Cuma Mart 29, 2024

“Dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız.” (Mehmet Demirdağ)

Milyonların emeği ve alınterini gasp ederek, sömürerek ayakta kalan egemenlere karşı ezilenlerin en büyük gücü, birliğidir.

Yaşamı üreten ve yaratanlar yan yana durabildikçe, birlikte harekete etmeyi öğrenebildikçe, başardıkça, özgür bir dünyaya doğru daha güçlü adımlarla yol alabilirler. Toplumlar tarihinin sayısız tarihsel örnekte bize gösterdiği budur.  Bunun farkında olan hâkim sınıflar, ezilen yığınlar karşısında sınıfsal çıkarları ekseninde ortak bir duruş ve buna uygun bir pratik sergilemekten asla imtina etmezler. Kendi aralarındaki çatışma ve kapışma ne kadar büyük olursa olsun söz konusu sınıf karşıtları yani işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar olduğunda aynı sınıfsal refleksleri gösterirler. Zira, aynı zemin üzerinden var olmakta ve iktidarlarını sürdürmektedirler.

Emekçi yığınların örgütsüzlüğü, parçalı duruşu ve birbirleri arasına çekilen görünmez çitler onların saltanatlarını sürdürmelerinin en önemli koşullarından biridir. Bunun farkında oldukları, böylesi sınıfsal bir bilince sahip oldukları için en kavgalı oldukları dönemde dahi, işçi sınıfının örgütlülüklerine, birliğine ve beraberliğine saldırmaktan bunun karşısında güçlerini birleştirmekten asla geri durmazlar. Hangi parti, hükümet olursa olsun ve hâkim sınıfı klikleri arasındaki çıkar dalaşının boyutu ne olursa olsun, değişmeyen pratiğin işçi sınıfı ve emekçilerin kazanımlarına yönelmek ve yeni hak gasplarıyla sömürüyü büyütmek olması tesadüf değildir. Veyahut pek çok başlıkta birbirlerinin boğazına sarılmışken söz konusu Kürt ulusu, halkı olduğunda tüm düzen partilerinin adeta ışık hızıyla ırkçılık ve şovenizmde; imha, inkâr ve asimilasyon çizgisinde saf tutmaları da öyle.

Açık ki, hâkim sınıflar, toplumu sınıfsal, ulusal, inançsal ve cinsiyet vb. üzerinden bölerek ayrıştırma, birbirine düşmanlaştırma, kutuplaştırma politikası izlemektedir. Böylece ezilenlerin tek bir cephede sömürü ve zulme karşı birlik olmalarının, örgütlenmelerinin ve sınıf düşmanlarına karşı etkili bir mücadele yürütmelerinin de önüne geçilmiş olur. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, İslamcı-Laik, vb. vb. pek çok şekilde karşımıza çıkan ve esasta emekçileri birbirine yabancılaştıran yaklaşımların temelinde egemen sınıfların ideolojik, siyasi ve kültürel bombardımanı vardır.

Böl-parçala-yönet olarak da özetlenebilecek bu tutum, ezilen yığınları rakipleri karşısında güçsüz düşürür. Buna çözüm olmak, işçi sınıfı emekçi yığınları, Kürt ulusu ve Alevileri, emekçi kadınlar ile LGBTİ’leri ortak bir amaç uğruna bir araya getirmek, birleştirmek ve mücadeleye sevk etmek, devrimci ve komünistlerin görevidir. Kendini, ezilen yığınların kurtuluş davasına adayanlar, farklı toplumsal kesimlerden değişik fikirlerden, çeşitli cinsiyet kimliklerinden emekçileri bir arada tutabilme yeteneğine sahip olmalıdır. Bunun için ideolojik bağlamda net bir hedefe, politik düzlemde ise ciddi bir olgunluğa ihtiyaç vardır. Proleter devrimciler bilir ki, emekçilerin birliği iyi, ayrışması ve birbirinden türlü gerekçelerle uzaklaşması kötüdür.

Bu anlamda, ezilenlerin birliği ve mücadelesine soyunan devrimci komünistlerin bunun nasıl yapılabileceğini kendi pratiklerinde göstermesi gereklidir. Bunun ilk adresi ise içinde bulundukları kolektiftir onun mekanizmalarıdır.

Her kolektif, belli bir ilkeler ve onun etrafında örülen hukuk üzerinde var olur. Deyim yerindeyse binanın kolonları ve harcı bu ilkeler ve onu adeta bir zırh gibi koruyan bu hukuktur. Proletaryanın ideolojisini rehber edinen kolektifin, hukuku ve onun can suyu tüzüğü, toplumun farklı sınıf ve katmanlarından gelen devrimciler için yeterince birleştirici ve kapsayıcıdır. Herkes bu hukuk ve onun gerektirdiği adalet karşısında eşittir. Ne ki aslolan bu hukuk ve işleyişin pratikte yaşama geçirilmesidir. Bu olmadığı sürece her şey kâğıt üstünde kalmaya, suya yazılmaya mahkûm olacaktır.

