbrahim Kaypakkaya'yı anıyoruz!

Katledilişinin 44. yılında Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anmak için düzenleyeceğimiz geceye siz emekçileri, devrimcileri, yurtsever ve yoldaşlarımızı katılmaya çağırıyoruz.

Türkiye proletaryasının komünist önderi İbrahim Kaypakaya yoldaşın Diyarbakır işkencehanelerinde katledilişinin 44. Yılındayız. 

Fırat havzasında Ermeni kıyımları

Beş yıldan bu yana Suriye'de devam eden savaşta insanoğlu II.Dünya savaşından sonra ekonomik ve sosyal yıkımların en ağırlarına tanıklık etmektedir.Henüz gelinen aşamada görüşmeler ülkeninasli unsurlarının olmadığı,istenmediği ortamda yapılması çözümün ne kadar gerçekçi olacağı ayrıbir sorun olarak kendini gösteriyor.Arap,kürt ve mazlum halkların kaderi ve geleceği emperyalisthaydutların alacağı kararlara bağlanmış savaşın sona ermesini beklemektedir.Bugüne kadar savaşın bilançosu çok ağır olmuş daha da artmaktadır.Nerdeyse nufusun yarısı yerlerini değiştirmiş,beş-yüzbin insan hayatını kayb

Başkanlık sisteminin düşündürdükleri...

“Toplumun ve devlet iktidarının toplumsal yapısı, onları kavramaksızın toplumsal faaliyetin herhangi bir alanında tek bir adımın bile atılamayacağı değişikliklerle karakterizedir.

"Uyuşturucu Hazır Taslaklar" ve Devrimci Eğitim…

Yaşadığımız coğrafyanın sosyal, siyasal ve ekonomik çelişkileri ezilenlerin dünyasını dev bir bataklığa döndürürken, fabrikalarda işlenen, madenlerden sökülen ve günden güne biriken emekçi sınıfların ve ezilen ulusların mücadelesi, heybesinde önemli ve kritik bir sorunlar yığınını da barındırmaktadır.

TKP/ML’ye bağlı komiteler ve Komsomol’dan “hizip” tartışmasına karşı ortak açıklama:

Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML)’ye bağlı Ortadoğu Bölge Komitesi, Türkiye Marksist Leninist Gençlik Birliği (TMLGB), Kadın Komitesi, Enternasyonal Büro, Geçici Yurt Dışı Komitesi (GYDK), … Komitesi “Kamuoyuna Zorunlu Açıklama” başlığıyla ortak bir açıklama yayınladı.

Devrim Kapıyı Farklı Çalabilir

Seslenebileceğim örgütsüz proletaryalardan başka kimsem yok.
Bu günkü yaşadıklarımız dün kitleleri seferber edemememizin sonucu.
Tezat bir ilişki yaşanıyor abd' yle ( ingiltere, almanya... dahil ) halklar arasında.
Bir yandan abd halklar üzerinde faşist kararlara imza atıp mağduriyetlerin, tepkilerin sayısını artırırken diğer bir yandan da aşırı solcu savaşçılarca desteklendiğini bildiği ulusalcılarla da uyum, barış içerisinde.
Normal de abd' den aşırı solcu savaşçılarca desteklenen bir hareketi terörist ilan edip savaş açması beklenir.

Kaypakkaya geleneğinin yüz akı, “genç” “asker”: Hasan Bayrak

Bir anneyi düşünün. Oğlunu arıyor…

Oğlu devrimci, oğlu Kaypakkaya’nın yoldaşı…

Gözaltına alınmış birkaç zaman önce, ama haber yok. Kapı kapı geziyor. 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’nın karanlık günlerinin korku duvarları kâr etmiyor, annenin oğlunu cesurca aramasına…

Sonra…

Bir morga götürüyor ve önüne bir cenaze veriyorlar. “Al, bu oğlun” diyorlar. Sımsıkı sarılıyor oğluna… Ama o an, kalbinin zayıf da olsa attığını ve teninin sıcaklığını fark ediyor.

2 Şubat…

“Herkes işini yapsın” dedi gerilla birliğinin komiseri toplantıyı bitirdi. Bitirmeden önceki son sözleri yüzü kadar net, gözleri kadar berraktı. Toplantı bitiminde mangalarına çekilen tüm gerillalar iki gündür süren ve bu akşam son bulan eleştiri-özeleştiri toplantısının muhasebesini yapmaya başladılar. Ve hepsi de “Herkes işini yapsın” sözüne odaklanmıştı. Aslında mesele bu kadar basit ama bir o kadar da karışıktı gerillalar cephesinde. Gerillalar yoğunlaşma içindeyken sözün sahibi de manganın girişindeki tüneli, gökyüzünün ferahlığına kavuşmanın sabırsızlığıyla geçti.

Partizan: “Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!”

Yaklaşan referanduma ilişkin bir açıklama yapan Partizan, “HAYIR” diyeceğini duyurdu. “HAYIR’ı kitlelerin kendine güvenini ve umudunu faşizme karşı yeniden yeşertme ve egemenlerin kaosunu böyle derinleştirme aracı olarak kullanacak, Cizre bodrumlarında 150’ye yakın insanla yakılarak katledilen Mehmet Tunç’un ‘Teslim olmayacağız, diz çökmeyeceğiz’ çığlığını ‘Diz çökmeyeceğiz, HAYIR’ diyerek taşıyacağız” diyen Partizan’ın açıklaması şu şekilde:

Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!

Öğrenmeyi öğrenmek...

Nerede ve nasıl bir (işçi-semt-kadın-gençlik-gerilla-dkö-basın-enternasyonal) faaliyet yürütülecekse onun görev ve sorumluluklarını layıkıyla ve hakkıyla yerine getirilmesi için gerekli olan bilgileri elde etmeye başlayarak işe başlamalıyız. Rastgele bir biçimde “Nerede-ne iş olursa”, “her işi yaparım” gibi amatör tarzda bir anlayış ve yaklaşımla işler yapılamaz.  “Her işi yaparım” iddiası elbette devrimin sorumluluklarına ve görevlerine yaklaşım açısından önemlidir, ama sadece ilk adım olarak...

Sayfalar