Perşembe Mart 28, 2024

Hizip safsatası ile üzeri örtülen gerçekler

Kolektifimizin uzun bir süredir gündeminde olan bir dizi tartışma kamuoyuna yansımıştır. Bu tartışmaların taraftar ve kamuoyuna sızdırılmasına başından beri karşı çıktık. Tartışmaların zamanında ve yerinde yürütülmesini esas aldık. Elbette burada temel kaygımız kolektifimiz içinde ortaya çıkan ideolojik-politik-örgütsel tartışmaların bizi güçlendirecek bir içerik ve misyonla ele alınmasıdır. Kolektifimiz içinde ideolojik mücadelenin sağlıklı bir biçimde yürütülmesinin koşullarını yaratmaya çalıştık.

Bu yüzden ilkelerimize sadık bir biçimde kolektifimizin platformlarında görüş ve düşüncelerimizi savunduk. Bu süreci çok uzun bir süredir biriken ve kangrene dönüşmüş bir dizi sorunumuzu çözmenin olanağı olarak gördük. Hatta kolektifimizin çizgisinin netleşmesi, teorik berraklığının sağlanması, sınıf mücadelesinin açığa çıkardığı ihtiyaçlara cevap olamama halimizi ortadan kaldırmak için önemli bir olumluluk olarak gördük. Savaşımızın çelişkilerini çözemeyişimizin bizi zorladığı bu ideolojik mücadeleye girmekten korkmadık-çekinmedik. Ancak kolektifimizi kendi dogmatizmlerinin bataklığına çakılı bırakmak isteyen bir anlayışla ideolojik mücadeleyi bu düzlemde yürütmenin zemini ortadan kalkmıştır. Bu yüzden hizip nedir, ne değildir tartışmalarına bir kez daha yönelmek zorunluluk olarak karşımıza çıkmıştır.

Yaşayan bir organizma olarak komünist parti değişir, büyür, gelişir, yenilenir, mücadelenin ihtiyaçlarına göre kendini donatır. Bunlar KP’nin hedeflerine ulaşabilmesi için zorunluluktur. Elbette bunun olabilmesi için parti içinde canlı, dinamik bir tartışma ortamının yaratılması gerekir. Bu canlılığın olduğu ortamda farklı görüşler de olabilir. Bu farklı görüşleri bir araya getiren, aynı örgütün çatısı altında tutan tek sarsılmaz gereklilik söz konusu partinin tüzüğüdür. Bütün birey ya da hücreler bu tüzüğün emirlerine itaat etmekle yükümlüdür. Politikayı yorumlayış, taktik meselelere yaklaşım ne kadar farklılık gösterirse göstersin tüzük yoruma kapalı tek olgudur. Unutulmamalıdır ki, tüzük tek tek bireylerin fikirlerine göre değişkenlik göstermez. Bireyler tüzüğün kabulü ile örgütte var olur. Bu kabul koşulsuz uygulamayı da beraberinde getirir. Bu gerçeğe aykırı hareket eden her unsur, partinin köklerini çürütme yönlü hareket ediyor demektir.

Böyle unsurların varlığı iç meseleleri “basit” görüş ayrılıkları olarak tartışmanın, tanımlamanın zeminini ortadan kaldırır. Basit görüş ayrılıkları olarak değerlendirilen ancak temelinde bir dizi ideolojik-politik-örgütsel ayrımı barındıran meseleler taktiksel farklılık olarak da ele alınma noktasından oldukça uzaklaşıldığını gösterir. Pratikte yan yana durmanın olanaksızlaştığı, güncel pratik meseleleri algılayışta bile bir dizi farkın açığa çıktığı noktada, çizgilerin netleştirilmesi, farkların daha açık ortaya konması meselenin yüzeysel görüş ayrılığı olmanın tersine çizgi farkı olarak açığa çıkmasına kaynaklık eden ideolojik-politik-örgütsel temellerin doğru tanımlanması zorunluluğu ile karşı karşıya kalınır.

Kolektif içinde ideolojik mücadelenin koşulları yaratılmalı, her dönem olabilecek fikir ayrılıklarının açığa çıkardığı tartışmalar parti çizgisinin netleşmesi açısından sağlıklı bir şekilde yürütülmelidir. Parti birliğinin güçlenmesi temelinde açığa çıkan tartışmaların önü tıkanmadan sürdürülmesi ve sonuçlanması gerekir. Önü tıkanan tartışmalar, üstü örtülen eleştiriler, sonuçlandırılmayan ideolojik tartışmalar kolektifi güçsüz düşürür. Bugün yeri ve zamanı değil diyerek ötelenen her mesele, kolektifin ideolojik berraklığının üstüne bir sis perdesi gibi çöker. İdeolojik mücadele ile araya çekilen bu sis perdesi kolektifin gelişiminin önüne kurulan bir barikattır aynı zamanda.

Önderlikten ve yönlendirmeden yoksun biçimde ötelenen her tartışma/hesaplaşma kolektif içinde kendi dinamiklerini, canlılığını koruyarak varlığını sürdürür. Bu dinamikler güçlü, ideolojik olarak kendine güvenen, iç meseleleri birlik temelinde sürdürme-yönlendirme kapasitesine sahip önderliği olan kolektif açısından bakıldığında onu güçlendirecek potansiyel anlamını taşır. Ancak kurum içi mücadelede açılan tartışmaları yersiz bulan, eleştirilerin üstünü örtmeye çalışan, eleştirenle eleştirilen arasında kamplaşma yaratan bir anlayışla hareket eden toplamda kolektife güvensizliğinin arkasında gizlemeye çalıştığı kendine güvensizliğiyle ön plana çıkan bir önderlik anlayışıyla meseleler ele alındığında iki çizgi mücadelesi yok sayılmış, eleştiri hakkı gasp edilmiş demektir.

Bu gerçekliğin açığa çıkardığı yeni duruma kolektifin vereceği refleks, geleceği açısından hayati önem taşımaktadır. Öncülük ve yönlendirme, bütün kolektifi birarada tutan bir çekim merkezi olma görevini kolektif içi kamplaşmaya neden olacak şekilde kullanan bir önderlik karşısında ise kadroların alacağı tutumun tayin edici bir anlamı olacaktır.

Bireysel çıkarlarını kurumun çıkarlarının önünde tutan kendi zaaf ve hatalarının üstünü örtmek için ilkeleri, tüzüğü yok sayan, sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına cevap olamamadaki kendi rollerini gizleyen, iktidar histerisinin tatmini için parti erkinin yetkilerini tek elde toplamaya çalışan, kurumun görüşlerine denk düşmeyen kişisel görüşlerini kurumun merkezi iradesi adına kamuoyuna korsan biçimde yansıtan bir anlayış açıktır ki, kolektif iradesine yönelen bir darbedir. İdeolojik mücadele yerine kolektif içinde kendi anlayışlarını yaymak için yürütülen faaliyet açık bir hizip faaliyetidir. Kolektifin görüşlerini yok sayan, iradeyi tanımayan, kurum organ ve örgütlerini yok sayarak parti işleyişini yok oluşa sürükleyen bu anlayışa karşı takınılacak MLM tutumu İbrahim Kaypakkaya, Şafak Revizyonistlerine karşı yürüttüğü mücadelede teorik olarak berrak biçimde ortaya koymuş ve PP’nin inşasına yönelerek pratikte hayata geçirmişti.

“Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içinde körü körüne itaati, dalkavukluğu, sırt sıvazlamayı teşvik edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar, örgüt içi eleştiriyi bastırmaya çalışanlardır. Kendilerine yönelen eleştirileri kadrolardan gizleyenlerdir. Hizipçi, bölücü olanlar, kendilerini eleştiren kadroları iğrenç bir iftira ve dedikodu kampanyası ile yıpratmaya, diğer kadroların gözünden düşürmeye, tecrit etmeye çalışanlardır.

... Hizipçi ve bölücü olanlar hem demokrasi hem de merkeziyetçilik ilkesini çiğneyerek kendilerine en aşırı demokrasiyi Marksist Leninistlere de en aşırı merkeziyetçiliği uygulamak isteyenlerdir.

... Bunlar kendi küçük kliklerinin menfaati adına proletaryanın ve emekçi halkın menfaatlerine sırtlarını çevirmişlerdir. ... Halkın menfaati ile Partinin menfaati çeliştiği zaman Marksist Leninistler halkın menfaatinden yana çıkarlar. Bu hizipçilik değildir. Partinin menfaati adına halkın menfaatlerinin  karşısında yer almak, işte budur hizipçilik.

Marksist Leninistler halkın menfaatleri ile partinin menfaatinin aynılaşmasını istiyorlardı. Bu da ancak burjuva önderliğin partiye soktuğu teslimiyet ve ihanet yolundan onu ayırmakla mümkündü. Burjuva önderliği eleştiri ve ikna yoluyla düzeltmek imkansız olduğuna göre yapılacak şey, iflah olmazları tecrit etmek, ihanete giden yollarında yalnız başlarına bırakmak, partiyi ve kadroları devrim yolunda birleştirmektir. Kim ki bu çabayı hizipçilik olarak niteler, o kimse, ‘birlik’ adına halka ihanet yolunda yürümeyi mübah görüyor demektir.” (İK, Bütün Eserleri, Umut Yayımcılık, s. 442)

İ. Kaypakkaya, burjuvaların hakim olduğu partilerde MLM’lerin birleşerek mücadele etmeleri hizipçilik değil tarihi bir görevdir der. Şimdi tabanımızı gerçekleri ters yüz ederek peşlerinden sürüklemeye çalışanların, Kaypakkaya’yı dogmatizmin prangalarına hapsedenler Kaypakkaya çizgisinde ideolojik mücadele yürütenleri hizipçilik safsatasıyla yaftalamaya çalışmakta; kitlemizi, şiddet uygulamaya dahi sevk-teşvik ederek açıkça Kaypakkaya’yı tahrif etmekteler.

Eskimiş, mevcut duruma yanıt olamadığı pratikte defalara kanıtlanmış görüşlerine kendi çıkarları için tapınan bir yaklaşımın kaçınılmaz olan ideolojik mücadeleye ilkeli biçimde girmesi beklenemez.

Çünkü bu yaklaşımla hareket edenlerin çıkarları halkın, devrimin, partinin çıkarlarının önüne geçmiştir. Bu yüzden burjuva siyasetin bütün kirlerini kullanarak ideolojik mücadeleden sıyrılmayı esas alırlar. Kendisini durdurmaya çalışan, mücadeleyi ideolojik zemine çekmeye çalışan pratik sahiplerine şiddete varana kadar burjuva siyaset artığı her türlü yöntemi kullanmaktan çekinmezler. Dogmatizmi, oportünizmi, uzlaşmacılığı, bürokratizmi kolektif içine hakim kılmak için biat eden bir örgütlenme yapısı şekillendirmeye çalışanlara karşı kendi gerçekliğimize korkusuzca bakacağımızı, mevcut olanla yetinmeyeceğimizi, mücadelenin bizi zorladığı değişime cüretle yönelmekten çekinmeyeceğimizi defalarca kez yineledik. Bu zorunlu görevleri yerine getirmemek için ayak direyenlerin elimizi kolumuzu bağlayarak partiyi soluksuz bırakmasına, kitleden, politikadan koparmasına daha fazla müsaade etmemek tarihsel bir görev olarak bizleri beklemektedir.

“Özgürce benimsediğimiz bir kararlı düşmanla savaşmak amacıyla daha başında kendimizi tek başına bir grup olarak ayırdığımız için ve uzlaşma yolu yerine savaşım yolunu seçmiş olduğumuz için bizi suçlayan kimselerin bulunduğu yakınımızdaki bataklığa çekilmemek amacıyla birleşmiş bulunuyoruz. Ve şimdi arkamızdan bazıları şöyle bağırmaya başlıyor: Gelin bataklığa gidelim! Ve onları ayıplamaya başladığımız zaman da karşılıkları şu oluyor, ne geri insanlarsınız! Sizi daha iyi bir yola çağırma özgürlüğünü bize tanımamaktan utanmıyor musunuz? Evet beyler! Yalnızca bizi çağırmakta değil istediğiniz yere, hatta bataklığa bile gitmekte özgürsünüz. Aslında bize göre sizin gerçek yerini bataklıktır, oraya ulaşmanız için size her türlü yardımı yapmaya hazırız. Yeter ki ellerimizi bırakın, yakamıza yapışmayın ve o büyük özgürlük sözcüğünü kirletmeyin, çünkü biz de dilediğimiz yere gitmekte ‘özgürüz’; yalnızca bataklığa karşı değil yüzlerini bataklığa doğru çevirenlere karşı da savaşmakta özgürüz!” (Lenin, Ne Yapmalı?, s.26, 2016)

45118

“Cennette büyük kaos var! Vaziyet şahane!”

Referandumun ilk aşaması “Evet”in kıl payı öne çık(arıl)ması ile sonuçlandı. Başkanlık sistemi, merkeziyetçiliğin daha kurumsal hale getirilip, egemen kliğin devlet iktidarında çelişkilerden azade bir rahat soluk alabilmek için tasarlanmışken daha ilk adımında, kendi sınıfdaşlarınca dahi meşruluğu sorgulanır hale geldi. Devlet krizinin farlı krizleri de doğurarak büyüyeceğini, böyle bir kaos durumunun da devrimciler açısından ezilenlerle birlikte çok yeni kapılar açacağını tespit etmek gereklidir.

İbrahim Kaypakkaya Beynimizde Bilinç, Bileğimizde Güç, Yüreğimizde Cesarettir!

“Musa Kırmızı asılmayacak!

Biz hapiste çok yattık. Hapisliğin ne olduğunu biliriz.

Ölüm dersen her gün karşı karşıyayız!”

(Yılmaz Güney'in 1970 Yapımı Yedibelalılar Filminden bir replik.)

Türkiye devrimci hareketine birkaç söz:

Anglo-Sakson ittifakı ve Arap Sünni-NATO’su! 

16 Nisan referandumundan sonra özel olarak devrimci basına göz gezdirip bir şeyler aradım. Öyle ya, her hareketin bir nedeni ve bir sonucu olduğu gibi, bir yorumu bir analizi, çıkarsanılacak dersleri de vardır! Referandum öncesi tavrını “Hayır” ve “Boykot” olarak açıklayan devrimci hareketin çeşitli kanatlarının, seçim sonrası süreci değerlendiren, belirledikleri tavırların referandum sonrası kazanım ve kayıplarının muhasebesini yapan bir yaklaşım görmedim.

Emperyalistler arası savaş çanları çalarken... ENTERNASYONAL MÜCADELEYİ YÜKSELTELİM!

Trump’ın başkan olmasıyla ABD emperyalizminin gittikçe ivmesi artan saldırgan politikalar içine girmesi salt politik düzlemde açıklanamaz. Ekonomi, politikayı belirleyen temel parametre olduğu için politika, salt politika değildir. Siyasi alandaki değişim ve gelişmelerin daha görünür olması onu ön plana çıkarırken ekonomiyi görünmez kılar. ABD emperyalizminin Ortadoğu alanındaki saldırganlığı, emperyalistler arası çelişkilerin her alanda derinleşmesinin bir sonucudur.

“Rojava’yı anlamak”

Rojava, emperyalizme-faşizme ve gericiliğe karşı savaş ve direnişin yürütüldüğü hatırı sayılı toprak parçalarından biridir. Bir yandan TC ordusuna ve DAİŞ faşistlerine karşı direnilirken diğer yandan “ekonomi-eğitim-sağlık-kültür-basın-güvenlik-demokratik yönetim-inşa” gibi birçok konuda özgürlükler tarihine eklenebilecek nitelikte önemli ders ve deneyimler kazanılıyor. Rojava, ezilenlerin direniş ve savaş geleneğine özgürlük ideallerine değişik düzeylerde katkı sunacak mütevazi süreci yaşamaktadır.

1 Mayıs için Taksim iradesi gösterenleri tehlikeye atanları, şiddet uygulayanları özeleştiri vermeye çağırıyoruz!

Kolektifimizin uzunca bir süredir yaşadığı çeşitli iç sorunlar en son Özgür Gelecek gazetesi Aksaray bürosunun basılması, gasp edilmesi ve çalışanlarının darp edilmesiyle ile ciddi bir aşamaya ulaşmış, bu ve devamında sürdürülen devrimcilere dönük şiddet pratikleri, devrimci kaygılardan uzak bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu açık bir şekilde ortaya sermişti.

Ermeni mücadele tarihinde Antranik Ozanyan

20.yüz yılın başlarında Ermeni halkının durumu vilayetlerde hiç de iyi değildi.Ümit verici gelişmelerden uzaktı.Osmanlı hükümeti Sasun yöresinde Ermeni halkının yükselen devrimci mücadelesini en ağır biçimde kanla bastırarak sonuca ulaşmak için karar vermişti.Bunun yanısıra dayanılmaz ölçüde ağır vergiler,haraçlar artık halkın ekonomik olarak da varlığını tehdit eder noktaya getirmişti.Ağır siyasi ve ekonomik baskılar beraberinde Fedai Hareketinin doğmasına sebep olmuştur..Halkı savunan,direniş örgütleyen Fedai'ler tarihin ortaya çıkardığı zorunlu birlikteliklerdir.Halk zorunlu olarak silah

Ne Macron Ne Le Pen

Fransa’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu sona erdi. İkinci tur Macron ve Le Pen arasında geçecek.
Anketler, zaten çok uzun zamandır Marine Le Pen’in ikinci tura kalacağını söylüyordu. Macron ise Sosyalist Parti’deki dağınıklık sayesinde ikinci tura kaldı.
Süreçte herkes, solcu cumhurbaşkanı aday adaylarına dair şakalara tanıklık etti. Benoît Hamon’un seçilmesi sonrası birçok solcu, Manuel Valls önderliğinde gemiyi terk etti ve böyle birine güven duyabileceklerini ortaya koydular.

TKP/ML TİKKO Rojava Komutanlığı

Dörtler’i ezilenlerin yüreğinde, direnişlerini savaşımızda yaşatacağız

Ermeni soykırımında karadeniz'e çuvallarla atılan insanlık:Tamer Çilingir

Bugün Ermeni soykırımının tarihsel nedenlerini daha iyi anlayabilmek için Osmanlı İmparatorluğu’nda 1876 yılında II. Abdülhamid tarafından ilan edilen anayasal yönetim olan 1. Meşrutiyet dönemine gitmek gerekir. 1876’dan 1923 yıllarına kadar yaşanan süreçte Ermeni, Süryani ve Rumlar soykırımına uğratılmıştır, yok edilen sürgün edilen bu halkların ardından tek ulus, tek din temeli üzerinde yeni bir devlet inşa edilmiştir.

‘Nenemin Masalları'

Bazı kitaplar sadece içerikleri ile değil, yaratım süreçleri açısından da övgüyü hak eder. Çünkü içerikleri kadar üretildikleri koşulların ağırlığına da direnmişlerdir. 1980 darbesinin en korkunç işkencehanelerinden birine dönüşen Diyarbakır Cezaevi’nde kalan bir tutuklu olarak Serdar Can’ın, 1991 gibi bir tarihte, 1915 Ermeni Soykırımı hafızasını neredeyse ilk defa ele aldığı ‘Nenemin Masalları’ kitabı tam da bu bağlamda övgüyü hak ediyor.

İdam cezasına mahkum edilmiş bu genç devrimci devletin soykırıma yönelik inkar duvarında bir gedik açmayı başardı.

Sayfalar