Kolektifi ayakları üzerinde tutan ilkeleri ve işleyişi karşısında tutum belirleyici olandır. Ezilen yığınların, sınıf düşmanı karşısındaki birliğinden yana olanların duruşu, işleyiş ve hukuk karşısında samimi ve tutarlı olmalıdır. Yığınlara birlik olma çağrısı yaparken içerde de kolektifin hukukuna ve işleyişine uygun davranmak dürüst bir devrimcilik için olmazsa olmazdır.

Emekçilerin birliğini, onunla doğrudan bağlantılı olarak kolektifinin irade ve eylem birliğini sağlayacak olan açık ki hukuku ve işleyişidir. Öyleyse bir devrimcinin yığınların birliğinden, düşman karşısında ortak hareket etmesinden yana olup olmadığını anlamanın yollarından biri hukuk karşısındaki duruşunda saklıdır.

Zira, hukuk birleştirici bunun ihlal eden her davranış ve pratik ise ayrıştırıcı ve bölücüdür aynı zamanda yıkıcıdır. Somutta bugün kolektif içinde yaşanan tartışmalara bir de bu pencereden bakmak faydalı olacaktır. Başından bu yana söz konusu tartışmalarda iki çizgi ortaya çıkmıştır. Bir yanda hukuk ve işleyişi ayaklar altına alarak, bunları keyfince yorumlayanlar, diğer yanda hukuk ve işleyişten doğal olarak da emekçilerin ve kolektifin birliğinden yana olanlar.

Bugüne taşınan sorunların merkezinde tam da bu vardır. Geleneğimizin üzerinde yükseldiği ona niteliğini veren hukuk iğdiş edilmiş açıkça çiğnenmiş ve işlenen bu suçu gören, buna dur diyenler hedef tahtasına konulmuştur. Bu tutum ve pratiğin birleştiren değil dağıtan, farklı fikirlerin bir arada durabilmesini değil birbiriyle kavga etmesini ve uzaklaşmasını sağladığı da açıktır.

Bu yaklaşımın esas olarak devrimci komünistlerin, emekçi halkımız karşısındaki misyonunun silikleşmesi anlamına geldiği bir gerçektir. Zira halkımızın birliğinden yana olanların, onlara kurtuluşun adresi olarak gösterdiği yerde de bu görüşleri yaşama geçirmeleri gerekir. Aksi bir tutum iflah olmaz oportünistlerin ve burjuva politikacıların tavrı olur.

Farklı fikirlerle mücadele…

Başkan Mao farklı fikirlerin bir kolektif içinde birbiriyle nasıl mücadele etmesi gerektiğini bize öğretmiştir. Bu mücadelenin yol ve yöntemlerine dair zengin bir tarihsel miras bırakmıştır. Bunun içinde ideolojik, politik mücadele vardır ancak ayak oyunları, hile, işleyiş ve hukuku yerle bir etmek, darbecilik ve bunun bir sonucu olarak şiddet yoktur.

Darbecilik, kolektifin içindeki yaşamın, hukuk ve işleyişin yönettiği bir iklimden çıkarak, adeta orman kanunlarına, eline silah alanın ve kılıç kuşananın söz sahibi ve haklı aynı zamanda doğru olduğu bir iklime girmesi anlamına gelir.

Örneğin alanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olacağı bilinmektedir. Bunun dışına çıkan her pratik darbeciliktir, darbedir. Bu durumda her isteyen istediği soruna müdahale etme hakkı bulacak, herkese çalışmalarını beğenmediği kurumu engelleme hakkı verecektir. Bunun karmaşa ve kaostan aynı zamanda yıkımdan başka bir anlama gelmeyeceğini bilmek zor olmasa gerektir. Kurumlarımıza yönelen gasp da tam olarak bu anlama gelmektedir.

12 Eylül’de Süleyman Demirel, kılına dokunulmadan makamından indirilmiştir. Ancak nihayetinde yaşanan bir darbedir. Çünkü Demirel, askerin gücüyle tehdit edilmiştir. Darbelerde şiddetin düzeyi sadece onun önüne eklenen sıfatı tanımlar. Kanlı, kansız vb… Nihayetinde her darbe, darbecilik bir şiddettir, şiddetin bir biçimidir; hukuk ve işleyiş dışına çıkan, seçilmişlerin-görevlendirilmişlerin iradesini ve yetkisini gasp eden bir şiddettir.

Kurumlarımıza yapılanları bu çerçevede yorumlamak doğru olacaktır. Savunulan görüşlere karşı çıkılabilir, doğru bulunmayabilir kuşkusuz. Ne var ki yaşananın adını doğru koymak gerekir. Lenin yoldaş, eşyaya ismiyle hitap etmek gerektiğini söyler bize. Durumun kendisi darbeciliktir, darbedir. Emekçi yığınların birliğinden yana her samimi devrimcinin her şeyden önce bu gerçeği açık bir şekilde tanımlaması doğru olandır. Ne söylenecekse yapılanın adı konulduktan sonra söylenmelidir. Bu yapılmadan kurulacak her cümle, yeni darbelerin ve yeni darbecilerinin türemesi, bu virüsün saflarımızda hızla yayılması ve büyümesi anlamına gelecektir.

“Hayır” Kolektifin Tavrıdır

Kurumlarımızın basılmasına gerekçe gösterilen konulardan biri yurtdışında yaşanan tartışmadır. Bu konuda konunun muhatapları gerekli açıklamayı yapmıştır. Girmeyi gerekli görmüyoruz.

Diğer bir gerekçe ise seçim tavrıdır. Kolektif herhangi bir sürece dair kararlarını faaliyetlerin yürüdüğü alanlar üzerinden, buradaki yetkili mekanizmalar üzerinden alır. Tartışmalarla kolektifin, yapının ağırlıklı eğilimi ortaya çıkar. Merkezi irade, tartışmasını söz konusu alanlarla yürütür, ikna etmeye çalışır. Sonuç itibariyle karar ağırlıklı eğilim üzerinden çıkar. Kolektifin irade ve eylem birliği böyle sağlanır.

Aksi durumda yani çoğunluğun değil de azınlığın fikirlerinin ve tavrının dayatılması birliğe zarar verir. Herhangi bir önderliğin yapması gereken kolektif içindeki farklı eğilim ve görüşleri, işleyiş ve hukuk temelinde çözmektir. Kapsayıcı, birleştirici bir dil ve üslupla buna uygun bir politika ile sorunlara büyümeden ve kriz haline gelmeden çözüm üretilmelidir. Somutta yetkili bileşene dair ilgili alanların yaptığı açıklama ortadadır; dahası kolektifin ciddi bir bölümü referandumda “hayır” derken kalan azınlığın tavrını merkezi tutum olarak belirlemek krizi çözmek değil büyütmek ve de bundan beslenme politikasıdır. Öyleyse soralım, kolektifin ezici bir çoğunluğu referandum özgülünde “hayır” yaklaşımının doğru olduğunu beyan etmişken nasıl oluyor da “boykot” tutumu ilan edilebilmektedir?

Umudu Büyütelim!

15 Temmuz darbe girişiminden bu yana OHAL altında, geniş emekçi yığınların kazanılmış tüm haklarına cepheden saldırıların yaşandığı, her türlü hak arama mücadelesinin terör parantezine alındığı günlerden geçiyoruz.

Baskı, gözaltı, tutuklama, şiddet yargısız infaz ve katliamlarla örülen bu sürecin, emekçi halkımızın özgür bir gelecek umuduna yöneldiği açıktır. İşçi sınıfına, Kürt ulusuna, Alevilere, kadınlara, LGBTİ’lere yönelen bu dizginsiz şiddet başta direniş odakları olmak üzere halkımızı bir bütün olarak teslim almayı amaçlamaktadır. Komprador burjuvazi ve toprak ağalarının temsilcisi TC devleti, dizginsiz bir terör, baskı ve katliamlarla ezilen yığınların insanca bir yaşam özlemi ve mücadelesine alçakça saldırıyor.

Ardı arkası kesilmeyen gözaltı ve tutuklama operasyonları, gerilla alanlarına en üstün teknoloji ile yapılan askeri operasyonlar; işçi sınıfının büyük bedeller pahasına kazandığı mevzilerine yönelik taarruzlar, sömürüyü katlamayı hedefleyen düzenlemeler ve de buna eklenebilecek çok sayıda başka halkayla hâkim sınıfların zincirlerinden boşanmış diz çöktürme stratejisini hepimiz görüyor ve yaşıyoruz.

Devrimci ve komünistler; Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden ezilen yığınlara yönelen bu saldırganlık furyasına set ve yanıt olmak sorumluluğuyla karşı karşıya. Halkımızı bölerek, kutuplaştırarak, iktidarını sürdürmeye çalışan egemenlere karşılık ezilen yığınlara çağrımız birlik ve beraberliği aynı zamanda mücadeleyi büyütmek olmalıdır.

Bunu yaparken de buna kendimizden başlamak doğru olandır. Hala isimleri açıklanmayan üç halk savaşçısı hesabı sorulacaklar listesine yeni isimler ekleyerek görevlerimizi ve sorumluluğumuzu daha da büyütmüşken yapmamız gereken buna yoğunlaşmaktır.

Zira, dağılmanın değil birleşmenin tarafındayız. Başından beri bizi bir arada tutan birliğimizin ve gücümüzün sigortası hukukun gereklerini yerine getirmeye çalışıyor, tüm yoldaşlarımızı da buna davet ediyoruz.

Mehmet Demirdağ yoldaş bu konuda bize ışık tutmaktadır: "… Durum iyidir, çünkü; yaşadığımız topraklardaki sınıf mücadelesinin gelişimi teori ve stratejimizin ışığında atacağımız her adıma, yapacağımız her müdahaleye karşılığını kat kat verecek bir yöndedir. Durum iyidir, çünkü; çözümsüzlüğün değil çözümün, dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız." (Mehmet Demirdağ)

(Bir Partizan)

43013

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar