Çarşamba Nisan 24, 2024

Hükümet-PKK ‘Ortak açıklaması ’ ve BHH seçim tavri üzerine kısa deginmeler

HDP-İmralı heyeti ile Hükümet yetkilileri arasındaki görüşme ve PKK’nın on maddelik açıklaması üzerine bir çok yorumlar yapıldı ve bazı kesimler “PKK silah bırakacak” şeklinde yorumladı.

Her şeyi kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekiyor. Koşullardan bağımsız yorumlar, gerçeklerle örtüşmez veya doğru yaklaşımlar olarak ortaya çıkmaz. PKK’nın geldiği aşamayı da bir on yıl öncesi ve hatta beş yıl öncesi gibi ele almak yanıltıcı olur. Bölgede ve uluslararası alanda bu süreçte çok şey değişti.

Her şeyden önce Irak ve Suriye’deki statüko bütünüyle değişti. Bu duruma bağlı olarak PKK, sadece  Türkiye’nin “misaki milli” sınırları içinde değil, geniş anlamıyla Kürdistan’da bir güç, bu bağlamda Ortadoğu’da bir güç oldu. Bunlar bir yana, Rojava’nın ortaya çıkması ve KOBANE savaşı, PKK’yı silahsızlandırmaya değil, daha fazla silahlanmaya ve bir devlet olarak ortaya çıkmasının güçlü ön koşullarını yarattı.

Böylesine ortada fiili bir durum varken, “PKK silahları bırakır-bırakmaz” tartışmaları, anlamsız bir tartışma oluyor. Daha önce, “BU Kürtlerin Son Savaşı MI?” (11.10.2014)[1] başlıklı makalemde belirtmiştim: Kürtlerin ulusal savaşının daha uzun süreceğini... 

PKK-Hükümet “ortak açıklaması” olarak bilinen açıklamada ise, ortada fazla bir şey yok. İki tarafta kendine göre yorumluyor. Ancak, bu açıklamada PKK’nın öne çıktığı ve devletin PKK ile ortak bir açıklama yapmak zorunda kaldığı gerçeği vardır. Devletin neden böyle bir açıklamaya gereksinim duyduğu açıktır. AKP ve devlet, “PKK teröristlerine silah bıraktırıyor” havası yaratarak kısa vadeli çıkarlar hesabı güdüyor. Ancak, buna ne kendi tabanı inandı ne de başkaları. Çünkü, öne sürülen on maddenin Türk devleti tarafından yerine getirilmesinin de koşulu yoktur. Demokratik bir ortam, ancak, Türk ve Kürt işçilerinin ve emekçilerinin ortaklaşa mücadelesi sonucu gerçekleşebilir. Türk devletinin ise demokratik bir niteliği söz konusu değildir.

PKK, Türk devletiyle silahlı “çatışmasızlık” ortamının sürdürülmesini, kendisi açısından bugünkü koşullarda doğru görmektedir. Bu nedenle de PKK böyle bir açıklamaya onay vermiştir. Ancak, bundan “silahların bırakılması”nı çıkarsamak, bölgedeki gelişmeleri ve PKK’nın son iki yılda elde ettiği kazanımları yok saymak ya da görmezden gelmek demektir.

“Ortak açıklama”ya karşın, devlet de PKK da birbirlerinin ne yaptığını biliyorlar. Karşılıklı güç denemesi, taktiksel politikalar ve türbünlere oynama politikasıdır. Özellikle devletin politikası budur. Devlet, PKK’yı yenmeyi, dağıtmayı çok istedi başaramadı. Bölmeyi çok istedi başaramadı. En son, “teröristlerle masaya oturulmaz”dan, “oturulur” düzeyine gelmek zorunda kaldı. Bu durum PKK’ya uluslararası alanda da bir avantaj sağlamış ve kendi siyasal konumunu daha da güçlendirmiştir.

PKK, gelinen aşamada silah bırakmaz, silahların gücüyle geldiği noktayı bırakması doğru  da olmaz. Ancak,  yenilir ve askeri güçleri bir başka güç tarafından zorla (savaşla) dağıtılırsa, o zaman PKK silah bırakmak zorunda kalır. Bugün, nasıl ki, Türk devletinin kendi ordusunu gönüllü olarak dağıtmayacağını biliyorsak, PKK’nın da kendi ordusunu (askeri gücünü) gönüllü olarak dağıtmayacağı bir o kadar açıktır. Bu niyet sorunu değil, koşullarla ilgili olduğu kadar, bu koşulların ortaya çıkardığı ulusal hareketin siyasal niteliğiyle de ilgilidir. Reformist olmak, ezilen bir ulusun çıkarlarını feda etmek anlamına gelmiyor.

Bir çok anlaşmalar, uzlaşmalar ve hatta yer yer kısmi geri çekilmeler olabilir. Ancak, PKK’nın silahları bırakması beklenmemelidir. Bunu, Öcalan istese de başaramaz.

Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, PKK’nin devlet ile bir masa etrafında oturması kadar doğal bir şey olamaz. Savaşan düşman güçler, bir taraftan savaşırken, bir taraftanda barış görüşmeleri yaparlar. Bu, bütün savaşlarda böyle olur. Bunun yadırganacak bir yanı yoktur. Önemli olan içeriktir. Örneğin, Filipin Komünist Partisi ve FARC-EP’de aynı görüşmeleri yapıyorlar. Ve daha niceleri... Savaşın bir yanının barış ( ya da ateşkes) olduğu unutulmasın. Bunlar da, birbirleriyle savaşan güçlerin karşılıklı görüşmeleriyle olur. Ve bu da, savaşın, masadaki mücadele biçimidir.

Tartışmanın esas konusu, Kürt Ulusal Hareketinin, Türkiye ve Kürdistan’da demokratikleşme de oynadığı rol olmalıdır. Bugün, Kürt Ulusal Hareketi, bu rolü oynuyor ve işçi sınıfının mücadelesinin bir müttefiki durumundadır. İşçi sınıfı, demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesinde bu müttefiki dıştalama ya da onu karşı tarafa itme anlayışı içinde olamaz. Onun reformist ve sınıf uzlaşmacı politikalarını eleştirmeli, ama, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve faşizmin geriletilmesi için de birlikte mücadeleyi güçlendirmelidir.

PKK, Kürt ulusunun siyasal hak ve özgürlüklerini kazanmak ve elde etmek için sol’a gereksinimi var. Sol’un da, PKK ile müttefik olmaya gereksinimi vardır. Bugünkü koşullarda asgari taleplerde bir ortaklaşma söz konusudur. Ayrıca, PKK; kendini “sol” olarak değerlendiren bir çok “sol” harekettende (örneğin BHH içinde yer alan bazılarından) pratik ve siyasal duruşuyla işçi sınıfına daha yakın konumdadır.

HDP nezdinde 7 Haziran seçimlerinde ortak bir mücadele konseptinin oluşturulması, sınıf uzlaşmacı ya da proletaryanın sınıf çıkarlarının gözardı edilmesi değil, faşist diktatörlüğe karşı ortak bir mücadelenin seçimler özgülünde oluşturulmasıdır.

BHH’nin Seçim Tavrı

BHH (Birleşik Haziran Hareketi)’nin  7 Haziran Genel Seçimi ile ilgili açıkladığı tavır ise geleneksel orta yolcu bir tavrın dışa vurumu olmasının yanında, devrimci demokrat güçlerle ortak hareket etmek yerine, CHP’ye “muğlak” bir göz kırpmanın tavrı gibi gözüküyor. Özünde  ise, bu tavır, CHP’le göbek bağını kesmemesinden kaynaklanıyor.

Açıklamalarının demokratik haklarla olan içeriği, HDP ve bileşenlerinin açıklamalarından daha ileri değildir. Demokratik bir çerçevenin dışına çıkmamaktadır. O zaman, HDP ile ittifaktan kaçmanın nedeni ne? Bu açık değil. Çünkü, BHH bileşenlerinden ÖDP yetkilileri, CHP-HDP-BHH ittifakının olabileceğini açıklamışlardı. Yani, onların gönlünde CHP ile ittifak yatmaktaydı. CHP buna yanaşmayınca, kimseyle ittifak yapmayarak, ortada bir yerde durmayı tercih ettiler. Saflarındaki şövenist etkilere karşı mücadele etmek ve göğüs germek yerine onun etkisi altında kalma yolunu tercih etmişlerdir.

