Salı Nisan 23, 2024

Birleşmeyin, Bölünün Ki, Adımlarınızın Sayısı Artsın(!)

Komünistlerin Birliği:

Marx ve Engels. “Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz” demişlerdi. Mao, “Bütün ülkelerin işçileri ve Ezilen halkları birleşiniz” diyerek, işçi sınıfının birliğinin yanına bir de ezilen halkların ve ezilen ulusların birliğinin ekleyerek, burjuvaziye karşı sınıf savaşımında daha fazla çoğalmamızı önerdi.

İşçi sınıfı ve ezilen halkların bölünerek çoğalmayacağını, proletaryanın bütün büyük öğretmenleri ve marksizmin klasikleri biliyordu ve önermelerinide bu doğrultuda yaptılar. Kendi eylemleri de bu yönde oldu.

Sınıflar arası mücadelede, aynıların aynı yerde, karşı safa karşı birleşmelerinin ve çoğalmalarının nedenleri çok nettir. Hiç bir teori ve politika bunun karşısında yerini alamaz. İşçi ve emekçi cephesini bölmek ve parçalamak düşmana has bir özelliktir. Aynı şekilde, işçi ve emekçilerde kendi karşıtlarını bölmek ve parçalamak için mücadele ederler, taktikler geliştirerek, sınıf savaşımında karşıtlara karşı üstün gelmeyi amaçlarlar. Birbirine karşı mücadele eden sınıfların politikalarında, dostları çoğaltmak düşman daraltmak vardır. Küçük burjuva devrimciliği ise, özellikle zor zamanlarda, düşman ile proletarya arasındaki çelişmelerin arttığı ya da burjuvazinin azgınca saldırdığı süreçlerde, bölünmeyi birliğe tercih edici politikaları öne çıkarırlar.

İster demokratik devrim ister sosyalist devrim öncelikli olsun, İşçi sınıfı, önderliğinde bütün devrimlerde, işçi sınıfı ezilen halkların birliğine özel bir önem verir. Devrimden yana olan kesimlerin büyük bir çoğunluğunu kazanmadan devrimin başarıya ulaşamayacağını bilir. 17 Ekim Devrimi öngünlerinde Bolşevikler’in durumunu ve taktiklerinin inceleyeneler bunu net olarak görürler. Bolşevikler, kitleler içinde ve sovyetlerde çoğunluğu ele geçirdiklerinde ayaklanma kararı alıyorlar. Daha önce değil. Daha önce ayaklanma isteyenleri Lenin “maceracı” olarak niteler ve çoğunluğun ayaklanmaya hazır olduğu bir anda ise, ayaklanmaya karşı çıkanları “devrim düşmanları” (Ziyonev ve Kamanev örneğinde olduğu gibi) olarak eleştirmekten geri durmaz.

Lenin, kitlelerin durumunu saati saatine izlerken, aynı şekilde öncünün, yani partinin durumunuda yakından inceler. Devrime önderlik edecek partinin güçlenmesini, ittifaklar yapamasını önerir. Ve bunu uygular. Troçkistelerle yapılan birlik bu anlayışın ürünüdür. Yine, Sosyalist Devrimciler’in sol kanadıyla yapılan birlikler ve ittifaklar bu anlayışın ürünüdür. Anarşistleri Bolşeviklerin önderliğindeki devrime katmak için yer yer verilen tavizler, devrimden yana olanları birleştirme çabalarıdır.

Lenin önderliğindeki Bolşevikler’in ta baştan itibaren parti birliği sorunu en temel sorunlardan biridir. Parti çelik disiplinli bir parti olmasının yanı sıra kitlesel bir yapıyada kavuşması gerekir. Parti, işçi sınıfı ve köylüler içinde (devrimin temel sınıfları arasında) kök salmalı, geniş örgütlenme ağlarına sahip olmalıdır. İşçi sınıfı adına hareket edip, ama işçi sınıfıyla güçlü bağı olmayan partiler çürümeye mahkumdur. Lenin bu temel ilkelerden hareket eder.

Bolşevikler, parti birliğine de çok değer verirler. 1903’ten 1912’e kadar, RSDİP içinde, esas olarak iki farklı akım (hizip) olarak varlıklarını sürdürürler. Bolşevikler 1912’de Prag Konferansı ile ayrı parti kurdular.

Hemen partide örgütsel kopuş olmamıştı. 3. kongreler ayrı ayrı yapılmıştı. 4 kongre birlikte yapılmıştı ama yürümemişti. Sonra menşevikler ile tekrar bir araya gelmenin ve birlikte yürümenin imkanlarının kalmadığına karar vererek Menşeviklerle her türlü bağlarını kopararak yeni tip parti (hizip ve gruplarla bağdaşmayan Leninist/bolşevik tipten bir parti) RSDİP(Bolşevik) olarak örgütlendiler.

Her ülkenin komünistlerin tarihi birbirine az çok benzese de, aynısı olmadığı ve olmayacağı da bir o kadar açıktır. Uluslararası komünist partilerin tarihi çok karmaşık ve zengin deneyimlerle doludur. İşçi sınıfı önderliğinde, burjuvaziden iktidarı alarak sosyalizmi ve nihayetinde komünizmi gerçekleştirmek, bu deneyimleri içselleştirmeyi de gerektiriyor.

ÇKP, AEP, Vietnam İşçi Partisi deneyimleri de oldukça öğreticidir. Özelliklede günümüzde Hindistan Komünist Partisi Maoist’in “birlik” tarihi, kendine komünist diyen herkese örnek olması gerekiyor. HKP(M)’in temelini atan HKP/ML-Halk Savaşı örgütüdür. Birbiriyle çatışan ve komünistleri birleştirmeyi başardı ve her yeni süreçte de yeni komünist grupları bünyesine katmanın mücadelesini veriyor. HKP(M), komünistlerin bölünüp/parçalanmasını değil, birliğini savunuyor ve bunu gerçekleştiriyor da. Bu birlikler, “sınıf uzlaşmacı” bir birlik olmayıp, MLM bir program ve ilkeler etrafında ilkeli birliklerdir. Hindistanlı komünistler “ne olursa ol yine gel” demiyorlar. “Marksist-Leninist-Maoist ilkeleri kabul edenler ve bunun savaşını verenler birleşmelidir” ilkesinden hareket ediyorlar. Ve bu konuda oldukça başarılı oldular ve HKP(M) önderliğinde Hindistan burjuvazisine karşı verilen savaşımı hayli ilerlettiler.

Burada HKP(M) tarihi bu yazının konusu değil. Ancak, HKP(M), Hindistan devleti tarafından “en tehlikeli örgüt” ilan edildi ve her alanda HKP(M) karşı savaş ilan edildi. HKP(M) ise her geçen gün büyüyor. Yani Delhi ve diğer eyaletlerde milyonları yürütebiliyorlar. Genel grevler ile hayatı felç edebiliyorlar. Bunu komünistlerin ilkeli birliklerine borçlular.

Kaypakkaya’nın TİİKP içindeki mücadeleside öğreticidir. O süreçte uzun sayılabilecek zaman içinde Kaypakkaya kendi görüşlerinin mücadelesini veriyor. TİİKP önderliğinin iflah olmazlığına ve o çizgiyle aynı yerde kalınamayacağı görüşüne varınca, yoldaşlarıyla birlikten o örgütten kopup yeni bir örgüt kuruyorlar. Hatta, Kaypakkaya, TİİKP’in yapacağı kongreye de katılmak istiyor. Ancak, TİİKP’in demokrat bir yapısı olmadığını bildiği için, (ve kendisini katletmeye yönelik planlarını da yaşadığından) kendi görüşlerini örgüt içinde daha geniş bir kesime ulaştıramayacağına karar verince, kongreye kadar beklemeyi uygun bulmuyor ve kendi görüşlerini temel alan bir örgütlenme yaratıyor.

Komünistler, Dağılmayı Değil, Birliği Esas Almalıdır:

Bazı ayrılıklar kaçınılmaz olur. Bolşevik-Menşevik, TİİKP/ TKP/ML gibi. Bazı ayrılıklar ise, birlikte yürünebilme ve birliği güçlendirme koşulları varken, gereksiz ve proletaryanın ve emekçilerin davasına zarar veren ayrılıklar yaşanır. Bugün yaşandığı gibi. Ya da geçmişte irili ufaklı ayrılıkların yaşanmış olması gibi.

Bir örgüt içinde ayrılıkları oluşturan teorik etmenlerin başında farklı çizgi sorunu gelir. Örgüt içinde tartışmalar sonucu, birbirinden farklı iki uzlaşmaz çizgi (ya da daha fazlası) oluşmuşsa, bunları bir arada tutan ilkelerde ortadan kalkmış olur. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, bir arada yürümeleri ve hareketin gelişmesi önünde engel olmayı önleyemezler.

Böylesi ayrılıklar desteklenir. Bu tür ayrılıklara karşı çıkmanın bir anlamı da olmaz. Uzlaşmaz çizgilerin oluşması iradi müdahaleler ile ortadan kalkabilecek bir olgu değildir. Sınıf mücadelesinin seyri içinde ya dönüşür ya da değişmlere uğrayarak kendi mecrasını yaratır.

Örneğin, 1976 yılında yaşanan ayrılık. Çizgi ayrılığıydı. Ancak, örgüt içinde ciddi boyutta tartışılmadan gelişen bir ayrılık oldu. Sanki emirvaki gelişti. Oysa, farklı çizgiler örgüt içinde enine boyuna tartışılıp bir kongre ya da konferans ile yapılan iç tartışma sonuçlandırılabilseydi, ayrılan taraflar daha zengin deneyimler elde edebilirlerdi. Bu yapılamadı.Örgütün 45 yıllık tarihindeki ayrılıkları buraya almaya gerek yok. Buraya kadar verdiğimiz örneklerde, “son ayrılık”ın bunlara uymadığını, ne denli zorlanırsa zorlansın, “uydurulamadığı” ortaya çıkıyor. Daha önceki bazı “ayrılıklara” benzeşen yanları olabilir. Ancak, bir çizgi ayrılığı üzerine olmadığı ortaya çıkıyor.

Her şeyden önce tartışılan teorik konular yok. Yani, ayrılan tarafların birbirinden farklı oldukları teroik-siyasal tartışma ya da ilke yok. Çünkü kamuoyuna bu yönlü yansıyan bir tartışma yok. Bu tür tartışmalar olmadığı gibi, birbirini “hizip” ilan edenlerin çizgilerinde de bir ayrım söz konusu olmadığı ortaya çıkıyor.

Her iki tarafta Kaypakkaya’nın görüşlerine bağlı olduklarını söyledikleri gibi programatik görüşlere yönelik bir eleştiri ya da farklılıklarda ortaya koymuyorlar. Zaten her iki tarafta, özellikle de bir tarafı “hizip” ilan eden ve “merkezin” kendidisi olduğunu duyuran kesminde diğer tarafa “çizgi” eleştirisi yoktur. Ne var? “Disiplin”!

Birliğe ve böyle bir ayrılığa karşı çıkan ve parti içi demokrasinin işletilmesini savunan kesim ise, birliğin korunmasından yana gözüküyor. Parti içi sorunun demokratik mekanizmanın işletilerek çözülmesini istiyor. Bunları, kamuoyunu bilgilendirme açıklamalarında var.

Ortada bir çizgi sorunu ve uzlaşmaz bir çizgi (programatik görüşler temelinde) sorunu yoksa, “ayrılığın” anlamsızlığı da kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yani, iki tarafın bir arada yürüyememesi için henüz dışa yansıyan hiç bir teorik sorun olmadığı ortaya çıkıyor. Ama, tüzük ve demokratik işleyiş sorunu var. Demek ki örgütsel ağırlıklı bir çizgi, ancak bu da henüz kamuoyuna açık yürütülmüyor. Bunun giderilmesi gerekiyor.

Böylesi durumlarda, bazı örgütsel avantajları kullanarak “irade”yi, bu iradeye kuşkuyla yaklaşanlara dikte etmek mi gerekiyor yoksa, demokratik işleyişi mi harekete geçirmek gerekiyor?

Örgütsel birlik sorunu olan, örgütün bölünmesinden rahatsızlık duyacak sorumluluk sahibi örgüt üyelerinin, kayıtsız şartsız ve tereddütsüz yapması gereken, demokratik işleyişin yerine getirilerek, örgütsel nedenlerle bunalım yaşayan örgütün bunalımını çözmek ve bunalımı sağlam bir birliğe dönüştürmek olmalıdır.

Örgüt içi demokrasi, en temel ilkelerden biridir. Bu yoksa ya da zaafa uğramışsa, orada sağlam bir yoldaşça güven ve birliğin oluşması bir yana, sağlam olan hiç bir şeyde olmaz. Savunduğu görüşler ne denli doğru olursa olsun, çürüme örgütsel bünyeyi bütünüyle sarar.

Komünist partiler ya da komünist partilerin tüzüklerini kendi tüzükleri olarak kabul eden devrimci örgütlenmeler, örgüt içi demokratik merkeziyetçiliğe birinci dereceden önem vermek ve kolektif tarafından kabul edilen tüzüğe harfiyen uymak zorundadırlar. “Tüzüğün bir kerede olsa delinmesinden bir şey olmaz” dendiği yerde, ya da böyle düşünüldüğünde parti ve yoldaşlık ilişkilerini dinamitler, ortada güven bırakmayacağı için birlik olamaz. Ne demokrasi olur ne de merkeziyetçilik. Demokratik merkeziyetçilik ilkesi, merkeziyetçiliğin ağır basması, demokratik yanın ise birincisine göre tali durumda kalması anlamını da taşımaz. Demokrasi işletilmeden ve yerine getirilmeden güçlü bir merkeziyetçilik oluşturmak ve örgütü bir orkestra şefi gibi kusursuz yürütmenin de koşulları ortadan kalkar.

Ayrılıklar Kolay, Birlikler Zor Olur:

Uluslararası burjuvazinin yumruğunu yemiş devrimci bir yapılanmanın yapması gerekenler aslında çok basit: Bu darbenin bünyede yaratacağı tahribatları en aza indirmektir. Önderlik böylesi durumlarda kendini gösterir. Bu operasyonun nedenleri, niçinleri bütünüyle ortaya çıkarılıp, ona göre örgütsel tahribatlar giderilip onarma yolları öne çıkarılır. Burjuvazinin amacı, yapının birliğini bozmak olduğu çok net olarak ortaya çıkmıştır. Bunu görmemek ya da görmezden gelmek, devrimci sorumluluk bilinciyle doğrudan bağlantılıdır. Ve bu ayrılık, bu operasyonun ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Operasyonun neden yapıyı hedef aldığı, teorik-siyasal-örgütsel boyutları deşifre edilerek çözüm yolları aranır ve bu konuda örgütsel yapının zaafları açığa çıkarılıp onarılma yoluna gidilir. Söz konusu uluslararası saldırı dalgası, bireysel yetkileri öne çıkarmaz. Tersine demokratik iç işleyişi daha bir öne çıkarır, çıkarmalıdır.

Ancak, bunun böyle gelişmediği, geliştirilemediği ortaya çıkıyor. Son gelişmeler, kendiliğindenci ve keyfiyetçi çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışının egemen olduğunu ve bunun terk edilmek istenmediğini ortaya koyuyor. Sorunda bu hastalıklı anlayışın kabul ettirilmek istenmesinden çıkıyor. Hastalıklı bünye, hastalıklı bir çalışma tarzı ve demokratik olmayan politik müdahalelere yanıt vermez. Tersine, yeni hastalıklar üretir ve çürümeyi derinleştirir.

Bu yazının amacı, bu durumun nedenlerinin teroik analizi(1) amaçlı olmadığından, varolan durum üzerinden hareket etmektedir. Ancak devrimci bir hareketin, kolayca çözümlenebilecek çelişmelerden dolayı bölünme yaşaması, bu harekete emeği geçen, emekçisi olan, yakın gönül bağı olan işçi ve emekçileri de üzmektedir.

Hele hele, sosyalist bir gazetenin bürosunu basarak onu işlemez hale getirmek devrimci bir yöntem olmadığını herkes kabul eder. Kendini “merkez” olarak kabul eden kesimlerde, daha önce başka devrimci örgütlerin dergi bürolarının basılmasını kınamış ve bu tür tavırların karşı-devrime hizmet ettiğini, halk içi çelişmelerin demokratik bir şekilde çözülmesini ve şiddet içermemesini yazmışlardır. Ne yazık ki, bu şiddet tavrı bile, birliğin değil ayrılığın öne çıkarıldığını göstergesi olarak ortada duruyor.

Sonuç olarak, aynıların aynı yerde ayrıların ayrı yerde olması doğaldır. Ama aynıları bölme ve zayıflatma girişimi komünistlerin tavrı olamaz. Çözüm, işletilmeyen demokratik işleyişi kusursuz ve kesintisiz bir şekilde, yapının tüzüğüne uygun olarak yaşama geçirmektir. 

1 Bu konudaki bütünsel eleştiri ve düşüncelerim: “Tarihin Önünde Yürümek” adlı kitabımda yer almaktadır.

48750

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Sayfalar