Salı Nisan 23, 2024

Hükümet-PKK ‘Ortak açıklaması ’ ve BHH seçim tavri üzerine kısa deginmeler

HDP-İmralı heyeti ile Hükümet yetkilileri arasındaki görüşme ve PKK’nın on maddelik açıklaması üzerine bir çok yorumlar yapıldı ve bazı kesimler “PKK silah bırakacak” şeklinde yorumladı.

Her şeyi kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekiyor. Koşullardan bağımsız yorumlar, gerçeklerle örtüşmez veya doğru yaklaşımlar olarak ortaya çıkmaz. PKK’nın geldiği aşamayı da bir on yıl öncesi ve hatta beş yıl öncesi gibi ele almak yanıltıcı olur. Bölgede ve uluslararası alanda bu süreçte çok şey değişti.

Her şeyden önce Irak ve Suriye’deki statüko bütünüyle değişti. Bu duruma bağlı olarak PKK, sadece  Türkiye’nin “misaki milli” sınırları içinde değil, geniş anlamıyla Kürdistan’da bir güç, bu bağlamda Ortadoğu’da bir güç oldu. Bunlar bir yana, Rojava’nın ortaya çıkması ve KOBANE savaşı, PKK’yı silahsızlandırmaya değil, daha fazla silahlanmaya ve bir devlet olarak ortaya çıkmasının güçlü ön koşullarını yarattı.

Böylesine ortada fiili bir durum varken, “PKK silahları bırakır-bırakmaz” tartışmaları, anlamsız bir tartışma oluyor. Daha önce, “BU Kürtlerin Son Savaşı MI?” (11.10.2014)[1] başlıklı makalemde belirtmiştim: Kürtlerin ulusal savaşının daha uzun süreceğini... 

PKK-Hükümet “ortak açıklaması” olarak bilinen açıklamada ise, ortada fazla bir şey yok. İki tarafta kendine göre yorumluyor. Ancak, bu açıklamada PKK’nın öne çıktığı ve devletin PKK ile ortak bir açıklama yapmak zorunda kaldığı gerçeği vardır. Devletin neden böyle bir açıklamaya gereksinim duyduğu açıktır. AKP ve devlet, “PKK teröristlerine silah bıraktırıyor” havası yaratarak kısa vadeli çıkarlar hesabı güdüyor. Ancak, buna ne kendi tabanı inandı ne de başkaları. Çünkü, öne sürülen on maddenin Türk devleti tarafından yerine getirilmesinin de koşulu yoktur. Demokratik bir ortam, ancak, Türk ve Kürt işçilerinin ve emekçilerinin ortaklaşa mücadelesi sonucu gerçekleşebilir. Türk devletinin ise demokratik bir niteliği söz konusu değildir.

PKK, Türk devletiyle silahlı “çatışmasızlık” ortamının sürdürülmesini, kendisi açısından bugünkü koşullarda doğru görmektedir. Bu nedenle de PKK böyle bir açıklamaya onay vermiştir. Ancak, bundan “silahların bırakılması”nı çıkarsamak, bölgedeki gelişmeleri ve PKK’nın son iki yılda elde ettiği kazanımları yok saymak ya da görmezden gelmek demektir.

“Ortak açıklama”ya karşın, devlet de PKK da birbirlerinin ne yaptığını biliyorlar. Karşılıklı güç denemesi, taktiksel politikalar ve türbünlere oynama politikasıdır. Özellikle devletin politikası budur. Devlet, PKK’yı yenmeyi, dağıtmayı çok istedi başaramadı. Bölmeyi çok istedi başaramadı. En son, “teröristlerle masaya oturulmaz”dan, “oturulur” düzeyine gelmek zorunda kaldı. Bu durum PKK’ya uluslararası alanda da bir avantaj sağlamış ve kendi siyasal konumunu daha da güçlendirmiştir.

PKK, gelinen aşamada silah bırakmaz, silahların gücüyle geldiği noktayı bırakması doğru  da olmaz. Ancak,  yenilir ve askeri güçleri bir başka güç tarafından zorla (savaşla) dağıtılırsa, o zaman PKK silah bırakmak zorunda kalır. Bugün, nasıl ki, Türk devletinin kendi ordusunu gönüllü olarak dağıtmayacağını biliyorsak, PKK’nın da kendi ordusunu (askeri gücünü) gönüllü olarak dağıtmayacağı bir o kadar açıktır. Bu niyet sorunu değil, koşullarla ilgili olduğu kadar, bu koşulların ortaya çıkardığı ulusal hareketin siyasal niteliğiyle de ilgilidir. Reformist olmak, ezilen bir ulusun çıkarlarını feda etmek anlamına gelmiyor.

Bir çok anlaşmalar, uzlaşmalar ve hatta yer yer kısmi geri çekilmeler olabilir. Ancak, PKK’nın silahları bırakması beklenmemelidir. Bunu, Öcalan istese de başaramaz.

Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, PKK’nin devlet ile bir masa etrafında oturması kadar doğal bir şey olamaz. Savaşan düşman güçler, bir taraftan savaşırken, bir taraftanda barış görüşmeleri yaparlar. Bu, bütün savaşlarda böyle olur. Bunun yadırganacak bir yanı yoktur. Önemli olan içeriktir. Örneğin, Filipin Komünist Partisi ve FARC-EP’de aynı görüşmeleri yapıyorlar. Ve daha niceleri... Savaşın bir yanının barış ( ya da ateşkes) olduğu unutulmasın. Bunlar da, birbirleriyle savaşan güçlerin karşılıklı görüşmeleriyle olur. Ve bu da, savaşın, masadaki mücadele biçimidir.

Tartışmanın esas konusu, Kürt Ulusal Hareketinin, Türkiye ve Kürdistan’da demokratikleşme de oynadığı rol olmalıdır. Bugün, Kürt Ulusal Hareketi, bu rolü oynuyor ve işçi sınıfının mücadelesinin bir müttefiki durumundadır. İşçi sınıfı, demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesinde bu müttefiki dıştalama ya da onu karşı tarafa itme anlayışı içinde olamaz. Onun reformist ve sınıf uzlaşmacı politikalarını eleştirmeli, ama, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve faşizmin geriletilmesi için de birlikte mücadeleyi güçlendirmelidir.

PKK, Kürt ulusunun siyasal hak ve özgürlüklerini kazanmak ve elde etmek için sol’a gereksinimi var. Sol’un da, PKK ile müttefik olmaya gereksinimi vardır. Bugünkü koşullarda asgari taleplerde bir ortaklaşma söz konusudur. Ayrıca, PKK; kendini “sol” olarak değerlendiren bir çok “sol” harekettende (örneğin BHH içinde yer alan bazılarından) pratik ve siyasal duruşuyla işçi sınıfına daha yakın konumdadır.

HDP nezdinde 7 Haziran seçimlerinde ortak bir mücadele konseptinin oluşturulması, sınıf uzlaşmacı ya da proletaryanın sınıf çıkarlarının gözardı edilmesi değil, faşist diktatörlüğe karşı ortak bir mücadelenin seçimler özgülünde oluşturulmasıdır.

BHH’nin Seçim Tavrı

BHH (Birleşik Haziran Hareketi)’nin  7 Haziran Genel Seçimi ile ilgili açıkladığı tavır ise geleneksel orta yolcu bir tavrın dışa vurumu olmasının yanında, devrimci demokrat güçlerle ortak hareket etmek yerine, CHP’ye “muğlak” bir göz kırpmanın tavrı gibi gözüküyor. Özünde  ise, bu tavır, CHP’le göbek bağını kesmemesinden kaynaklanıyor.

Açıklamalarının demokratik haklarla olan içeriği, HDP ve bileşenlerinin açıklamalarından daha ileri değildir. Demokratik bir çerçevenin dışına çıkmamaktadır. O zaman, HDP ile ittifaktan kaçmanın nedeni ne? Bu açık değil. Çünkü, BHH bileşenlerinden ÖDP yetkilileri, CHP-HDP-BHH ittifakının olabileceğini açıklamışlardı. Yani, onların gönlünde CHP ile ittifak yatmaktaydı. CHP buna yanaşmayınca, kimseyle ittifak yapmayarak, ortada bir yerde durmayı tercih ettiler. Saflarındaki şövenist etkilere karşı mücadele etmek ve göğüs germek yerine onun etkisi altında kalma yolunu tercih etmişlerdir.

BHH bileşenleri içinde, kemalizm “hayranlığının” güçlü bir yer tuttuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ezilen ulus demokratları ile birlikte gözükmektense, ezen ulus egemenlerinin  “sosyal demokrat” kılıflı bir sınıf partisiyle ittifaka daha yatkın gözükmeyi tercih ediyorlar. Onları, HDP ile ortaklaşa mücadeleden uzaklaştıran esas etmenlerin başında bu geliyor. Yoksa, proletaryanın sınıf çıkarlarını ya da onun ideolojisinin saflığını korumak diye her hangi bir dertleri olduğundan değildir.

BHH bileşenleri, mevcut siyasi iktidara karşı kitle hareketini, sokağın gücünü  geliştirmek istiyorsa yine Kürt hareketi ve sol’a yüzünü döndürmeliydi, büyük burjuvazinin partilerinden biri olan CHP ye göz kırpmak veya yakın durmaya değil. Bunu yapmamak bir sınıf tercihidir. Hangi sınıf ve kesimlere yüzünü dönme meselesidir. Hangi saflar ve kesimlerle ittifaklara girme veya eğilim duyma meselesidir.

Seçimlerin kurtuluş olmadığını komünistler başından beri açıklıyor. Ancak, seçimlere katılma koşulu varsa bu mücadele alanını terk etmek de doğru değildir. Evet, seçimler, işçi sınıfının kurtuluşunu getirmeyecek, ancak, kitleler parlamentodan umutlarını kesmedikleri sürece, burayı da bir mücadele alanı olarak kullanmak, sınıf bilinçli proletaryanın görevleri arasındadır. Tersi  “sol” komünizm çocukluk hastalığı”dır.

Esas olarak, sokaklardaki mücadeleyi geliştirmek, bütün üretim alanlarında işçi sınıfının mücadelesini örgütlemek ve geliştirmek birincil görev olmalıdır. Ancak, sınıflar arası mücadele çok yönlüdür ve her alanı sınıfın çıkarları için bir mücadele alanı olarak kullanmak gerekiyor.

Kısacası, BHH, seçimlerle ilgili, altına imza atanları da  tatmin etmeyen “muğlak” tavrını açıkladı. Ancak, bu içinden geçtiğimiz süreçte, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlük mücadelesini güçlendirici bir içerikten yoksun olarak...

4 Mart  2015

[1] Bkz. http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kurtlerin-son-savasi-mi


61832

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Sayfalar