Salı Nisan 16, 2024

Dünya, Türkiye ve Ortadoğu'ya kısa bir bakış (Bir Partizan)

Emperyalizmin egemen olduğu bugünün dünyasında çelişkiler derinleşiyor. Hem emperyalist güçler ve bloklaşmaları arasında hem de emperyalizm ve uşaklarıyla dünya proletaryası ve emekçi halkları arasındaki çelişkiler keskinleşiyor. Bir avuç emperyalist gücün aralarında paylaşmış olduğu dünyanın, bugün Ortadoğu’dan Afrika'ya; Güney Asya bölgesi, Baltık bölgesinden Ukrayna ve Karadeniz'e doğru alanda çelişkiler daha da keskinleşmektedir.

Kapitalist-emperyalist dünyada, 2008’de başlayan krizde nispi bir gerileme olsa da emperyalist ekonomik krizi devam ediyor. İşsizlikte ciddi bir azalma yok, tersine bazı ülkelerde daha bir artış gösteriyor. İşçi sınıfı ve emekçi kesimlerin ekonomik yaşam koşullarında bir iyileşme, düzelme yok. Tersine işçi sınıfının ücret, çalışma koşulları ve haklarında gerilemeyle birlikte, demokratik hak ve özgürlüklerinde de giderek daha fazla bir kısıtlanmaya gidilmektedir. Aralarında kimi farklılıklar olmakla beraber, daha da gerici yasalar çıkarılmakta, bunun ortamı yaratılmakta, “olağanüstü hal” yasaları çıkarılmakta ve fiilen uygulanmaktadır. (ABD'nin bazı eyaletlerinde, Fransa, Belçika ve Almanya Bavyera vb. olduğu gibi). Ekonomik kriz ve yoksulluğun nedeni göçmenlere bağlanmaya çalışılmakta, yabancı düşmanlığı körüklenmekte, ırkçı, faşist örgütlenmelere zemin sunulmakta ve desteklenmektedir. Savaş ve faşizmin kitle temeli yaratılmaya ve diri tutulmaya çalışılmaktadır.

Diğer yandan orduya, silahlanmaya ve silahların daha da modernleştirilmesine büyük ödenekler ayrılmaya devam edilmekte, her geçen gün yeni füzeler, füze kalkanları, askeri güç yığılmaya devam edilmektedir. Ayrıca son NATO toplantısından Rusya ve Çin'i biraz daha sıkıştırma yönlü kararlar alındı. Önümüzdeki yakın yıllar içinde ABD askeri filo gücünün % 60'ını Güney Asya’da konumlandıracağını açıkladı. Ve yine ABD, NATO şemsiyesi altında 2020’ye kadar yeni atom bombaları (Hiroşima’ya atılanın 21 katı daha etkili B-61 nükleer bombaları) ve nükleer silahları Almanya’da Rheinland-Pfalz eyaletindeki Büchel hava üssüne ve diğer tarafta Romanya'ya yığmaktadır. Hürmüz Boğazı’nda ABD ile İran askeri gemilerinin birbirini taciz ettiği örnekler eski değil. ABD-NATO, İsveç ve Finlandiya ile “güvenlik işbirliği” anlaşması yapmasıyla, Finlandiya'nın 1300 km sınırıyla Rus sınırına dayanıyor. Baltık ülkeleriyle askeri anlaşmalar yaptılar. Almanya, en az 10 günlük yiyecek stoklaması kararları alıyor. Rusya, ülkenin merkez, Güney ve Batı askeri bölgelerinde savaşa hazırlık seviyesini denetlemek için bir haftalık tatbikatlara başladı. Polonya hemen ülkenin üst düzey güvenlik yetkililerini savunma bakanlığında acil toplantıya çağırdı. AB büyükleri hem kendileri hem de Avrupa ordusunu daha da canlandırma çabasını gösterişsiz bir şekilde sürdürüyor. Bütün bunlar emperyalist savaş tehlikesini giderek artırmaktadır.

Ülkemize gelince, yarı sömürgeliğin sancılarını çekilmektedir. Bir yandan ABD efendisinin “BOP” ekseninde yüklediği “eş başkanlık” projesine uygun bölgede oynadığı rol ve bölge ülkeleriyle “sıfır sorun” söyleminin herkesle soruna dönüşmesiyle fiyaskoyla sonuçlanması söz konusuyken diğer yandan efendilerin yüklediği rolün yanı sıra, TC devleti ve AKP iktidarının DAİŞ vb. gibi şeriatçı örgütlere verdiği özel destek ve ırkçı, şoven, egemen ulus kibrinden gelen özel olarak Kürt düşmanlığının Rojova’da Kürt direnişine çarpmasıyla fiyaskoya dönüşmesi mevcut. Rus savaş uçağını düşürmeleriyle NATO'yu arkalarına alarak Suriye'ye girme hesaplarının da, Rusya'nın provokasyonu görmesi ve dikkatli davranmasının payıyla, NATO'nun TC'yi yarı yolda bırakmasıyla hesaplarının suya düşmesini de bunların üzerine eklemek lazım. Tabi NATO bu fırsatla, Türkiye'nin Çin'de füze alımı ve “Şangay 5'lisine bizi de alın” şantajlarını suya düşürerek somut kazanca düşürmesiyle TC bir hayal kırıklığı daha yaşadı.

Türkiye'de kapitalizm kendi iç dinamiğiyle gelişmediği için ayakları üzerine doğrulamamıştır. Dışta emperyalizme bağlılık, içte bir önceki toplumsal yapı olan feodal kesimle iç içe geçmesiyle tepeden tırnağa anti-demokratiktir; burjuva demokrasisi geleneği ve kültürü yoktur.  Bu açıdan TC kuruluşundan beri faşist karakterlidir. Toplumun da demokrasi bilinci ve geleneği yoktur veya oldukça zayıftır.

Türkiye, emperyalizme bağımlılık ve kapitalizmin iç dinamiğiyle gelişememesinin getirdiği zayıflık ve köklü oturamamasından dolayı sermayenin yön ve el değiştirmesini nispeten kolaylaştırmaktadır. ABD'nin iktidara taşıdığı ve AB'nin de desteklediği İslamcı AKP, ağırlığı sanayi dışı olan ticaret burjuvazisinin üst kesimine dayanıyordu. AKP'yi destekleyenler iktidar sürecinde iktidar olanaklarını kullanarak muazzam palazlandılar. Bu sürede Kemalist kesimi biraz etkisizleştirme sürecinde Fethullah Gülen'le birlikteydiler. Birlikte, hem bazı şirketleri batırdılar ve budadılar hem bir takım yasal değişikliklerle devlet kurumlarında budama yaptılar ve kendilerini yasal güvencelere aldılar; hem de ordu ve bürokraside “Ergenekon”, “Balyoz”, “Casusluk” vb. operasyonlarıyla etkinliklerini artırdılar.

İslam jargonlu sermaye palazlanınca sömürü dalları, devlet ve iktidar olanaklarını paylaşma üzerine F. Gülen ve R. T. Erdoğan kesimleri birbirlerine girdi. R. T. Erdoğan'a nazaran Gülen, sermaye ve devlet içindeki kadrosuyla daha köklü ve daha örgütlüydü. Ama AKP ve iktidarı kendi otoritesinde gören cumhurbaşkanı Erdoğan, ortaklığı olduğu ve yine çocuklarını evlendirdiği holdinglerle birlikte aile bağları olan şirketlerini palazlandırarak etkin duruma getirdi. İktidar olanaklarını paylaşma üzerine birbirine giren bu şeriatçılar, son iki yıldır etkinlik ve birbirlerini etkisizleştirme mücadelesi halindeydi. Şeriatçılar aralarında kavgaya girince,  Erdoğan, önceden savaş ilan edip yargılayıp hapse attığı  (esası ordudaki yüksek rütbeli) Kemalistlerle anlaşarak serbest bıraktı ve çoğunu görevlerine geri getirerek Gülen'e karşı bunlarla ittifak yaptı. Gülen de,  Erdoğan'ın liderliğinde hışma uğrayan bu kesimlerin bir kısmıyla gizli ittifak yapmaya çalıştı. Erdoğan, Ağustos ayındaki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) da, Gülenci olan yüksek ordu mensuplarını terfi yapmama ve ordudan atma hesapları yaptığını görünce, temizliğe uğramayı bekleme yerine bir askeri darbe yapmaya çalışarak Erdoğan egemenliğinden kurtulmak istedi. Gülen, Kemalist Ergenekonculara da güvenerek YAŞ öncesi 15 Temmuz 2016’da darbe yapmaya çalıştı. Ama Kemalist Ergenekoncular, Gülen'in daha önce kurduğu kumpası unutmamıştı, Gülen'i oyuna getirerek ileri sürdüler, kendileri de “düğünde”ydi,  “ev”deydi, “görevinde”ydi ama harekete geçmediler. Ayrıca günler öncesinde Erdoğan'ı haberdar etmişlerdi. Erdoğan ve AKP günler öncesinde durumdan haberdardı, (Rusya da ayrıca uyarmıştır) tedbirini almıştı ve Gülencilere suç işletip, onu da fırsata dönüştürerek karşı atağa geçip “darbe” girişimini ezdiler. Bu ezme hareketinde kamuoyunu arkalarına almak için kitle desteğini sokaklara dökerek diri tutmaya çalıştılar. Bu, hem kitlesini diri tutarak militarize etmekti hem de efendilerine “geniş kitleler arkamda, bana mahkumsunuz, Suriye’de şeriatçı örgütlere kimyasal silahlar vererek kullandırma ve Kürdistan’daki katliamları yaptırmadan dolayı Uluslararası Savaş Suçlusu olarak yargılama girişimlerine izin vermeyin, arkamda güçlü kitle desteği var” mesajı vermenin hesaplarını yaptı...

“Darbe” girişimi sonrası TC devleti ve Erdoğan iktidarının Rusya'yla uçak düşürme gerginliğine son vermesi için Rusya'ya gitmesi ve bazı söylem ve anlaşmalardan hareketle “yönünü Rusya'ya dönüyor” değerlendirmelerde bulunuluyor. Bu gerçekçi değildir. Kolay değildir. Ne Türk kapitalistleri bunu yapabilir ne de ABD, NATO ve AB buna müsaade edebilir. Bu yönlü ciddi bir emare gözlenirse iktidarda kalamazlar. Ekonomik ablukalarla çökertmeleri bir yana, bir askeri darbeyle alaşağı edebilirler. Şimdi Rusya kendi cephesinde TC'nin ABD ve AB ile çelişkilerini derinleştirmesini sağlayıp yararlanmak istiyor. TC devleti ve Erdoğan iktidarı da ABD’ye şantaj yapmaya çalışıyor. Hem Gülen'e baskı yapmalarını istiyorlar hem ABD’ye “Suriye'deki Kürtler konusunda bizi dinlemiyorsunuz, hesaba katmıyorsunuz, PYD'yi kolluyor, önünü açıyorsunuz, öyle yaparsanız Rusya'ya yönümüzü döneriz” şantajı yapıyor; hem fazla üstümüze gelmeyin, gerekirse NATO ve AB dışı arayışlara da gideriz baskısı yapıyor ve hem de uluslararası savaş suçlarını yargılama girişimi olmasın vb. gibi baskı yapmak istiyor. Öte yandan Rusya'ya koşmasının nedeni, Rusya'ya, “PYD’ye destek verme, Esat ile bizi barıştır. Ara bulucu ol” mesajını verebilmek. Ve tabii esas derdi Suriye'de Esad ile birlikte olup Suriye Kürtlerinin bel kemiği olan PYD'yi ezmektir. Rusya'ya koşmasının esas nedeni budur. Nitekim birkaç gün sonra Suriye devleti Haseki’de PYD'yi bombaladı. Rusya'nın izni olmadan bunu yapması zordur. Bununla da Rusya, PYD’ye, “Esad'ın bu yönlü politikasını durdurmak istiyorsan yönünü bize dön” mesajı vermiş oldu. DAİŞ’in elinde bulunan Minbiç'in YPG ve Suriye Demokratik Güçleri’nce (SDG) ele geçirilmesinden sonra 3 yıldır DAİŞ'in elinde bulunan Cerablus'a yönelmesini gözleyen TC devleti, (tabi Rusya'yı razı ederek) ABD’yle anlaşarak Cerablus'a tanklarla girdi.  TC devleti, kendi askeri elbiselerini giydirdiği ve ciddi varlığı olmayan bir kısım şeriatçı  (“ÖSO”) güçleri de yanında taşıyarak götürdü. Cerablus'ta IŞİD'e “ÖSO” elbisesi giydirilmesiyle DAİŞ buharlaştı. Anlaşılan DAİŞ'in önemli gücünü El Rai ve El Bab'a yollayıp oralardaki güçlerini takviye ederek, savunma ve karşı saldırıda bulunmaya yollamışlardır.  TC devleti, ABD onayıyla Cerablus'a girdi ama kalıcı olmaya kimse razı olmayacaktır. Ve tabi kitle desteği olmadığı için tutunamayacaktır da... Ancak, TC devletine onay veren ABD, AB ve NATO'su bu hamlesiyle, TC devletini hem kendilerine çekmiş oluyor hem de kendileriyle çalışmamayı düşünmesi halinde bile nelerin bekleyeceğini de hatırlatmakla beraber, dışta ve içte büyük bir batağa çekmiş bulunuyor. Ağır suçlar işletip, sonra onları kullanarak bedel ödetme durumu olduğu gibi, esas olarak bir yandan Kürtlere karşı savaşı, diğer yandan şeriatçıların mezhep savaşını Türkiye’de derinleştirmeye götürecektir.

Bir süre öncesine kadar TC devleti, Erdoğan ve Gülen ittifakı önderliğindeki AKP iktidarı işçi sınıfını, emekçi kesimleri ve Kürt hareketini birlikte eziyorlardı. Şimdi ise, TC devleti, Erdoğan ve Kemalistlerin ittifakı önderliğindeki AKP, işçi sınıfını, emekçi kitleleri, sol, sosyalist ve Kürt toplumsal hareketini ezmektedir.

Her ne kadar Gülen'in başarısız darbe girişimi olsa da darbeyi esas olarak Erdoğan önderliğindeki AKP yapmış oldu. İşçi sınıfını, emekçi kesimleri,  Kürt ulusal hareketini bastırmak, dizginsizce faşist terör estirmek için Olağanüstü Hal (OHAL) ilan etti. Bu sıkıyönetim ilan etmektir. Bu, kırıntı halinde olan mevcut demokratik hak ve özgürlükleri de ortadan kaldırmaktır. Yarı askeri faşist bir diktatörlükle yönetmek demektir. Bu, içte ve dışta savaş politikası izleme demektir...

Emperyalist ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de koşullar giderek daha ağırlaşmaktadır. Emperyalistler ve uşakları, komünist ve devrimci hareketin zayıflığından cesaret alarak işçi sınıfı, emekçi kitlelere dizginsizce ve rahat saldırmaktadırlar. Bu durum her geçen gün sorumluluklarımızı artırmaktadır. Her koşulu kaldırabilecek ve hazırlıklı olabilecek şekilde örgütlenmemizi sağlamlaştırmak durumundayız. Bir yandan teorik, ideolojik, siyasi seviyemizi durmaksızın artırarak, örgütsel faaliyet ve görevlerimizi verimli kılarak sağlamlaştırmalıyız, pratik faaliyetlerimiz bu ölçüde verimli ve başarılı olacaktır; diğer taraftan kendimize güvenerek, sınıf düşmanlarımıza karşı en geniş ittifakları kurarak mücadeleyi geliştirmeli, yükseltmeliyiz. Leninizm’in üç taktik ilkesinden biri olan  “Proletaryaya kitlesel bir müttefik -bu müttefik geçici, yalpalayan, emniyetsiz ve güvenilmez de olsa- sağlamak için her ülkenin Komünist Partisi tarafından en küçük imkandan bile mutlaka yararlanma ilkesi” bugün içinde bulunduğumuz tarihsel süreçte hayati önem arz etmektedir. (Bir Partizan)

44908

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

" Devrimci cephe hareketi "üzerine

Kaypakkaya'dan günümüze 44 yıl geçti. Yaşadığımız devrimci deneyimler bizlere önemi azımsanmayacak kazanımlar bıraktı. Bu bizler için önemli miras bu mirası doğru özümsemeliyiz, kavramalıyız ki, gelecekte Halk Cephesi’ni kurma yolunda ufkumuz açık olsun. Gereksiz polemiklerden böylece kaçınmış olunur. Eğer ki mesele doğru kavranmaz, önemsenmez ve de olsun-bitsin mantığıyla hareket edilirse ciddi yaralar alınır.  "Kaş yapalım derken, göz çıkarmış "oluruz.

PARTİ VE KAYPAKKAYA ÇİZGİSİNE SAHİP ÇIK, TEORİK TEMELLERİNİ GÜÇLENDİR, ONU KAVRA ve GELİŞTİR

Partimizin kurucusu şahsında amaç ve araç, hedef ilişkisi bağlamında kuracağımız analiz-sentez ilişkisi bizim sorunu nasıl ele alacağımızla direk ilintilidir. Tarihsel olarak olaya baktığımızda İbrahim Kaypakkaya (İK) sıradan bir devrimci önder değildi. Onu komünist yapan doğrudan savunmuş olduğu ve yaptıklarıydı, yani teori ve pratik bütünlüğüdür.

Bir ikiye bölünür / Halil Ahmet

Herşey bir çelişkidir. Bu Maoist felsefi tanımdan yola çıkarak soruna bakarsak olayları ve olguları ve bunların arasındaki iç bağlantıları doğru bir şekilde kurabiliriz.

“Hareketin kendisi bir çelişkidir veya bir ikiye bölünür” Maoist felsefi yaklaşımını nasıl ele almalıyız? Başkan Mao’nun bu noktadaki ML’ye yaptığı katkılardan biri olarak felsefe alanında çelişki yasası olduğu gerçeği de herkes tarafından kabul edilmektedir.

“Bir ikiye bölünür ama asla iki birleşip bir olmaz. İkiyi bir yapmak revizyonistçe bir yaklaşımdır.” (Mao Zedung)

TKP/ML – TİKKO ROJAVA KOMUTANLIĞI: 24 Nisan devrimin zorlu ve onurlu yoludur!

Savunduğu devrim öğretisiyle burjuva-feodal devletin soluğunu kesen kıvılcımı-aleve, alevi tüm ülkeye yaymaya çalışırken sadece gerçeğin sesine ve gerçeğin izinde yürümeye çalışan Kaypakkaya yoldaş işçi sınıfının ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımızın önderi olmaya devam ediyor. Kaypakkaya yoldaşın devrim ve örgüt öğretisi, işçi sınıfının kazandığı ve sahip olduğu en ileri devrimci öğretidir. Ülkemizde hiçbir teori, hiçbir düşünce ve strateji Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu kurtuluş yolu kadar gerçekçi, uygulanabilir ve güvenilir değildir.

TKP/ML MK : 44.YILIMIZDA ŞAN OLSUN İHTİLALCİ PROLETER ÇİZGİMİZE!‏

“Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif…

Kalbinin attığı kadar canlısın,

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin,

Nefret ettiklerin kadar kötü…”

Yoldaşlar,

Partimiz TKP/ML kuruluşunun 44. Yılını kutluyor. Partimiz, Önderimiz İbrahim Kaypakkaya önderliğinde Şafak Revizyonizme karşı ideolojik-politik temelde örgütsel mücadelenin sonucu olarak 24 Nisan 1972’de tarih sahnesindeki yerini aldı.

Tarih Tanıktır: 24 Nisan’da Kaypakkaya Çizgisinin Doğuşuna

Yüzyılda Ülkemiz iki önemli tarihi zelzeleye tanıklık etti. 24 NİSAN. Öyle ki, her iki toplumsal olay tarihimizde silinmez ve silinmeyecek izler bıraktı. Hele ki bu silinmez tarihi olay aynı güne denk gelmişse - ki öyle- bir o kadar daha önemli ve de değerlidir. Tarihimizde bazı yaşanmışlıklar vadesi dolduğunda unutulur, tarih sahnesinde silinip giderler. Ve kendi kendini tasfiye ederler.

15 NİSAN 2015 TARİHİNDE TUTUKLANAN 10 DEVRİMCİ DERHAL SERBEST BIRAKILSIN!

ALMAN CEZA HUKUKUNUN 129/a-b  MADDESİ İPTAL EDİLSİN!

Almanya Adalet Bakanlığının 2012 tarihinde verdiği talimatla başlatılan soruşturma 15 Nisan 2015 tarihinde yapılan bir operasyonla ilk aşaması tamamlamış ve bu operasyon sonucu Avrupa çapında içlerinde  ATİK yöneticileri ve TKP/ML yöneticisi oldukları iddiasıyla 10 devrimci tutuklanmıştır. Almanya bu uluslararası operasyonu; Yunanistan, İsviçre ve Fransa devletleriyle ortak bir şekilde   gerçekleştirdi. Tutuklanan 10 devrimci Almanya'nın Bavyera eyaletinin çeşitli cezaevlerinde tutulmaktadırlar. 

Atik Operasyonu, Ortaya Çıkan Gerçekler Ve Büyük Kuşatmanın İlk Hamlesi!-Marco KARAKAYA

Nisan 2015’de ATİK yöneticilerinin de içinde bulunduğu 13 devrimci Alman ve Türk devletinin işbirliği ile “terör örgütü üyesi” olmaktan dolayı tutuklandı. Fransa, İsviçre ve Yunanistan’ın da dahil edildiği Avrupa çapında bir operasyon yaşandı. Alman devleti bu üç ülkede iade talebinde bulundu.

Filipinler İşçi Sınıfı Üzerinde Gün Geçtikçe Yoğunlaşan Neoliberal Saldırılar

Kamu Emekçileri Birlik, Tanınma ve İlerleme Konfederasyonu’nun (COURAGE) 10. Kongresi’nin Açılış Konuşması, 5 Nisan 2016 Halkların Uluslararası Mücadele Birliği Başkanı Profesör Jose Maria Sison

Biz, Halkların Uluslararası Mücadele Birliği (ILPS) olarak Devlet Çalışanları Birlik, Tanınma ve İlerleme Konfederasyonu’na (COURAGE) ve sizin 10. kongrenize gelmiş bulunan yüzlerce katılımcıya en gönülden selamlarımızı iletiyoruz. Aynı zamanda bu kongreyle eş zamana düşen COURAGE’ın kuruluşunun 30. yıl dönümünü de sizle beraber kutlamaktayız.

Zayıflığın Üstüne Atılan Örtü, “Birlik Anlayışında” Sınıf Uzlaşmacılığının Devrimci Hareketleri Getirdiği Nokta!- MARCO KARAKAYA

Devrimci ve demokratik güçlerin sınıf mücadelesinin sorunları ekseninde ortak kaygıları, sorunları ve buluştukları büyük bir payda vardır. Bu paydaşlık dostluk ilişkilerini nesnel olarak yaratır. Bunun yanında bu nesnel zeminin güçlendirilmesi gibi öznel bir tutumda zorunludur. Bu ise siyasetin işidir. Yani devrimci ve demokratik mücadeleye dair dünya görüşü, sınıfsal-sosyal- toplumsal düzeydeki çeşitlilik ve farklı çıkarları olan kesimlerin bir araya gelme zorunluluğu birlikte mücadele siyasetini üretmeye iten dinamik olur.

Yol açan,yol gösteren...

İşçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin örgütlenme ve savaşma ihtiyacının olduğu yerde bir yönetme ve yürütme ihtiyacı var demektir. Bir yol göstericiliğe ihtiyaç var demektir. İşçi, kadın, gençlik vb. çalışmalarını, bir birimi, bir grubu, bir örgütü örgütlemek-yönetmek ya da bir harekete önderlik etmek kısaca devrimin parçalarda ve farklı alanlarında ve bir bütüne önderlik etmek gibi bir görev ve sorumlulukla karşı karşıya olunduğu bir gerçektir.

Sayfalar