Cuma Nisan 19, 2024

Halifeden bozma başkan adayı yeni Mustafa Kemal mi ?

Cumhurbaşkanlığı için AKP’nin adayı uzun ve bıktırıcı bir tartışmanın sonunda “nihayet” açıklandı. 1 Temmuz’da şaşaalı bir toplantıyla T. Erdoğan aday olarak ilan edildi. Yani Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı için kendisini tercih etti diyebiliriz.

Aday tanıtım toplantısı çeşitli ideolojik argümanlarla yüklenmiş, her tarakta bezi olan, klasik AKP eklektizmi ile yapılan bir sunum oldu. Ama ağırlıklı olarak “dini” bir sunum vardı. Logosu “Tünelin sonundaki ışık”, “Güneşin doğuşundaki umut” gibi yorumlara yol açmakla birlikte, Obama’nın seçim kampanyasında kullandığı logodan aşırılmış intibası da yarattı.

“Davanın” örtemedikleri!

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı töreninde yaptığı konuşma seçim kampanyasının nasıl bir rota izleyeceğini gösterir nitelikte. Dinin, siyasal gericiliğinin en temel aracı haline gelmesinde artık hiçbir sınır tanımayacağını da ilan etmiş oldu. Erdoğan bir süredir vurgulu ve altını çizerek bir “davaları” olduğunu söyleyerek politik argümanını şekillendirmektedir. Özellikle Gülen Cemaati ile kapışmasından ve 17-25 Aralık operasyonlarından sonra bu “dava” ve “dava adamlığı” vurgusu çok baskın bir söylem oldu. Bunun İslami değerler bağlamında bir ideolojik algıya hitap ettiği bellidir. Ama Erdoğan “davasını” 2023, 2053 ve 2071 gibi sembolik tarihlerle ilişkilendirerek bu “davaya” Türkçülük damarı da katmaktadır. Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bir geleneğin “dava adamlığı” rolünü üstlenmektedir. Bu geleneği ise kendi siyasi çizgisinin tekeline almaktadır.

Merkezine yerleştiği Türk devletinin temel faşist ilkelerini içselleştirerek onu İslamcı ümmet ve millet tanımıyla gerçekleştirme “davasından” bahsettiği açıktır. Yani bu bağlamda Erdoğan ve kliğinin siyasal çizgisi “İslamcı-Türk” karakterden çok “Türk-İslamcı” karaktere sahiptir. Türk devletinin egemen kliği olmanın sağladığı tatlı vurgunlar ve hiç kuşkusuz çağın getirdiği toplumsal ve tarihsel zorunluluk onu bu çizgiye mahkum kılmıştır. Onun “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alma” söylemi bir retorikten ibarettir. Erdoğan’ın kesinlikle ama kesinlikle bu devletin temel ulusalcı, faşist ve ekonomik sistemiyle bir sorunu kalmamıştır. Zira onların temel referansı olan “İslam” anlayışıyla bu devletin yeni sözleşmesi imzalanmış durumda. Bu eksende düne ait kimi sorunlar ve gerginlikler esasen aşılmıştır. Bu sözleşme aynı zamanda Erdoğan’ın henüz 2001’de çıkardığını söylediği gömleğin yerine yeni gömleği bulma ve üstüne giyme sürecinin artık gerçekleşmesini sağlamıştır.

Ancak bu gömleği henüz giymişken Erdoğan, o gömlek bir paçavra haline de gelmiştir. Şimdi o gömleğin perişanlığı örtülsün diye “dava” gibi tılsımlı bir yama yapılmaktadır. Erdoğan Suriye politikasıyla başlayan, Gezi ile devam eden politik zaafiyetine 17-25 Aralık operasyonuyla akçeli işlerin eklenmesi sonucu büyük bir yara almıştır. Her yönüyle şüpheli ve geleceği belirsiz bir duruma düşmüştür. Şimdi bu durumu örtmenin, tamir etmenin ve yeniden güç devşirmenin uğraşı ve çabası içindedir. Onun artık ayyuka çıkmış siyasal gericiliği ve cukka ettiği “dünyalıkları” için din ve “dava” sadece bir meşruiyet sağlama aracıdır. Sadece bu değil Kürt meselesi ve rejimin siyasal kabiliyetini geliştirmekte bu gerçekliğini örtmek için güçlü araçlarıdır. Cumhurbaşkanlığı adaylığı bu hakikatler üzerinden hayat bulmuştur.

Adaylık toplantısındaki konuşmasına “Alemlerin rabbi Allah’a hamd olsun. Mülkün sahibi Allah’tır. Zaferin sahibi sadece ve sadece Allah’tır. Bu davayı bu hareketi bu mücadeleyi işte bugünlere eriştiren rabbime sonsuz hamdüsenalar olsun" diye başlayıp, “bu ifadeyi çok çok önemsiyorum. Bizim için çok farklı bir an. İşte bu bir hatime değil, inanıyorum ki bir Fatiha’dır bir açılıştır. Onun için diyorum ki, esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla, o rahmandır rahimdir. Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet. Bizi kendisine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların sapkınların yoluna değil" diyerek bitirdi. Konuşmasının belli bölümlerinde “Selçuklu Sultanı Alparslan gibi kefenimizi giyerek, Kudüs Fatihi Eyyübi gibi zaferin kılıç ve atlarda değil Allah katında olduğuna inandık” diyerek Türk ve İslam tarihindeki önemli şahsiyetlerle ve ideolojik figürlerle kendini bir kefeye koymaktan geri durmadı. Anadolu’yu Türkleştirmede, Kudüs’ü İslamlaştırma da kendine biçtiği tarihsel misyonlar olarak ifade edildi.

Tarihsel gericiliğin referansları ve araçları!

Bu tarihsel misyonla süslenmiş davanın karakteristiğin de emperyalizm adına iş tutmak da, onun gücüyle ve maşası olarak bölgesel aktör olmakta, kendi sermaye grubunu bu olanaklarla palazlandırmakta, kişisel servetini ve aile efradını ihya etmekte, “Uhud’da” ganimet peşinde koşanların modern muadillerini etrafında kenetlemekte var. İşte bu siyasal gericiliğe ve menfaat hesaplarına şimdi din en büyük ve temel araç olmaktadır. Aynı zamanda açığa çıkmış, deşifre olmuş tüm pisliklerinin ideolojik örtüsü haline de getirilmektedir. Erdoğan sanki Cumhurbaşkanlığı değil de “halifelik” ilanı için yola çıktığı algısına oynamaktadır.

Seçim kampanyasının tepeden tırnağa tarihsel gericiliğin simgeleriyle yürütülmesi çok yönlüdür. Kampanyanın üst başlığı “Yeni Türkiye İçin İstiklal Mücadelesi” olarak belirlenmiştir. Bu eksende kampanyanın Samsun’da başlayıp Erzurum’u ikinci durak yapacağı söylenmektedir. “Yeni Türkiye”nin Mustafa Kemal’i olma iddiası mesajı bu şekilde verilmeye çalışılmaktadır. Faşist harcı bu şekilde olabildiğince sağlamlaştırılmaktadır. Bu gerici kampanya da Kürt meselesi de bir araç olacaktır. Bunu sadece Kürt oylarını kazanma politikası olarak okumak hatalıdır. TC devletinin artık mahkum kaldığı Kürtlerle barışma meselesin de siyasal esnekliğinin ve yeteneklerinin kalibresini göstereceği bir sahne olacaktır.

Hakim ulusun egemenliğini muhafaza ederek ve hatta genişleterek Kürtlerle barışı sağlayacağı bir siyasal vizyon oluşturmaya çalışacaktır. Kürt barışını, yine Kürtlerin rızasıyla “Özgürce Ayrılma Hakkı”nın sözleşmeyle kalıcı şekilde gasp ederek, diğer Kürt parçalarında da siyasal nüfuzunu genişletmeyi sağlamaya çalışacak yeni ve oldukça tehlikeli bir gericiliği içermektedir. Yani Kürtlerin önündeki kendini gerçekleştirmeyi sağlayacak tarihsel olanakları Kürdistan’ın tüm parçalarında engelleme siyasetinin en iyi uygulayıcısı olduğunu ispatlama yarışı da olacaktır.

Erdoğan’ın zayıflığı ve aldığı riskler!

Cumhurbaşkanlığı adaylığının çok çeşitli gerekçeleri ve nedenleri vardır. Birincisi; bu makam Erdoğan için bir sığınaktır. Siyasal krizin hem sebebi hem sonucu hem de en büyük mağduru olma durumu vardır. Bunu kendi açısından hafifleteceği bir platform olarak görmektedir. Bu yarışı kazanarak politik krizin kendisi açısından üreteceği sonuçlardan kaçma hesabı yapmaktadır.

İkincisi; zayıflamış, güçten düşmüş durumunu bu seçimde kazanacağı zaferle tamir etmek istemektedir. Üstelik seçilmek için gerekli % 50’lik barajı aşma fırsatı ve olanakları burada mevcuttur. Oyunu bu destek üzerinden yeniden kurmanın cazibesi vardır.

Üçüncüsü; siyasal rejimi sürece uyumlu hale getirme ve egemenliğini daha uzun sürece yaymak istemektedir. Zira bu seçimi başkanlık sistemine fiili geçisin ya da bu süreci gerçekleştirmenin ilk etabı olarak ele almaktadır. Bu şekilde sistemi yenileme ve egemen sınıfların çıkarlarını daha iyi gerçekleştirme olanaklarının oluşacağını ve gücünü pekiştireceğini düşünmektedir.

Ancak bu tercihle büyük riskleri de göze almıştır. Seçimi kazanması durumunda partisi içinde bugünden açık hale gelen çatlakların büyüme olasılığı vardır. Zira “güçlü parti lideri” ekseninde bir siyasal geleneklere sahip faşist bir kadro yapılanması vardır. Gırtlak gırtlağa kapışmaya hazır bir politik gerginlik durumu ile partisini baş başa bırakacaktır. Zaten şüphe, bozulma, çürüme ve parçalanma içinde olan yapısı çok kısa vade de yönetilemez çelişkileri üretecektir. Bu durum onun gelecek hesapları için alarm zillerinin çalması demektir. Yani hafifletmeyi düşündüğü politik krizi daha fazla derinleştirme potansiyeli söz konusudur.

Seçimi kazanamaması durumunda ise sistemin var olan politik krizi tüm örtüsünü parçalayarak gecikmeksizin büyük bir ihtişamla yüzünü gösterecektir. Bu AKP’nin zaten uzun zamandır kırılgan hale gelmiş yapısını paramparça edecektir. Erdoğan içinse sonun başlangıcı değil sonun muhteşem bir finali olacaktır. Partisi içindeki ve dışarıdaki kurtlar sofrasının leziz bir ziyafeti haline hızla gelebilir.

92238

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar