Cumartesi Nisan 20, 2024

“Eylem Herşey “ Olunca, Amaç Belirsizleşir!

Marksizmle küçük burjuva “sol”culuğunun ayrıldığı en temel noktalardan birisi; somut koşulların somut tahlili ve buna uygun mücadele biçimlerinin yaşama geçirilmesi konusundaki farklılıktır. Mücadele biçimlerini, insan iradesi değil, ekonomik ve siyasal koşullar belirler. Ve bu koşulların çelişmelerini çözecek siyasal taktikler uygulanır. Proletaryanın “davranış çizgisi” (Stalin), devrimci durumun alçalma ve kabarma dönemlerinde aynı kalmaz. Her sürecin ruhuna uygun mücadele biçimleri uygulanır.

Küçük burjuva “sol”culuğu, ekonomik ve siyasal koşulları ve kitlelerin ruh halini veri almaz, iradeciliği öne çıkarır. Bu anlamda, hem idealist düşünce tarzıyla hareket ederler hem de siyasal olarak marksist düşünce diyalektiğinden uzaklaşırlar.

Küçük burjuva “sol”culuğuna göre, tarihi yapan halklar değil, bir avuç elit “devrimci” kahramanlardır. Halk kahramanların peşinden gelir. Önemli olan kahramanların eylemlere kalkışmasıdır. Devrimci kahramanların iradi eylemlerle, ekonomik ve siyasal koşullar, kahramanların düşünceleri doğrultusunda değişir. Vb. vb. 

Evet, küçük burjuva “sol”culuğu aynen böyle düşünür ve eylem biçimlerini de bu anlayış etrafında belirlerler. Bu anlayış, onları bireysel eylemlere tapmayı, bireysel eylemleri her şey, amacı ise hiç bir şey görmeye götürür. En azından pratik duruşları budur. Buna uygun teori de geliştirirler.

Fokocu yaklaşımlar ve bundan kaynaklı “suni denge” teorileri, onları, kitlelerden kopuk eylemlere sürükler. Ve savaşı, daha doğrusu sınıf savaşımını, bir avuç kahramanlar ile burjuvazi arasında görürler. Kitleler ise, bu savaşta galip gelenleri takip edeceklerdir.

Bu tür anlayışlar, salt günümüze özgü olmayp, yüz yılı öncede böyle düşünen siyasal yapılar mevcuttu. örneğin bunlardan biri narodniklerdi, diğeri ise Rus “Sosyalist Devrimciler”di

1902 yılında, küçük burjuva “Sosyalist Devrimciler” örgütü de şöyle düşünüyordu:

 “Her terörizm alevi zihinleri aydınlatır.” Yani, bireysel eylemlerin, kitlelerin zihnini aydınlatacağını söylemişlerdi. Ve yine; “Ve eğer terörizm sistemli bir şekilde uygulanırsa (!), terazinin kefesinin en sonunda bizim tarafımıza ağır basacağı açıktır”[1]

Lenin ise, küçük burjuva “sol”culuğun, kitlelerin nesnel duruşunu yok sayan böylesi şiddet anlayışını eleştirmişti. 

 “Sosyalist Devrimciler”den 70 yıl sonra Mahir Çayan’da aynı düşünceyi paylaşmıştı:

“Büyük şehirlerde yürütülen gerilla savaşı;  ... Halk kitlelerine hainlerin yönetiminin ne kadar kof ve çürük olduğunu gösterecektir.”[2]  Bugün, DHKP-C’de bu çizgiyi sürdürmeye çalışıyor.

Büyük şehirlerde yürütülen savaşla halk kitlelerine burjuvazinin “kof” olduğu gösterilmesi anlayışı, eylem her şey amaç ise hiç bir şeye indirgeniyor. Böylece, eylem olsun da nasıl olursa olsun anlayışı, bir siyasal hareketin temel anlayışı haline gelince, amaç dedikleri şeyin ise ne olduğu belli olmuyor. Sultanahmet’deki polis karakoluna yönelik intihar saldırısını, siyasal olarak farklı kutuplarda yer alan iki karşıt siyasal yapının aynı anda üstlenmesi (sonra DHKP-C üstlenmekten vazgeçti), bu yaklaşımın yalın bir göstergesidir. Yani, amacın belirsizleşmiş halinin gizlenemeyen çıplak görüntüsüdür. Bu, aynı zamanda,  “eylem çizgisinin” belirsizliğidir.

Amaç belirsizleşince; kitlelerin içinde bulunduğu durum, eylemlerin onları ilgilendirip ilgilendirmemesi, ve bunların dikkate alınması gerekliliği gözden kayboluyor. Eylemlerin kime hizmet edip etmemeside önem taşımaz hale geliyor. Çünkü, “eylem herşey” yönteminden hareket eden küçük burjuva “sol”culuğu, baş çelişmenin kendisi ile burjuvazi (oligarşi)[3] arasında olduğuna inanıyor. Baş çelişme bir avuç öncü ile düşman arasındaki çelişmeye indirgenince, ekonomik ve siyasal gelişmeler, sınıflar arasındaki durum, dost ve düşman sınıfların birbirleriyle ilişkileri ise doğal olarak yok sayılır. 

Fokocu “şehir gerillacılığı” anlayışı, kitleleri örgütlemeye hizmet etmiyor. İşçi sınıfının diyalektik materyalist felsefesini içine sindiremeyen küçük burjuva aydın “sol”culuğunun ondan kaçışını açığa vuruyor.

O zaman geriye, haklı olarak, komplo teorileri ve spekülatif siyasal değerlendirmelere yol açan silahlı eylemlerin ortaya çıkmasının da teorik zemini yaratılmış hali kalıyor. Böyle anlayışlar; eylemin amaç ve niteliğini değil, eylemin kendisini öne çıkarır. Yeter ki, silahlı bir şeyler olsun. Çünkü, böyle bir yöntemle “suni denge” bozulup, kitleler kahramanları takip edecektir. Nitekim, DHKP-C, bu anlayışını, son ölüm oruçlarında da gösterdi. Devrimci militanların ölüme yatmasıyla (ölümleriyle) kitlelerin ayağa kalkacağını, bunu ise devletin “göze alamayacağı” anlayışından hareketle, suni dengenin “bozulabileceğini” düşündü. Türk devleti ise ölüm oruçlarının süresinin uzamasına sevinmişti. Böylece, “terörist” dediği devrimciler kendi kendilerini imha ediyorlardı. Çünkü, küçük burjuva “sol” çocukluğunun elinde, ölüm oruçları da etkisizleştirilmişti.

“Sol” çocukluk anlayışı, eylemle görevlendirdiği militanlarının güvenliğine önem vermediği gibi, güçlerin doğru ve yerinde değerlendirmeyi de başaramaz. Oysa, devrimci bir örgüt, eylemi önemser, ancak, militanlarının can güvenliğini daha da önemser ve en az kayıpla sorunu çözmeye çalışır. Ancak, son iki eylemde (rehine ve Polis merkezine saldırı)  ortaya çıkan görüntü; militanların düşman tarafından öldürülmesi bir eylem biçimi haline dönüştürdüğünü gösteriyor. Özellikle Aksaray polis merkezine, gündüz gözüne yapılan saldırı(!) eylemi, bu ideolik yaklaşımın görsel sunumuydu.

Küçük burjuva “sol”culuğunun anlayışı “salt silahlı propaganda” olunca, ortaya böyle görüntülerde çıkıyor. Kitlelerin örgütlenmesi ve mücadeleye sevk edilmesi değil, militanların ölümü (öldürülmesi) devrimci(!) bir eylem yöntemi haline geliyor.

Milyonların  sahiplendiği bir Berkin Elvan’ın kadledilmesinin sıradanlaştırılması, kriminalize edilmesi ise, olsa olsa onu katledenlerin işine yaramıştır. Burjuvazi, milyonlara mal olmuş devrimcileri kriminalize etmek, değersizleştirmek için, bir değil on savcısını feda eder. Kızıldere’de üç ingilizi gözden çıkaran devletin,  sıradan savcı ya da bürokratlarını gözden çıkarmayacağını düşünmek; işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki sınıf savaşımın tarihsel boyutunu kavramamanın yanında, burjuvazinin de sınıf niteliğini kavramamaktan kaynaklanır. 

Burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımında duygusallığın ve anarşizan tepkisel çıkışların yeri olmaz. Sınıf mücadelesi bu tür tepkilerle yürütülemez. Bu tür  “sol” “çocukluk” tepkileri, olsa olsa burjuvazinin soluklanmasına ve güç biriktirmesine neden olur. 

Küçük burjuva “sol” çocukluğu, proleter sınıf bilincinden yoksun küçük burjuva aydınların  ve sınıfsal olarak da yarı-lümpen kitlelenin desteğini de alır. Bazı yoksul mahallelerde, “fuhuş yapıyor” diye kadınlara şiddet uygulanması ve teşhir edilmesi, bu sınıfın sınıfsal tepkisinin ürünü olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle de bilimsel sosyalizmin teorik hazinesinden oldukça uzakta dururlar. Burjuvazinin vahşiliğinin genel propagandasıyla yetinerek siyasal olarak demokratik çizginin ötesine de geçemezler. Küçük burjuva aceleciliği ve tepkiciliği, onları, işçi sınıfının uzun soluklu sabırlı mücadelesine yabancılaştırır.

Komünistler hiç bir mücadele biçimini reddetmezler. Ancak, mücadele biçimlerinin belirlenmesi nesnel koşularla direkt ilgildir. Kendine devrimci diyen bir örgütün nesnel koşulardan kopuk iradi olarak mücadele biçimi belirlemesi, kaçınılmaz olarak kitlelerden kopmayı getirir. Ve “eylem her şey”, “amaç hiç bir şey” anlayışı, düşmana karşı yapılıyor gibi olsada, nesnel koşullardan kopuk olması nedeniyle, düşmana hizmet eder. Çünkü sorun niyet sorunu değil, eylemin nesnellikle bağlantısıdır. 

Bu tür eylemler kitlelerin örgütlenmesine hizmet ettiğinde bir anlamı olur ve sınıf mücadelesinin gelişmesine hizmet eder. Tersi, kitlelerin örgütlenmesine ve mücadelesine zarar verir. Silahı kullanmasını bilmeyenlerin silahı kendisine döner. Bu bir doğa kuralı olduğu kadar, aynı zamanda toplumsal bir kuraldır. Ayrıca, yanlış anlayışların eleştirilmesi, Marx’ın; “... eleştirinin silahı silahların eleştirisinin yerini almıyor” ile bir ilgisi olmadığı gibi, Marx, bunun devamında, “... teori de kitleleri sarar sarmaz somut güç durumuna gelir”[4] der. Özellikle, Marx’ın bu sözünü, “her şey eylem” anlayışına destek olarak sunmak, Marx’ı hiç mi hiç anlamamaktır. Bütün devrimler, silahların eleştirici gücünü kullanmıştır. Toplumsal tarih, başka türlü de ilerlememiştir ve sınıflar varolduğu sürece bu şaşmaz yöntemle ilerleyecektir.

Evet, ülkemizde faşist devlet, işçi sınıfına ve emekçilere vahşice saldırıyor ve saldırılarını her geçen gün de artırıyor. Devletin bu zulmüne karşı bu tür “sol” tepkilerin ortaya çıkması da kaçınılmaz oluyor. Daha doğrusu, bu tür “sol” çıkışların nesnel sınıfsal temelleri var. Ancak, bu çıkışların, yani, Lenin deyimiyle “gürültülerin”, kitleleri doğru hedefe yöneltmediği gibi, doğru örgütlenmesine ve devrimcileşmesine de hizmet etmiyor. Bu tür amaçsız ve sıradanlaştırılmış eylemler, devrimci şiddetin kitleler üzerindeki bırakacağı olumlu etkileri  de etkisizleştiriyor.

Bu ülkenin 1970’lerindeki devrimci ve komünistleri, “Seni halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum”u, “Partizanlar Ölmez”i, “Partizanın Kızı”nı, “Komiser Memo”yu, “Saygon Zindanları”nı, “Kızıl Kayaları”, “Ana” ve “Ve Çeliğe Su Verildi”yi okumuşlardır. Bugünde okunması gereken kitaplardır. Devrimci deneyimlerle doludur. Elbette devrimci ve komünistler mücadele içinde ölüm korkusunu taşımazlar. Ne zaman ölüp ölmeyecekleri onların akıllarına dahi gelmez. Komünist ve devrimciler, sınıf mücadelesini sürdürmenin bedelinin ne olduğunu bildikleri gibi, devrimci mücadelenin İzmir Kordonboyu’nda yürümeye benzemediğini de iyi bilirler. Ancak, her devrimcinin yaşamı, devrimci mücadele içinde çok önemlidir. Onları, küçük burjuva “sol”cu anlayışlarla değersiz hale getirmek, işçi sınıfının devrimci sınıf mücadelesinin zararınadır.

Hiç kuşkusuz, burjuvazinin en büyük korkusu, işçi sınıfının örgütlü direnişi ve sınıf mücadelesidir. Kapitalist sistemi yıkacak olan da; sınıf bilincini kuşanmış örgütlülük önderliğindeki işçi sınıfıdır. Onların en büyük kokuları 15-16 Haziranlar, Gezi’lerdir. Ve işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenerek ayağa kalkışlarıdır. Burjuvaziyi de tahtından indirecek güçler bunlardır. Mücadeleyi buralarda odaklaştırmak, buraları örgütlü bir güce dönüştürmek ve iktidar mücadelesinde hazırlıklı hale gelmek: Sosyalizmin ve komünizmin kazanmasını isteyenlerin temel anlayışları olmalıdır. 05.04.2015


[1] Lenin, Örgütlenme Üzerine, sf. 43, (Devrimci Maceracılık) Eriş Yayınları, Kurtuluş Cephesi, com

[2] Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim, sf. 170, (“İhtitatlin Yolu” başlıklı bölüm) Devrimci Sol Yayınları

[3] Mahir Çayan,: “Bunun pratikteki görünümü, halkın devrimci öncüleriyle oligarşi arasındadır” der. (age, sf. 159, dip not)

[4] Marx, Hegel’in Huku Felsefesinin Eleştirisi, sf.201, Sol Yayınları


55819

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Sayfalar