Cuma Mayıs 3, 2024

Dogmatizmin Eksensiz Çukurunda Yön Aramak-3

HH Hala “Hizipçiliğe (Devrimciliğe)” Devam Ediyor!

Durum bu kadar nettir. 1993-94 kış barınaklarında “yaşananları” MA bilmiyor olamaz. Halil Gündoğan bunu yazdı. Eğer yalan yanlış yazmışsa “kitabında” yer verebilirdi. Halil’in yazdıklarını okumamış ya da duymamış olamaz. Barınaklarda Konferans kanadından gelen ileri üye ve kadrolara ve gerillalara ne gibi eziyetlerin yapıldığını 24 yıl önce yazıldı ve yayınlandı. Düşmanın yapmayacağını, MA’nın  “ahlaklı” NT’si ve onu önder kabul eden yoldaşları yaptı.[1] Yani, ortada tek bir düşman unsuru NT yoktu. Onu önder kabul eden ve onun izinden giden MKP kurucuları da işin içindeydiler. MA, bunları unutmamıştır, ama anlaşılan o, “zaman aşımını” tek taraflı uyguluyor!

Halil’in yazdıklarını (kendi yaşadıkları) Özgür Gelecek Gazetesi’nde yayınlandı. O dönemde MA’da büyük olasılıkla “hınçla” okuyordu bunları ve “bu devrimcilik değildir” diye bağrdığından hiç şüphe duyulmaz. (MA’nın iki dönemi var: Saf devrimci dönemi ve yalan çorbası devrimciliği)

Tablo ortada. Bir devrimcinin böylesi bir tablo karşısında ne yapması gerekir diye sorsalar MA’ye, o, örgütü;  “parti disiplini” ve “hizipçilik yapmama adına” polise teslim et der! Yazdıklarından bu çıkıyor. Son iki kitabını (Kırda Ateş Politik 2 ve TKP/ML) okuyana kadar böyle bir ciddi eksen kayması içinde olduğunu bilmiyordum. “Kırda Ateş Politik 1 “, biraz idare ederdi, her ne kadar dogmatik-fokocu ve öznelcilik ağırlıklı olmasına karşın. Ancak, bu son yazdığı açıktan düşmanı “yoldaşlaştırma” eğilimli olmuş. Üzüldüm! Bir devrimcinin kendine bu denli yabancılaşması için iç dünyasında “büyük” fırtınalar yaşamış olması gerekiyor.

O günkü koşullarda, HH yerine bir başkası da olsa “hizipçilik (devrimcilik)” yapacaktı, yapmak zorundaydı. Çünkü karşısında normal bir parti işleyişi olmadığı gibi, normal bir durumda söz konusu değildi. Düşman açıktan geliyordu. Bütünüyle partiyi ele geçirmeye ve partinin ileri gelenleri saf dışı etmiş ve etmeye de devam ediyordu. Şehirlerdeki MK (Konferans kanadı kökenli) üyelerinin peş peşe yakalanması, P. İçindeki (Dabk kanadından gelen) ajanlar tarafından yakalatılmıştı. Ve düşman, Parti içinde etkin bir örgüt kurmuştu ve derinlemesine bunu genişletiyordu. (Kardelen Hareketi bunu doğruladı)

Hangi “parti”den ya da parti disiplininden söz edilebilir? Karşı taraf, karşı-devrimci yöntemlerle bütün tasfiyeciliğini ve üstelik zor kullanarak yapacak, ama bir taraf ise, “aman ha, parti disiplininin dışına çıkmayayayım!” mı demesi gerekiyordu? Düşmanın ve onun peşinden giderek açıkça düşmana hizmet edenlere sessiz kalmanın disiplinle, hizipçilikle hiç bir ilişkisi yoktur. En basit şekliyle, burada yapılması gereken devrimci görev: Düşmanın Partiye verdiği ve vereceği zararı en aza indirgeyebilmektir.

Eğer yaptıklarıma “hizipçilik” denecekse, ben elbette açıktan hizipçilik yaptım. Yoldaşlarımı elimden geldiği kadar uyarmaya çalıştım. Ulaşabilidiğim her yere haber saldım. Bunları yapmamak ihanet olurdu, MA’nın dediği “NT’nin ahlakı”na sığınmak ise karşı-devrimcilik olurdu. Bu sizin anladığınız anlamda hizipçilik değil, devrimci bir görevdir. Bugünde olsa tecrübe kazanmış biri olarak yine yaparım. Düşmana karşı severek yaparım. Bana “hizipçi”, “klik başı” demeniz, beni hiç gücendirmedi, tersine onurlandırdı. MA gibi eksensiz ahmak politikacılar ise çok sonradan “Mohaç” zaferine çıktı.

Hala, normal bir parti işleyişi varmıymış gibi, “baş öğretmenvari” şunlar yazlabiliyor:

Çatışmanın başlangıcı olarak örgütün inandırıldığı, NT imzalı talimatla çakılan kıvılcıma karşılık olarak ‘Hiçbir yönetici organı tanımayın’ çağrısı yapan ve başını partinin sekreteri sıfatını taşıyan kişinin çektiği OPO’dur.[2] Ancak adı üzerinde, “tüm yönetici organları” bulunan bir partide, o partinin sekreteri de olsa, tüm bu “yönetici organlar” yönetici iradesine ve partiyi birlik içinde yönetme amaçlarına aykırı bir ayrılığı benimsemese dahi, kişinin restine ‘reste rest’ siyasetini izlemeleri halinde ‘tanımama çağrısını’ değiştirmesleler de, durum bir ‘bölünme’ değil, bir ‘kopma’ olarak sonuçlanırdı. Yani bu gelişme hangi yönde sonuçlanacağını tayin edecek olan tutum, yönetici organların organsal iradeleridir.”(sf. 126-27)

Hala ahmakça yazılabiliyor. “... yönetici organların organsal iradeleri” şeklinde. Sanki böyle bir irade varmıymış gibi. Karşı-devrimin etkisi altında bir AK kliği (Dabk kandı) varken hangi “irade”den söz ediliyor? Bilinçli olarak “saf”lık oyunu oynanmaya devam ediliyor. MA, o süreçte ortada bir iradenin kalmadığını bildiği halde, “varmış” gibi yazmasını, hangi “ahlak” kuralları içine sığdırmak gerekiyor acaba?

Yukarılarda yazdığım gibi, ne MKP’nin “Muhasebesi” ne de onun izinden giden MA, NT’nin esasta “düşman unsuru” olduğunu kabule yanaşmadıkları gibi, onun rolünü ve sığınak dönemlerinde devrimcilere yapılan düşmanca uygulamaları, bilinçli olarak görmezden geliyor(lar). Yukarıda söylenler nasıl kabul edilebilir. Bu kadar saflık olabilir mi? Konferans kanadının bütün Batı’daki MK üyeleri yakalanacak, sığınaklarda[3] açıktan tehditler ve tutuklamalar yapılacak, gerillaların elinden silah alınacak, Konferans kanadının önde gelen yönetici kadrolarının isimleri açıktan deşifre edilecek, ve resmen “bu iş Mart’ta bitecek” denecek, buna rağmen “birlik”, “disiplin”, “hizip” kaygıları taşınmaya devam edecek. Bunlar ya Hz. İsa soyundan geliyorlar ya da sınıf mücadelesinin ne olduğundan bir haberler. Ya da “ahlaklı” NT’nin yönteminin karşı-devrimci olduğunu bilerek gizleme telaşı içindeler.

Hangi MKP kurucusu NT’nin yaptığına karşı geldi? Hemen hemen bütün kararları oy birliği ile alınmış. NT’nin sözünden çıkamayan onun her dediğini yapanlarla “birlik” ve “parti disiplini” nasıl korunuyor ve parti sekreterinin burada rolü olabilir mi?

Ve MA, NT’sine toz kondurmaya kıyamamış olmalı ki; “başını partinin sekreteri sıfatını taşıyan kişini çektiği OPO’dur” diyebiliyor. Sanki, NT’ye karşı çıkan Dabk kadroları varmış gibi ve bunu hiç bilmiyormuş gibi konuşuyor. Sanırım, bunu, olayın üzerinden 25 yıl geçtikten sonra huşu(!) içinde yazabiliyor olmalı. Bunu söyleyebilmek için manda (mandalardan özür diliyerek) gönünden maske takmış olmakta MA’yi, karşı-devrimci faaliyeti aklama durumuna düştüğü durumdan kurtarmaya yetmez.

Çelişkiye bak:

NT: AK kliğinin başı

NT: AK kliğinde etkin

Kim bu NT: MKP 1. Kongreseine göre “ajan” ve MKP önceki ismi olan TKP(ML) (Dabk) tarafından “düşman ajanı olduğu” gerekçesiyle öldürüldüğü ilan edilen kişi.

NT: ajan

Kim Bu AK Kliği:

Dabk kanadından gelen kesim ve daha sonra MKP adını aldı.

1994 ayrılığından sonra Dabk kanadının “Kardelen Hareketi” tespiti: NT’nin başını çektiği ajan örgütlenmesi Konferansı ele geçirmek üzereydi.

Ama “hizipçi ve bölücü olan HH”

Ve Dabk [TKP(ML)] 1997 yılında yaptığı (Kardelen Harekatı olayının hemen arkasından) Konferans’ta şu belirlemede bulunuluyor: “Düşman Konferansımızı içten ele geçirmek üzereydi.”  Bu sizlere bir şey anlatmıyorsa, benim, MA giller gibi düşünenlere anlatacağım bir şey olamaz. Bir örgütün içinde bu denli yuvalanma ortamı bulmuş karşı-devrimci faaliyet görmezden gelmek ya da bunu çok doğal, herhangi bir “ küçük sızma” olarak göstermeye çalışmak, ciddi bir ideolojik ve siyasal çürümüşlüğü görememek ya da bilerek üstünü örtemekten başka bir şey değildir. Çünkü MA, bir devrimci yapı içindeki düşman örgütlenmesini, bilerek çok doğal gibi gösterme gayreti içine girmiş.

Boş ve gereksiz konuşuyorsunuz. Yazdıklarınız, okuyanlara bir yarar sağlamadığı gibi, yazanlarada faydası yok. Herkes güler. NT denen bir ajanın peşinden gidilmiş! Öncelikle bunun ideolojik, siyasi sorgulanmasını yapmalısınız. Siyasal, ideolojik ve örgütsel körlük açıklanmalı. NT’nin o süreçte örgüt içinde ne denli etkin olduğunu şimdi 35 yaşın altındaki gençler anlayamaz ya da bilemez, ama bizzat yaşamış olanların bunu yok saymalarına ve bunu “devrimcilik” adına yapmalarına anlam vermek zor olmasına karşın, yine de bir adlandırması olmalı: Yoldaşı düşmanlaştırmak ve düşmanı yoldaşlaştırmak. Bir daha tekrarlıyorum: Dogmatizmin ve fokocu tarzın eksensiz çukurunda yön aramaktır. Küçük burjuva aymazlığı ve savrulmasıdır.

Parti içindeki gelişmeler, bir başka söylemle, düşmanın parti içindeki tahribatı “reste rest” olarak ele alınmış. Düşmanın önderliğine ve alt kademelerine yerleşmiş ve yuvalanmış bir örgüt içindeki durum bu kadar basit ele alınabiliyor.

Darbecilik nitelemesi...  Bu niteleme, HH ve OPO’nun mahkum edilmeyi hak eden tutumlarına rağmen, dün olduğu gibi bugün de doğru bir nitelemedir.” (127)

Onca laftan ve çok “değerli analizler”den sonra bir de bu var. Partiyi HH “böldü”yse, NT’nin başını çeken AK kliğinin darbe yapması nereden çıkıyor?  M. Ali ne yanda duracağına bir türlü karar verememiş. Her halde uzun ve yorucu yola çıkmadan önce yazdıklarını ve o günkü duruşuna “helal” gelmesin diye bunu da ekeleyim olsun bitsin mi” demek istiyor. Bari bir de; “yeniden inşanın şehitleri” diye ekleseydin, her şey tastamam olurdu.

Ajan NT önderliğindeki AK “darbeci”, “HH[4] hizipçi ve bölücü” ise, siz kimsiniz? O dönemde neredeydiniz? NT nin ve HH bu işleri tek başına mı yaptı? Örneğin, MA’nin “Kırda Ateş politik 2” adlı inkar ve çarpıtmalarla doldurulmuş “anı-roman” kitabındaki anlatıcı “kahramanımız” nerede yer aldı acaba? Hangi kliğin peşindeydi? Oradan buraya düşmenin ve savrulmanın bir açıklaması olsa gerek? “Devrimciliği” oldukça geri plana itip onun yerine riyakarlığa göz kırpan şuhusal  “dönüşüm” bu olsa gerek! Son yılların sosyal medyasına düşen klişeleşmiş söylemle: “ ... hepmiz orada değil miydik?”

MA (bunun kafasına sonradan taş düştüğü açık) gillerin bir derdi de HH’nin devrimciliğe devam etmesi olmuştur. Bütün yıpratıcı söylemlere, kriminalize edici savlara, her türlü belden aşağı sözlere karşın HH’nin yoluna devam etmesi sanırım “ahlaklı NT” gillerin zoruna gidiyor olmalı ki, “değersizleştirme” çabalarına ara vermeden devam ediyorlar. Üzücü olan taraf; kendine devrimci (bundan kuşkum yok) diyenlerle düşmanın bu konuda birleşiyor olmasıdır. Çünkü düşmanda bu fırsattan yararlanarak boş durmuyor. Bu nedenle, sevgili MA bu yazdıklarında yalnız değil. Ortakları var. Madem öyle, Bana da, burada, Nazım’ın sözünü bir kere daha tekrar etmek düşüyor: “İt ürüyor, kervan yürüyor”....!

“Ticaret”

<<“KONFERANS Kanadı”  Önderliğinin Birlik İsteği, Girdabına Girdikleri Yozlaşma nedeniyle Örgütü Yönetemez Hale Gelmiş Olma Gerekçelerine “Birlik” İşiyle Örtü Bulma İhtiyacıdır.>> (108) diyor MA. Vargısı bu.

Yukarıda (Konferans Kanadının Birlik Kararı, bölümünde)  belirttim, ama bir daha tekraralıyayım: Konferans kanadı 3. Konferans’tan beri “birliği” savunuyordu. Birliği istemeyen ise Dabk kanadıydı. Dabk kanadının birliği istemesinden sonra “birlik” masasına oturuldu. Bu gerçeği MA bilmiyorsa, askerlik anıları yazar gibi ulu orta yalanları sıralamasına gerek yok.

Tabi “yozlaşmayı” MA “ticaret” olayına bağlıyor. Bu olayı başta NT önderliğindeki kesim olmak üzere, MA gibi sonradan alık ve ılık politikacı olanların dışında da kullanmaya çalışan olmadı. Unutmadan eklemek gerekiyor: Bir de Polis. Özellikle internet sitelerinde hep bu olayı verir. “Ticaret parasını paylaşamadıkları için örgüt bölündü”. Tam MA’ye uygun bir başlık olabilirdi. Bunu sevgili MA geliştirmeye çalışmış. Ancak, bu konuda zahmete girmesine gerek yok. Aç interneti oku okuya bildiğin kadar. Yararlanmak isteyenlere yeterince kriminalistik “malzeme” var.  En son “nesra.org” diye bir siteye koymuşlardı. Sonradan baktım kaldırmışlar. Ayrıca, bu konuda bir polis uzmanının bin sayfalık bir kitabı yayınlandı.

İçeriği çokca çarpıtılmasına karşın, bu olayın siyaseten doğru bir yanı yok. Bu konun özeleştirisi verildi. Ancak her komünist örgütlenme, özellikle de illegal ve silahlı mücadele yürüten örgütlenmeler zaman zaman bu tür hatalara düşmüşlerdir. Bu ilke olarak yanlıştır ve örgütte bu yanlışı bir kere yapmış ve bir dahada böyle bir yoldan yararlanma yoluna gitmemiştir. Amaca giden her yol mübah değildir. Bu ilke doğrudur ve Parti’de o süreçte esas olarak bu ilke doğrultusunda hareket etmiştir.

Öncelikle, bu olayın “magazin”leştirilen yanı ile esas mahiyeti farklı olmasına karşılık, bunun yapılması, örgütün silahlandırılması amaçlı olmuştur. Yani, salt askeri bakış açısının bir ürünüdür. Kaygılar bireysel değil, örgütsel ve sınıf mücadelesinin ilerletilmesi amacıyla bu yararlanma olayı yaşanmıştır.

Durum bu olunca, bunu genelleştirmek ya da genel bir hal almış gibi sunmaya çalışmak, amacın dışına çıkmaktır. Ağzı açık aptal poltikacıların verdiği söylemler gibi, bunu da ağzımdan çıkarırsam “iyi olur” diye düşünmüş olunmalı!

Tutuğunuz şey sizi şekillendirir. (sf. 108) Genel olarak doğru. Ancak, MA unutmuş olabilir, ama ben anımsatayım. MA’nin ilk kitabı “Kazanacağımız Günler İçindi”. İşte tutulan o gerçeklerdir. Bir hatadan yola çıkarak böyle bir yargıya varmak, sonradan eksen kayması durumuna düşmüş olanlar için geçerli olabilir. Çünkü söylediklerinin nereye uzandığını ölçebilecek kadar idrak sahibi değillerdir.

Peki, MA’nin tutuğu ne diye sorulursa, grupçuculuk oynayıp, sonra daha büyük bir yere kapağı atmak. Yani, “birlik” lafı edenlerin, birlikten anladıkları grupçuculuklar üzerinde pazarlık yapıp, daha “iyi bir mevki (!)” elde etmek olmuştur.  Oysa, işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarını düşünenler, doğru gördüğü bir siyasal yapı ile sığır tüccarları gibi pazarlık yapma yerine, gidip o örgüte katılması gerekir. MA’nın  yaklaşık son 15 yıllık serüveni bunun tersi olmuştur. Evet, burada şimdi konuşabiliriz: “Tuttuğunuz şey sizi şekillendirir.” MA son 15 yıldır hangi çizgiye sıkı sıkıya yapışmıştı acaba? Düne kadar bir elin parmak sayısını geçmeyen “grup” üzerine oturup sonra birden “birlik” pazarlığına girişmenin “su dökülmeyecek” bir ahlak olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Çünkü bu ahlak devrimci proletaryanın ahlakı olamaz. Olsa olsa iflas eden küçük tüccarların kendini kurtarma yöntemleri olabilir. Bu nedenle böyle ahlaklara “su döküp” yeşertmemek en iyisidir.