BHH bileşenleri içinde, kemalizm “hayranlığının” güçlü bir yer tuttuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ezilen ulus demokratları ile birlikte gözükmektense, ezen ulus egemenlerinin  “sosyal demokrat” kılıflı bir sınıf partisiyle ittifaka daha yatkın gözükmeyi tercih ediyorlar. Onları, HDP ile ortaklaşa mücadeleden uzaklaştıran esas etmenlerin başında bu geliyor. Yoksa, proletaryanın sınıf çıkarlarını ya da onun ideolojisinin saflığını korumak diye her hangi bir dertleri olduğundan değildir.

BHH bileşenleri, mevcut siyasi iktidara karşı kitle hareketini, sokağın gücünü  geliştirmek istiyorsa yine Kürt hareketi ve sol’a yüzünü döndürmeliydi, büyük burjuvazinin partilerinden biri olan CHP ye göz kırpmak veya yakın durmaya değil. Bunu yapmamak bir sınıf tercihidir. Hangi sınıf ve kesimlere yüzünü dönme meselesidir. Hangi saflar ve kesimlerle ittifaklara girme veya eğilim duyma meselesidir.

Seçimlerin kurtuluş olmadığını komünistler başından beri açıklıyor. Ancak, seçimlere katılma koşulu varsa bu mücadele alanını terk etmek de doğru değildir. Evet, seçimler, işçi sınıfının kurtuluşunu getirmeyecek, ancak, kitleler parlamentodan umutlarını kesmedikleri sürece, burayı da bir mücadele alanı olarak kullanmak, sınıf bilinçli proletaryanın görevleri arasındadır. Tersi  “sol” komünizm çocukluk hastalığı”dır.

Esas olarak, sokaklardaki mücadeleyi geliştirmek, bütün üretim alanlarında işçi sınıfının mücadelesini örgütlemek ve geliştirmek birincil görev olmalıdır. Ancak, sınıflar arası mücadele çok yönlüdür ve her alanı sınıfın çıkarları için bir mücadele alanı olarak kullanmak gerekiyor.

Kısacası, BHH, seçimlerle ilgili, altına imza atanları da  tatmin etmeyen “muğlak” tavrını açıkladı. Ancak, bu içinden geçtiğimiz süreçte, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlük mücadelesini güçlendirici bir içerikten yoksun olarak...

4 Mart  2015

[1] Bkz. http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kurtlerin-son-savasi-mi


61834

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

IŞİD-İsrail, Kürt Hamas'ı ve Suriyeliler meselesi

IŞİD'in son Atatürk Havalimanı saldırısı ile başlayan tartışmalar yüzeysel olmak kadar gerçeği de ters yüz eden tartışmalardır. 

Öyle ki esas açıktan manipule edilerek yapılan çözümlemeler usulen oluyor ve bunlar DAİŞ'in planlayıcılarına objektif hizmet olarak da geri dönüyor.

Dik duran nikbinlik: SABAHATTİN ALİ[*]

“Non segnis stat remeatque dies.”[1]

Cumhuriyet tarihinin -bilinen- ilk “faili (belli) meçhul”üdür Sabahattin Ali; elbette bilinmeyenler hariç.

Kafası taşla ezildi; başka bir rivayete göre bir polis amirinin elinde kaldı. Sabahattin Ali cinayeti, elbette “faili meçhul” bir cinayet değildir. Devlet, Ali Ertekin’i kullanmıştır. Ancak işin içinde devlet olduğu için cinayet hep “meçhul” kalmış/ bırakılmıştır.

Madımak'tan Çığlıklar Geliyor

Yanarak şekil buldu insanlık,böyle süregeldi tarih... 

Tarih tekerrür etti. Binlerce yılın cadı yakma deneyimleriyle evrilmiş kara cübbeli sakallıların ağızlarından salyalar akıtarak giriştikleri en pis en canavarca eylem. Ve o eylemin gerçekleştirildiği mekan: Madımak.

O Madımak'tan halen çığlıklar geliyor…

Emperyalist Avrupa birliği göbekten çatırdıyor

Kimler umut bağlamadı, büyük hayaller beslemedi ki? Nice eski tüfek “sosyalist”, “komünist”ler Marksist-Leninist ideolojiyi Avrupa birliğine feda etmedi ki? Kimler büyük umutlarla tekelci sermayenin yaverliğine soyunmadı ki? “Marksizm Leninizm’in eskidiğini, vadesini doldurduğunu, tarihin çöplüğüne atılması gerektiğini” hangi dönme liberal, demokrat revizyonist burjuvalar savunmadı ki? Ve emperyalist çıkar gruplarıyla oynaşmayı, cilveleşmeyi esas aldılar.

AB Emperyalist bir birliktir dağıtılmalıdır

24 Haziran’da ingiltere de yapılan AB referandumu sonucu, AB emperyalist burjuvazisi içinde paniğe yol açtı. Brexit’in domino etkisi yaparak ABexit’e dönüşmesinden korkmaya başladılar.

Avrupa Birliği, “... başta ABD ve Japon emperyalist tekellerine rakip olarak ortaya çıkmışsa da, işçi sınıfı, ezilen halklar ve ezilen ulusların karşısında yer alan bir bloktur. Başta da Avrupa işçi sınıfı ve halklarına karşı oluşturulmuş emperyalist bir birliktir.”1

Demek gidiyorsun küçük kırlangıç…

Bir can almakla insan biter mi heval,

Kahpe kurşun kalemini kırar mı heval..

Şu Dicle'nin suyu senden geçermiş heval,

Analar oğul diye içermiş heval...

Bir rüzgar gibi hala esermişsin heval...

Şu Cudi'nin dağlarında gezermişsin heval,

Şu Munzur'un dağlarında gezermişsin heval...

Hitler,Mussolini ve Erdoğangillerin yaratılmasında liberallerin payı!

Son zamanlarda, bir çok liberal ve demokrat köşe yazarı, AKP iktidarını ve Erdoğan’ın “tek kişi(!)” diktatörlüğünü eleştirirken, Sovyetler Birliği’ni ve Stalin’i anmadan geçemiyorlar. Stalin’i Erdoğan ile eşleştiriyorlar ve Erdoğan’ın uygulamalarını Stalin önderliğinde SSCB olan uygulamalara benzetiyorlar. 

Hepimiz ATİK 'liyiz,tutuklanmakla bitmeyiz !

Çok önemli tarihi bir süreçten geçiyoruz.

10 ATİK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu) aktivistinin bir yıldır tutuklu bulunduğu,Almanya'da yargılanmalarına sayılı günler kaldı.Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyelerinin yargılandığı davadan sonra,Almanya'da görülen son 30 yılın en büyük siyasi davası olarak gürülmektedir.

Alman devleti'nin Türk istihbarat örgütü ile anlaşması sonucu Avrupa'nın değişik ülkelerinde gerçekleştirilen operasyonlarda 10 devrimci,haksız yere tutuklandı.

Kerkük’ü Kaça Satalım? – Dursun Ali Küçük

Kürdistan’da doğup büyüyüp Kürdistan’ı satanlar az değil.
Garip ama gerçek...
Kürdistan’da bazı Kürtler kendi ülke ve şehirlerini bir yok pahasına evet kendisi için satıyorlar.
Hem de bedeva.
Kimi karın tokluğuna, kimi gerçekten bedevaya, kimi egemen sömürgecilerden bir etiket ucuz yaşam kapma pahasına bunu yapıyor.
Kimisi de kafası ve ruhu işgal altında olduğu için bunu yapıyor.

İbrahim Kaypakkaya ve Kürt sorunu[1]

“Söyle ateşin söylemeye çekindiğini.”[2]

İşkencede parçalanmış bedeni 20 Mayıs 1973 günü Diyarbakır’da babasına teslim edileli tam 43 yıl olmuş… “İntihar etti,” demişler, utanmadan![3]

44 Yıl sonra onlar yani sonsuzlar[*]

“Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma.”[1]

“Üç Fidan”ın 6 Mayıs’ından veya THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) savaşçılarından, 44. yıldaki sonsuzluklarından söz etmek zor olsa da; “olmazsa olmaz”…

Sayfalar