Cuma Mayıs 17, 2024

Hükümet-PKK ‘Ortak açıklaması ’ ve BHH seçim tavri üzerine kısa deginmeler

HDP-İmralı heyeti ile Hükümet yetkilileri arasındaki görüşme ve PKK’nın on maddelik açıklaması üzerine bir çok yorumlar yapıldı ve bazı kesimler “PKK silah bırakacak” şeklinde yorumladı.

Her şeyi kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekiyor. Koşullardan bağımsız yorumlar, gerçeklerle örtüşmez veya doğru yaklaşımlar olarak ortaya çıkmaz. PKK’nın geldiği aşamayı da bir on yıl öncesi ve hatta beş yıl öncesi gibi ele almak yanıltıcı olur. Bölgede ve uluslararası alanda bu süreçte çok şey değişti.

Her şeyden önce Irak ve Suriye’deki statüko bütünüyle değişti. Bu duruma bağlı olarak PKK, sadece  Türkiye’nin “misaki milli” sınırları içinde değil, geniş anlamıyla Kürdistan’da bir güç, bu bağlamda Ortadoğu’da bir güç oldu. Bunlar bir yana, Rojava’nın ortaya çıkması ve KOBANE savaşı, PKK’yı silahsızlandırmaya değil, daha fazla silahlanmaya ve bir devlet olarak ortaya çıkmasının güçlü ön koşullarını yarattı.

Böylesine ortada fiili bir durum varken, “PKK silahları bırakır-bırakmaz” tartışmaları, anlamsız bir tartışma oluyor. Daha önce, “BU Kürtlerin Son Savaşı MI?” (11.10.2014)[1] başlıklı makalemde belirtmiştim: Kürtlerin ulusal savaşının daha uzun süreceğini... 

PKK-Hükümet “ortak açıklaması” olarak bilinen açıklamada ise, ortada fazla bir şey yok. İki tarafta kendine göre yorumluyor. Ancak, bu açıklamada PKK’nın öne çıktığı ve devletin PKK ile ortak bir açıklama yapmak zorunda kaldığı gerçeği vardır. Devletin neden böyle bir açıklamaya gereksinim duyduğu açıktır. AKP ve devlet, “PKK teröristlerine silah bıraktırıyor” havası yaratarak kısa vadeli çıkarlar hesabı güdüyor. Ancak, buna ne kendi tabanı inandı ne de başkaları. Çünkü, öne sürülen on maddenin Türk devleti tarafından yerine getirilmesinin de koşulu yoktur. Demokratik bir ortam, ancak, Türk ve Kürt işçilerinin ve emekçilerinin ortaklaşa mücadelesi sonucu gerçekleşebilir. Türk devletinin ise demokratik bir niteliği söz konusu değildir.

PKK, Türk devletiyle silahlı “çatışmasızlık” ortamının sürdürülmesini, kendisi açısından bugünkü koşullarda doğru görmektedir. Bu nedenle de PKK böyle bir açıklamaya onay vermiştir. Ancak, bundan “silahların bırakılması”nı çıkarsamak, bölgedeki gelişmeleri ve PKK’nın son iki yılda elde ettiği kazanımları yok saymak ya da görmezden gelmek demektir.

“Ortak açıklama”ya karşın, devlet de PKK da birbirlerinin ne yaptığını biliyorlar. Karşılıklı güç denemesi, taktiksel politikalar ve türbünlere oynama politikasıdır. Özellikle devletin politikası budur. Devlet, PKK’yı yenmeyi, dağıtmayı çok istedi başaramadı. Bölmeyi çok istedi başaramadı. En son, “teröristlerle masaya oturulmaz”dan, “oturulur” düzeyine gelmek zorunda kaldı. Bu durum PKK’ya uluslararası alanda da bir avantaj sağlamış ve kendi siyasal konumunu daha da güçlendirmiştir.

PKK, gelinen aşamada silah bırakmaz, silahların gücüyle geldiği noktayı bırakması doğru  da olmaz. Ancak,  yenilir ve askeri güçleri bir başka güç tarafından zorla (savaşla) dağıtılırsa, o zaman PKK silah bırakmak zorunda kalır. Bugün, nasıl ki, Türk devletinin kendi ordusunu gönüllü olarak dağıtmayacağını biliyorsak, PKK’nın da kendi ordusunu (askeri gücünü) gönüllü olarak dağıtmayacağı bir o kadar açıktır. Bu niyet sorunu değil, koşullarla ilgili olduğu kadar, bu koşulların ortaya çıkardığı ulusal hareketin siyasal niteliğiyle de ilgilidir. Reformist olmak, ezilen bir ulusun çıkarlarını feda etmek anlamına gelmiyor.

Bir çok anlaşmalar, uzlaşmalar ve hatta yer yer kısmi geri çekilmeler olabilir. Ancak, PKK’nın silahları bırakması beklenmemelidir. Bunu, Öcalan istese de başaramaz.

Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, PKK’nin devlet ile bir masa etrafında oturması kadar doğal bir şey olamaz. Savaşan düşman güçler, bir taraftan savaşırken, bir taraftanda barış görüşmeleri yaparlar. Bu, bütün savaşlarda böyle olur. Bunun yadırganacak bir yanı yoktur. Önemli olan içeriktir. Örneğin, Filipin Komünist Partisi ve FARC-EP’de aynı görüşmeleri yapıyorlar. Ve daha niceleri... Savaşın bir yanının barış ( ya da ateşkes) olduğu unutulmasın. Bunlar da, birbirleriyle savaşan güçlerin karşılıklı görüşmeleriyle olur. Ve bu da, savaşın, masadaki mücadele biçimidir.

Tartışmanın esas konusu, Kürt Ulusal Hareketinin, Türkiye ve Kürdistan’da demokratikleşme de oynadığı rol olmalıdır. Bugün, Kürt Ulusal Hareketi, bu rolü oynuyor ve işçi sınıfının mücadelesinin bir müttefiki durumundadır. İşçi sınıfı, demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesinde bu müttefiki dıştalama ya da onu karşı tarafa itme anlayışı içinde olamaz. Onun reformist ve sınıf uzlaşmacı politikalarını eleştirmeli, ama, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve faşizmin geriletilmesi için de birlikte mücadeleyi güçlendirmelidir.

PKK, Kürt ulusunun siyasal hak ve özgürlüklerini kazanmak ve elde etmek için sol’a gereksinimi var. Sol’un da, PKK ile müttefik olmaya gereksinimi vardır. Bugünkü koşullarda asgari taleplerde bir ortaklaşma söz konusudur. Ayrıca, PKK; kendini “sol” olarak değerlendiren bir çok “sol” harekettende (örneğin BHH içinde yer alan bazılarından) pratik ve siyasal duruşuyla işçi sınıfına daha yakın konumdadır.

HDP nezdinde 7 Haziran seçimlerinde ortak bir mücadele konseptinin oluşturulması, sınıf uzlaşmacı ya da proletaryanın sınıf çıkarlarının gözardı edilmesi değil, faşist diktatörlüğe karşı ortak bir mücadelenin seçimler özgülünde oluşturulmasıdır.

BHH’nin Seçim Tavrı

BHH (Birleşik Haziran Hareketi)’nin  7 Haziran Genel Seçimi ile ilgili açıkladığı tavır ise geleneksel orta yolcu bir tavrın dışa vurumu olmasının yanında, devrimci demokrat güçlerle ortak hareket etmek yerine, CHP’ye “muğlak” bir göz kırpmanın tavrı gibi gözüküyor. Özünde  ise, bu tavır, CHP’le göbek bağını kesmemesinden kaynaklanıyor.

Açıklamalarının demokratik haklarla olan içeriği, HDP ve bileşenlerinin açıklamalarından daha ileri değildir. Demokratik bir çerçevenin dışına çıkmamaktadır. O zaman, HDP ile ittifaktan kaçmanın nedeni ne? Bu açık değil. Çünkü, BHH bileşenlerinden ÖDP yetkilileri, CHP-HDP-BHH ittifakının olabileceğini açıklamışlardı. Yani, onların gönlünde CHP ile ittifak yatmaktaydı. CHP buna yanaşmayınca, kimseyle ittifak yapmayarak, ortada bir yerde durmayı tercih ettiler. Saflarındaki şövenist etkilere karşı mücadele etmek ve göğüs germek yerine onun etkisi altında kalma yolunu tercih etmişlerdir.

BHH bileşenleri içinde, kemalizm “hayranlığının” güçlü bir yer tuttuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ezilen ulus demokratları ile birlikte gözükmektense, ezen ulus egemenlerinin  “sosyal demokrat” kılıflı bir sınıf partisiyle ittifaka daha yatkın gözükmeyi tercih ediyorlar. Onları, HDP ile ortaklaşa mücadeleden uzaklaştıran esas etmenlerin başında bu geliyor. Yoksa, proletaryanın sınıf çıkarlarını ya da onun ideolojisinin saflığını korumak diye her hangi bir dertleri olduğundan değildir.

BHH bileşenleri, mevcut siyasi iktidara karşı kitle hareketini, sokağın gücünü  geliştirmek istiyorsa yine Kürt hareketi ve sol’a yüzünü döndürmeliydi, büyük burjuvazinin partilerinden biri olan CHP ye göz kırpmak veya yakın durmaya değil. Bunu yapmamak bir sınıf tercihidir. Hangi sınıf ve kesimlere yüzünü dönme meselesidir. Hangi saflar ve kesimlerle ittifaklara girme veya eğilim duyma meselesidir.

Seçimlerin kurtuluş olmadığını komünistler başından beri açıklıyor. Ancak, seçimlere katılma koşulu varsa bu mücadele alanını terk etmek de doğru değildir. Evet, seçimler, işçi sınıfının kurtuluşunu getirmeyecek, ancak, kitleler parlamentodan umutlarını kesmedikleri sürece, burayı da bir mücadele alanı olarak kullanmak, sınıf bilinçli proletaryanın görevleri arasındadır. Tersi  “sol” komünizm çocukluk hastalığı”dır.

Esas olarak, sokaklardaki mücadeleyi geliştirmek, bütün üretim alanlarında işçi sınıfının mücadelesini örgütlemek ve geliştirmek birincil görev olmalıdır. Ancak, sınıflar arası mücadele çok yönlüdür ve her alanı sınıfın çıkarları için bir mücadele alanı olarak kullanmak gerekiyor.

Kısacası, BHH, seçimlerle ilgili, altına imza atanları da  tatmin etmeyen “muğlak” tavrını açıkladı. Ancak, bu içinden geçtiğimiz süreçte, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlük mücadelesini güçlendirici bir içerikten yoksun olarak...

4 Mart  2015

[1] Bkz. http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kurtlerin-son-savasi-mi


62204

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Ermenilerin hepsi ASALA olsun” (Nubar Ozanyan)

Yaklaşık 45 gündür Artsakh, vicdansız ve eşitsiz bir kuşatma altında. Artsakh halkı buz kesen soğukta direniyor. Dünya sağır ve suskun.

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

TKP-ML OPK Üyesi Ünal Orhan: Yeni Yılda Umudu ve Özgürlüğü Güçlendirmeliyiz, Güçlendireceğiz!”

Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Ortadoğu Parti Komitesi (TKP-ML OPK) üyesi Ünal Oral ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!

Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.

Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Ali Haydar Dersim’e (Nubar Ozanyan)

Değerli bir komutanı daha kaybettik. Dersim halkının bağrından çıkıp, dağlara sevdalanan, özgürlüğü zirvelerde arayan bir komutanı yitirdik. Büyük bir yürek acısı daha yaşadık.

„Holodomor „ Yalanı Üzerine

Başta Avrupa emperyalist burjuvazisi olmak üzere, bütün gerici devletler, emperyalist Rusya'nın Ukrayna'ya saldırı ve işgalini bahane ederek, tüm SSCB kazanınlarını, anıtlarını yok etmenin yanında, yeni yeni kararlarla, Stalin önderliğindeki SSCB'ni ve sosyalizmi karalamak için her türlü yalana baş vurmaya hız verdiler. Burjuvazinin, sosyalizm ve onu anımsatan herşeye düşmanlığı, kapitalizm ayakta kaldığı sğrece devam edecektir. Bu nedenle, burjuvazinin bütün yalanlarını açığa çıkarmakta devrimci mücadelenin en önemli ayaklarından biridir.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-2 Kemalizm Sol Değildir!

AKP-MHP faşist ittifakı süresince siyasal İslamcılığın karşısına da alternatif olarak Kemalist ideoloji çıkarılıyor. Kendine “sol” diyenlerin siyasal İslamcılığın alternatifi olarak Kemalizm’i yeğlemeleri kabul edilebilir bir siyasi tutum değildir.

Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han Ve Süleyman Cihan!

Dün, Sansaryan Han’a ilişkin bir haber okudum gazetelerde: “92 yıl sonra Sansaryan Han için tarihi karar.” başlığı altında, özetle, şunlar aktarılmaktaydı: 

 

Ermeni fakir çocukların eğitim masraflarının karşılanması amacıyla vakfedilen ancak 1930 yılında devlet tarafından el konulan ve uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han, Anayasa Mahkemesi kararıyla 92 yıl sonra Ermeni vakfına geri verilecek.”[1]

 

Uluslararası İşçi Sınıfı İçin Büyük Bir Kayıp! Jose Maria Sison'u Sonsuzluğa Uğurladık

Filipin Komünist Partisi'nin (FKP)  kurucu önderi, Yeni Halk Ordusu (YHO) ve Filipin Ulusal Demokratik Cephe'nin (FUDC) danışmanı ve  Uluslararsı Halkların Mücadele Birliği'nin (ILPS) kurucularından ve başkanı, Filipin proletaryasının ölümsüz militanı Jose Maria Sison'u (yoldaşlarının Joma'sı) 16 Aralık 2022 tarihinde kaybettik.

Hızır

Hdp'liler katı atık tesisinin yeri değiştirilmesi konusunda öneri gelirse destekleyeceklermiş.

Demek ki gelmese...

De gurban... aha çevreci projeniz... aha boğuniz... aha siz...

Sütlüce'ye akmasın... kendi içimize... köyümüze.... aksın diyorsanız...

De... hadi...

Sütlüce'ye katı atık tesisi kurulmasın.... kendi köyümüze kurulsun... diye önerge getirinde sizi görem.

De.... Hadi kurban...

De.... Hadi...

Gerçekten çok akıllıca.

Gerçekten çok sinsice.

Sayfalar