Grupçuluğu savunduğum çıkarılmasın. Dönüm dönüm “dönüşüm”cüler ile yolu “uzun yürüyüp” ama bir türlü yol alamayanların bir olup, sonra daha büyük bir çatı altında yer aldıklarını öğrendiğimde sevinmiştim. Nihayet “doğru olanı yaptılar” demiştim. Bu bir sonuç. Ama bu sonuca varmadan yol alınan güzergah hayli hastalıklıydı. Grupçuluk her zaman hastalıklıdır.                   

Eline Kılıç Almış!

“Mohaç” zaferine çıkmış kahraman teorisyenizmiz, eline bir de kılıç almış ya da vermişler. Burasını bilemiyorum. HH’nin “kırıda terk ederek” yurt dışına “ahlaksızca kaçtığını” söylemekten geri durmayan MA, nedense çok sevdiği belli olan “kır”dan hep uzakta kalmış. Oysa oralar kimsenin “malı” değil. Buyurun gidin, oradan şehirlere doğru “parça parça” gelin. Elinizden alan mı var! Ha sahi 15 yıldır kır düşkünü MA hangi kırlarda “piknik” yapıyordu? “Çok devrimci”siniz. Sizden başka ne “komünist”, ne “devrimci”, ne de “marksist” var. Buna sözüm yok(!) O zaman “çok” devrimci ve “biricik” Marksist olanların savunduklarıyla pratikleri uyum içinde olması gerekmiyor mu? Yoksa ben mi yanılıyorum?

Uzak görüşlü  ve bilgiç teorisyenimiz, son geldiği durağa kaç yılda gelebildi acaba. 15 yılı aşkın bir sürede oraya vardı. Neredeydin şimdiye kadar sorma zahmetine giren olabilir. Ya da “hangi güzergahlarda at koşturuyordun da birden bire “doğruyu” ve olman gereken yeri buldun” da diyen olabilir. “HH’nin başını çektiği klik” saflarında bir süre yer alıp, şu anda durduğun yere yönelik neler düşündüğünü ve yazdığını  bir düşün bakalım,  ahlak timsali! Diyen de olur umarım. Ya da bir önceki durakta iktidar savaşını kaybmeseydi, belki de macerası çok farklı olacaktı. O zamanda bu yazdıklarından daha farklı yazacaktı. Aynı konu bazında, her farklı durakta birbirine tezat doğrulara sahip olmak herkese nasip olmayan bir meziyet olsa gerek!

MA, dürüst olsaydı, kafası net olsaydı, 15 yıl fırdöndülük yapmadan şimdiki durağına daha baştan gelirdi. Ancak o, grupçulukla kendini tatmin etmeye çalıştı, baktı, grup grup olmaktan çıkınca, başka grupçuluk oynayanlarla “birleşip”, yeni yere “güçlü” bir çıkartma yapmak amaçlı hareket etmişe benziyor. Ne dürüstçe bir tavır ama! İşte, bu ahlaka da “su dökülmez!”

 Psikolojik ve patolojik değil ama, sosyo-sınıfsal olduğu kesin gibi. İnsanlar bir zaman bir başka cephedeyken, karşısında yer aldığı cephenin tarafına geçince, geldiği yere daha fazla “hınçla” saldırıyorlar. Bu salt küçük burjuva devrimcilerine özgü olmayıp, günümüz burjuva politikacılarında daha sıkça gördüğümüz ve tanık olduğumuz bir davranış biçimi. HER DÖNEMİN ADAMI! Mutlaka bunun sosyo-ekonomik bir yönü vardır. Bu davranış biçimi genel olarak bir küçük burjuva düşünce tarzıdır. Bir zamanlar iktidar partisinin karşısında olupta şimdi iktidar partisi saflarında olan bakan ve diğer politikacıların yularını elinde tutan sahiplerine övgülerine bakın.

Bunlar insanı tiksindiren davranışlar olarak göze çarpıyor. Bu tür politikacıların güvenilir olduğu söylenebilir mi? Elbette ki hayır. Eminim ki, yeni sahipleri de onlara güvenmiyor, ama “kullanıyor”.

MA ile bunların benzerliği var mı? Bunu kendisi düşünmeli derim.                             

Karşı-devrimin Faaliyetlerini Aklama Görevi Üstlenmek...

Yukarılarda MA’nin, “ahlaken eline su dökülemez” dediği NT gibi, devrimci bir örgüt içine sokulmuş karşı-devrimci unsuru aklama çabalarına girişmesi, son konaklandığı yerin iç çatışmalarının bir yansıması değildir umarım.  Çünkü MA, açıktan karşı-devrimci faaliyet yürütmüş (kendi örgütü tarafından da teyit edilmiş) birisini savunmaya geçmiş. Ne pahasına devrimci faaliyet yürütenleri “değersizleştirme”, “kriminalize etme”, “şeytanlaştırma”[5]  uğraşları ile. Oysa, aynı faaliyeti devletin kontrolündeki kontra NT’de yürütmüştü ve buna Dabk kanadının kadrolarının önemli bir kesimini de ortak etmişti. Bu “şeytanlaştırma” ve “kriminalize etme” MKP 1. Kongre raporlarında da net olarak su yüzüne çıkmıştı. MKP bunu 3. Kongre’de önemli ölçüde son vermesine ve kişileri hedef alan önceki yaklaşımları konusunda “özeleştiri” vermelerine karşın, MA kendi cephesinden doyuma ulaşma bir yana, karşı-devrimin yönlendirdiği koroya çekincesiz katılım sağlamışa benziyor.

MA’nin devrimcileri kriminaliz etme çabası İsmail Oral’ın katledilmesine yorumlamasında da kendini ele veriyor.

“... bu açık infaz yöneliminde İsmail Oral’ın seçimi, onun “Tuzla Olayı”nın soruşturmasında aldığı rol ve örgütteki “kara deliğe” ulaşma ısrarına karşı, devletin bir karşı tutumuydu.” (96)

Devletin böyle bir tutumu olmaz mı? Elbette olur. Düşman komünist örgütlerin en üst kadrolarına karşı her zaman yönelmiş ve yönelmektedir. Ya yakalayarak ya da öldürerek onu etksiz hale getirme faaliyetini devamlı sürdürür. Ancak MA, burada kitabının başından beri sürdürmeye çalıştığı “öznelci” niyetini yine konuşturmuş. İ. Oral, Tuzla olayını o anda araştırmıyordu. İsmail Oral yoldaşın (19 Mayıs 1991) katledilmesi devletin (polis) Bahçelievler olayının açık bir intikamıydı. İsmail’in evi önceden polis tarafından tesbit ediliyor ve ev telefonu dinlenmeye alınıyor. İsmail, ev telefonundan hem Yurtdışı örgütsel bağlantılarla hem de Türkiye içinde (örneğin Ankara) belli yerlerle konuşuyor. Ev telefonlarıyla örgütsel konuşmalar ve bağlantılar kurmak en önemli illegal kuralları ihlal etmektir. İsmail gizlilik kuralları dışına çıkıyor. İsmail ile birlikte aynı örgüt evini paylaşan Barbara Anna Kistler’in yargılandığı mahkeme dosyasında bütün bu bilgiler mevcuttur.

İsmail’in katledilmesi üzerine Parti, “düşman bizi göbeğimizden vurdu” saptamasında bulunmuştu. Bu doğruydu. Ancak bu, MA’nın “niyetli” açıklamasıyla bir ilgisi yoktur.

Yani İsmail Oral’ın bu şekilde katledilmesinde güdülen esas amaç, o’nun “Tuzla Olayı’ndaki “gizi” çözme ısrarına karşı bir hareket olarak, onun şahsında benzer kararlılık gösterme niyetinde olanlara açık mesaj vermekti. III. Konferans önderliği de bu mesajı doğru okumuş olacak ki, yozlaşma eğilimine girmiş küçük burjuva önderlik niteliğine uygun düşen teslimiyetçi tutum “hesap istemek”ten men etti.” (96)

Stendhal, Armance romanında; “utangaçlık kendini bilen, iddiası olan bir sevginin ürünüdür” der. MA’da bu yok. O “utanmaz”ca  niyet okumalara devam etmiş. İç, kötülüklerle dolu olunca, kalem kağıda değdiği anda ne yazdığını da bilmez oluyor.

Özgül koşullar, örgütün içinde bulunduğu nesnellik göz ardı edilince, binbir türlü yorumlar yapılabilir. Oysa, Parti 4. Konferans’a hazırlanıyordu ve en önemli kadrolarından biri katledilmişti. Buna karşı “,intikam” hevesiyle hareket etmek olsa olsa MA gibi, koşulları doğru değerlendiremeyen, teoride “sol” olup, pratikte sağcı olan dogmatikler için geçerli olabilirdi. MA’nın bu tür yaklaşımları yeni değil. Behzat Frik’in[6] katledilmesi olayına da aynı anlayışla yaklaşmıştır. Onun için önemli olan “cevap” vermek. Ama gerisini düşünmüyor. Bu küçük burjuva solculuğudur. Parti, 4. Konferans hazırlıkları yaptığı bir süreçte daha ileri gidemezdi.

Hayatlarında düşmana bir yumruk bile atmamış olanların “sol”culuk yapmaları ne kadar kolay. Başkalarına, “neden saldırmıyorsunuz, saldırın” diye fetva verenlerin, yaşamları boyu “saldırı” olayından uzak durmaları ise bir başka gerçeklik. Küçük burjuva “sol”culuğu sınıf mücadelesini, İzmir’in Kordon Boyu’nda yürümeye benzetiyor anlaşılan. Onlar için “koşullar” her zaman uygun (!)

Sonuç Yerine

MA’nin, hayal aleminde yüzen ve koşulları gözardı eden küçük burjuva “sol” anlayışlarını nesnel gerçekliğin yerine geçirmeyi sevdiği belli. Bence bunların yerine roman yazsa daha iyi eder. (“Askerlik anılarını” –en az 18 ay bir tecrübe var- yazsa daha makbule geçer ama, bunu, yine de kendi iradesine bırakalım)  Piyasa da yeterince dogmatik ve öznelci küçük burjuva “sol”culuğu var. Bir önerim de; MA’nın eski (benim tanıdığım dönem içindeki) yüzü daha sevimliydi. Yeni yüzü kendine hiç yakışmamış. Çok sırıtıyor. Ya da ben eski yüzünü pek iyi görememişim. Belki de bugünkü gerçek yüzü. O, “anı-roman 2” kitabının anlatıcı kahramanını HH’nin “adamı” olarak bildiğini yazmış. Öznelci ve art niyetli bir yorum elbet. Ya da o “anlatıcı kahraman” bir yerlere yamanmayı bir ilke haline getirmiş. Bilemem! Ismarlama usulü ele alınan bu kitabında da o çıkıyor. Oysa HH’nin hiç adamı olmadı, ama çok yoldaşları oldu. HH’nin, mücadeleye başladığı günden bu yana yoldaşları azalmadı her geçen gün –ulusal çitleri de aşan bir şekilde- çoğalmaya devam ediyor. Bundan hareketle, “dostlarım (ve yoldaşlarım) var ağaç yapraklarından çok[7]  şiir mısrasını mütevaziliğe sığınmadan tekrarlayabilirim.

Proleter etik kurallarından uzak, küçük burjuva düşünüş tarzını yenememiş ve onun esiri olmuş küçük burjuva devrimci kişilik ile “yoldaşlık” ise oldukça sancılı oluyor. Özellikle dogmatizmin ve küçük burjuva fokoculuğun Marksizm sanıldığı bir ortamda gelişen devrimci kişilikler, oldukça dejenere ve deforme olmaktadır. Yukarıda adlarını verdiğim kişilerin devrimci niyetlerinde bir sorun yok, sorun kavrayış ve onlara yön veren siyasal çizgidedir. Ancak, niyetlerin sınıfsal içeriğini belirleyen, özümsenen siyasal çizgidir. Siyaset küçük burjuvazinin elinde devrimci olmaktan çıkıp, tam da burjuva entirikacılığına ve çirkinliğine dönüşebiliyor. Ben MA’nin ahvalinin  bu çerçevenin içinde olduğunu düşünenlerdenim. Bu ahval, aynada kendini başka gören kişilik halleridir. En basit örnek; yaklaşık 15 yıldır farklı duraklarda dönüşümcülük girişimlerinin ardından birden “birlikçi” kesilmek ve başakalarını da “anti-birlikçi” olarak eleştirmenin açıklaması bu olsa gerek. Yine, MA’nın bir önceki durakta birlikte oldukları, “uzun yürüyüp yol alamayan” yol arkadaşlarının kendi dışındakileri “klikçi” değerlendirip, ama ne hikmetse hep “klik” olarak kalmaları ise başka bir siyasi ucube şekli  ve “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” ahvalleri bu olsa gerek. Bu olsa olsa, yeni ve genç kuşaklara; küçük burjuvazinin içine düştüğü trajedik hallerin siyasi komediye dönüşüm serüvenine örnek olarak gösterilebilinir. Ya da doğanın karşı durulamaz çelişkiler yığını diyalektiğinin bir sonucu Pompeii’lerini kaybettikten sonra, başka mecralarda “yitik cenneti”ni arayan küçük burjuva devrimcilerinin siyasal biyografisi olarakta okutulabilir yazdıkları ...

