Cumartesi Nisan 20, 2024

Hükümet-PKK ‘Ortak açıklaması ’ ve BHH seçim tavri üzerine kısa deginmeler

HDP-İmralı heyeti ile Hükümet yetkilileri arasındaki görüşme ve PKK’nın on maddelik açıklaması üzerine bir çok yorumlar yapıldı ve bazı kesimler “PKK silah bırakacak” şeklinde yorumladı.

Her şeyi kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekiyor. Koşullardan bağımsız yorumlar, gerçeklerle örtüşmez veya doğru yaklaşımlar olarak ortaya çıkmaz. PKK’nın geldiği aşamayı da bir on yıl öncesi ve hatta beş yıl öncesi gibi ele almak yanıltıcı olur. Bölgede ve uluslararası alanda bu süreçte çok şey değişti.

Her şeyden önce Irak ve Suriye’deki statüko bütünüyle değişti. Bu duruma bağlı olarak PKK, sadece  Türkiye’nin “misaki milli” sınırları içinde değil, geniş anlamıyla Kürdistan’da bir güç, bu bağlamda Ortadoğu’da bir güç oldu. Bunlar bir yana, Rojava’nın ortaya çıkması ve KOBANE savaşı, PKK’yı silahsızlandırmaya değil, daha fazla silahlanmaya ve bir devlet olarak ortaya çıkmasının güçlü ön koşullarını yarattı.

Böylesine ortada fiili bir durum varken, “PKK silahları bırakır-bırakmaz” tartışmaları, anlamsız bir tartışma oluyor. Daha önce, “BU Kürtlerin Son Savaşı MI?” (11.10.2014)[1] başlıklı makalemde belirtmiştim: Kürtlerin ulusal savaşının daha uzun süreceğini... 

PKK-Hükümet “ortak açıklaması” olarak bilinen açıklamada ise, ortada fazla bir şey yok. İki tarafta kendine göre yorumluyor. Ancak, bu açıklamada PKK’nın öne çıktığı ve devletin PKK ile ortak bir açıklama yapmak zorunda kaldığı gerçeği vardır. Devletin neden böyle bir açıklamaya gereksinim duyduğu açıktır. AKP ve devlet, “PKK teröristlerine silah bıraktırıyor” havası yaratarak kısa vadeli çıkarlar hesabı güdüyor. Ancak, buna ne kendi tabanı inandı ne de başkaları. Çünkü, öne sürülen on maddenin Türk devleti tarafından yerine getirilmesinin de koşulu yoktur. Demokratik bir ortam, ancak, Türk ve Kürt işçilerinin ve emekçilerinin ortaklaşa mücadelesi sonucu gerçekleşebilir. Türk devletinin ise demokratik bir niteliği söz konusu değildir.

PKK, Türk devletiyle silahlı “çatışmasızlık” ortamının sürdürülmesini, kendisi açısından bugünkü koşullarda doğru görmektedir. Bu nedenle de PKK böyle bir açıklamaya onay vermiştir. Ancak, bundan “silahların bırakılması”nı çıkarsamak, bölgedeki gelişmeleri ve PKK’nın son iki yılda elde ettiği kazanımları yok saymak ya da görmezden gelmek demektir.

“Ortak açıklama”ya karşın, devlet de PKK da birbirlerinin ne yaptığını biliyorlar. Karşılıklı güç denemesi, taktiksel politikalar ve türbünlere oynama politikasıdır. Özellikle devletin politikası budur. Devlet, PKK’yı yenmeyi, dağıtmayı çok istedi başaramadı. Bölmeyi çok istedi başaramadı. En son, “teröristlerle masaya oturulmaz”dan, “oturulur” düzeyine gelmek zorunda kaldı. Bu durum PKK’ya uluslararası alanda da bir avantaj sağlamış ve kendi siyasal konumunu daha da güçlendirmiştir.

PKK, gelinen aşamada silah bırakmaz, silahların gücüyle geldiği noktayı bırakması doğru  da olmaz. Ancak,  yenilir ve askeri güçleri bir başka güç tarafından zorla (savaşla) dağıtılırsa, o zaman PKK silah bırakmak zorunda kalır. Bugün, nasıl ki, Türk devletinin kendi ordusunu gönüllü olarak dağıtmayacağını biliyorsak, PKK’nın da kendi ordusunu (askeri gücünü) gönüllü olarak dağıtmayacağı bir o kadar açıktır. Bu niyet sorunu değil, koşullarla ilgili olduğu kadar, bu koşulların ortaya çıkardığı ulusal hareketin siyasal niteliğiyle de ilgilidir. Reformist olmak, ezilen bir ulusun çıkarlarını feda etmek anlamına gelmiyor.

Bir çok anlaşmalar, uzlaşmalar ve hatta yer yer kısmi geri çekilmeler olabilir. Ancak, PKK’nın silahları bırakması beklenmemelidir. Bunu, Öcalan istese de başaramaz.

Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, PKK’nin devlet ile bir masa etrafında oturması kadar doğal bir şey olamaz. Savaşan düşman güçler, bir taraftan savaşırken, bir taraftanda barış görüşmeleri yaparlar. Bu, bütün savaşlarda böyle olur. Bunun yadırganacak bir yanı yoktur. Önemli olan içeriktir. Örneğin, Filipin Komünist Partisi ve FARC-EP’de aynı görüşmeleri yapıyorlar. Ve daha niceleri... Savaşın bir yanının barış ( ya da ateşkes) olduğu unutulmasın. Bunlar da, birbirleriyle savaşan güçlerin karşılıklı görüşmeleriyle olur. Ve bu da, savaşın, masadaki mücadele biçimidir.

Tartışmanın esas konusu, Kürt Ulusal Hareketinin, Türkiye ve Kürdistan’da demokratikleşme de oynadığı rol olmalıdır. Bugün, Kürt Ulusal Hareketi, bu rolü oynuyor ve işçi sınıfının mücadelesinin bir müttefiki durumundadır. İşçi sınıfı, demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesinde bu müttefiki dıştalama ya da onu karşı tarafa itme anlayışı içinde olamaz. Onun reformist ve sınıf uzlaşmacı politikalarını eleştirmeli, ama, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve faşizmin geriletilmesi için de birlikte mücadeleyi güçlendirmelidir.

PKK, Kürt ulusunun siyasal hak ve özgürlüklerini kazanmak ve elde etmek için sol’a gereksinimi var. Sol’un da, PKK ile müttefik olmaya gereksinimi vardır. Bugünkü koşullarda asgari taleplerde bir ortaklaşma söz konusudur. Ayrıca, PKK; kendini “sol” olarak değerlendiren bir çok “sol” harekettende (örneğin BHH içinde yer alan bazılarından) pratik ve siyasal duruşuyla işçi sınıfına daha yakın konumdadır.

HDP nezdinde 7 Haziran seçimlerinde ortak bir mücadele konseptinin oluşturulması, sınıf uzlaşmacı ya da proletaryanın sınıf çıkarlarının gözardı edilmesi değil, faşist diktatörlüğe karşı ortak bir mücadelenin seçimler özgülünde oluşturulmasıdır.

BHH’nin Seçim Tavrı

BHH (Birleşik Haziran Hareketi)’nin  7 Haziran Genel Seçimi ile ilgili açıkladığı tavır ise geleneksel orta yolcu bir tavrın dışa vurumu olmasının yanında, devrimci demokrat güçlerle ortak hareket etmek yerine, CHP’ye “muğlak” bir göz kırpmanın tavrı gibi gözüküyor. Özünde  ise, bu tavır, CHP’le göbek bağını kesmemesinden kaynaklanıyor.

Açıklamalarının demokratik haklarla olan içeriği, HDP ve bileşenlerinin açıklamalarından daha ileri değildir. Demokratik bir çerçevenin dışına çıkmamaktadır. O zaman, HDP ile ittifaktan kaçmanın nedeni ne? Bu açık değil. Çünkü, BHH bileşenlerinden ÖDP yetkilileri, CHP-HDP-BHH ittifakının olabileceğini açıklamışlardı. Yani, onların gönlünde CHP ile ittifak yatmaktaydı. CHP buna yanaşmayınca, kimseyle ittifak yapmayarak, ortada bir yerde durmayı tercih ettiler. Saflarındaki şövenist etkilere karşı mücadele etmek ve göğüs germek yerine onun etkisi altında kalma yolunu tercih etmişlerdir.

BHH bileşenleri içinde, kemalizm “hayranlığının” güçlü bir yer tuttuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ezilen ulus demokratları ile birlikte gözükmektense, ezen ulus egemenlerinin  “sosyal demokrat” kılıflı bir sınıf partisiyle ittifaka daha yatkın gözükmeyi tercih ediyorlar. Onları, HDP ile ortaklaşa mücadeleden uzaklaştıran esas etmenlerin başında bu geliyor. Yoksa, proletaryanın sınıf çıkarlarını ya da onun ideolojisinin saflığını korumak diye her hangi bir dertleri olduğundan değildir.

BHH bileşenleri, mevcut siyasi iktidara karşı kitle hareketini, sokağın gücünü  geliştirmek istiyorsa yine Kürt hareketi ve sol’a yüzünü döndürmeliydi, büyük burjuvazinin partilerinden biri olan CHP ye göz kırpmak veya yakın durmaya değil. Bunu yapmamak bir sınıf tercihidir. Hangi sınıf ve kesimlere yüzünü dönme meselesidir. Hangi saflar ve kesimlerle ittifaklara girme veya eğilim duyma meselesidir.

Seçimlerin kurtuluş olmadığını komünistler başından beri açıklıyor. Ancak, seçimlere katılma koşulu varsa bu mücadele alanını terk etmek de doğru değildir. Evet, seçimler, işçi sınıfının kurtuluşunu getirmeyecek, ancak, kitleler parlamentodan umutlarını kesmedikleri sürece, burayı da bir mücadele alanı olarak kullanmak, sınıf bilinçli proletaryanın görevleri arasındadır. Tersi  “sol” komünizm çocukluk hastalığı”dır.

Esas olarak, sokaklardaki mücadeleyi geliştirmek, bütün üretim alanlarında işçi sınıfının mücadelesini örgütlemek ve geliştirmek birincil görev olmalıdır. Ancak, sınıflar arası mücadele çok yönlüdür ve her alanı sınıfın çıkarları için bir mücadele alanı olarak kullanmak gerekiyor.

Kısacası, BHH, seçimlerle ilgili, altına imza atanları da  tatmin etmeyen “muğlak” tavrını açıkladı. Ancak, bu içinden geçtiğimiz süreçte, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlük mücadelesini güçlendirici bir içerikten yoksun olarak...

4 Mart  2015

[1] Bkz. http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kurtlerin-son-savasi-mi


61829

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

Sayfalar