Cuma Mart 29, 2024

Çelişkilerden faydalanabilmek doğru konumlanmayı gerektirir!

İçinden geçtiğimiz süreci doğru anlayabilmek için pek çok gelişmeyi bir arada değerlendirmemiz gerekmektedir. Ortadoğu'daki değişimler, Kürt ulusal hareketinin gelişim seyri, egemen kliklerin arasındaki çelişkiler, ezilenlerin durumu, devrimci hareketler... Bunlar ilk akla gelen başlıklardır. Sonuç olarak süreç, birçok çelişkiyi barındırdığı oranda ezilenler için fırsatlar da yaratmaktadır. Fakat bu fırsatlardan yararlanabilmek süreci doğru analiz edebilmeyi ve doğru bir ideolojik-politik ve örgütsel konumlanışı gerektirir. Burjuva ideolojisinin/politikasının içinde kalınarak ezilenler adına zafere götürücü kazanımlar elde etmek mümkün değildir.

2015 Temmuz’unda başta Kürt hareketi olmak üzere ezilenlerin çeşitli bölüklerine yönelik başlayan saldırılar tüm şiddetiyle sürerken 15 Temmuz yaşandı. 15 Temmuz darbe girişimiyle aldığı darbelerle ciddi bir sendeleme yaşayan iktidar partisi AKP, mevcut tabanını milliyetçi-şovenist ve dinci söylemlerle daha fazla konsolide ederek egemenler arası çatışmada önemli bir avantaj elde etti. Kısa bir süre içinde devletin kritik noktalarını ele geçirdi. İlan edilen OHAL ile kendi yasalarını dahi bağlayıcı olan tüm esaslarından sıyrıldı. Devletin içinde tasfiyecilerle yerini sağlamlaştırırken ekonomik olarak müsadere yöntemini kullanarak önemli ölçüde kendisini ve yandaşlarını palazlandırdı. Devletin yeniden restorasyonunu hedefleyen ve kendisi dışındaki egemen kliklerin hareket alanını daraltan, Başkanlık sistemini açık hileyle kabul ettirdi.

Cumhuriyet kurulduğundan beri, hükümette olup olmamasından bağımsız olarak devlet içinde sahip olduğu kurumsal gücüyle hegemonik klik olan CHP ise hiç olmadığı kadar güç kaybettiği bir döneme girdi. CHP'yi ayakta ve birarada tutan Kemalist ideoloji hızlı bir aşınma süreci içine girdi. Ve bu durumdan kurtulmak için böyle bir kapasitesi hiç olmadığı halde AKP karşıtlığı üzerinden MHP'den ayrılanlardan SP'lilere ve çeşitli “sol” kesimlere yönelik söylemler geliştirmeye başladı. Kendisine “hayır”a oy veren kesimlere önderlik yapma görevi biçip ve bu kapsamda görüşmeler vb. yaptı. CHP'nin bu girişimlerinin MHP ve SP'liler ve burjuva parti ve çevreler içinde sonuç verip vermeyeceği kendi iç çelişkilerine bağlıdır. Fakat asıl sorun Türkiye'de kendine “sol, “sosyalist” veya “komünist” diyen bazı kesimlerin CHP ve onun ideolojisi Kemalizm'den bir türlü kopuşamamasıdır. Bu devleti kurucu kliği ve çelik çekirdek ordu aracılığıyla yaklaşık bir asırdır devleti yöneten birçok katliamın sorumlusu olan, Kürt ulusunu yok sayan, işçi ve emekçilere yönelik sömürü politikalarının sahibi olan egemen sınıfın bu kliği nasıl olur da “sol”cu olduğunu söyleyenler üzerinde etkide bulunmaya devam eder?

Türkiye’de burjuva ideolojisinin ana çizgilerinden biri olan Kemalizm’le aynı düzlemde buluşabilir, bunu sahiplenip söylemlerini, amacını bunun üzerinden tarifleyebilir? CHP ile “sol”un bir türlü kopuşamaması yeni ortaya çıkan veya sadece bugünün sorunu değildir. TKP'nin Mustafa Suphiler sonrası izlediği tarihsel ilerlemeci çizginin bir sonucu olarak solun gündemini hep meşgul etmiştir. Kaypakkaya başta Kemalizm ve Kürt sorunu olmak üzere bu çizgiye önemli bir darbe vurduysa da varlığını bazen güçlenerek bazen zayıflayarak sürdürmektedir.

“Devrimci bir cumhuriyet!”

“Türkiye'nin kurtuluşu için devrimci bir cumhuriyet için, yeni bir sol atılım için buluşuyoruz”, şiarıyla HTKP tarafından yapılan etkinlikte “Devrimci bir cumhuriyet kavgası”nın çağrısı yapılıyor. HTKP (ya da TKP) genel başkanı Erkan Baş konuşmasında şunları söylüyor; “Bugün Cumhuriyetçi kuvvetler bir yol ayrımındadır. Ya iktidarın, rejimin muhalefeti olarak konum alınacak, ya da düzeni tam boy karşısına alacak devrimci bir cumhuriyetçi damar kuvvetlenecek. Saray rejimini yıkmanın ilk şartı, cumhuriyetçi güçler içinde devrimci damarı kuvvetlendirmektir... (Bunun için; bn) Türkiye'nin tüm ilerici kuvvetlerine, emekçi halkımıza bir çağrı yapıyoruz.” (5.06.2017, Cumhuriyet)

Kendilerini burjuvazinin rejimine ait görmelerinin sonucu olarak “cumhuriyetçi kuvvetler” içinde tanımlayan, adında komünist olan bir partinin başkanının konuşmaları bunlar. Hedefleri ise cumhuriyetçi olmayan AKP/Saray rejimidir.

Kimlerle birlikte? “Tüm ilerici kuvvetlerle” birlikte! Bu ilerici kuvvetlerin sanırız henüz ayrışım yaşamadan önce yaptıkları 11. Kongre kararlarında sıraladıkları doktor, mühendis, öğretmen gibi eğitimli ve kalifiye emekçiler, sanatçı ve bilim insanları gibi aydın kesimler, öğrenci gençlik yani orta sınıf olduğunu ve bunların seküler bir yaşamı benimsemiş, aydınlanmacılığı savunan kesimler olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

TKP'nin bu teorisi yeni değildir. İçinde yaşanan kopuşmalara, dönem dönem başta Kürt meselesi olmak üzere daha ileri noktalarda konumlanabilmelerine rağmen dönüp dolaşıp burjuvazinin ideolojisi ve politikasına yedeklendiklerini görüyoruz. Onlara göre emekçi hareketi de devrimci olabilmesi için kendini seküler bir perspektifle tanımlamalıdır. Kürt hareketi de kadın hareketi de... Bu konuşmalar sanki ’90 öncesinden gelir gibidir. “Arkadaş önce kara kuvvetlerle hesaplaşalım” diyen ses kendini şu anda yeni duruma uydurmuştur. Şeyh Sait, Zilan, Ağrı isyanlarını gerici, feodal kara kuvvetlerin isyanları olarak görüp yine “cumhuriyetçi kuvvetler” devleti sarmış durumda. Ve bunun karşısında yine “cumhuriyetçi kuvvetler olarak” ve önüne “devrimci” sıfatı konmuş bir “cumhuriyet” için aynı saflaşmaya çağırıyorlar.

TKP geleneği o günlerden bugüne duruşunu sınıfsal zemin üzerinden değil ilericilik/gericilik üzerinden yaptığından burjuvazinin bir kliği peşinden sürüklenip durmuştur. Bir komünist açısından Kemalizm’le simgelenen ve ilkeleri arasında “milliyetçilik”, “devletçilik” olan bir cumhuriyetin gidip yerine İslamcılıkla simgelenen başka bir milliyetçi devletçi kliğin gelmesi nasıl bir nitelik farkı oluşturur? Meseleyi her türlü burjuva cumhuriyetin gitmesi olarak koyabilmeleri zaten kendini “cumhuriyetçi kuvvet” olarak görenler için mümkün değildir. Burada TKP her zamanki hatasına tam da sınıfsal duruşu dolayısıyla düşmüştür. Aydınlanmacılığa özsel bir ilerilik, dine de özsel bir gerilik yüklemiştir. Bu durum, burjuvaziyle yan yana durmayı, aynı ideolojiden, politik zeminden beslenmeyi getirmektedir.

TKP'nin yaşadığı bu handikap sadece ona ait değildir. Marksizm’in uluslararası çizgisinde de bu tarihsel ilerlemeci yaklaşım çok önemli bir ağırlığa sahip olmuştur. “Burjuvazinin üretici güçleri geliştirecek olması” dolayısıyla ona devrimci rol biçilmesi ideoloji ve politikada onun peşinden sürüklenmeyi getirmiştir birçok kesim açısından. Türkiye'de de bu görevi üstlenenler olarak Kemalistlerin görülmesi, onlara yedeklenme sorununu hep ortaya çıkarmıştır ve egemen klikler arasındaki çelişkide gönül rahatlığıyla CHP'nin ideolojik/politik evrenine girilmiştir. Aslında TKP'nin girdiği bu yola en büyük darbeyi kesin ve köklü bir şekilde Kaypakkaya vurmuştur. Hem ezilen-ezen hareketlerini “ilerici-gerici”lik üzerinden değil tamamen sınıfsal konumlanmayla belirlemesiyle hem de “komünistler iki gerici klikten birini tercih etmez” belirlemesiyle...

Ezilenlerle buluşmak zorunludur!

Ezilenlerin dünya genelindeki isyanlarında cihadçı örgütlerin sayısının artması, bu ilericilik-gericilik ayrımına her zamankinden fazla kan-can taşımaktadır. Komünistlerin bu ayrımın tuzağına düşmemesinin pratik tek yolu, bu eksen üzerinden kutuplaştırılmak istenen emekçilerin arasına mezhep, din, dil ayrımı yapmadan gitmeleridir. Sadece “AKP/Saray rejimine” karşı değil kuruluşundan bugüne halkları sömüren, Kürt ulusa yönelik imha ve inkar siyasetinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Kemalist “CHP” kliğine ve topyekün bu devlete karşı mücadeleyi yükseltmenin yollarını bulmaktır. “Cumhuriyetçi güçler içinde devrimci damarı güçlendirmek” gibi şaşalı ifadelerin götürdüğü ve götüreceği yer her zaman bu ülkede egemen sınıflardan birine yedeklenmek olacaktır. 

38989

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Sayfalar