Perşembe Nisan 25, 2024

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ -3-

Mehmet Demirdağ ve “darbeciliğe karşı mücadele” üzerine

Mehmet Demirdağ yoldaşı ve onun tarihimize kazılı pratiğini değerlendirdiğimizde, kuşkusuz , onun politik ve pratik anlamda öncüleştiği en temel konuyu 94 darbesi karşısındaki konumlanışı ve sonrasındaki süreçte kadro politikasında yarattığı dönüşümlerin oluşturduğunu görürüz. Kolektifi ilkeleri üzerinden ayağa kaldırmanın mimarı olarak Demirdağ yoldaşın, tasfiyeciliğin saflarda açtığı gedikleri onarmadaki pratik önderliği esas anlamda bu iki mesele karşısındaki doğru önderlik tarzı ve yürüttüğü ideolojik mücadele ile mümkün olmuştur.

İçinden geçtiğimiz sürecin, kolektifi kuşatan tasfiyecilik koşullarında saflarda yarattığı tahribat da esas kaynağını bu iki olgu üzerinden almaktadır. Tarihin aradan geçen 20 küsur yılın ardından tekerrür ettiği güncelde, yaşadığımız kriz pratikteki kimi aksaklıklar ve sorunların ötesinde, ciddi bir dejenerasyon yaratmakta, komünist kimliğe ait tanımlar ziyadesiyle aşınmaktadır. Böylesi bir dönemde yüzümüzü yeniden tarihsel birikime dönmek, kitlelere devrimcilik (!) olarak yutturulmaya çalışılan sol maskeli tasfiyeciliği tarihsel birikimimizle ele almak önemli bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır.

Güncel tasfiyeciliğin özeti: “Sol” gösterip “sağ” vurmak!

En kaba hali ile tasfiyecilik, proletaryanın sınıf bilincinin burjuva fikirlerle bozulması ve sınıf mücadelesinin ideolojik yönden yadsınması anlamına gelmektedir. Bu tanım, tasfiyeciliği proleter ideoloji karşısında açık bir karşı kampa atmakla birlikte tasfiyecilik, tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir devrimci deneyimde kendisini açıktan yürütemez. Onun karakteri itibari ile varlığı örtülüdür ve geçmiş devrimci deneyimlerde olduğu gibi kendisini en geri ideolojik zemine dayandırarak pratikte ise en keskin ve radikal söylemle kendisini üretir.

Rus devrim deneyiminde sol sosyalist devrimcilerin Narodnik keskinliği ile (özde kardeş) sol komünistlerin savaş çığırtkanı “radikal” sloganları ve BPKD sürecinin Deng Siao Ping çizgisi ile (yine özde kardeş) Lin Piao çizgisi tam da tarihsel olarak bu en geri ideolojik zeminden kaba ve dogmatik yönelim üreten karakterine örnektir.

Bu genel karakterin saflarımızdaki yansıması, özellikle 94 tasfiyeciliği ile ayyuka çıkarken, bu tarihsel süreç, sol sekter savaş ağalığı çizgisinin söylemde en “keskin” Halk Savaşı savunusunu nasıl parti ve örgüt düşmanı, kolektifi parçalayan ve Halk Savaşını gerileten bir biçime büründüğüne tanıktır.  Mehmet Demirdağ yoldaş yürüttüğü kapsamlı ideolojik mücadeleyle, 94 Tasfiyeci çizgisinin “irade” çığırtkanlığı ile örtülü parti düşmanlığının, “halk savaşı” naraları ile gizlenmiş yüzünün boyalarını dökmektedir.

Güncelde yaşadığımız tasfiyecilik de, Demirdağ yoldaşın mahkum ettiği hatta yürümekte, eline aldığı dogmatizmin bayrağı ve hocacı örgüt çizgisi ile kendinden öncekilerin yolunu sürmektedir. Bir yandan irade çığlığı atan güncel tasfiyeciliğin, kolektifin en üst irade ve organlarını on yıllardır işletmemesi, “hizip” naraları atarken yaşadığı güç yitimi ile alternatif örgütlenmelere yönelmesi tam da bu ikiyüzlü gerçekliği, “sol” gösterip “sağ” vuran karakteri deşifre etmektedir.

Günceldeki tasfiyeciliğin gidişatı en çok da kadro politikasında açığa çıkmaktadır. Şöyle ki, güncel tasfiyeciliğin bugün attığı “irade” çığırtkanlığının özünü biat çağrısı oluşturmaktadır. Komünist kadro olmanın temel koşullarından olan kolektif ile kurulacak diyalektik bağ güncel tasfiyecilik tarafından dıştalanmakta, “irade” olmayı “idare” etmekle özdeşleştiren, onu meslek edinerek tasfiyeciliğin ve örgütsüzlüğün kaynak suyu olmaktadır. Girişilen birçok pratiğin özünü bu bürokrat çalışma tarzının ürünü olan faaliyetçilere yaslayan bu çizgi, sorunların çözümü için yürütülen tartışma ve ideolojik mücadele ısrarını ise Maoizm’in sokağından geçmeyen hocacı örgüt algısıyla karşılamakta, apolet üzerinden “irade” icat ederek kolektifin yaşadığı irade yitimini kendilerine sınırsız at koşturacakları alan olarak anlamaktadır.

Güncel tasfiyeciliğin yarattığı tahribatın kapsamı sadece pratikte kurumu ve onun sınıf mücadelesindeki yerini sekteye uğratmanın ötesine geçmiş, ciddi bir yozlaşma ve bozulma alanı üretilmiştir. Şöyle ki, tasfiyeci çizginin hedefine oturttuğu alanlar sorunların çözümü için kolektifi irade tesis edeceği platformlara taşıma girişimlerini sürdürürken “devrimcilere yönelen devrimci müdahale(!)”ler aymazca hayata geçmekte, taciz vb pratiklere ise saflardan uzaklaştırılanlarla tasfiyeciler kol kola girmektedir.

Aktardıklarımızın toplamı, sadece bir olaylar anlatısı değil bir olgudur. Söylenen ile yapılan arasındaki, doğru ile yanlış arasındaki, devrimci olan ile karşı-devrime hizmet eden arasındaki çizginin ayrıştığı kanallardır ve bunların analizi yapılmak zorundadır. Tasfiyeciliğin KP’ler içinde kaçınılmaz bir olgu olduğu gerçeği ile bunlara yaklaşımın ne olması gerektiği konusunun bilince çıkarılması her daim mutlak ve kaçınılmazdır.

“Zira biz partiyi kafamızdaki yerin üstünde oturtmak, onu sosyal kurtuluş ve nihai özgürlük kavgasının önderlik etmekle sorumlu kılınmış öncüsü olarak, bu ideallerimizin yenilgisiz silahşörü yapmak istiyoruz. Öyleyse ancak yeterli bir diyalektik kavrayışa sahip olmayan beyinlerin boşluğunda sarsıntı olanağı bulabilen şaşkınlıklar yaşamak için kabul etmeliyiz ki devrime hem parti hayatı açısından hem de onun üye ve taraftarları olarak kendi siyasal ve sosyal pratiğimiz açısından hiçbir zaman belalardan kurtulama olanağı bulamayacağız, ‘oh nihayet belasız, sorunsuz bir gün” diyeceğimiz bir süt limana demir atma şansı bulamayacağız. Çelişkinin başlıcası, başlı başına olanı, sınıf çelişkileri olduğu müddetçe ve nihayet bir dünyasal devrim vücut bulacak komünizme kadar bu böyle olacaktır. Oraya kadar sadece belaların boyutu ve gelişmeleri değişecektir. Mao: ‘Eğer parti içinde çelişmeler olmasaydı, parti ölür giderdi’ der. Sorun çelişkilerden ve parti içi sorunlardan yılmak değil, yıldırıcı olan çelişkilerin ele alış yöntemidir. Partiyi yoran, gerileten ve yozlaştıran parti içi mücadeleler bir çelişkinin burjuva eğilimler ve parti düşmanı akımlarca partiyi yıpratmak bölmek ve güçten düşürmek amacıyla ele alınmasıdır.” (Mehmet Demirdağ, Fırtınalar içinde Bıçak Sırtında, Cilt 1, s. 243)

43614

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

Sayfalar