Çarşamba Nisan 24, 2024

Hollanda ve Türkiye arasında yaşanan “krizi” nasıl okumalıyız?! H.Gürer

AKP’nin siyaset yapma Algoritması!

Türkiye, 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşecek olan “anayasa ve başkanlık sistemi referandumu” için, dünya da eşi benzeri görülmemiş “seçim çalışmaları”na başladı. Sınır ötesi seçim çalışmalarının bir ayağını da Hollanda olarak belirleyen AKP, 11 Mart Cumartesi günü Hollanda Rotterdam şehrinde ‘referandum kampanyası programı’ organize etmek istedi. Bu etkinliğe katılmak isteyen Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na, Hollanda hükümeti Dışişleri Bakanı Bert Koenders telefon ederek; “Hollanda’da referandum kampanyası yapmanızı istemiyoruz. Gelmeyin…” demesine karşın, Çavuşoğlu istenmediği bu ülkeye gitmekte kararlı olduğunu açıklamış, programını iptal etmeyeceğini duyurmuştu. Bu gelişmelerin ardından başlayan “diplomatik kriz” nasıl okunmalıdır? Buraya gelmeden kısa birkaç açıklama yapmak, süreci daha sağlıklı okumak açısından faydalı olacaktır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, Türkiye dünyada eşi benzeri olmayan bir seçim süreci işletiyor. Özel olarak Türkiyeli göçmen nüfusunun yoğun yaşadığı Avrupa ülkelerinde sandıklar kuruyor. Toplantılar, konferanslar, hatta mitingler düzenlemeye kadar işi taşırmaya çalışıyor. Bu durumdan rahatsız olan Avrupa ülkeleri, kendi ülkelerinde bulunan Türkiyeli göçmenlerin bilinçlendirilmesine karşı değiller fakat, Türkiye tarzı bir seçim kampanyasının da kendi ülkelerinde yürütülmesine haklı olarak karşılar. Çünkü neredeyse otobüsler tutulup marşlar çalınacak, direklerden direklere bayraklar asılacak hale getirilecek. Kendi ülkelerinin seçim süreçlerinde dahi bu vb. uygulamalar yapmayan Avrupalılar, Türkiye’nin bu tarzından pekâlâ rahatsız olma hakkına sahipler. İkinci bir nokta ise, bu tür çalışmalar kendi ülkelerinde toplumsal kargaşa, iç huzursuzluk, toplumsal gerilim vb. yarattığını düşündüklerinden, anayasa referandumu için Avrupa ülkelerinde toplantı düzenlemek isteyen bakanlara bugüne dek Almanya, Hollanda, Avusturya ve İsviçre engel çıkardı. Bu ülkelerin aynı anda siyasi, ekonomik ve askeri anlaşmalarını da yapmayı sürdürdüklerinin de altını çizelim!

Hollanda’nın çekildiği minder, bilinçli tırmandırılan kriz
Bu vb. gelişmeler her ne kadar AKP veya T.C karşıtı şeyler gibi gözükse de, iki yanı keskin bıçak gibi bir karakter taşıyor!

Birincisi; AKP iktidar olduğu 15 yıllık süreç boyunca, içine düştüğü her yönetememe krizinde, her seçim ve her referandum gibi kritik dönemlerde, kamusal sonuçları olan şeylerle kendisini “mağdur” durumuna sokmayı başarıyor! Böylece kitlesini daha da çok kemikleştiriyor. Karamsar durumda olan milliyetçi-sosyal şoven unsurların da histerik duygularını körükleyerek “kararlı” hale getirip yanına çekiyor! (Bu olayla CHP’nin tavrının da AKP ile aynılaşması gibi) Haliyle Hollanda’nın bu çıkışı, AKP’nin ön gördüğü başkanlık sistemini ve yeni anayasa tasarısının geçmesini garantilemesi açısından önemli bir “destek” ve “yardım” olarak görmek mümkün. Onca uzaklıkta bir ülkenin iç siyasetine ve iktidar partisine ancak bu denli bir yardımda bulunulabilirdi! AKP “bizi dışta AB ülkeleri, içte terör örgütleri istemiyor. Daha güçlü bir Türkiye için evet deyin” türünden ucuz sloganlar ve basit şoven kampanyalar için önemli bir hamle manevrasına sahip oldu. Kendi medyası ile yapamayacağı reklamı, isteyip de ulaşamadığı kesimlere dünya medyası ile ulaşmayı başardı. Dünyanın gündemine düşüp tartışılıyor olmak, milyar dolarlar vererek yapılamayacak büyüklükte bir şeyken, Hollanda’yı bu mindere çekerek yapmak daha akıllıcaydı. Bu başarıldı.

İkincisi; Hollanda hükümeti açıklamalarına baktığımızda, kendi ülkesinde yapılacak referandum çalışmalarını yasaklamış değil, sınırlandırmıştır! Yapılacak toplantı salonu için şöyle deniyor “Bakanın konuşması için yeni bir salon bulunması için görüşmeler sürüyordu ancak bu sırada Türk yetkililer Hollanda’yı tehdit etti. Bu durum mantıklı bir çözüm arayışını imkânsız kılmıştır.” ve Türkiye Dışişleri bakanının uçuşunu iptal etmelerini ise; “İptal kararı, uygun bir çözüm bulunması için görüşmelerin sürdüğü bir sırada kamuoyu önünde yapılan tehditler nedeniyle alındı.” Diyerek kamuoyuna açıklama yapan Hollanda hükümeti, krizi derinleştiren ve bu aşamaya getiren tarafın Türkiye olduğunu iddia ediyor. Açıklama da çarpıcı bir bölüm de şurası; “Hollanda hükümeti ülkedeki Türkiye vatandaşlarına referandum hakkında bilgi verilmesi için toplantı düzenlenmesine karşı değil. Fakat bu toplantılar bizim toplumumuzdaki gerilimlere olumlu katkıda bulunmuyor ve burada bir toplantı düzenlemek isteyenler, kamu düzeninin ve güvenliğin sağlanması için ilgili yetkililerin kurallarına uymalı. Türkiye hükümetinin bu konudaki kurallara saygı göstermediğini söylemek durumundayız.” Açıklama böyle. Türkiye tüm bu açıklamaları görmezden gelerek, tüm sivil bürokrasisi ile eylem, protesto, açıklama ve tehdit yarışına katılmış durumda. Kimse karşı tarafın ne dediğiyle ilgili değil. Portakal bıçaklayıp, suyunu sıkıp içerken, tehditler yağdırırken, anayasa referandumu için “evet” kampanyasını da aynı anda yürütmeleri son derece planlı bir kampanyanın ürünü olduğunu gösteriyor. “Hollanda resmi makamlarını aratıp mehter marşı dinletti” diye medyaya manşetler atarak kitlesini bu yönlü eylemler yapmaya yönlendirme derdindeler. Cumhurbaşkanı, bakanlar vs. kitleye bir zat eylem çeşitleri sunuyor. İşin bu aşamaya getirilmesi kimin işine yaradığı çok açık…

AKP’nin Kasımpaşa jargonu ile her önüne geleni tehdit ettiğini bu ülke insanı gayet iyi biliyor. Dolayısıyla da “(…) görüşmeler sürüyordu ancak bu sırada Türk yetkililer Hollanda’yı tehdit etti.” Açıklaması gerçekliği ifade ediyor. Aynı şekilde kimi bakanların “kimse bizim toplantımızı iptal edemez, programımız ertelenemez, hesabını sorarız, bedelini ödetiriz” türünden haberlerin yapıldığına da kimi gazete ve sosyal medya üzerinden tanık olduk. Tüm bunlar krizi tırmandırmak için yapılan şeylerdi. Çünkü karşılarında kendi vatandaşları olan gariban bir çiftçiye “ananı da al git” demediklerini, bir ülkeyi tahdit ettiklerini, bunun diplomatik, siyasi ve ekonomik sonuçları olacağını da gayet iyi biliyorlardı. Bilerek, planlanarak ve isteyerek de yapıldı. Çünkü her seçim ve referandum dönemlerinde olduğu gibi “mağdur” olmaya ihtiyaçları var. “Mağdurluktan” çıkıp mağrurluğa dönüşümü önümüzdeki günlerde hep birlikte daha açık ve net olarak göreceğiz…

Hollanda her ne kadar yapmak istediği “sınırlamalarının” nedenlerini açıklamaya çalışsa da AKP tarafından hızlı bir şekilde bu sesleri boğuldu. Hollanda’nın bu tutumunu “tanımsız” bir ifade haline sokarak dünya kamuoyu karşısında “haklı”, Türkiye halkları karşısında ise “mağdur” bir hale ulaşıldı. Böylece AB’nin demokrasi kriterleri kendilerince tartışılır hale getirilecek, Hollanda ise AKP tarafından fırsat verilmeden “tanımlayamadığı sınırlamalar” yüzünden tüm dünya tarafından siyasi baskı altına alınacak, böylece AKP Türkiye ve dünya halkları karşısında “prestij” elde edecekti. Bu “prestiji” Nisan’da ki anayasa ve başkanlık referandumunun geçmesi lehine kullanacaktı. Plan tuttu mu? Bizce tuttu. Hollanda’nın kısa gelecekte özür dilemesi büyük bir olasılıktır!..

Özetlersek;
Hollanda’nın AKP tarafından bilinçli ve planlı bir şekilde çekildiği bu minder, her ne kadar AKP karşıtı gibi gözükse de, esasen AKP’yi referandum sürecinde elini güçlendiren çıkışlardır! Referanduma kadar benzer gelişmeler, çıkışlar ve ülke içi veya ülke dışında siyasi, politik, askeri komplolar sürpriz olmamalıdır!

57669

H.Gürer

H.Gürer sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

H.Gürer

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Sayfalar