Perşembe Nisan 25, 2024

“Dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız.” (Mehmet Demirdağ)

Milyonların emeği ve alınterini gasp ederek, sömürerek ayakta kalan egemenlere karşı ezilenlerin en büyük gücü, birliğidir.

Yaşamı üreten ve yaratanlar yan yana durabildikçe, birlikte harekete etmeyi öğrenebildikçe, başardıkça, özgür bir dünyaya doğru daha güçlü adımlarla yol alabilirler. Toplumlar tarihinin sayısız tarihsel örnekte bize gösterdiği budur.  Bunun farkında olan hâkim sınıflar, ezilen yığınlar karşısında sınıfsal çıkarları ekseninde ortak bir duruş ve buna uygun bir pratik sergilemekten asla imtina etmezler. Kendi aralarındaki çatışma ve kapışma ne kadar büyük olursa olsun söz konusu sınıf karşıtları yani işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar olduğunda aynı sınıfsal refleksleri gösterirler. Zira, aynı zemin üzerinden var olmakta ve iktidarlarını sürdürmektedirler.

Emekçi yığınların örgütsüzlüğü, parçalı duruşu ve birbirleri arasına çekilen görünmez çitler onların saltanatlarını sürdürmelerinin en önemli koşullarından biridir. Bunun farkında oldukları, böylesi sınıfsal bir bilince sahip oldukları için en kavgalı oldukları dönemde dahi, işçi sınıfının örgütlülüklerine, birliğine ve beraberliğine saldırmaktan bunun karşısında güçlerini birleştirmekten asla geri durmazlar. Hangi parti, hükümet olursa olsun ve hâkim sınıfı klikleri arasındaki çıkar dalaşının boyutu ne olursa olsun, değişmeyen pratiğin işçi sınıfı ve emekçilerin kazanımlarına yönelmek ve yeni hak gasplarıyla sömürüyü büyütmek olması tesadüf değildir. Veyahut pek çok başlıkta birbirlerinin boğazına sarılmışken söz konusu Kürt ulusu, halkı olduğunda tüm düzen partilerinin adeta ışık hızıyla ırkçılık ve şovenizmde; imha, inkâr ve asimilasyon çizgisinde saf tutmaları da öyle.

Açık ki, hâkim sınıflar, toplumu sınıfsal, ulusal, inançsal ve cinsiyet vb. üzerinden bölerek ayrıştırma, birbirine düşmanlaştırma, kutuplaştırma politikası izlemektedir. Böylece ezilenlerin tek bir cephede sömürü ve zulme karşı birlik olmalarının, örgütlenmelerinin ve sınıf düşmanlarına karşı etkili bir mücadele yürütmelerinin de önüne geçilmiş olur. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, İslamcı-Laik, vb. vb. pek çok şekilde karşımıza çıkan ve esasta emekçileri birbirine yabancılaştıran yaklaşımların temelinde egemen sınıfların ideolojik, siyasi ve kültürel bombardımanı vardır.

Böl-parçala-yönet olarak da özetlenebilecek bu tutum, ezilen yığınları rakipleri karşısında güçsüz düşürür. Buna çözüm olmak, işçi sınıfı emekçi yığınları, Kürt ulusu ve Alevileri, emekçi kadınlar ile LGBTİ’leri ortak bir amaç uğruna bir araya getirmek, birleştirmek ve mücadeleye sevk etmek, devrimci ve komünistlerin görevidir. Kendini, ezilen yığınların kurtuluş davasına adayanlar, farklı toplumsal kesimlerden değişik fikirlerden, çeşitli cinsiyet kimliklerinden emekçileri bir arada tutabilme yeteneğine sahip olmalıdır. Bunun için ideolojik bağlamda net bir hedefe, politik düzlemde ise ciddi bir olgunluğa ihtiyaç vardır. Proleter devrimciler bilir ki, emekçilerin birliği iyi, ayrışması ve birbirinden türlü gerekçelerle uzaklaşması kötüdür.

Bu anlamda, ezilenlerin birliği ve mücadelesine soyunan devrimci komünistlerin bunun nasıl yapılabileceğini kendi pratiklerinde göstermesi gereklidir. Bunun ilk adresi ise içinde bulundukları kolektiftir onun mekanizmalarıdır.

