Perşembe Nisan 25, 2024

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

1917 Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, kimse inanamamıştı. Hatta, bir zamanların ünlü “komünistleri” dahi, buna kaşı çıkarak, Rus liberal burjuvazisinin özgürlüğünü savunmuşlardı. Ama, o “güvenilmez”, “baldırı çıplak”, “cahil” ve “çapulcu sürüsü” Rus proletaryası, Boşleviklerin önderliğinde tarihte bir ilki, Paris Komünü’nden yarım kalanı gerçekleştiriyorlardı. Başta Rus burjuvazisi ve gericiliği olmak üzere dünyanın bütün emperyalist burjuvazisine meydan okuyarak, dünya proletaryasının ve dünya halklarının, üzerinde; “herkesin yeteneğine göre ve herkesin emeğine göre” yazılı kızıl bayrağını Rusya toprakları üzerine dikmişlerdi.

Rus Çarı ve arkasındaki burjuvazi ve kendine “sol” diyen reformist Menşevik ve diğerleri, “bunlar bir ay bile dayanamaz” diyerek, proleter devrimi boğmak ve bastırmak için ele ele vermekten, uluslararası emperyalist burjuvaziden destek almaktan bir sakınca görmediler.

Burjuvazinin bütün riyakarlığına karşın, Rus proletaryası, öncüleri Bolşeviklerin yol göstericiliğinde, kendilerini “çapulcu” gören, tarihin bu aymaz soyguncularına papuç bırakmadı. Her türlü zorluğa göğüs gererek Marks ve Engesl’in bilimsel öngörülerini Lenin'in işaretiyle Rusya’da gerçekleştirdiler. “Ayaklar baş olmuştu” bir kere. Prometheus, ateşi, bu kez burjuva tanrılarından çalmıştı ve bu ateş, artık, proletarya ve ezilen halkların elinde sosyalist devrim meşalesi olarak yanmaya devam edecekti. Ve bunun arkası da gelecekti. Çünkü Marks ve Engels ve onların öğrencileri olan Lenin ve Stalin, aynen böyle demişlerdi. Kapitalizm koşullarında burjuva diktatörlüğüne karşı proletarya diktatörlüğü kaçınılmazdır! Bu kaçınılmazlık, tarihsel bir gerçeklik kazanmıştı. Marksist-Leninist teori ete kemiğe bürünmüştü. Tarih kendi diyalektik akışını unutmamıştı.

Marx ve Engels, Komünist Manifesto’yu yazarlerken, kapitalizm kendi mezar kazıcısını da beraberinde yaratıyor demişlerdi. Ve onlar, proletaryanın zaferinin kaçınılmaz olduğunu tarihsel materyalizm ışığında bilimsel olarak ortaya koymuşlardı. O görüşler, hala canlılığını korumaktadır. Nasıl ki, Darwin’in biyolojik evrim teroisi her geçen gün kendini yenileyerek bilimselliğini koruyorsa, Marksizm de aynı şekilde toplumların ileriye doğru değişimindeki bilimselliğini korumaktadır. Tarihsel materyalizm teorisinin doğruluğu, “organik dünyanın birliği” teorisinin doğruluğu kadar gerçekçidir. Tersi ise, toplumsal ve doğa bilimlerinin reddidir.

Marksizmin kurucuları Marx ve Engels şöyle der:

“Geliştirmiş bulunduğumuz tarih anlayışı, ensonu bize şu sonuçları da verir:
Üretici güçlerin gelişmesinde öyle bir aşama gelir ki, bu aşamada mevcut ilişkiler çerçevesi içinde ancak zararlı olabilen, artık üretici güçler olmaktan çıkıp yıkıcı güçler haline gelen (makineler ve para) üretici güçler ve karşılıklı ilişki araçları doğar, ve bu, bir önceki olaya bağlı olarak kazançlarından yaralanmaksızın toplumun bütün yükünü taşıyan, toplumdan dışlanmış, ve zorunlu olarak, bütün öteki sınıflara karşı en açık bir muhalefet durumunda bulunan bir sınıf doğar, bu sınıf, toplum üyelerinin çoğunluğunu meydana getirdikleri bir sınıftır, köklü bir devrim zorunluluğunun bilinci, komünist bir bilinç olan ve elbette ki, kendileri de bu sınıfın durumunu gösterdikleri zaman başka sınıflarda da oluşabilen bu bilinç, bu sınıfın içinden fışkırır.” (ME, Alman İdeolojisi, sf. 61-62)

Bu tarihi materyalist teoriyi burjuvazinin kabul etmemesi, onun üretici güçlere egemen olmasından kaynaklanır. Ama, ya küçük burjuva reformistlerine ne demekli? Onlar, proletarya diktatörlüğünü kabul etmek yerine, adına “demokrasi” dedikleri burjuva diktatörlüğüne hayır diyemiyorlar ve bu burjuva diktatörlüğünü, insanlığın enson varacağı yer olarak işçi sınıfına yutturmaya çalışıyorlar. İşçi sınıfının önüne, burjuvazinin kanlı mülkiyet yasalarını onaya sürüyorlar.

Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki tarihsel mücadeleyi yadsıma ve sosyalizmi, kapitalist sistemin liberalleştirilmesi olarak kabul eden ve bunu “sosyalizm” olarak kitlelere sunanlar, elbette, ne yaptıklarının billincindeler. Bunlar, Marksizm ortaya çıktığından beri, solu liberalleştirmek ve onu burjuvazinin kabul edebileceği düzeye çekmek için çırpınıyorlar. Onlar, kapitalist düzenin vahşi yüzünü kitlelerden gizlemek için şekere bulanmış zehirli düşünceler üretmekle kendilerini görevlendirmişlerdir. Böyleleri, ne yazık ki, ülkemizde de hayli çokca vardır.

Oysa, kapitalist toplumda iki sınıf vardır : Burjuvazi ile proletarya. Marksizm, toplumlar tarihinin sınıflararası mücadele tarihi olduğunu çoktan belirlemişti. Bu belirleme, toplumlar tarihinin incelenmesinin sonucunda ortaya çıkmış bilimsel bir gerçeklik olarak, proletaryanın, zengin teorik hazinesinde yerini çoktan almıştır. Ve tarih, Rus Ekim Devrimi sırasında, iki sınıfın, ölümüne iktidar savaşına tanıklık etmiştir.

Sınıf mücadelesinin tarihsel gerçekliğinin reddi, toplumlar tarihinin gelişimini değiştirmeye yetmiyor ve o kendi bildiği şekilde tarihini yazmaya devam ediyor. Bu nedenle de, devrimin olması için nesnel ve öznel çelişmelerin devrim için olgunlaşması, iç ve dış etmenlerin devrim için uygun olması, devrim yapacak sınıfın çoğunluğunun bu mücadelenin içine girmesi ve proletaryanın Bolşevikler gibi denenmiş, marksist teori ile donanmış çelik disiplinli bir partiye sahip olması, Rusya’da devrimin gerçekleşmesini olanaklı hale getirdi. Ve bu tarihi olayın arkası da dalga dalga kendiliğinden geldi; dünya proletaryası, ezilen halkları ve ezilen ulusları sosyal ve ulusal kurtuluş için baş kaldırılarını daha bir gür şekilde hızlandırdılar. Her yerde sosyal kurtuluş ateşleri harlandı ve Rus Devrimi’nden yaklaşık 30 yıl sonra Mao Zedung’un yol göstericiliğinde Çin proletaryası, yoksul köylülüğü de yanına alarak, burjuvazi ve gericilik karşısında zaferini gururla ilan etti.

Çeşitli nedenlerle (elbette ciddi teorik nedenleri var* ) sosyalist ülkelerin geriye dönmesi, kapitalizm karşısında yenilmeleri, sosyalizme karşı burjuvazinin bir zaferi olmakla birlikte, burjuvazinin tarihi bir zaferi değil, geçici bir zaferidir. Ne var ki, çelik aldığı suyu unutmamıştır ve unutmasının da ne nesnel ne de bundan kaynaklı öznel nedenleri yoktur. Proletarya, üretim içindeki yerinden kaynaklı devrimci bir sınıf oluşundan dolayı, toplum içinde, burjuvazi karşısında ezilenleri de o temsil etmektedir. Ve o, koşulları oluştuğunda, burjuvaziden iktidarı yeniden alacak ve bu kez daha deneyimli olarak sosyalist devrimleri komünizme taşıyacaktır.

Marx ve Engels daha 1850’lerin ortalarında devrim bekliyorlardı. Sınıf bilinçli bir devrimcinin, her zaman devrim beklemesi, onun düşünce ve eylem diyalektiğinin bir gereğidir.

Beklenen devrim 1871’de geldi.

Marx, Paris Komünü için;

“Paris’teki kaderi ne olursa olsun o bir dünya turu yapacaktır...” demişti.

Evet, Paris Komünü yenildi. Ama Marx’ın dediği gibi bir dünya turu yaptı ve bu tur hala devam etmektedir. Kapitalizmin içinde bulunduğu koşullar dikkate alınırsa, sosyalist devrimlerin yenilgisiyle sonuçlanan bu tur daha güçlü bir şekilde yeniden kesin zaferlerle yoluna devam edecektir. Çünkü proletarya, dünyanın her yerinde burjuvaziyi zorluyor. Bir çok yerde sınıf çatışmaları, direkt proletarya iktidarı için verilirken, bir çok yerde ise, sosyalist devrimlerin ön hazırlıkları ve devrimin ilk basamaklarının döşenmesi için yol almaktadır.

Günümüz dünya proletaryası, bir çok yerde ayağa kalkmıştır. Kuzey Afrika proletaryasının ve emekçilerin mücadelesi buna örnektir. Yine, Mısır işçi ve emekçilerinin peş peşe ayağa kalkışları ve bir gecede en az 20-30 milyon insanın özgürlükler için sokaklara dökülmesi, tarihin ilk defa tanıklık ettiği bu ayağa kalkış hiç de yabana atılacak bir durum değildir. Yunanistan, Türkiye, Brezilya, Meksika ve dünyanın daha bir çok yerinde işçi sınıfı ve emekçiler daha fazla özgürlük isterken, bu onların; kapitalizme karşı baş kaldırışları, burjuvazinin ölüm çanları, sosyalizmin yeniden ayağa kalkışının görkemidir. Yine, dünyanın her yanında ateşler yanmaktadır. Kimi yerlerde “dincilik” adına, kimi yerlerde ulusalcılık adına, ama çoğu yerlerde ise sınıf adına burjuva sisteminin altı oyulmaktadır. Emperyalist burjuvazi, dinci gericilikle işçi sınıfının mücadelesini ötelemeye, kriminalize etmeye ve sınıf mücadelesi gerçeğini mistik düşüncenin karanlığında boğmayı denesede, bu onun düştüğü çukurun her geçen gün adım adım derinleşmesinin önüne geçemeyecektir.

14 Yıl önce:

“Günümüzde burjuvazinin ‘sosyalizm öldü’ yaygaraları, sosyalizmin işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki derin etkisini silemeyeceği gibi, bu ateşleyici etkilerin, tarihi yeni bir sürece dönüştümekten, varolan kapitalist sistemi, sosyalist toplum sürecinden geçirerek komünist topluma geçiremeyeceği anlamına asla gelmiyor. Bu süreç, 1917 Ekim Devrimi ile başlamıştır. Sınıflı toplumlar sürecinin ne zaman sonlaşacağını, bu sürece son verecek olan işçi sınıf ve onun önderliğinde birleşmiş ezilen sınıfların mücadelesi belirleyecektir.”

Diye yazılmıştı. (Bkz. Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi)

Bu gün, bu, daha bir belirgin gerçeklik kazanmaktadır. Birikim’ci liberal “sol” teorisyenlerinin işçi sınıfı düşmanlığı, burjuva dostluğu; revizyonist gelenekçi TKP’li teorisyenlerin kemalizm hayranlığı, burjuva bayrak düşkünlüğü ve diğer bilimum küçük burjuva revizyonist ve reformist görüşler, ne denli işçi ve emekçileri zehirlemeye çalışsa da, toplumsal altüst oluşların ve bunun ise sınıfların kıyasıya çatışmasıyla gerçekleştiği gerçekliğinin önüne geçilmesinin olanağı yoktur. O gerçek, günü geldiğinde toplumlar tarihindeki görkemli yerini alarak, toplumsal altüst oluş devrimci gerçekliğinin gerci zırvalarla durdurmaya çalışan bütün metafizik düşünceleri tarihin derinliğine gömecektir.

17 Ekim Devrim’lerinin öğretileri ve etkileri hala devam ediyor. Dünya proletaryası o ışığı bir kere almıştır. Bir daha bırakmasının da koşulu kalmamıştır. Komünizme varana dek, işçi sınıfının burjuvaziden çaldığı o ateş yanmaya ve tüm uykuda olanları uyandırmaya devam edecektir.

Ve Marx’ın, Gotha ve Erfurt Programı’n da üzerine basarak belirttiği:

Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!"

Bütün burjuvazi ve onun çanak yalayıcıları, kapitalist üretim biçimi ve metafizik düşünceleriyle; insanı kendine ne denli yabancılaştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar, insanlığı ve doğayı ne denli tahrip ederse etsinler, bu düş, düş olmaktan çıkıp, insanlığın varacağı tarihi bir nokta olacaktır. Ve varılacak yere er ya da geç varılacaktır. Ekim Devrimi‘yle bunun yolu açılmıştır.***11.10.2013

*Bu konun teorik nedenleri için “Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi” adlı kitabıma bakılabilir.

100585

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

IŞİD-İsrail, Kürt Hamas'ı ve Suriyeliler meselesi

IŞİD'in son Atatürk Havalimanı saldırısı ile başlayan tartışmalar yüzeysel olmak kadar gerçeği de ters yüz eden tartışmalardır. 

Öyle ki esas açıktan manipule edilerek yapılan çözümlemeler usulen oluyor ve bunlar DAİŞ'in planlayıcılarına objektif hizmet olarak da geri dönüyor.

Dik duran nikbinlik: SABAHATTİN ALİ[*]

“Non segnis stat remeatque dies.”[1]

Cumhuriyet tarihinin -bilinen- ilk “faili (belli) meçhul”üdür Sabahattin Ali; elbette bilinmeyenler hariç.

Kafası taşla ezildi; başka bir rivayete göre bir polis amirinin elinde kaldı. Sabahattin Ali cinayeti, elbette “faili meçhul” bir cinayet değildir. Devlet, Ali Ertekin’i kullanmıştır. Ancak işin içinde devlet olduğu için cinayet hep “meçhul” kalmış/ bırakılmıştır.

Madımak'tan Çığlıklar Geliyor

Yanarak şekil buldu insanlık,böyle süregeldi tarih... 

Tarih tekerrür etti. Binlerce yılın cadı yakma deneyimleriyle evrilmiş kara cübbeli sakallıların ağızlarından salyalar akıtarak giriştikleri en pis en canavarca eylem. Ve o eylemin gerçekleştirildiği mekan: Madımak.

O Madımak'tan halen çığlıklar geliyor…

Emperyalist Avrupa birliği göbekten çatırdıyor

Kimler umut bağlamadı, büyük hayaller beslemedi ki? Nice eski tüfek “sosyalist”, “komünist”ler Marksist-Leninist ideolojiyi Avrupa birliğine feda etmedi ki? Kimler büyük umutlarla tekelci sermayenin yaverliğine soyunmadı ki? “Marksizm Leninizm’in eskidiğini, vadesini doldurduğunu, tarihin çöplüğüne atılması gerektiğini” hangi dönme liberal, demokrat revizyonist burjuvalar savunmadı ki? Ve emperyalist çıkar gruplarıyla oynaşmayı, cilveleşmeyi esas aldılar.

AB Emperyalist bir birliktir dağıtılmalıdır

24 Haziran’da ingiltere de yapılan AB referandumu sonucu, AB emperyalist burjuvazisi içinde paniğe yol açtı. Brexit’in domino etkisi yaparak ABexit’e dönüşmesinden korkmaya başladılar.

Avrupa Birliği, “... başta ABD ve Japon emperyalist tekellerine rakip olarak ortaya çıkmışsa da, işçi sınıfı, ezilen halklar ve ezilen ulusların karşısında yer alan bir bloktur. Başta da Avrupa işçi sınıfı ve halklarına karşı oluşturulmuş emperyalist bir birliktir.”1

Demek gidiyorsun küçük kırlangıç…

Bir can almakla insan biter mi heval,

Kahpe kurşun kalemini kırar mı heval..

Şu Dicle'nin suyu senden geçermiş heval,

Analar oğul diye içermiş heval...

Bir rüzgar gibi hala esermişsin heval...

Şu Cudi'nin dağlarında gezermişsin heval,

Şu Munzur'un dağlarında gezermişsin heval...

Hitler,Mussolini ve Erdoğangillerin yaratılmasında liberallerin payı!

Son zamanlarda, bir çok liberal ve demokrat köşe yazarı, AKP iktidarını ve Erdoğan’ın “tek kişi(!)” diktatörlüğünü eleştirirken, Sovyetler Birliği’ni ve Stalin’i anmadan geçemiyorlar. Stalin’i Erdoğan ile eşleştiriyorlar ve Erdoğan’ın uygulamalarını Stalin önderliğinde SSCB olan uygulamalara benzetiyorlar. 

Hepimiz ATİK 'liyiz,tutuklanmakla bitmeyiz !

Çok önemli tarihi bir süreçten geçiyoruz.

10 ATİK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu) aktivistinin bir yıldır tutuklu bulunduğu,Almanya'da yargılanmalarına sayılı günler kaldı.Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyelerinin yargılandığı davadan sonra,Almanya'da görülen son 30 yılın en büyük siyasi davası olarak gürülmektedir.

Alman devleti'nin Türk istihbarat örgütü ile anlaşması sonucu Avrupa'nın değişik ülkelerinde gerçekleştirilen operasyonlarda 10 devrimci,haksız yere tutuklandı.

Kerkük’ü Kaça Satalım? – Dursun Ali Küçük

Kürdistan’da doğup büyüyüp Kürdistan’ı satanlar az değil.
Garip ama gerçek...
Kürdistan’da bazı Kürtler kendi ülke ve şehirlerini bir yok pahasına evet kendisi için satıyorlar.
Hem de bedeva.
Kimi karın tokluğuna, kimi gerçekten bedevaya, kimi egemen sömürgecilerden bir etiket ucuz yaşam kapma pahasına bunu yapıyor.
Kimisi de kafası ve ruhu işgal altında olduğu için bunu yapıyor.

İbrahim Kaypakkaya ve Kürt sorunu[1]

“Söyle ateşin söylemeye çekindiğini.”[2]

İşkencede parçalanmış bedeni 20 Mayıs 1973 günü Diyarbakır’da babasına teslim edileli tam 43 yıl olmuş… “İntihar etti,” demişler, utanmadan![3]

44 Yıl sonra onlar yani sonsuzlar[*]

“Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma.”[1]

“Üç Fidan”ın 6 Mayıs’ından veya THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) savaşçılarından, 44. yıldaki sonsuzluklarından söz etmek zor olsa da; “olmazsa olmaz”…

Sayfalar