Perşembe Mart 28, 2024

“Cennette büyük kaos var! Vaziyet şahane!”

Referandumun ilk aşaması “Evet”in kıl payı öne çık(arıl)ması ile sonuçlandı. Başkanlık sistemi, merkeziyetçiliğin daha kurumsal hale getirilip, egemen kliğin devlet iktidarında çelişkilerden azade bir rahat soluk alabilmek için tasarlanmışken daha ilk adımında, kendi sınıfdaşlarınca dahi meşruluğu sorgulanır hale geldi. Devlet krizinin farlı krizleri de doğurarak büyüyeceğini, böyle bir kaos durumunun da devrimciler açısından ezilenlerle birlikte çok yeni kapılar açacağını tespit etmek gereklidir. Temel mesele “istikrarlı bir cennet” için değil Mao’nun da “Cennette büyük kaos var, vaziyet şahane” de belirttiği gibi egemenlerin cennetini daha büyük bir karmaşaya sürükleyecek bir bakış açısına ve pratiğe sahip olmaktır. Konjonktür, ancak bu şekilde ezilenlerin lehine çevrilebilir.

Fakat referandum sonrasında referandumdaki hileyi görmeyen kalmamışken ve kabul etmeyen neredeyse kimse kalmamışken, özellikle de tüm genişliğiyle “hayır”cılar bu gayrı meşruluğa öfke duyarken, yani “vaziyet şahane” için koşullar oluşuyorken, “cennette düzenli bir kaos” peşinde olunması, bunu aşan bir perspektif ve pratikle hareket edilmemesi, devrimcilerin Gezi’de de dikkat çektiğimiz zaaflarına yönelmemizi gerekli kılmaktadır. Atı alan Üsküdar’ı geçti sözü üzerinden meramımızı anlatmaya çalışalım. Atı aldılar ama henüz Üsküdar’ın içindeler! “At sahipleri” atı sadece ana yolda, günde birkaç saat arayarak veya atı kaçıranlara başvurarak alabileceklerini sanıyorlar. Oysa şehrin tüm ara sokakları tutulmalı, hareket alanı bırakılmamalıydı. Atı kaçıranların mevcut durumda ilk fırsatta ara sokaklardan hatta fırsat buldukları bir anda ana caddeden bile geçerek “Üsküdar’ı geçeceği” kesindir. Tabi akan bir yaşamdan, sınıf mücadelesinden bahsediyoruz. Üsküdar’ı geçse bile başka bir yerde yakalanıp, hesap sorulur vs. Ama bu durum önemli fırsatların kaçırılmadığı, yanlış hareket edilmediği anlamına gelmez, ki bizim de meselemiz budur.

Hareket noktamız Rosa’nın “çoğunluk olduktan sonra devrimci taktiğe geçilmez! Devrimci taktikle çoğunluk olunur” sözü olmalıdır. Mesele, hiçbir zaman başlangıçlarda az olmak değildir. Ezilenlerin sayısı ve bu konjonktürde doğru politikalarla oluşacaklarımızın sayısı “çoktur”, “çoğunluktur”! Mevcut durumda doğru politika, atı alanın Üsküdar’ı geçmesine izin vermemektir. Daha ötesi bırakalım at alabilmeyi atı görme imkanını dahi elinden alabilmektir. Bunu yapabilmenin üç temel özellikle ilgisi vardır; Birincisi, sahip olunan strateji-perspektifle. İkincisi, anı kavrama ve gereklerini yerine getirme cüretiyle. Üçüncüsü, örgütlü olma, örgütlenme ve örgütleme perspektifiyle…

Gezi’den öğrendiklerimizi yaşama geçirme zamanı!

Sürekli tespitini yaptığımız “tasfiyecilik rüzgarı”nın ideolojik parametrelerine baktığımızda birinciliğe liberalizm ve hümanizmi rahatlıkla oturtabiliriz. Tarihsel olarak köklü bu burjuva ideolojilerinin sadece Türkiye’de değil dünya genelinde, özellikle kendini solda tanımlayanlar içinde etkili olduğu açıktır. “Sol” lafazanlık yapmak bunlardan kaçınıldığını değil çoğu zaman bu sağ yönelimi gizlemek için ortaya çıkabilmektedir. Bu tespitleri açık ve net yapmak, bunların teoride ve pratikte ortaya çıkardığı sonuçlara karşı uyanık olmak bizlerin temel sorumluluklarındandır. Çünkü ancak bu tutum devrimci atılımın önünü açacaktır.

Liberalizm ve hümanizmin yansıyışı, en başta verili sınırlar içinde hareket etme şeklinde yani reformizm ve kendiliğindencilikle iç içe geçerek olmaktadır. Verili sınırları zorlamayan, yıkmaya yönelmeyen, kaosu kontrol altında tutan her hareket tarzı bahsettiğimiz ideolojik parametrelerden beslenir ve onları besler.

Referandum sonuçlarıyla bağlantılı olarak bu sıraladıklarımız, yükselen dalganın tavsamasına neden olmaktadır. Bazı olaylar, gelişmeler öyledir ki, onların yarattığı fırsatlar ancak yıllar sonra elimize geçebilir. Bu nedenle o fırsatları kaçırmamak gerekir. Gezi böyledir mesela. Referandum sonrası kitlelerde oluşan haksızlık duygusu ve öfke de aynı niteliktedir. Bu öfkenin yaratabilecekleri hakkında egemenler de fazlasıyla fikir sahibidir. Bu yüzdendir ki, diğer gerici kliğin “lideri” Kemal Kılıçdaroğlu’ndan başlayarak kamuoyunda “hayır”cı diye bilinen tüm köşe yazarları, ideologlar, haber spikerleri 16 Nisan gecesinden itibaren “meşruluğumuzu kaybetmemekten, hukuk sınırları içinde kalarak hak aramaktan, hem evet’in hem de hayır’ın saygıdeğer olduğundan, artık sonuçların değişmeyeceğinden” bahsetmeye başladılar. CHP “lideri” ve yönetimi açıktan dalgakıran görevi görmekte, kitlelerin tepkisini nötralize etme işlevini üstlenmektedir. Yani benzetmemizden devam edersek, tüm ara sokakları denetimsiz bıraktıkları halde atı çalanı görürlerse attan inmesini rica edecekler! Selin Sayek Böke’nin yaptığı sine-i millet açıklamasının ömrü beş dakika bile olmamıştır. CHP yönetimi bu süreçte oluşan muhalif duyguyu, öfkeyi yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu yaklaşımın etkisiyle sokak protestoları, “hukuk sınırları içinde itiraz etmek” anlayışının içinde olmakta, verili sınırları aşma yönelimi olamamaktadır.

Gezi’yi ortaya çıkaran refleks, kendi meşruluğunu sonuna kadar sahiplenerek, egemenlerin parkı terk etme direktifini eylemli bir şekilde reddetmekti. “Referandum iptal edilene kadar sokakları terk etmeyeceğiz!” şiarının pratikselleşmesinin adımları öncü pratikle atılmalıdır. Bunun krizi derinleştirecek bir adım olacağı açıktır. Ortaya çıkan durumun mevcut potansiyelinden tüm egemenler bu nedenle korkmuştur. Korkularını haklı çıkaracak pratik yönelime girilmesi “anı karşılama yeteneği ve gereklerini yerine getirme cüretiyle” ilgilidir. Olanı içinde akıp kaybolmak değil, olanı değiştirme, krizi büyütme ve bunların içinde örgütlenmekle “çoğunluk” olunur. Olanın içinde hiç kimse bir fırsat, bir potansiyel göremezken bunu fark edip harekete geçebilmek yaratıcılık, ısrar, sınır tanımama, ataklık olarak tanımladığımız niteliklerdedir ve devrimcilik için olmazsa olmazdır. Meydanlarda kalmak, sokakları terk etmemek, her türlü nötralize edici reformist anlayışı teşhir etmek, kendi ajitasyon ve propagandamızı yapmak ve örgütlenmek, bunlara karşı düşmanın gelişecek saldırılarına hasır olmak gereklidir. Yenilirsek de bu dövüşerek olmalıdır! Direnmek her zaman bir sonraki toparlanmaların, atakların temel dayanağıdır.

Kanatlarımızı açtıkça güçleneceğiz!

Üçüncü maddemiz “örgütlü olma kapasitesi, örgütlenme ve örgütleme” idi. Bu başlığı uzunca açışımız taşıdığı önemle ilgilidir.

Bir KP’nin ideolojik-politik-örgütsel bütün yönlerden kendini çelikleştirmesi, öngörüde bulunduğu süreçlere karşı hazırlık yapması, “an”ları kaçırmadan müdahalede bulunabilecek örgütsel yapıya sahip olması hayati önemdedir. Referandum sonucunda hile hurda yapılacağını bilmeyen yoktu. Bunun da ötesinde bizler “hayır”ın da “evet”in de ciddi bir potansiyel taşıdığını biliyorduk. Olması gereken bu krizin bizim tarafımızdan devrimci güçler tarafından nasıl ve hangi olanaklarla yönlendirilebileceğini, kitle denizinin içinde olarak ama kendi politik hedeflerinin de sınırlarını da zorlayarak nasıl pratikleştireceğini belirlemekti. Bu politik öngörü örgütsel hazırlığa, materyal oluşturmaya dönüşmüyorsa yani pratikleşmiyorsa bir anlamı yoktur. “Öngörü” olarak kalır! Olasılıkların önceden konuşulması, tartışılıp hedeflere öre hazırlık yapılması, faaliyetçilerin eğitilmesi başarının ana şartıdır. Günlük hayatı idame ettirmek için bile plan yapmak zorunda olduğumuz unutulmasın. Elbette ki her zaman önümüze planlardan farklı durumlar çıkabilecektir. Yaşamın gerçeğidir bu. İşte anı karşılama yeteneği, önümüze çıkanlara cevap olabilme kapasitesi burada devreye girer. Anında yeni politikalar, yeni örgütlenmeler yaratılır.

İçinde bulunulan politik durum, devrimciler açısından büyük olanaklar barındırmaktadır. Devletlular, bu krizlerini sınır ötesi operasyonlarla, şovenizmi tırmandırarak, saldırılarını yoğunlaştırarak aşmaya çalışacaklar. Bizler de özelde kolektifimizin yaşadığı süreçten de devletluların bu krizini büyüterek, kitlelerin tepkisini yönlendirerek, bunun içinde kendimizi ve kitleleri örgütleyerek çıkabileceğimizi bilmeliyiz. Bu doğrultuda, stratejimize uygun politik taktikleri geliştirmeye çalışmalıyız. Devrimcilerin olanaksızlığından, “çokluk” olmayışından şikayetlenip duranlara Rosa’nın yukarıdaki sözünün yanı sıra “açılmamış kanatların büyüklüğü bilinmez” sözü de küpe olsun. Kanatlarımızı açtıkça güçleneceğiz, kanatlarımızı açtıkça kendimizi göreceğiz…

46803