Her kolektif, belli bir ilkeler ve onun etrafında örülen hukuk üzerinde var olur. Deyim yerindeyse binanın kolonları ve harcı bu ilkeler ve onu adeta bir zırh gibi koruyan bu hukuktur. Proletaryanın ideolojisini rehber edinen kolektifin, hukuku ve onun can suyu tüzüğü, toplumun farklı sınıf ve katmanlarından gelen devrimciler için yeterince birleştirici ve kapsayıcıdır. Herkes bu hukuk ve onun gerektirdiği adalet karşısında eşittir. Ne ki aslolan bu hukuk ve işleyişin pratikte yaşama geçirilmesidir. Bu olmadığı sürece her şey kâğıt üstünde kalmaya, suya yazılmaya mahkûm olacaktır.

Kolektifi ayakları üzerinde tutan ilkeleri ve işleyişi karşısında tutum belirleyici olandır. Ezilen yığınların, sınıf düşmanı karşısındaki birliğinden yana olanların duruşu, işleyiş ve hukuk karşısında samimi ve tutarlı olmalıdır. Yığınlara birlik olma çağrısı yaparken içerde de kolektifin hukukuna ve işleyişine uygun davranmak dürüst bir devrimcilik için olmazsa olmazdır.

Emekçilerin birliğini, onunla doğrudan bağlantılı olarak kolektifinin irade ve eylem birliğini sağlayacak olan açık ki hukuku ve işleyişidir. Öyleyse bir devrimcinin yığınların birliğinden, düşman karşısında ortak hareket etmesinden yana olup olmadığını anlamanın yollarından biri hukuk karşısındaki duruşunda saklıdır.

Zira, hukuk birleştirici bunun ihlal eden her davranış ve pratik ise ayrıştırıcı ve bölücüdür aynı zamanda yıkıcıdır. Somutta bugün kolektif içinde yaşanan tartışmalara bir de bu pencereden bakmak faydalı olacaktır. Başından bu yana söz konusu tartışmalarda iki çizgi ortaya çıkmıştır. Bir yanda hukuk ve işleyişi ayaklar altına alarak, bunları keyfince yorumlayanlar, diğer yanda hukuk ve işleyişten doğal olarak da emekçilerin ve kolektifin birliğinden yana olanlar.

Bugüne taşınan sorunların merkezinde tam da bu vardır. Geleneğimizin üzerinde yükseldiği ona niteliğini veren hukuk iğdiş edilmiş açıkça çiğnenmiş ve işlenen bu suçu gören, buna dur diyenler hedef tahtasına konulmuştur. Bu tutum ve pratiğin birleştiren değil dağıtan, farklı fikirlerin bir arada durabilmesini değil birbiriyle kavga etmesini ve uzaklaşmasını sağladığı da açıktır.

Bu yaklaşımın esas olarak devrimci komünistlerin, emekçi halkımız karşısındaki misyonunun silikleşmesi anlamına geldiği bir gerçektir. Zira halkımızın birliğinden yana olanların, onlara kurtuluşun adresi olarak gösterdiği yerde de bu görüşleri yaşama geçirmeleri gerekir. Aksi bir tutum iflah olmaz oportünistlerin ve burjuva politikacıların tavrı olur.

Farklı fikirlerle mücadele…

Başkan Mao farklı fikirlerin bir kolektif içinde birbiriyle nasıl mücadele etmesi gerektiğini bize öğretmiştir. Bu mücadelenin yol ve yöntemlerine dair zengin bir tarihsel miras bırakmıştır. Bunun içinde ideolojik, politik mücadele vardır ancak ayak oyunları, hile, işleyiş ve hukuku yerle bir etmek, darbecilik ve bunun bir sonucu olarak şiddet yoktur.

Darbecilik, kolektifin içindeki yaşamın, hukuk ve işleyişin yönettiği bir iklimden çıkarak, adeta orman kanunlarına, eline silah alanın ve kılıç kuşananın söz sahibi ve haklı aynı zamanda doğru olduğu bir iklime girmesi anlamına gelir.

Örneğin alanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olacağı bilinmektedir. Bunun dışına çıkan her pratik darbeciliktir, darbedir. Bu durumda her isteyen istediği soruna müdahale etme hakkı bulacak, herkese çalışmalarını beğenmediği kurumu engelleme hakkı verecektir. Bunun karmaşa ve kaostan aynı zamanda yıkımdan başka bir anlama gelmeyeceğini bilmek zor olmasa gerektir. Kurumlarımıza yönelen gasp da tam olarak bu anlama gelmektedir.

12 Eylül’de Süleyman Demirel, kılına dokunulmadan makamından indirilmiştir. Ancak nihayetinde yaşanan bir darbedir. Çünkü Demirel, askerin gücüyle tehdit edilmiştir. Darbelerde şiddetin düzeyi sadece onun önüne eklenen sıfatı tanımlar. Kanlı, kansız vb… Nihayetinde her darbe, darbecilik bir şiddettir, şiddetin bir biçimidir; hukuk ve işleyiş dışına çıkan, seçilmişlerin-görevlendirilmişlerin iradesini ve yetkisini gasp eden bir şiddettir.

Kurumlarımıza yapılanları bu çerçevede yorumlamak doğru olacaktır. Savunulan görüşlere karşı çıkılabilir, doğru bulunmayabilir kuşkusuz. Ne var ki yaşananın adını doğru koymak gerekir. Lenin yoldaş, eşyaya ismiyle hitap etmek gerektiğini söyler bize. Durumun kendisi darbeciliktir, darbedir. Emekçi yığınların birliğinden yana her samimi devrimcinin her şeyden önce bu gerçeği açık bir şekilde tanımlaması doğru olandır. Ne söylenecekse yapılanın adı konulduktan sonra söylenmelidir. Bu yapılmadan kurulacak her cümle, yeni darbelerin ve yeni darbecilerinin türemesi, bu virüsün saflarımızda hızla yayılması ve büyümesi anlamına gelecektir.

“Hayır” Kolektifin Tavrıdır

Kurumlarımızın basılmasına gerekçe gösterilen konulardan biri yurtdışında yaşanan tartışmadır. Bu konuda konunun muhatapları gerekli açıklamayı yapmıştır. Girmeyi gerekli görmüyoruz.

Diğer bir gerekçe ise seçim tavrıdır. Kolektif herhangi bir sürece dair kararlarını faaliyetlerin yürüdüğü alanlar üzerinden, buradaki yetkili mekanizmalar üzerinden alır. Tartışmalarla kolektifin, yapının ağırlıklı eğilimi ortaya çıkar. Merkezi irade, tartışmasını söz konusu alanlarla yürütür, ikna etmeye çalışır. Sonuç itibariyle karar ağırlıklı eğilim üzerinden çıkar. Kolektifin irade ve eylem birliği böyle sağlanır.

Aksi durumda yani çoğunluğun değil de azınlığın fikirlerinin ve tavrının dayatılması birliğe zarar verir. Herhangi bir önderliğin yapması gereken kolektif içindeki farklı eğilim ve görüşleri, işleyiş ve hukuk temelinde çözmektir. Kapsayıcı, birleştirici bir dil ve üslupla buna uygun bir politika ile sorunlara büyümeden ve kriz haline gelmeden çözüm üretilmelidir. Somutta yetkili bileşene dair ilgili alanların yaptığı açıklama ortadadır; dahası kolektifin ciddi bir bölümü referandumda “hayır” derken kalan azınlığın tavrını merkezi tutum olarak belirlemek krizi çözmek değil büyütmek ve de bundan beslenme politikasıdır. Öyleyse soralım, kolektifin ezici bir çoğunluğu referandum özgülünde “hayır” yaklaşımının doğru olduğunu beyan etmişken nasıl oluyor da “boykot” tutumu ilan edilebilmektedir?

Umudu Büyütelim!

15 Temmuz darbe girişiminden bu yana OHAL altında, geniş emekçi yığınların kazanılmış tüm haklarına cepheden saldırıların yaşandığı, her türlü hak arama mücadelesinin terör parantezine alındığı günlerden geçiyoruz.

Baskı, gözaltı, tutuklama, şiddet yargısız infaz ve katliamlarla örülen bu sürecin, emekçi halkımızın özgür bir gelecek umuduna yöneldiği açıktır. İşçi sınıfına, Kürt ulusuna, Alevilere, kadınlara, LGBTİ’lere yönelen bu dizginsiz şiddet başta direniş odakları olmak üzere halkımızı bir bütün olarak teslim almayı amaçlamaktadır. Komprador burjuvazi ve toprak ağalarının temsilcisi TC devleti, dizginsiz bir terör, baskı ve katliamlarla ezilen yığınların insanca bir yaşam özlemi ve mücadelesine alçakça saldırıyor.

Ardı arkası kesilmeyen gözaltı ve tutuklama operasyonları, gerilla alanlarına en üstün teknoloji ile yapılan askeri operasyonlar; işçi sınıfının büyük bedeller pahasına kazandığı mevzilerine yönelik taarruzlar, sömürüyü katlamayı hedefleyen düzenlemeler ve de buna eklenebilecek çok sayıda başka halkayla hâkim sınıfların zincirlerinden boşanmış diz çöktürme stratejisini hepimiz görüyor ve yaşıyoruz.

Devrimci ve komünistler; Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden ezilen yığınlara yönelen bu saldırganlık furyasına set ve yanıt olmak sorumluluğuyla karşı karşıya. Halkımızı bölerek, kutuplaştırarak, iktidarını sürdürmeye çalışan egemenlere karşılık ezilen yığınlara çağrımız birlik ve beraberliği aynı zamanda mücadeleyi büyütmek olmalıdır.

Bunu yaparken de buna kendimizden başlamak doğru olandır. Hala isimleri açıklanmayan üç halk savaşçısı hesabı sorulacaklar listesine yeni isimler ekleyerek görevlerimizi ve sorumluluğumuzu daha da büyütmüşken yapmamız gereken buna yoğunlaşmaktır.

Zira, dağılmanın değil birleşmenin tarafındayız. Başından beri bizi bir arada tutan birliğimizin ve gücümüzün sigortası hukukun gereklerini yerine getirmeye çalışıyor, tüm yoldaşlarımızı da buna davet ediyoruz.

Mehmet Demirdağ yoldaş bu konuda bize ışık tutmaktadır: "… Durum iyidir, çünkü; yaşadığımız topraklardaki sınıf mücadelesinin gelişimi teori ve stratejimizin ışığında atacağımız her adıma, yapacağımız her müdahaleye karşılığını kat kat verecek bir yöndedir. Durum iyidir, çünkü; çözümsüzlüğün değil çözümün, dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız." (Mehmet Demirdağ)

(Bir Partizan)

43042

Bu Senin Hikâyendir

Sen bir halksın. "MÜMİN VE EFENDİ" bir halksın.

Halkların devrimci birliği

Emperyalizm bir yandan ranta dayalı sermayesini büyütürken diğer yandan ezilen dünya halklarının yaşamında büyük bir ağırlık olarak duran sefaletin yaratıcısı ve sorumlusudur. Dünyada var olan ve yaşanan köleliğin ve yoksulluğun yaratıcısı ve sürdürücüsü durumunda olan emperyalizm bütün faşist-gerici ulus devletlerle birlikte yaşatılan soykırım ve katliamlarında baş sorumludur. Emperyalistler ve yerli gerici faşist iktidarlar Ortadoğu’da ve ülkemizde ulusal-dinsel-mezhepsel çatışmaların düşmanlıkların yegane sorumlularıdır.

Kürdistan boşalıyor!

Özyönetim ve Hendek

Katliam, yıkım ve göçün diyarı oldu !
Oysa birkaç ay öncesine kadar umutlanmış ve özyönetimle kendi kendimizi yöneteceğimize dair hesaplar yapmıştık.
Devletin Moğol psikozuyla Kürdün kendi kendini yönetme isteğini bastıracağını kimse düşünememişti, düşünemezdi, zira Erdoğan, İran mola rejiminin sünni versiyonlu dinci rejiminin ayak yerini yapmak için yapay bir barış ortamı yaratmıştı. Bu barış ortamına hepimiz kandık, "yetmez ama evet" lerle destekledik, rehavete kapıldık ve işlenen tüm suçlara da ortak olduk.

Umudun Yazarı Sizler Gibi Olmaksa ...

İnsanı faşistlikten kurtaran sevdikleri için üretikleri değil ki .

İnsanı faşistlikten kurtaran sevdikleri dışındaki insanlar içinde üretmesidir .

Vallah zenginlere döndük. Billahta zenginlere döndük. 

Hani şu nasıl kazanıldığını bilmeyen,  har vurup harcayan,  çocukları olan zenginler var ya,  ha…  onlara döndük.

Bu kadar da olmaz ki .  

Dünyanın neresinde halkın sosyal yaşantısının içerisinde çıkıp gelen tınılar  çalındığında devrimcide burçak tarlasına iştirak etmez ki .

Bir şeyde diyemiyorsak .

Berlin’e Savaşı Öldürmek İçin Gitmek

„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;Bizler, kadınlar olmasaydık,1945’inİlkbaharı da olmazdıYaşanmazdı”(Nonna Aleksandrovna)[1]

Berlin’e Savaşı Öldürmek,Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...

 II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir şey vardı. Sovyet kadınları...

TKP/ML-MK:8 Mart emekçi kadınların örgütlenmiş isyanıdır!

8 Mart 1857’de Amerika’da Kadın işçilerin temel hakları için mücadele ederken 129’nun yanarak katledilmesiyle temel buldu Dünya emekçi Kadınlar günü. Proleter kadınların kapitalizme karşı açtığı isyan bayrağının kızıl rengi bugün kadın hakları mücadelesinin hala temel itim gücü olmaya devam ediyor. 1857 ile rengini alan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü, bugün kadınların sınıfsal sorunları yanında ezilen cinsiyet olmasından kaynaklı sorunlarla birlikte daha geniş anlama bürünen bir toplumsal mücadele karakteri kazanmıştır.

Son kavga sınıf kavgasıdır! İsmail Cem Özkan

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” Köroğlu

Sınıf kavgasında taraflar meydana çıkıp er kavgası yapmamaktadır… Köroğlu değimi ile tüfek icat oldu. Bir tüfeğin sınıf lehine kullanılması ve sınıfı için sermaye birikimi aracı olduktan sonra savaşlar meydanlara çıkıp, daha karmaşık ilişkilerin olduğu bir alana kaydı. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar sonucu birçok insan haberi dahi olmadan, ne için öldüklerini bilmeden toplu katliamların, soykırımların kurbanı oldu.

Koçgiri'nin Onurlu Direnişi‏

Bilinmelidir ki, 1921’de Koçgiri, 1930’da Zilan ve 1937-38’de Dersim’de yaşananlar, resmi belgelerde tahrif edilerek gösterilmeye çalışıldığı gibi asla isyan değil, birer katliamdır. Hatta Dersim 1937-38 bir soykırım girişimidir.

Gelo ew ki ye / Jı wé da te ye /

Çı bejnik le ye / We ki reyhan e /

Navé wî Alîşer e / Him mér e him reyber e /

Li çiya ye Koçgîriyê zulfîkare

Kürt Ulusu Duygusal Bağlarının Olmadığı; Zoraki ‘Yaşama Birliğine’ Son Veriyor.

İsteyerek, gönüllü birlikteliği taşımayan, zoraki, tek taraflı ve baskıya dayalı bir evlilik mutlak ki, bir gün isyana başkaldırıya dönüşerek, kendi bağımsızlığını, özgürlüğünü isteyecektir. İstenen şu; bireyin, kadının, toplumun ve bir ulusun kendi iradesiyle her konuda kendisinin özgürce karar vermesidir. Kürt ulusu hiçbir zaman eşit şartlarda bir birliktelik yaşamadı. Türk ulusu her yönlü (sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve yaşamsal ) bir imtiyaza, hâkimiyete sahipti, halen de öyle. Evlenip boşanmada olduğu gibi tüm toplumsal sorunlarda da Türk ulusu ezici üstünlüğe sahiptir.

Ey Ahmet Hakan! – Kadir Amaç

Gazeteci ve haber spikeri kamuoyunu doğru bilgilendirmeye dayalı bir informasi mesleğidir! Gazeteci ve haber spikeri olan insanlar; billim adamı değildir, düşünür değildir, siyaset bilimci değildir, toplum bilimci değildir, din bilimci değildir, tarihçi değildir ve hasılı kelam jurnalcilikten başka hiç bir şey değildir!

Davutoğlu Duran Kalkan'dan korkmuyor! Teslim Töre

Basına yansıdığı kadarı ile Duran Kalkan savaşı boyutlandıracaklarını, her tarafı savaş alanına çev...ireceklerini, bu savaşla “2016 baharı Kürd'ün baharı olacaktır” diyor. Buna karşın Davutoğlu da “bizi kimse korkutamaz” ve “biz her yerde olacağız” diye yanıt veriyor. Şu savaşın Türkiye'de ne hale geldiğini ya da getirildiğini görüyor musunuz? Çok korkunç trajedi komedi bir durum. Savaşan iki güçten birisi olan PKK adına Duran Kalkan savaşla Kürtlere “baharı” getireceğini, “2016”yı “Kürtlerin baharı” yapacağını söylüyor, Duran Kalkan'ın bu açıklamasına karşın savaşın diğer tarafı olan T.

Sayfalar