Cumartesi Nisan 20, 2024

"Deniz" olmalıydım.../ Deniz Gülünay

Hasan Gülünay bu ülkede sayısı bile tam olarak tespit edilemeyen "kayıplardan" biri. İşe gitmek üzere İstanbul Tarabya’daki evinden ayrıldığı 20 Temmuz 1992 sabahından bu yana kendisinden haber yok.

Sirkeci'de arzuhalcilik yapan Gülünay'ın işyerini 22 Temmmuz'da  telefonla arayan ve kendisini Terörle Mücadele Şubesi’nden bir polis olarak tanıtan kişi, onun gözaltında olduğunu söyledi. Fakat ailenin başvuruları üzerine Terörle Mücadele Şubesi'nden bilgi isteyen savcılığa şube, Gülünay’ın 19 Temmuz 1992’de başlatılan TKP/ML TİKKO operasyonu kapsamında ehliyetinin Şavşat’ta gözaltında ölen Ali Ekber Atmaca’nın üzerinden çıkması nedeni ile arandığı, fakat gözaltına alınmadığı bilgisi verdi.

Oysaki gerek telefonla arayan polisin söyledikleri, gerekse Hasan Gülünay'la aynı anda TMŞ'de bulunan Erol Çam ve Yüksel Özdemir'in onu şubede gördüklerini ve “Ben Hasan Gülünay. Beni kaybedecekler” diye bağırdığını beyan etmeleri ne olup bittiğini açıkça ortaya koyuyordu.

Hatta kontrgerillanın bir parçası olup Susurluk'taki "kazada" ölen İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ da -daha sonra inkar etse de- Hasan'ın eşi Birsen Gülünay’a onun şubede olduğunu ve gördüğü ağır işkenceler nedeni ile yaralarının iyileşmesinin beklendiğini söylemişti.

Gülünay dosyası ailenin çabalarıyla, 2009 yılında yeniden açıldı. Savcılık, Emniyet’e, Gülünay’ın gözaltına alınıp alınmadığını yeniden sordu. Emniyet’in yanıtı da yine Gülünay’ın 1992’den beri arandığı, yakalandığına dair bir kaydının olmadığıydı. Soruşturma, 31 Ekim 2012’de, 20 yıllık zamanaşımı süresi dolduğu için "kovuşturmaya yer olmadığı" kararıyla kapatıldı.  Birsen Gülünay’ın avukatı Gül Altay’ın, savcılık kararına yaptığı itiraz ise 22 Ocak 2013’te Bakırköy 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nce reddedildi. Dava şu anda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde...

Hasan Gülünay işkenceci katiller tarafından "kaybedildiğinde" henüz küçük bir çocuk olan kızı Deniz'in tüm çocukluğu ve gençliği babasını aramak, olmazsa mezarına ulaşma çabası ile geçti. Deniz bu yıllar boyunca yaşadıklarını, özlem ve umutlarını bir mektupla babasına yollamak istedi:

Sevgili Babam’a...


Bu sana ilk mektubum olacak. Yazmak hem çok zor olacak, hem de çok heyecan verici ve anlamlı... Seninle paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki aslında, bunun heyecanı içindeyim...


20 Temmuz ve öncesi günlere gelmeden önceki süreç çok fazla hafızamda yok. Çocukluğuma dair pek bir şey hatırlamıyorum. Oysaki seninle kim bilir ne kadar eğlenceli şeyler yaşamışızdır... Anılarımı hatırlayamamak çok acı aslında. Tek hatırladığım “Denizin anahtarı” var... İşlerin yoğun olduğu için bizi denize götüremezdin, ben de ısrarla “ne zaman gideceğiz?” diye sorunca, “Denizin anahtarı arkadaşımda, alıp geleceğim” demiştin... Çocuk aklı, ben de bu sefer sürekli anahtarı alıp almadığını sorardım. Sen gittikten sonra, ben uzun bir zaman denizin anahtarını almaya gittiğini hayal etmiştim.


Seni en son gördüğüm günü hatırlamıyorum; ne yapmıştık, acaba en son yemekte ne vardı?.. Bunların cevaplarını almak imkansız artık. Bunlar insanın canını yakıp duruyor, çünkü insan babasıyla anıları paylaştıkça daha mutlu olur; ama...
 

20 Temmuz gecesi seni bir daha göremeyeceğimiz bir kavganın içinde bulduk kendimizi...

Ömrümün en uzun ve en acı veren serüveninin içinde buldum kendimi. "Serüven" diyorum, çünkü seni bulmak için yapılan eylemler bana bir oyun gibi geliyordu. Oysaki bu oyunda kontrgerillalar vardı ve seni bize vermemek için çabalıyorlardı.

Annemin gencecik yüzündeki hüznü dün gibi hatırlıyorum. Seni, sevdiceğini bir daha bulamayacak olmanın hüznü... Annemin hüzünlü yüzünü kalbimin en ücra köşesine sakladım. Sakladım ki; o hüzne baktıkça öfkem artsın diye...

Hep bir an önce büyümeyi hayal ettim. Büyümeliyim ki, seni daha çabuk bulma hayalini hayata geçirmeliydim. Büyümeliydim, çünkü bu acıyı annem tek başına taşımamalıydı; öfkesini yalnız başına haykırmamalıydı...

Sen bize “Büyü de baban sana...” parçasını okurken ninni gibi gelirdi. Halbuki biz daha büyümeden devlet bize acıların en büyüğünü; baskılar, işkenceler yaşatmıştı bile...


Evet büyümeliydim. Ama sensiz değil, seninle birlikte büyüdüm.S

eni bir daha bulamayacağımı anladığım gün kendime bir söz vermiştim. Babama layık bir kız olmalıydım. Adıma anlam katan “Deniz” olmalıydım. İyi bir insan olmanın yanında, halkın acılarına merhem olmak da vardı hedeflerim arasında.


Büyüdüm, babamın kızı oldum, seninle hep gurur duydum. ”İyi ki babam devrimci, direngen bir baba” dedim...İşkencehanede direngen bir tavır takındığına hiç kuşku duymadım ve hep onur duydum seninle...


Hayallerimle birlikte sen bana hep rehber oldun aslında. Senden ilham alarak devrimci olmaya çabaladım... Ama başka hayallerim de oldu. Bir sürü soru sordum kendime cevabını alamadığım... Eğer babam devlet tarafından katledilmeseydi ben yine devrimci olacak mıydım? Ya da seninle birlikte eylemlerde direnecek miydim? Cevapların çoğu seninle başlıyor, senin varlığın verecekti aslında...


Çoğu kez ikimizi bir barikatta direnirken hayal ettim... Yüzümdeki mutluluk paha biçilemez cinstendi, görmeni isterdim. Gözaltına alınırkenki tavrımı değerlendirmeni isterdim. Ya da ilk gözaltımda senin gelip beni teslim almanı... Devrimci bir babanın kızının hayalleri böyle mi olur bilmiyorum; ama hayal kurarken senin beni gördüğünü düşünürdüm hep... Hatalarımı da seni düşünerek,”acaba babam olsa ne yapardı, ne derdi?” diye sorguladım. Devlet senin bedenini almıştı ama senin varlığını alamamıştı; başaramamıştı Hasan Gülünay’ı yok etmeyi...


İnsan büyüyünce daha çok babaya ihtiyaç duyuyor aslında... Umutsuzluğa kapılıp ağladığım zamanlarda “keşke babam olsaydı” diyorum halen. Seni her gün daha çok seviyor ve daha çok özlüyorum... Dayım sürekli beni sana benzetiyor. Gülümsememi senden almışım; inatçı ve direngen olmam hep seni hatırlatıyormuş dayıma... Seni yaşatmak için hep gülümsüyorum ve sen bizimle, soframızda sıcak çayını yudumluyorsun...


Seninle yapmak istediğim çok şey var aslında, sana anlatmak istediğim... Ve ben hala sana çok ihtiyaç duyuyorum. Seni kaybettikten sonra “ya annemi de kaybedersem?” korkusunu yaşadım yıllarca; halen de yaşıyorum. Ve sebepsiz yere sessizce ağlıyorum...


Seni kaybetmenin acısının yanı sıra, sana ilk aldığım karnemi ve kurdelamı gösterememenin hüznü var içimde. Senin güvenliğin için okullar kapanır kapanmaz taşındığımız için, karnemi alamamıştım, tabi kurdelamı da... Sen alındıktan sonra tekrar taşınınca alabilmiştim. Okumayı söktüğüm için kırmızı kurdela da vardı karnemde...Sana mutlaka göstermek istiyordum. Bunun için kırmızı kurdelamı giydiğim her kıyafete takıp gezmeye başlamıştım. Sen aniden gelirsen kurdelamı bulamam diye... Aylarca gezmiştim öyle; ama sen gelmemiştin halen... Psikolojimin bozuk olduğunu düşünerek çıkartmışlardı yakamdan. Halbuki ben kaybetmekten korkuyordum kurdelamı... Sen gör, gurur duy diye takıyordum. Ama çocuk olmamdan faydalanıp çıkarmışlardı... Çok ağladığımı hatırlıyorum o zaman. Benim için, yaptıkları hareketin iyi olduğunu düşünmüşlerdi belki ama, tam tersi bir etki oldu bende... Uzun süre affetmedim onları... Ama seni bulduğum zaman yakamda kırmızı kurdelam mutlaka olacak; geç kalınmış bir onur var ortada ve sen mutlaka görmelisin...


Senin yokluğun travmatik bir hale dönüştü zaman içinde... Alışmak istemediğim bir yokluğu yaşıyorum halen... Babasız kalmak, savaşta komutansız kalmaya benziyor aynı... Sen olmayınca hayata bir- sıfır yenik başladım; yönümü bulmakta zorlandım çoğu kez...

93695

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar