Salı Nisan 16, 2024

Halifeden bozma başkan adayı yeni Mustafa Kemal mi ?

Cumhurbaşkanlığı için AKP’nin adayı uzun ve bıktırıcı bir tartışmanın sonunda “nihayet” açıklandı. 1 Temmuz’da şaşaalı bir toplantıyla T. Erdoğan aday olarak ilan edildi. Yani Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı için kendisini tercih etti diyebiliriz.

Aday tanıtım toplantısı çeşitli ideolojik argümanlarla yüklenmiş, her tarakta bezi olan, klasik AKP eklektizmi ile yapılan bir sunum oldu. Ama ağırlıklı olarak “dini” bir sunum vardı. Logosu “Tünelin sonundaki ışık”, “Güneşin doğuşundaki umut” gibi yorumlara yol açmakla birlikte, Obama’nın seçim kampanyasında kullandığı logodan aşırılmış intibası da yarattı.

“Davanın” örtemedikleri!

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı töreninde yaptığı konuşma seçim kampanyasının nasıl bir rota izleyeceğini gösterir nitelikte. Dinin, siyasal gericiliğinin en temel aracı haline gelmesinde artık hiçbir sınır tanımayacağını da ilan etmiş oldu. Erdoğan bir süredir vurgulu ve altını çizerek bir “davaları” olduğunu söyleyerek politik argümanını şekillendirmektedir. Özellikle Gülen Cemaati ile kapışmasından ve 17-25 Aralık operasyonlarından sonra bu “dava” ve “dava adamlığı” vurgusu çok baskın bir söylem oldu. Bunun İslami değerler bağlamında bir ideolojik algıya hitap ettiği bellidir. Ama Erdoğan “davasını” 2023, 2053 ve 2071 gibi sembolik tarihlerle ilişkilendirerek bu “davaya” Türkçülük damarı da katmaktadır. Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bir geleneğin “dava adamlığı” rolünü üstlenmektedir. Bu geleneği ise kendi siyasi çizgisinin tekeline almaktadır.

Merkezine yerleştiği Türk devletinin temel faşist ilkelerini içselleştirerek onu İslamcı ümmet ve millet tanımıyla gerçekleştirme “davasından” bahsettiği açıktır. Yani bu bağlamda Erdoğan ve kliğinin siyasal çizgisi “İslamcı-Türk” karakterden çok “Türk-İslamcı” karaktere sahiptir. Türk devletinin egemen kliği olmanın sağladığı tatlı vurgunlar ve hiç kuşkusuz çağın getirdiği toplumsal ve tarihsel zorunluluk onu bu çizgiye mahkum kılmıştır. Onun “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alma” söylemi bir retorikten ibarettir. Erdoğan’ın kesinlikle ama kesinlikle bu devletin temel ulusalcı, faşist ve ekonomik sistemiyle bir sorunu kalmamıştır. Zira onların temel referansı olan “İslam” anlayışıyla bu devletin yeni sözleşmesi imzalanmış durumda. Bu eksende düne ait kimi sorunlar ve gerginlikler esasen aşılmıştır. Bu sözleşme aynı zamanda Erdoğan’ın henüz 2001’de çıkardığını söylediği gömleğin yerine yeni gömleği bulma ve üstüne giyme sürecinin artık gerçekleşmesini sağlamıştır.

Ancak bu gömleği henüz giymişken Erdoğan, o gömlek bir paçavra haline de gelmiştir. Şimdi o gömleğin perişanlığı örtülsün diye “dava” gibi tılsımlı bir yama yapılmaktadır. Erdoğan Suriye politikasıyla başlayan, Gezi ile devam eden politik zaafiyetine 17-25 Aralık operasyonuyla akçeli işlerin eklenmesi sonucu büyük bir yara almıştır. Her yönüyle şüpheli ve geleceği belirsiz bir duruma düşmüştür. Şimdi bu durumu örtmenin, tamir etmenin ve yeniden güç devşirmenin uğraşı ve çabası içindedir. Onun artık ayyuka çıkmış siyasal gericiliği ve cukka ettiği “dünyalıkları” için din ve “dava” sadece bir meşruiyet sağlama aracıdır. Sadece bu değil Kürt meselesi ve rejimin siyasal kabiliyetini geliştirmekte bu gerçekliğini örtmek için güçlü araçlarıdır. Cumhurbaşkanlığı adaylığı bu hakikatler üzerinden hayat bulmuştur.

Adaylık toplantısındaki konuşmasına “Alemlerin rabbi Allah’a hamd olsun. Mülkün sahibi Allah’tır. Zaferin sahibi sadece ve sadece Allah’tır. Bu davayı bu hareketi bu mücadeleyi işte bugünlere eriştiren rabbime sonsuz hamdüsenalar olsun" diye başlayıp, “bu ifadeyi çok çok önemsiyorum. Bizim için çok farklı bir an. İşte bu bir hatime değil, inanıyorum ki bir Fatiha’dır bir açılıştır. Onun için diyorum ki, esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla, o rahmandır rahimdir. Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet. Bizi kendisine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların sapkınların yoluna değil" diyerek bitirdi. Konuşmasının belli bölümlerinde “Selçuklu Sultanı Alparslan gibi kefenimizi giyerek, Kudüs Fatihi Eyyübi gibi zaferin kılıç ve atlarda değil Allah katında olduğuna inandık” diyerek Türk ve İslam tarihindeki önemli şahsiyetlerle ve ideolojik figürlerle kendini bir kefeye koymaktan geri durmadı. Anadolu’yu Türkleştirmede, Kudüs’ü İslamlaştırma da kendine biçtiği tarihsel misyonlar olarak ifade edildi.

Tarihsel gericiliğin referansları ve araçları!

Bu tarihsel misyonla süslenmiş davanın karakteristiğin de emperyalizm adına iş tutmak da, onun gücüyle ve maşası olarak bölgesel aktör olmakta, kendi sermaye grubunu bu olanaklarla palazlandırmakta, kişisel servetini ve aile efradını ihya etmekte, “Uhud’da” ganimet peşinde koşanların modern muadillerini etrafında kenetlemekte var. İşte bu siyasal gericiliğe ve menfaat hesaplarına şimdi din en büyük ve temel araç olmaktadır. Aynı zamanda açığa çıkmış, deşifre olmuş tüm pisliklerinin ideolojik örtüsü haline de getirilmektedir. Erdoğan sanki Cumhurbaşkanlığı değil de “halifelik” ilanı için yola çıktığı algısına oynamaktadır.

Seçim kampanyasının tepeden tırnağa tarihsel gericiliğin simgeleriyle yürütülmesi çok yönlüdür. Kampanyanın üst başlığı “Yeni Türkiye İçin İstiklal Mücadelesi” olarak belirlenmiştir. Bu eksende kampanyanın Samsun’da başlayıp Erzurum’u ikinci durak yapacağı söylenmektedir. “Yeni Türkiye”nin Mustafa Kemal’i olma iddiası mesajı bu şekilde verilmeye çalışılmaktadır. Faşist harcı bu şekilde olabildiğince sağlamlaştırılmaktadır. Bu gerici kampanya da Kürt meselesi de bir araç olacaktır. Bunu sadece Kürt oylarını kazanma politikası olarak okumak hatalıdır. TC devletinin artık mahkum kaldığı Kürtlerle barışma meselesin de siyasal esnekliğinin ve yeteneklerinin kalibresini göstereceği bir sahne olacaktır.

Hakim ulusun egemenliğini muhafaza ederek ve hatta genişleterek Kürtlerle barışı sağlayacağı bir siyasal vizyon oluşturmaya çalışacaktır. Kürt barışını, yine Kürtlerin rızasıyla “Özgürce Ayrılma Hakkı”nın sözleşmeyle kalıcı şekilde gasp ederek, diğer Kürt parçalarında da siyasal nüfuzunu genişletmeyi sağlamaya çalışacak yeni ve oldukça tehlikeli bir gericiliği içermektedir. Yani Kürtlerin önündeki kendini gerçekleştirmeyi sağlayacak tarihsel olanakları Kürdistan’ın tüm parçalarında engelleme siyasetinin en iyi uygulayıcısı olduğunu ispatlama yarışı da olacaktır.

Erdoğan’ın zayıflığı ve aldığı riskler!

Cumhurbaşkanlığı adaylığının çok çeşitli gerekçeleri ve nedenleri vardır. Birincisi; bu makam Erdoğan için bir sığınaktır. Siyasal krizin hem sebebi hem sonucu hem de en büyük mağduru olma durumu vardır. Bunu kendi açısından hafifleteceği bir platform olarak görmektedir. Bu yarışı kazanarak politik krizin kendisi açısından üreteceği sonuçlardan kaçma hesabı yapmaktadır.

İkincisi; zayıflamış, güçten düşmüş durumunu bu seçimde kazanacağı zaferle tamir etmek istemektedir. Üstelik seçilmek için gerekli % 50’lik barajı aşma fırsatı ve olanakları burada mevcuttur. Oyunu bu destek üzerinden yeniden kurmanın cazibesi vardır.

Üçüncüsü; siyasal rejimi sürece uyumlu hale getirme ve egemenliğini daha uzun sürece yaymak istemektedir. Zira bu seçimi başkanlık sistemine fiili geçisin ya da bu süreci gerçekleştirmenin ilk etabı olarak ele almaktadır. Bu şekilde sistemi yenileme ve egemen sınıfların çıkarlarını daha iyi gerçekleştirme olanaklarının oluşacağını ve gücünü pekiştireceğini düşünmektedir.

Ancak bu tercihle büyük riskleri de göze almıştır. Seçimi kazanması durumunda partisi içinde bugünden açık hale gelen çatlakların büyüme olasılığı vardır. Zira “güçlü parti lideri” ekseninde bir siyasal geleneklere sahip faşist bir kadro yapılanması vardır. Gırtlak gırtlağa kapışmaya hazır bir politik gerginlik durumu ile partisini baş başa bırakacaktır. Zaten şüphe, bozulma, çürüme ve parçalanma içinde olan yapısı çok kısa vade de yönetilemez çelişkileri üretecektir. Bu durum onun gelecek hesapları için alarm zillerinin çalması demektir. Yani hafifletmeyi düşündüğü politik krizi daha fazla derinleştirme potansiyeli söz konusudur.

Seçimi kazanamaması durumunda ise sistemin var olan politik krizi tüm örtüsünü parçalayarak gecikmeksizin büyük bir ihtişamla yüzünü gösterecektir. Bu AKP’nin zaten uzun zamandır kırılgan hale gelmiş yapısını paramparça edecektir. Erdoğan içinse sonun başlangıcı değil sonun muhteşem bir finali olacaktır. Partisi içindeki ve dışarıdaki kurtlar sofrasının leziz bir ziyafeti haline hızla gelebilir.

92232

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar