Cuma Mart 29, 2024

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

Emperyalist burjuvazi, Irka’a; “demokrasi getirmek ve insan haklarını tesis etmek” için, girer, bombalar, bir milyondan fazla insanı öldürür, ktileler içinde alt kimlikleri kaşıyrak birbirine düşman haline getirir ve savaş artık kitlelerin birbirine karşı savaşına dönüşür ve burjuvazi buraya “demokrasi” getirdiğinden , “insan hakları normlarını yerleştirdiğinden” utanmadan, gözümüzün içine baka baka, söz eder.

 

Suriye’de, “diktatörlüğü yıkmak”, “demokrasi ve insan haklarını tesis etmek için”, taş taş üstünde bırakılmaz, binlerce katili Suriye içine sürerler, yüzbinlerce insan katledilir. Ne kültür ne de yüz yılların insanlık mirası kalır, “din” adına savaşları kışkırtır ve herkes birbirini boğazlayacak duruma ve insanı insan olduğuna utandırır hale getirilir. Emperyalist burjuvazi, yine, “hukuçu”, “adaletçi” ve “demokrasici” kesilir.

 

Türkiye’de son günlerde yine “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı” sıkça konuşulur oldu. AKP, kendi çıkarları doğrultusunda 2010 yılında referanduma sokarak değiştirdiği yasaları yeniden, yani, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde değiştirmeye çalışıyor ve değiştirecek de.

 

Bütün burjuva muhalif kesim, basbas bağırmaya başladı; “kuvvetler ayrılığıyla oynayamazsınız!”, “yargı bağımsızlığı kutsaldır!”, “halkın yargıya güvenini sarsmayın!”, “hukukun üstünlüğü korunsun!” vb. vb. demeçleri üst üste yığılıyor.

Ve bunların hepsi, bu ülkede eskiden beri yaşananlar yok sayılarak,  gözlerimizin içine bakılarak yapılıyor. Her şey ayan beyan ortada. İstedikleri gibi “hukuk” yapıyorlar, istedikleri gibi “adalet” dağıtıyorlar, istedikleri gibi, “hukuk üstünlüğü” anlayışları ortaya çıkarıyorlar ve buna rağmen kalkıp “bağımsız yargı”, “kuvvetler ayrımı” demeleri mide bulandırıyor.

 

T.C. devleti, tarihi boyunca, çok sevdiklerini söyledikleri, “batı tipi” bir burjuva hukukuna dahi sahip olamadı. Kimi kanunları alıp “yasa” diye kağıt üstüne geçirseler de, pratikte onu uygulamadılar. Hukuk ve adalet, burjuvazinin çıkarlarına göre işledi ve işletildi. Bir burjuva diktatörlüğünde başka türlü olması da beklenemezdi. 

 

Liberal kalemşörlerimiz, her ne kadar “batı tipini” savunsalarda, onların “Batı”sının da; Afganistan’da, Irak, Suriye, Filistin, Afrika ve daha bir çok ülkede, nasıl bir “demokrasi” ve “hukuk” sistemi uyguladıklarını, her gün binlerce insanın katledilmesi ve ölmesiyle görüyor ve yaşıyoruz. Onların “Batı hukuku ve demokrasisi”, İtalyan kıyılarında Akdenize diri diri gömülen binlerce Afrikalı, Asyalı yoksul göçmenin cesetleriyle kanlanmıştır. Onların Batı demokrasisi; Bangaldeş, Hindistan, Kamboçya, Tayland, Pakistan, Endonezya, Filipin, Afrika kıtasında yer alan ülkelerin hepsinde ve daha yüzlerce yoksul bıraktıkları ülkelerin yoksul binlece emekçilerin alın teriyle kanlanmış durmdadır.

 

AKP, 12 Eylül 2010 değiştirdiği ve istediği gibi biçimlendirdiği HSYK, 17 Aralık yolsuzluk olayından sonra, baktı ki “açık” var, hemen değiştirmeye yöneldi. Bundan önce, kendi yasa ve kanunlarını da çiğneyerek AKP’nin emri dışına çıkan tüm bürokrat ve polis yetkililerini değiştirdi. Oysa, düne kadar bunlar “kahramanlık destanı” yazan AKP elemanlarıydı.

 

Burjuvaziye, “hukuk” yetmez. Burjuvazi için hukuk; sermayenin büyümesini ve egemenlik alanlarının genişletilmesine hizmet etmek zorundadır. Özellikle emperyalizme bağımlı kapitalist ülkelerde böylesine değişimlerin yaşanması sık sık görülür. Gelişmiş kapitalist ülke burjuvazisi, olağan koşullarında, açıktan, bu tür “hukusuzluklara” müsade etmez. Siyasal temsilci ve bürokratlarının “hatalarına” göz yummaz, anında görevden alır. Daha çok istifa ettirir. Böylece, burjuva hukuku, kitlelere, “eşit adalet”li gösterilir. Örneğin,  Almanya’da bir cumhurbaşkanı, “Afganistan’da çıkarlarımız için varız” dediği için, “sen bunu nasıl söylersin, biz orada Afgan halkına yardım için varız” gerekçesiyle, yani, adam doğruyu söylediği için, anında istifa ettirildi. Bir Afganistan olayı, Almanya’da, dört yıl içinde, iki cumhurbaşkanı, iki savunma bakanı, bir genelkurmay başkanı ve bir çok danışmanın başını yedi. Batı, burjuvazisi, kendi “demokrasisi”ni aynen böyle koruyor. Kitlelerin burjuva hukukuna ve adaletine güvenleri sarsılmasın diye.

 

Türk burjuvazisi, emperyalizmin elinde büyüdüğü için, "yerine" yerleşemedi, ne hukuk sistemi yerleşti, ne de burjuva demokrasisini yerleştirebildi. Bunların kıyısından köşesinden geçti, ama bunu içselleştiremedi. Ve Türk kapitalizminin başından beri ağır aksak gelişmesi, burjuvazisinin de gelişmesini buna göre koşullandırdı. Bu nedenle de paylaşılmayan çok alan var, yeni yeni palazlanan yeni egemen güçler var. Bunlar arasındaki mücadele de hep sert ve yer yer kanlı olmuştur. Bu, hemen hemen bütün yarı-sömürgelerde böyledir. Bu gelişmeler, bu tür ülkelerin emperyalizme bağımlı oluşundan ve onun çıkarlarına göre siyaset belirlemesinden ayrı ele alınamaz.

 

AKP (ve Cemaat) hükümeti de, iktidara geldiğinde, arakasındaki yeni kapitalistleri güçlendirdi. Onların palazlanması, doğal olarak daha önce palazlananlarla, aralarında, bir sömürü ve egemenlik savaşı başlattı. Çünkü yeni gelenler eskilerin yerlerine gözlerini diktiler. Başka türlü de olamazdı. Şu anda, AKP’nin sallanması, “gitti-gidecek” olması, egemen sınıflar arasındaki savaşın siyasal görüntüsünden başka bir şey değildir. AKP ve arkasındaki sermaye, iktidarı kaybetmemek için her yolu deneyeceği gibi, yeni ittifaklara ve uzlaşmalara gidebilecektir.

 

Böyle bir devletin “hukuku” da buna göre oluşmaktadır. Genelde, burjuva hukukun sınırlarını belirleyen egemen güçler arasındaki çatışma oluyor. Askeri darbeler, askeri müdahaleler, hükümetleri düşürmeler, emperyalist burjuvazinin yanında, içerdeki egemen güçler arasındaki çıkar dalaşları, “demokrasi”nin içeriğini, “hukuk” ve “adalet” sistemini de belirliyor. Bu nedenle de, “bağımsız yargı”, “hukukun üstünlüğü”, “bağımsız mahkemeler” diye bir durum söz konusu değildir. Halkımız bunu yakından bilir. En küçük bir adli olayda dahi rüşvetsiz işlem yapılmaz. Ya hakim, ya savcı ya da mubaşire para verilir. Ya da bunları tanıyan “nüfuzlu” biri, yine para karşılığı araya sokulur. Cinayet olayalarından tutunda tüm diğer adli olaylara kadar, bu işin muhatabı olanlar, rüşvetle adam ararlar. “Adamını” bulan, suçlu da olsa, ceza almadan ya da az ceza ile “temiz” hale gelir, getirilir. Burjuvazinin ise basına yansımayan, yansıtılmayan, kendi yasalarına ters, o kadar “hukuksuzluğu” vardır ki, bunların adı bile geçmez. 

 

TC devletinin “adaleti” parayla ölçülür. Hukuk sistemi ise, öncelikle burjuva devletini ve onun çıkarlarını, yani, sermayenin çıkarlarını korur, ondan sonra ise halkın devletle ya da kendi aralarındaki “uyuşmazlıkları” konusuna bakar. Bunları da yine, sermayenin çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde yapar. Ama, burjuva adaleti, her zaman mülkün, daha doğrusu üretim araçlarını (esas mülk budur, çünkü bu kitlelerin elinden, yasa vb. zorla, şiddetle çekilip alınmıştır) elinde bulunduran sınıfın çıkarlarını, kitlelerden korumaya yönelik düzenlenmiştir.

 

Gelinen son süreçte ise, “hukukun üstünlüğü”, egemen sınıflar arası keskin dalaşmanın sonucu iyice deşifre oldu. Burjuva “adaleti” ise, Roboski’de, çoktan ölmüştü. Kürdistan’da zaten, hiç bir zaman burjuvazinin yazılı “adaleti” ve de “hukuku” işlemedi. Faşist devletin zorbalığı işledi ve hep o devredeydi. 

 

Türk hukuk sistemi; bir diktatörün kırık ayanasına bakıp, egemenlik alanlarının parçalandığını görmesinin hırçınlamasına bağlı olarak, yeniden ve yeniden düzenleniyorsa, bugüne kadar olanın da bundan pek farklı olmadığının yanında, ve bu hukukun ne denli “hafif” olduğunun da göstergesidir. Bu aynı zamanda, onların, demokrasisinin de içeriğini oluşturur.

 

Kitle mücadeleleri de burjuva hukukun demokratik haklar yönünde sınırlarının genişlemesini sağlar. Ancak, burjuva devleti var olduğu sürece, burjuvazinin sermayenin çıkarları doğrultusundaki temel yasal düzenlemelerini değiştiremez. Bu bir devrim sorunu olarak kalır. Elbete, bu gerçeklik,  kitlelerin, demokratik hak ve özgürlükler için mücadelesini reddetmez, tersine, bu uğurda mücadelenin büyütülmesini, genişletilmesini ve sürekli güncelleştirilmesini zorunlu kılar.

 

Türkiye’de “hukuk” ve “adalet” sistemi, sermayenin çıkarlarıyla örtüşüyorsa “huku”tur, “adalet”tir. Gerisi, ise “hukusuzluk” olur. Aynen bugün olduğu gibi. Onlar,  halka karşı işledikleri suçları “hukuksuzluk” saymazlar. Haziran Ayaklanması (GEZİ) sırasında yapılan baskılar, tutuklamalar, öldürme ve yaralamalar “hukuksuzluk” sayılmaz. İnsanların yargılanmadan yıllarca cezaevlerinde tutulması, işkencelerin yapılması, devrimci tutsaklara yönelik katliamlar “hukusuzluk” sayılmaz. İşçlerin haklarının gasp edilmesi, iş kazaları adı altında işlenen cinayetler, sermayenin daha da palazlanması için, kentsel dönüşüm adı altında rant alanların açılması, doğanın açıktan katledilmesi, ekolojik dengelerin bozulması vs. vs. “hukusuzluk” sayılmaz. Kısacası burjuvazi için, sermayenin cinayeti “hukuk”tur, “adalet”tir, sömürülenlerin hak araması, baskı ve sömürüye karşı çıkmaları ise “hukuksuzluk”tur, “terör”dür. Bu, farklı sınıfların farklı hukuk sistemlerinin pratik halidir.

 

Türk devletinin hukuku,  halkı baskı ve sömürü altında tutan bir hukuk sistemidir. Ne mahkemeleri ne yargılamaları ne de “dağıttığı adalet” asla ve asla bağımsız olmamış, bir avuç burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik düzenlenmiş ve bunlar “yasa” ve “kanun” haline getirilmiştir. “TC devletinin, hukuk ve bundan ayrı olmayan adalet sisteminin “bağımsız” olduğunu ileri sürmek, en basit söylemle; sahtekarlık ve kitleleri kandırmaya yönelik bir yalan propagandasıdır. 10.01.2014***

90851

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Sayfalar