Ahmet Hamdi Tanpınar, “Mahur Beste”sinde: “İnsan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur” der. MA’nin iç dünyası bozulmuşa benziyor. Umarım yanılıyorumdur. “Yoldaşı düşmanlaştırma, düşmanı yoldaşlaştırma” iç çelişmesi içine girmiş (gibi). Tanpınar’ın aksine, bunun çaresi var. Çünkü genetik değil, toplumsaldır. Öznelciliği, dogmatizmi ve koşulları gözardı eden yaklaşımları ve nihayetinde küçük burjuva düşünce tarzını bir kenara atıp (Mefisto’dan uzaklaşma), Materyalist düşünce tarzı ve diyalektik yöntemle sorunlara yaklaşmak sorunların çözüm ilacıdır. Böylece, küçük burjuva düşünce tarzının, insanı, kendi kendine yabancılaştıran ve emeğine ihanet ettiren trajedisine izin verilmemiş olunur. 20.09.2018

Bitti.


[1] Ayrılığın hemen arkasından anne ve babasını görmeye gelen bir gencin aylarca (yaralanana kadar) rehin alınması vb. olaylar ise MA’nın “ahlakına su dökülmez” NT vari hareket edenler tarafından gerçekleştirilmişti.

[2] Buraya da bir dipnot düşmeliyim. Çünkü OPO’ya (OPO: Ordu Parti Organı. Yani, ordu içindeki partiyi örgütlemekle sorumlu organ. ) haksızlık olur. OPO, AK kliğini tanımama kararını HH’dan bağımsız olarak almıştı. Çünkü OPO’nun bu kararından HH sonradan haberi oldu. Ama olumlu bulduğunu ve doğru bir karar olduğunu da sevinçle eklemekten geri durmadı. Sanırım MA’da “Muhasebe” yazarları gibi, OPO’yu AK kliği gibi “bağımsız” hareket edemez bir organ olarak düşünmüş olmalılar.

[3] Bu provokatör-sekter ve ayrıştırıcı ve bölücü tavırlar sadece NT’ye özgü değildi. SY dışında dağdaki Dabk kanadının tüm ileri kadrolarında vardı. Davranış konusunda NT ile dieğrleri arasında bir özdeşlik vardı. NT’yi bu durum kurtarıyordu ve yaptıklarının karşı-devrimci bir tavır olduğunun görülmemesini sağlıyordu.

[4] Ayrılık kesinleşip Konferans kanadının gerillaları OPO ile bileştikten sonra, HH, parti üyeliği hariç bütün görevlerinden istifa etmiştir. Konferans kanadının gerillaları binbir zorlukla OPO’ya ulaşabilmişlerdi. Çünkü AK’nin “vurma” tehdidi vardı. Ve o aşamadan sonra HH’nın görevinde kalmasının bir nedeni de kalmamıştı. Birincisi, en çok HH’nin de istediği “birlik”  serüveni, bir kabus ile sonuçlanmıştı. Böyle bir cidd hata yapan bir önderliğin yönetimde kalmasının nedeni de kalmamıştı. Bu nedenle HH görevlerinden istifa etti ve OPO’da bunu kabul etti ve yeni bir süreç, KÖK (Konferansı Örgütleme Komitesi) süreci başladı ve bunlar bütün P. üyelerinin uzun tartışmaları sonucu karar altına alındı. HH, kendi hatalarının hesabını da o anda Parti’ye verdi. Yurtdışına çıkışı da bundan sonra gerçekleşti.

[5] Buna bir örnek: HH yurtdışına geldiğinde, bir kadın yoldaş onu ilk gördüğünde, şaşkınlığını gizleyemedi; “HH yoldaş,  bende seni, mafya babaları gibi,  iri yarı, şiş göbekli   biri  sanmıştım. Çıka çıka karşıma cılız  birisi çıktı” demişti. Çünkü, NT giller öyle bir propaganda yapmış ki, HH’yi kendi kişilği dışında göstermeyi başarmışlardı.

[6] MA, Kırda Ateş politik 1 adlı kitabında, gerilla birliğin Behzat Frik’in katledilmesine müdahale etmemesini eleştirir. Böyle bir durumda, gerilla birliğinin hepten imha olma olasılığının olmasının onun için önemi yoktur. Dünü, bugünü ve yarını düşünmeden hareket etme anlayışı içinde olan küçük burjuva anarşizmi!

[7] İranlı şair Sohrap Sepheri’nin bir şiirinden

Aşağıdaki linkten yazının 1.ve2. bölümünü okuyabilirsiniz


http://kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/dogmatizmin-eksensiz-cukurunda-yo...

http://kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/dogmatizmin-eksensiz-cukurunda-yon-aramak-2

 

 

27329

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Sayfalar