Cuma Nisan 19, 2024

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ VE DELİ SAÇMASI

Cumhurbaşkanlığı seçimleri taktik bir muhteva içermiyor. Bilakis stratejik muhteva içermektedir. Taktik her zaman stratejiye uygun, ona bağlı ele alınmak zorundadır. Eğer ki başvurulan taktik eylem -örgütlenme ve politika stratejimize hizmet etmiyorsa uygulanan taktik politika yanlıştır. Bundan vazgeçilmelidir. Taktikle strateji iyi kavranıp doğru ayrıştırılmıyor. Birinin uzun vadeli bir programı içerdiği, diğerinin ise kısa vadeli politik atılım veya geri çekilmeleri içerdiği doğru kavranamamaktadır. 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılan arkadaşlarca taktik politikayla, stratejik siyaset birbirine karıştırılmaktadır. Niyetle gerçek tersyüz edilerek kendini bize gösteriyor. Burada niyetten çok objektif gerçekler bizi ilgilendiriyor. Eğer sistemin çizdiği yasalar dâhilinde, ona riayet edilecekse ona bir sözümüz olmaz. Demek oluyor ki var olan devletin tüm normlarını kabul ediyor onunla düzen çizdiği kanun ve kuralların dışına çıkılmayacaktır. Çizilen çerçeve ekseninde bir anlaşmaya mutabık olunmuş oluyor. Bizde buna karşı çıkıyoruz ya, durum bu kadar net ve açık değil mi?

Tamda bu noktada başlıyor deli saçmalığı... Çıkıyor bizim gibi ipini devletle, sistemle koparmış bir avuç deli bu seçimler bizim seçimlerimiz olamaz diyor. Biz devlete ve onun omurgasını oluşturan yasamaya, yargıya ve de yürütmeye kökten karşı olduğumuz için bize dayatılmak istenen tercihlerden birine evet diyemeyiz. Biz sistem dışıyız, devletin ve sistemin meşrulaştırılmasına hizmeti ret ettik, ret ediyoruz. Eğer ki devletin ve sistemin çizdiği rotada hareket edilecekse ve sistemin çizdiği kulvarlarda  " kurtlarla dans edeceksek " neden hala bu devletin faşistliğinden dem vuruyoruz!

Biz ezilenler eşitlik istiyoruz, özgürlük istiyoruz, halkların tam bağımsızlığını istiyoruz. “Yarın yanağından gayrı her şeyi kardeşçe bölüşmek" istediğimiz için devlet tarafından terörist, anarşist vb. ilan edilerek öldürülüyoruz. En küçük demokratik hak talebinde bulunmak için sokağa çıktığımızda kahpece kurşunlanıyoruz, topluca katlediliyoruz, işkencelere maruz kalıyoruz. Devlet sömürü çarkını devam ettirmek için bizlere savaş ilanını varlığından günümüze devam ettiriyor. Bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm gerçekleşmeden sömürücü devlet ve işbirlikçileriyle  "barış" asla ve asla mümkün değildir. Ezenle ezileni, sermayeyle emeği kuzu kuzu bir arada yaşatma gayretkeşlikleri devletin zaten istediği bir şey değil mi?

Acaba düzen ölçüleri dışına çıkma cüret ve cesaretini göstermeyenler bazı demokratik kırıntı ve haklardan başka ne kazanabildiler, ne kazançları oldu ya da olacak. Kürt ulusunun Kürdistan hayalleri yıkıma mı uğrayacak? Ödenen bunca bedelin sonucu sömürü ve-sömürgeci-"faşist devletle el ele kol kola " bazı menfi çıkarlar için "kardeş -kardeş bir arada mı yaşanacak”. Yoksa Türkiye ve Kürdistan’ın bağımsızlığı, özgürlüğü için sonuna kadar devrim şiarıyla sosyalizm yolumu devam ettirilecek. Mesele burada odaklaşıyor Ya ezilen sınıfın ve emekçilerin yanındasın ya da emperyalist sömürgecilerin ve onların işbirlikçi yöneticilerinin yanında olacağız. Başka yol, ara yol yoktur. Seçim tabi ki her sınıfın dünya görüşüne uygun belirlemelere denk düşmektedir.

Burada şunu hemen söylemeliyim ki; Devlete ve onun idari şekline bakış siyaset te stratejiktir, taktik politikalarla faşizmin idari şekillerinden  "ehvenle -şerden “birini tercih edemeyiz. Ona hizmet etme, onun istediği minderde güreşmek yanlışına düşemeyiz. Bir kere devlettin başını seçiyorsun, sömürü çarkının kim tarafından idare edilmesine onay vermiş oluyorsun. Deyim yerindeyse faşist devletin komple icraatlarına suç ortaklığına onay veriyorsun ve buna da "seçim taktiği "diyorsun. Devlet sorunu ile kısmi demokratik hak ve talep sorunu birbirine karıştırılamaz. Böyle bir yanlışa düşüldü mü devletin yedek sibobu olur, onun işlediği suçlara ortaklık etmiş olursun.

      Birileri çıkıp bize; "eski kafalar, bizi anlamıyorlar “diyebilir. Ve "vay efendim kırk yıl önceki hastalık hala devam ediyor", "Barış süreci bu anlayışla baltalanmak isteniyor, biz barış istiyoruz, barış ve demokrasi mücadelesi yürütenlere seçimleri boykot kararı alarak zarar veriyorsunuz. "seslerini duyuyoruz. Dahası hiddetlenip siyasi eleştiri yerine, saygılı eleştiri yerine küfüre varan hakaretler ortalıkta dolaşıyor. Bilinmeli ki çeşitli sınıflara mensup örgütler ve onlarla aynı siyasi görüşlere sahip olan bireyler kendi sınıf tavrına uygun hareket eder ve etmeli de. Her konuda devrimci demokrat dostlarımızla aynı görüşleri savunacağız diye bir mantık ve zorlama olamaz. Bugün taktik anlamda doğru gördüğümüz yarın şartlar değiştiğinden dolayı yanlış görülebilir. Ancak bizim yanlış gördüğümüz bir siyasi karar ve tavrı kimse bize dayatma yapamaz. Bu tür yanlışlar geçmişte çokça yaşandı devrimci güçlere büyük zararlar vererek telafisi mümkün olmayan yaralara sebep oldu. Artık bu kaba sekterizmi aşmak gerekiyor. Devrimin dostları ve düşmanları stratejik ve taktik olarak doğru tespit edilirse kimlerle nereye kadar gidilebilineceği de ortaya çıkmış olacaktır. Bu anlamıyla biz devrimciler ve devrimci dost güçler birbirimizi siyasi eleştirebiliriz, etkileyebiliriz ama asla dayatmacı baskıcı olamayız. Bu mantık devrimci bir yaklaşım olamaz.

Bırakalım çeşitli fikirler kendilerini ifade etsin, siyasal, politik konularda tavırlarını belirlesinler, kıyasıya fikirlerimiz çatışsın doğru ile yanlış ortaya çıksın. Yani "Yüz çiçek açsın bin fikir akımı yarışsın " mantığı en doğru olanıdır diyorum. Aksi halde doğru ile yanlış ayrıştırılamaz ve ayrık otları temizlenemez. Düşman sınıfa ve sınıflara gelince, onlar bizim için bilinen aşikâr olanlardır. Onlarla aramızdaki çelişki antagonist çelişkidir. Var olan bu uzlaşmaz çelişki Devrimle şiddetle çözülecek bir çelişkidir.  Bu emperyalist işbirlikçi yönetimlerle uzlaşabilir birleşilebilinir bir taktik önermemiz genel anlamda yoktur olamazda. Bazı olağan üstü şartlar istisnayı görülürse ne söylediğim anlaşılıyor olacak sanırım.

   Sürgünlere gelince, her sürgün birey kendi dünya görüşüne uygun tavır takınmalı ve takınabilmelidir. Kendine yakın bulduğu devrimci örgütlerin takındığı tavrı desteklemeli onun çalışmasını yürütmelidir. Kaldı ki sürgünlük benim için sistem dışılıktır, faşist diktatörlük karşıtlığıdır.  Bugüne kadar ödediğimiz bedeller karşıt duruşumuzun sonucudur. Faşizmin tüm yasamasına, yargısına ve yürütmesine karşı çıktığımız için tutarlılıktır. Faşizmle masa altı, gizli odalarda halklar adına görüşmeler yapıp karar almamaktır. Tam bağımsızlık, halkların kurtuluşu ve sosyalizm mücadelesinde kararlılıkla savunduklarımızın arkasında durmaktır.  En basitten ifade edecek olursam, vicdanı retçi olmak, faşizme askerlik yapmayarak  "bedel parası " ödememektir, askere gitmemektir. Hem bunları savunmak hem de askere gitmek, bedel ödemek birbiriyle çeliştiği gibi, devletin yönetim şeklinin faşizm olduğunu söyleyeceksin, faşizmin sürekli olduğuna parmak basacaksın hem de o devletin başına geçmek için devletin tanıdığı kulvarda aday göstereceksin bu adayı tüm devrimcileri desteklemeye çağıracaksın. Bu açıkça kendiyle çelişmek devrim sorununu gündeminden çıkarmaktır. Sömürgeci devletin egemenliği altında" halkların demokratik federasyonunu" kuracaksın bu ne yaman çelişki ve tutarsızlıktır . Anlamak biraz zor... HASAN AKSU 9-7-2014

95060

Son Haberler

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ VE DELİ SAÇMASI

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar