Cuma Mart 29, 2024

Deli dumrul'un "kentsel dônüm"ü yada yolsuzluk rantin ikizkardesidir

“Ya ümitsizsiniz, ya da ümit sizsiniz. Ya çaresizsiniz, ya da çare sizsiniz.”[1]

Şaşırmadınız, değil mi?

Şaşırmış gibi yapmanıza da gerek yok.

Ne de olsa, AKP medyasının her şeyden çok anlayan, her şeyi en iyi bilen gülücüksüz prenslerinden, her şeyi çok uzaklardan seyreden, dalgın bakışlı, nazlı prenseslerinden değilsiniz…

Yani şaşırmış gibi yapmadığınızda dolar bazında her ay banka hesabınıza geçen maaşınız tehlikeye girmez.

Çünkü zaten öyle bir maaşınız da yok, banka hesabınız da. İşiniz deseniz… Varsa şayet, zaten üç-beş kuruş geçiyor elinize. O da şu iktisadî istikrarsızlık koşullarında, sallantıda.

Zincirlerinizden başka kaybedecek pek bir şeyiniz yok, yani.

O yüzden şaşırmayın. Örneğin, “Vay canına, nasıl da ayakkabı kutusundan 4.5 milyar dolar çıkarmış!” demeyin. “Yahu adamın oğlu-kızı bile rüşvet komisyonculuğu yapıyormuş!” demeyin.

Siz bunun böyle olduğunu çoktandır biliyordunuz!

“Zehir hafiye” olmanıza gerek yok ki, bunu bilmek için… Örneğin iktidar partisine “çok” angaje olmamış bir-iki gazeteyi takip edin, yeter.

Ama dikkatli okuyun.

Gelin isterseniz bu okumayı hemen şimdi, birlikte yapalım.

Mevzuu da, şu meş’um “kentsel dönüşüm” olsun.

Biliyorsunuz, yasası yeni çıktı sayılır. 16. 05. 2012 tarih ve 6306 numaralı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”dan söz ediyorum. Hani “kentle ilgili tüm tasarrufu ilgili bütün diğer kurum ve kuruluşları (Tarım Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, tabiat ve kültür koruma kurulları, odalar ve üniversiteler, yerel yönetimler, kitle örgütleri) devredışı bırakarak merkezi yönetime, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na, daha doğrusu TOKİ’ye” veren, uygulanacağı onlarca yıl yerel yönetimlerin, sadece TOKİ’nin şubeleri” olarak işlev göstereceği, “halkın bu yasanın uygulanmasının hiçbir yerinde söz söyleme ve seçme hakkı olmayaca”ğı[2] “Kentsel Dönüşüm Yasası”ndan…

Sakın ola ki, “o yasa mı? O yasa sadece deprem riski altındaki bölgelerde yapılan çürük-çarık yapıları kapsıyor,” rehavetine kapılmayın, yarın-öbür gün TOKİ’nin adamları, ellerinde yıkım kararı, kapınızı çalabilirler. Çünkü, “Her ne kadar ‘afet riski altındaki alanlar’ deniliyorsa da, tarif edilen rezerv yapı alanı ve riskli alan kavramlarından anlaşılıyor ki, bu yasa neredeyse tüm Türkiye’yi kapsıyor. Çünkü Türkiye’nin yüzde 68’i 1. ve 2. derecede deprem bölgesi; 3. ve 4. derecede deprem bölgeleri de yasa kapsamına alınınca Türkiye’nin yüzde 92’si TOKİ’nin insafına terk edilmiş oluyor.”

“Bu yasaya göre her yer rezerv alan olabiliyor. Kamu kurum ve kuruluşlarına tahsisli alanlar çok kolay bir şekilde yasa kapsamına alınarak TOKİ’ye bedelsiz devrediliyor. Bakanlığın/TOKİ’nin bu alanları nasıl kullanacağına dair bir ibare de yok. Meralar, riskli yapılar bahanesi ile Hazine adına tapu tescilleri yapılıp bu Kanun kapsamında kullanılabiliyor (Madde 3-4). 

Bu yasa mevcut imar sistemini bütünüyle askıya alıyor. Riskli alanlar, riskli yapıların bulunduğu alanlar ve rezerv yapı alanlarında bu kanunun kapsamındaki proje ve uygulamalar sürecinde her türlü imar ve yapılaşma hizmetleri durduruluyor, taşınmazların satışı, devri ve kiralanması yasaklanıyor, buradaki yapıların elektrik, su ve doğalgazı kesiliyor. Bu kanun kapsamındaki iş ve işlemlerde, Zeytinciliğin Islahı Hakkında Kanun, Orman Kanunu, Milli Savunma Bakanlığı İskân İhtiyaçları... Kanunu, Askeri Yasak Bölge ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu, Turizm Teşvik Kanunu, Toprak Koruma Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu, Kıyı Kanunu, Mera Kanunu, Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanımı Kanunu’nun bu kanun uygulanmasını engelleyici hükümleri ve diğer kanunların (Tabii ki Boğaz Kanunu) bu kanuna aykırı hükümleri uygulanamaz (Madde 9).”

“Esas sorun bu yasanın adalet ilkesi ihmal edilerek hazırlanması. Riskli yapıların tespiti, taşınmaz devri ve tescili konusunda hak sahipleri ciddi bir şekilde haksızlığa uğratılıyor. Örneğin tespit masrafları hak sahiplerine yükleniyor. Daha tespit aşamasından başlanarak küçük hak sahiplerinin kent merkezlerinden uzaklaştırılması için türlü türlü zorluklar çıkartılıyor, riskli olmayan yapılar bile ‘uygulama bütünlüğü’ bahanesi ile yasa kapsamına alınarak insanlar hak kayıplarına uğratılıyor[3] (Madde 3). 

(…) Hiç kuşku yok ki, kıymetli yerler, şehir merkezleri, yüksek gelirli ve ‘yüksek kültürlü’ elit bir kesime bırakılacaktır. Bu yapılırken insafsız bir şekilde Anayasa’da sözü edilen ‘yaşama hakkı’ bahane edilecek, ‘evet, yaşayabilirsin ama benim istediğim yerde, merkezlerde görüntüyü bozuyorsun’ denilecek. Nitekim bazı uygulamalarla Roman yurttaşlar şehir dışına çıkarıldı.”

Kent(ler)deki yoksulların “tahliyesi” nasıl mı olacak?

“Kanunun öngördüğü dönüşüm uygulamaları şu şekilde olacak: Riskli binalar derhâl tahliye edilerek maliklere yıktırılacak (yıkım için 1 ay gibi imkânsız bir süre verilerek), yıkmadıkları takdirde yıkım masrafları maliklerden alınarak idarece yıkılacak (Madde 5-3,4.5). Yıkılıp arsa olan alanın ne olacağına maliklerin üçte iki çoğunluğu ile karar veriliyor, kalanının hissesi diğer malikler tarafından alınmadığı takdirde rayiç bedelle TOKİ ya da idareye devrediliyor. Eğer üçte ikinin onayı olmazsa arsa acele kamulaştırma yoluyla TOKİ’ye devrediliyor (Madde 6-1.2). Ve bütün işlemlere yargı yolu kapalı, sadece bedele itiraz edilebiliniyor! Kanun darbe mantığı ile hazırlanmış. Bunun en açık işareti bu kanun çerçevesinde açılacak olan davalarda yürütmenin durdurulması kararı verilemeyeceğinin hükme bağlanması (Madde 6-9). Zaten bu maddenin gerekçesinde 12 Eylül Anayasası’nın ‘Kanun olağanüstü hâllerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hâlinde, ayrıca milli güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir’ diyen 125. Maddesine gönderme yapılıyor. (…) Görüldüğü gibi 20 yıl devam edecek ve milyarlarca dolarlık boyuta ulaşacak işler ‘afet ve ivedi’ parantezine alınarak, KİK’ten kaçırılacak, İdare’nin istediği kişilere yaptırılacaktır.” 

Yasa, dönüştürülecek kentlerden sürülecek olan yoksulların “ne” olacağını da boş bırakmamış:

 “Afet riski veya fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırılık sebebiyle veya Bakanlar Kurulunca belirlenen özel proje alanlarında gerçekleştirilecek olan yeniden iskan uygulamalarında, buralardaki yerleşim merkezlerinde yaşayan ailelerin daha elverişli yerlerde iskanları ile köye dönüş projeleri çerçevesindeki iskan çalışmaları.... bu Kanun hükümlerine göre yapılır.” (Madde 18) 

Yani “Yaşasın Tek Parti Dönemi! Yaşasın İskan Kanunu!”

“Ya insanlar direnirse,” mi?

“Kanun kapsamındaki uygulamaları (riskli yapıların tespiti, tahliyesi ve yıktırma iş ve işlemleri ile değerleme işlemleri) engelleyenler TCK’ya göre cezalandırılacak (Madde 8-3). Bu hükme göre, yıkım kararı verilen konutu boşaltmayanlar, kışın ortasında yıkılan/ elektriği veya suyu kesilen binanın önünde basın açıklaması yapanlar tutuklanabilecek[4].”[5] İktidar gerçekten de Van’dan öğrenmiş, değil mi?

Dahası, “kılıfına uydurulmuş” bu hukuksuzluk yetmezmiş gibi, yurttaşlar resmi yetkililer tarafından aldatılıp “dolandırılıyorlar”: Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Özge Aksoylu’nun deyişiyle, “Mağdur vatandaş yargıdan önce bakanlık bürokratlarından oluşan bir komisyona başvurmaya zorlanıyor. Böylece yargıya gitme süreleri aşılarak, dava açma hakları ellerinden alınıyor.”[6] 

Yurttaşın gözü kara mı çıktı? Elektrik, su kesmelere, tutuklanmaya, yasal sürecin atlatılmasına aldırmıyor, evini, mahallesini terk etmemekte ayak mı diretiyor?

O zaman mafyatik aktörler sokuluyor devreye. Uyuşturucu çeteleri örneğin. İnsanlar taciz ediliyor, çeteleri protesto eden gençlere kurşun yağdırılıyor, polis her zaman çok geç gelip mağdurları gözaltına alıyor, çete mensuplarıyla çay bahçelerinde sohbet ediyor… Ta ki mahalleli yılıp evini barkını terk edene kadar…[7] Tabii, yasada bu “madde” yazılı değil. Yazısız!

“Sadece İstanbul’da geçtiğimiz 10 yıl içinde imar değişiklikleri ile 150 milyar dolarlık rant oluşturulup dağıtıldı”[8]ğı[9] göz önünde bulundurulduğunda, Yasa çerçevesinde Türkiye’de gerçekleştirilecek olan yağmanın miktarını tahayyül etmek zor. Örneğin Profesör İlhan Tekeli, “ortada 10 yılda kentsel dönüşüm için harcanacak 400 milyar dolarlık (700 milyar lira) bir para”dan söz ediyor.[10]

Yandaş, candaş sermayeyi abad ederken, bizlerin cebinden çıkacak ve sizi, beni yoksullaştıracak olan bir 400 milyar dolar. Yoksullaştırıcı,[11] çünkü “dönüşüm” başlar başlamaz ilgili bölgelerde kira ve satış fiyatlarında sıçramalara neden oldu. Örneğin, “Dönüşümün en çok tartışıldığı bölge Fikirtepe’de ise markalı konut projeleri ile konut fiyatları 2 katın üzerine çıktı. Kentsel dönüşüm öncesi 3 bin TL’nin altında olan metrekare satış fiyatları ilk etapta 7500 TL’yi bulacak. Dönüşüm tamamlanınca ise Fikirtepe’de evlerin metrekaresinin 7-12 bin dolar aralığında olması bekleniyor. 50 bin konut yapılması planlanan bölgede fiyatlar Bağdat Caddesi’ni yakalayacak.”[12] Yoksullaştırıcı, çünkü konut satış “soylulaştırılan” kentsel alanların yoksul

ya da orta hâlli sakinleri, bir yandan evlerinin yıkım bedellerini ceplerinden ödeyip, bir yandan da zorla devletlûların uygun bulduğu uzak mekânlara sürgün edilirken,[13] “hak sahibi” sıfatıyla lütfedip de bu “sofra”ya davet edilenler son kuruşlarına dek soyup soğana çevrilecekler. Misal mi? İşte Sulukule Romanları…

“Sulukule’de 6 yıldır devam eden ‘dönüşüm’ neredeyse tamamlandı, yıkılan yüzlerce evin yerine yapılan konutlarda hak sahibi olan aileler, bir ay önce ‘yenilenmiş’ mahallelerine taşınmaya başladı. Fakat dönüşümün getirdiği dertler hâlâ bitmedi. Sulukule’de çalışan STK’lara göre, Fatih Belediyesi’nin TOKİ’yle yürüttüğü ‘yenileme projesi’ kapsamında Sulukule’de evi yıkılarak zorla tahliye edilenlerin sayısı 3 binin üzerindeydi. Fatih Belediyesi’nin son verilerine göre ise projenin başından beri tapusunu devretmeyerek yeni konutlarda hak sahibi olan Sulukulelilerin sayısı 199... Şimdilik yeni konutlara taşınanların sayısı oldukça az. 640 konutluk sitede birkaç dairenin önünde ayakkabılar dizili, onlarca penceredeyse ‘satılık / kiralık’ ilanları asılı.”

Sulukule’de “tutunabilen” eski sakinlerin anlattıkları ise, “titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime” dedirten cinsten.

Hasan Dovan: Dört katlı mozaikli binamız vardı, depremde bir santim kaymadı. Onu aldılar, ‘sosyal proje, sizin için yapıyoruz’ denildi. Yerine bu ev için 155 milyar borca soktular. Emekli maşıyla geçiniyorum. Maaşımıza zam gelmedi ama her ay 862 lira ödemem gerekirken 935 liraya çıktı. Satsan 5 sene satmana izin yok. Nasıl ödeyeceğim? Haciz konulacak. Hani bizim ev? Uçtu gitti. Tanıdığım 10-15 kişi olacak yeni evlerde yaşayan. Bizi burada oturtsun, çıkarttırmasın. Bari sembolik olarak kalmamıza müsaade etsinler!”

 Nejla Karaman: Eşim ayakkabı işçisi, üç çocuk okutuyoruz. Bu proje zengine para kattı fakirler tam dibe battı. İlk anlaşmamız elimizde: Altı senede 50 bin lira borcumuz olmuş 103 bin lira. Kira yardımı yaptılar ama 20 bin liraya yakın kendi cebimizden kira koymuşuz üstüne. Borçların fırladığını öğrendiğimizde gittik belediyeye, anlaşma yaptığımız kişiler ‘İhaleyi TOKİ’ye verdik onlarla hâlledin’ dedi, başından savdı. Bu gidişle borcumuz hiç bitmeyecek. Kışın bu binalar dolunca yakıt parası da gelecek. Artık asgari ücretle geçinen burada barınamaz. Herhâlinde ödeyemeyelim de zenginlere satılsın diye zorluk koşuyorlar. (…)

 İsmail Gani: 29 Haziran’da heyecanla anahtarları alıp geldik. Ne doğalgaz var, ne elektrik ne su... Şehirden geldik köye! TOKİ’nin Emlak Yönetim’i var. Bize ‘Bir sene buradayız, şikâyetlerinizi bildirin tamir edeceğiz’ dediler. İki hafta önce liste hazırladım, teslim ettim. Hâlâ hiçbir şey yapılmadı. Evlerin metrekaresini 1243 liradan teslim edeceklerdi bu yıl 2500’e çıkardılar. ‘En geç 2 senede teslim’ dediler ama inşaat 6 sene sürdü. Her gün batağa daha fazla saplanıyoruz. (…)”[14]

Bütün bu yağma furyasının “amiral gemisi” TOKİ’nin başlangıçta bir grup iş adamı, sanayici ve akademisyen tarafından, çalıştırdıkları işçilere “ucuz ve sağlıklı” konut sağlamak üzere kurulduğu[15] göz önünde bulundurulduğunda, işin ironisi daha da çarpıcı bir biçimde ortaya çıkıyor.

* * *

Ortada dönen dolar bazından milyarları telaffuza dilimiz dönmediğine göre…

Bu miktarlar kamu yetkesini elinde tutan, kendini yasalarla “denetlenmez” kılmış bir iktidarın tümüyle keyfî kararları doğrultusunda sağa-sola dağıtılabildiğine göre…

Ve bu paralar her biçimiyle sizin-benim cebimizden çıktığına göre… 

Şişirilmiş yetkilerle kamu kaynaklarını (toprak, ihale vb.) ulufe olarak dağıtanların, bal tutanların parmak yalamalarına neden şaşmalı? 

Bakın, Fener-Balat Kültür Miraslarını Koruma Derneği Genel Sekreteri Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Şahin, Başkanı gözaltına alınıp serbest bırakılan AKP’li Fatih Belediyesi’nin “Ayvansaray Tokludede Yenileme Projesi” konusunda neler diyor:

“Tokludede’de üzülerek söylemeliyim ki, çok büyük bir tarihi katliam yapıldı. Tokludede’nin yer üstündeki tarihi değeri kadar, yeraltında da çok önemli arkeolojik değerin olduğu arkeologlar tarafından da tescil edilmiştir. Bu tür tarihi ve arkeolojik sit alanlarında yapılacak her tür kazının, yasaya göre müze denetiminde ve bir uzmanın gözetiminde yapılması gerekirken, Fatih Belediyesi bu kazıları sabaha karşı ve müzeden izinsiz olarak gerçekleştirmiştir. Biz bir keresinde bu kazılardan haberdar olup, ihbarda bulunduk ve arkeolog arkadaşlara haber verdik; onlar da bu ihbarı değerlendirerek baskın yaptılar. Radikal gazetesinin olayı manşetten vermesi ile durum kamuoyuna yansıdı. Mustafa Demir suçlamaları kabul etmek zorunda kaldı ama, “Bir hata yaptık, bu kadar büyük projelerde olur böyle şeyler” diye olayı pişkinlikle geçiştirmeye çalıştı. Maalesef bu konuda savcılığa yaptığımız suç duyurusu da takipsizlikle sonuçlandı. Fatih Belediyesi bu konuda hatasını kabul etmekle beraber, kazılara ara vermeden devam etti. 

(…) bu güne kadar Tokludede ile ilgili 10 civarında yaptığımız suç duyurusundan hiçbirinden sonuç alamadık, hepsi takipsizlikle sonuçlandı. Bunların içinde proje ve imar skandalı gibi çok ciddi meseleler de olmasına rağmen. Aslında bugüne kadar Türkiye’de bütün kentsel dönüşüm alanlarında bu tür hukuksuzluklar,

hak ihlâlleri, imar ve ihale yolsuzluklarına sık sık rastlanmasına rağmen, bunlar savcılar tarafından görmezden geliniyor ve takipsizlikle sonuçlanıyordu. Şimdi, bunlar ilk kez oluyormuş gibi gündeme getiriliyor ve sanki daha önce bu dosyalar hiç yokmuş gibi, birilerine gözdağı vermek istercesine göstere göstere üstüne gidiliyor.”

Peki bu bölgeye dair gerçekleşen hukuksuzluk ve yolsuzluklar nelerdi?

“* Fener-Balat-Ayvansaray yenileme projesi bir kere halkın haberi ve rızası olmadan oluşturuldu ve yenileme kurulu ve Fatih Belediyesinin onayından geçti. En vahimi 270 bin metrekarelik bir alan, özel bir şartname ile, davetiye usulü ile yüzde 58 pay karşılığı Başbakanın dünürünün şirketi olduğu bilinen Çalık Holdinge verildi. Fatih Belediyesi ve Çalık Holding arasındaki sözleşme 2007 yılı tarihinde gerçekleşmişken, durumun halka tebliğ edildiği tarih 2009’dur, yani halk evlerinin özel bir şirkete hisseli olarak devredildiğini 2 yıl sonra öğrenmiştir. 

* Fener-Balat-Ayvansaray Yenileme Projesi ile ilgili bir başka hukuki ihlâl de, daha önce Avrupa Birliği fonları ile restore edilmiş bazı binaların bu projede yıkım kapsamına alınmasıdır. Üstelik Fatih Belediyesi ve AB arasında yapılan özel anlaşmaya göre, bu evlere tamamlandıktan sonra 5 yıl süresince hiçbir müdahale yapılamayacak, alım satım olmayacak, kiracılara dokunulmayacaktır. Fatih Belediyesi süresi 2014’te dolacak, üstelik zaten restore edilmiş bu tarihi tescilli binaları da yıkım projesine dahil ederek aslında kendi taraf olduğu bir sözleşmeyi de çiğnemiş bulunmaktadır. 

* Aynı zamanda tarihi bir alana müdahale edilirken oranın sadece tarihi ve mimari dokusunun değil binaların içindeki orijinal malzemelerin, oymaların, kalem işlerinin, duvar süslerinin, tavan işlemelerinin ve diğer tarihi değerlerin de korunması gerekirken, bırakın korumayı binalar topyekûn yıkılıp birbirleriyle birleştirilmek suretiyle yeniden yapılmaktadır. Bu yaklaşım hem Sulukule ve Tarlabaşı projesinde, hem Tokludede’de hem de Fener-Balat-Ayvansaray projesinde mevcuttur. Sulukule ve Fener-Balat-Ayvansaray projeleri bu nedenle iptal edilmiştir. Bunlardan Fener-Balat-Ayvansaray Projesi, projedeki yaklaşımla tarihi ve mimari dokunun korunmayıp, aksine tahrip edilmesi, ayrıca projenin bölge halkını yerinden ederek bir mahalle kültürünü de yok etmesi gerekçesiyle, bölge halkı olarak bizlerin açtığı dava sonucu iptal edilmiştir. Yargı ayrıca bu projelerde Mimarlık ve Şehircilik ilkelerine uyulmadığını ve bir kamu yararı bulunmadığını da tespit etmiş.”[16]

Evet, evet, çalıyor, yağmalıyor, peşkeş çekiyor, kurumlarla oynuyor, hâlen tam olarak denetimleri altına alamadıklarından yakındıkları mahkeme kararlarını görmezden geliyorlar… 

Tüm bunların olduğu yerde, rüşvet, yolsuzluk olmaz mı?

O zaman, tekrar ediyorum, şaşırmayın.

Şaşırmış gibi de yapmayın…

Öfkelenin yalnızca.

Öfkelenin ve pencerenizi açıp yarı belinize kadar sarkarak, ya da daha da iyisi, sokaklara dökülerek, basın çığlığı:

“Hırsız vaaaaaaar!”

 

5 Ocak 2014 23:16:59, Ankara.

 

N O T L A R

[*] Newroz, Yıl:7, No:245, 9 Ocak 2014… 

[1] Behçet Necatigil.

[2] “‘Dönüşüm’ otoriter; çünkü yetkiler yeni kurulan eski TOKİ Başkanı’nın bakanlığı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üstünden Bakanlar Kurulu’nda, dolayısıyla RTE’de toplanıyor. Yerel yönetimler sınırsız biçimde bakanlığın doğrudan vesayeti altına alındılar. Belediyelerin kentlerde tek başına ‘kentsel dönüşüm alanı’ ilanı yetkisi tümüyle kaldırıldı. Herhangi bir bölgenin kentsel dönüşüm alanı olarak ilan edilmesi, ancak “belediyenin talebi, bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu’nun onayı”yla gerçekleşebilecek.” (Mustafa Sönmez, “… ‘Dönüşüm’ Maskeli Kentsel Yağma...”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2012, s.10.)

[3] “‘Dönüşüm’ anayasaya aykırı; çünkü, riskli yapıların yanı sıra risk taşımayan yapılar, bakanlığın belirleyeceği sınırların içinde kalmaları durumunda yıkılabilecek. Böylesi bir düzenleme güvenli, risk taşımayan yapılarda oturan, “benim yapım risk taşımıyor, güvendeyim” düşüncesine sahip olan kişilerin hukuksal güvencelerini, barınma haklarını, konut dokunulmazlığını, belirsizlik taşıyan “uygulama bütünlüğü” kavramı ardına gizlenerek ortadan kaldıran yanlarıyla anayasaya aykırı.” (Mustafa Sönmez, “… ‘Dönüşüm’ Maskeli Kentsel Yağma...”, (Cumhuriyet, 1 Ekim 2012, s.10.) 

[4] “… ‘Dönüşüm’ zorba; çünkü riskli olarak belirlenen yapıların yanı sıra riskli alanlardaki yapıların tamamında yapılara elektrik, su ve doğalgaz hizmetleri verilmeyecek, verilen hizmetler durdurulacak. Amaç, bu yapıların kısa süre içinde terk edilmesini ve bölgenin zorunlu tasfiyesini sağlamak. Bu düzenleme, barınma hakkını güvence altına alacak kararlarla desteklenmezse kabul edilemez bir nitelikte.” (Mustafa Sönmez, “… ‘Dönüşüm’ Maskeli Kentsel Yağma...”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2012, s.10.)

[5] Alıntılar: Mehmet Bekaroğlu, “Bir Deli Dumrul Yasası”, Radikal İki, 28 Ekim 2012, s.10-11.

[6] Oktay Ekinci, “Halka Yalan Söylüyorlar”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2012, s.9.

[7] Örneğin Gülsuyu’nda olup bitenler. Ali Açar, “Sindir Kaçırt Ucuza Kapat”, Cumhuriyet, 14 Ağustos 2013, s.6. 

[8] “… ‘Dönüşüm’ kayırmacı; çünkü Kamu İhale Kanunu’nu devre dışı bırakan düzenlemeler, iktidar yandaşı şirketleri kayırma imkânı getirecek, pastadan pay almak için şirketler, kullaşmaya, yandaşlığa mecbur tutulacak.” (Mustafa Sönmez, “… ‘Dönüşüm’ Maskeli Kentsel Yağma...”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2012, s.10.)

[9] Mehmet Bekaroğlu, “Bir Deli Dumrul Yasası”, Radikal İki, 28 Ekim 2012, s.10-11.

[10] Meral Tamer, “İlhan Tekeli, 400 Milyar Dolarlık Kentsel Dönüşüm Rantının Peşinde!”, Milliyet, 19 Ekim 2012, s.10.

[11] “‘Dönüşüm’ yoksullaştırıcı; çünkü sosyal donatı ve altyapı maliyetlerinin konutları yıktırılanlara ödetilmesi, yoksul kesimlerin borç yükünü ağırlaştıracak.” (Mustafa Sönmez, “… ‘Dönüşüm’ Maskeli Kentsel Yağma...”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2012, s.10.) 

[12] Gülistan Alagöz, “Kentsel Dönüşüm Zammı”, Radikal, 1 Eylül 2013, s.26.

[13] “‘İstanbul ve Uydu Kentler’ araştırmasına göre, toprak rantı yüksek merkezi bölgeler, finans ve turizm merkezleri hâline gelirken yoksul kesim, kentin çeperlerine doğru kayıyor. Kentin etrafındaki uydu kentler, işçi sınıfı için tasarlanıyor. Kentsel dönüşüm, alt ve orta gelir grubunu kentten uzaklaştırıyor. TSKB Gayrimenkul Değerleme Genel Müdür Yardımcısı Hüsniye Boztunç’un hazırladığı “İstanbul ve Uydu Kentler” araştırmasına göre, İstanbul’da kent merkezi olarak adlandırılabilecek, toprak rantı yüksek olan bölgelerdeki gecekondu yerleşimleri, Afet Yasası çerçevesinde yerini lüks rezidans, ofis, AVM projelerine bırakıyor. Buna örnek olarak Fikirtepe, Fener, Balat, Tarlabaşı ve Kuştepe’yi gösteren Boztunç, yıkımlarla boşaltılan kent merkezlerinin, büyük sermayelerle yürütülen inşaatlarla finans ve turizm merkezleri hâline getirildiğini kaydetti.” (Fatma Koşar-Şehriban Kıraç, “Yoksul Kent Dışına”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2012, s.14.)

[14] Elif İnce, “Sulukule: Bir Dokun Bin ‘Ah’ İşit”, Radikal, 4 Ağustos 2013, s.4-5.

[15] Ruşen Keleş, “Rant Yaratmanın Adı Oldu”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2012, s.10.

[16] Sinem Uğurlu, “… ‘Yolsuzlukla’ Görünür Olan Kent Talanı”, Evrensel, 22 Aralık 2013, s.8.

90228

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Son Haberler

Sibel Özbudun

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar