Cuma Mart 29, 2024

BATI BAĞIMLISI TÜRK BURJUVAZİSİ YÖN MÜ DEĞİŞTİRİYOR?

15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra, darbenin arkasından tartışılan konulardan birisi de; “Türkiye eksen mi değiştiriyor?”

AKP-Erdoğan çevresine ve yandaş medyada yazılıp çizilenlere bakıldığında ise, darbenin arkasındaki ABD ve AB istenmiyor. ABD ve AB medyasına bakıldığında ise Erdoğan'ın artık istenmediği gerçeği vardır.

ABD ve AB’nin Erdoğan yönetimini köşeye sıkıştırmak istediği ve hatta istemediği açık. Ancak, Türk burjuvazisi, ekonomik veriler ortadayken ne ABD’ye ne de AB’ye sırtını dönebilir. Tersi de olmaz. Yani, AB ve ABD’de Türk devletinin kendi kontrolleri dışına çıkmasına izin vermezler. Tersi bir durumda, AB ve ABD Türk devletini sıkıştırmak için elindeki tüm kozlarını masaya sürer ve o zaman da Türk burjuvazisinin kımıldıyacak bir yanı kalmaz.

Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ve ekonomik ve ticari ilişkilerinin yarıya yakını bu ülkeler ile sürerken, sırtını bu ülkelere dönmesinin olanağı yoktur. Türk burjuvazisi anti-emperyalist bir özelliği olduğu zaman bunu yapabilir ki, günümüzde anti-emperyalist bir "ulusal"  büyük burjuvazi bulmak da artık olanaksızdır. Tekelci burjuvazinin böyle bir niteliği zaten söz konusu değildir.

Türkiye, Şah’ın devrilip 1979 Şubat’ında Hümeyni’nin iktidara gelmesiyle eksen değiştiren İran gibi yapabilir mi? Yapamaz. Çünkü İran’da milli burjuva (sağ) bir devrim oldu. Devrimi gerçekleştiren burjuvazinin anti-emperyalist, en azından güçlü bir anti-ABD’ci bir yanı vardı. Ve bu devrime İran ulusal burjuvazisi önderlik etmiş olmasına karşın, işçiler, şehir küçük burjuvazisi ve köylüler de bu devrimin içinde güçlü bir şekilde yer almıştı. Hatta kendine sol ve komünist diyen örgütlerde bu devrime katıldılar. Sonradan bu hatalarını hayatları pahasına ödemek olsada...

Türkiye’de ise, Türk egemen sınıfların, Batı’yı (ABD ve AB) terk edip Rusya ve Çin’in başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde yer alması, Türk egemen sınıflarının bağımlılık ilişkileri çerçevesinde olası değildir. Başta buna, Türk egemen sınıfların büyük bir kesimi karşı çıkacaktır. Türk devletinin Batı’ya bağlı olan eksen ipini koparmaya RTE’nin ve arkasındaki “Anadolu Kaplanları” denen sermaye kesimlerinin de gücü yetmez. RTE’nin arkasında olduğu söylenen %50’nin gücü bu ekseni değiştirmeye yeter mi? Yine hayır! Çünkü bu “güç”ün de homejen olduğu söylenemez. Sermaye güçleri arasında bir ittifak ortaklığı söz konusudur.

Türk egemen sınıfların eksen değiştiremeyeceğinin en önemli etkenlerin başında, AB ve ABD sermayesinin Türkiye’deki gücü ve ortaklığının varlığıdır. Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yarısı (%48,5)1 AB ülkelerine yapılmaktadır. Bunun 2015 yılı için tutarı 64 milyar ABD doları kadardır. Ayrıca, Türkiye’deki doğrudan yatırımların aslan payı AB ülkelerine aittir. Bu bile Türk egemen sınıflarının AB’ye ve AB içinde ise öncelikli olarak Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya gibi ülkelere bağlı olduğu anlamına gelir.

ABD ile Türkiye arasındaki ticari ilişki AB ile olduğu kadar büyük ve kapsamlı değildir. Türkiye ihracatının %4,4’ünü ABD’ye yapmaktadır. ABD’de toplam ihracatının ancak 0,6’sını Türkiye’ye yapmaktadır. Toplam ticaret hacmi ise 2015 yılında 17,5 milyar dolar2 olmuştur. Ancak, ABD ve Türkiye arasındaki esas ilişki, askeri alandadır ve Türk ordusu üzerinde ABD’nin ciddi etkinliği vardır.

Türk sermayesinin en büyüklerinin ortakları AB ve ABD ortaklıdır. Sermayeler bu derece içiçe geçmiş ve emperyalist Batı ağırlıklı sermayenin bir başka efendi seçmesi kendi ölümü demektir. Türk egemen sınıflarının böyle bir seçme hakları, bu ekonomik ve siyasal koşullar altında olmadığı gibi, bir başka yöne kayma gibi eğilim gösterdikleri anda, artık eski sermaye olamayacaklarını da, bizden çok kendileri daha iyi biliyorlardır.

Ayrıca, Türk egemen sınıfların, efendi değiştirme gibi bir dertleri de yoktur. Erdoğan’ın atıp-tutmaları, onun zayıflığından kaynaklıdır. ABD ve AB’ye “kafa tutuyor” gözükmesi, gözükmenin dışında bir şey değildir. Erdoğan’ın blöfleri gerçekleşemez. Erdoğan’ın blöfleri gerçekleşecek gibi olsa, Türkiye, Suriye gibi olmasa da, Irak’ın durumuna düşme olasılığı daha fazladır. İran saf değiştirdiği için, sadece ekonomik ve siyasal yaptırımlarla karşı karşıya kalmadı, ayrıca, 7-8 yıllık çok yönlü yıkıcı bir savaşa maruz bırakıldığı da unutulmamalıdır. Bu, ABD ve AB’lı emperyalistlerin “yüksek demokrasisi”nin bir gereğidir.

Türk egemen sınıfları Batıya sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda askeri olarak da bağımlıdırlar. Türk ordusu NATO ordusudur ve onun dışında hareket edemez. Türk ordusunun elindeki silahlar ABD ve AB patentlidir. Darbe girişiminden sonra TSK içinde bazı değişikliklerin yapılması, Türk ordusunun PENTAGON ve CİA’nın kontrolünden çıktığı ya da çıkarılabileceği anlamına gelmez. Bugünkü koşullarda bu olası gözükmüyor.

Türk egemen sınıfların Rusya ile yeniden “barış”ması, bir zorunluluğun gereğidir. Türk sermayesi RTE’ye, Rusya’dan özür dileterek tükürdüğünü yalattı. Erdoğan sermayenin çıkarları dışına çıktığı ya da ona zarar vermeye başladığı anda kendisininde sonunun geleceğinin iyi biliyor. Yine İsrail ile ilişkilerin resmi düzeyde (ve kamuoyuna açık olarak) düzeltilmesi, daha doğrusu Türk devletinin geri adım atması, bugünkü ekonomik ve siyasal ilişkiler bağlamında kaçınılmazdı.

Türk egemen sınıfların “Osmanlı hayalleri” Kürt direnişine çarptı. Bunu daha önceki bir yazım (http://ruzgarl.blogspot.de/) da belirtmiştim. Osmanlıcılık AKP iktidarını darbe tehdidiyle karşı karşıya bıraktı. Daha ileri gitmesi ise artık olası değildir. Ayrıca “Kürt Sorunu”, Türk devletini, yeniden çevre komşularıyla “dost” olmaya zolayan önemli etkenlerden birisidir. Bu nedenle, Esad ile yeniden anlaşması uzak değildir.

Türkiye’nin islamlaşması Batı’yı fazla ilgilendirmiyor. Batı’yı ilgilendiren yan, Türk egemen sınıfların Batının isteklerini yerine getirmesidir. Sermaye akışının sağlanması, bölgesel çıkarların korunması, Batı sermayesinin büyümesine hizmet edilmesidir.

Ancak, AB ve ABD artık Erdoğan’dan kurtulmak istiyorlar. ABD açısından Erdoğan’ın işi, ABD’nin Suriye politikasının iflas etmesi ve gerilemesiyle bitti. Bundan sonra başka atlara daha fazla oynamaya çalışacaktır. AB için de bu geçerlidir. Bu nedenle de önümüzdeki süreçte Türkiye’nin farklı siyasal gelişme-çatışmalara gebe olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

AB ve ABD, Erdoğan yönetimini uzun bir süre desteklediler. Çünkü, siyasal islam adı altında emperyalist neoliberal politikaların uygulanması ve sürdürülmesi, emperyalizmin çıkarınaydı. İşçi sınıfının baskı altında tutulması devrimci ve ilerici akmuoyunun dıştalanması ve marjinal bir konuma sokulması, RTE’nin politikalarıyla oldu. Bu nedenle de AB ve ABD burjuvazisi Erdoğan’ı el üstünde tuttular. 

Gelinen aşamada Erdoğan onların politikasına ters düştü. Erdoğan’da onlara, arakasındaki %50’lik güçle direnmeye çalışıyor. Ayrıca Erdoğan, bugün CHP, MHP gibi devlet partilerini de yanına alarak, içe ve dışa karşı “milli birlik” şovları yapmak zorunda kalıyor. Kukla başbakan ve bir çok bakan “laiklik” vurguları yapmak zorunda kalıyorlar... CHP’ne Taksim’de miting yaptırılması ve peşinden 7 Auğustos’da Kılıçdaroğlu’nun AKP’nin Yenikapı mitingine katılacak olması, egemen sınıflar arası bir konsensüs gibi gözükmektedir. Bütün bunlar, Erdoğan’ın ABD ve AB tarafından sıkıştırılmasının bir sonucu olduğunun göstergeleridir.

AKP-Erdoğan iktidarı en zayıf anını yaşıyor saptaması yanlış değildir. “Mili birlik” şovları da bu nedenle yapılıyor. Ne var ki, egemen sınflar arası dalaş durulacağa pek benzemiyor. Eğer AKP-Erdoğan iktidarı içeride, farklı sermaye kesimleriyle geniş bir uzlaşmaya yanaşmazsa, ömrünün fazla uzun olmasını beklememek gerekiyor.

İşçi sınıfı kendi kaderini eline almadıkça, siyaseti ve gelişmeleri, emperyalistler arası ve yerli egemen sınıflar arası çelişki ve çatışmaların belirlemesi de kaçınılmaz oluyor. Sermaye sınıfları arasındaki çatışmanın yıkıntıları arasında yine işçi ve emekçiler kalıyor. Eğer, Kürt Ulusal Hareketiyle ittifak içinde olan güçlü devrimci kitle hareketleri yaratılıp emperyalistlerin ve Türk egemen sınıfların oyunları bozulmazsa, Türkiye'yi Güney komşularının benzeri karanlık günlerin beklediğini söylemek subjektif bir saptama olmayacaktır.

1http://www.dw.com/tr/gündem/05.08.2016

2www.mfa.gov.tr/türkiye-amerika-birleşik-devletleri-siyasi-ilişkileri 

45126

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar