Cuma Nisan 26, 2024

İki çizgi mücadelesi ve sol içi şiddet üzerine

Sınıf mücadelesi kavramsal olarak sadece karşıt sınıfları hedef alan ve tek başına burjuvaziye ve onun sömürü çarkının ortaklarına yönelen bir pratik alanı değil çok kapsamlı şekilde burjuvazinin uzantısı olan sosyal, siyasal ve kültürel tüm dönüşüm süreçlerini de kapsayan bir olgudur. Bu kapsamdan ötürüdür ki, devrim iddiasına sahip olmak, özü itibari ile devrimciliği bir kimlik olarak sahiplenmeyi ve bu kimliğe uygun şekillenmeyi gerekli kılar.

Doğallığında devrimci kimlik, sadece adanmışlık ve militanlıkla bezeli bir “kahramanlık övgüsünü” değil aynı zamanda bilgi ve yöntem kazanımını, ideolojik donanımı ve politik kapasiteyi, örgütlenme yeti ve becerilerini de kapsamaktadır. Bahsettiğimiz parametreler, kuşkusuz ki, kapsamlı bir kadro politikası ile üretilebilecek sonuçlar olmakla birlikte, esas anlamda kendisini geleceğin aynasında sınamakla karakter kazanır. Yani kastımız şudur ki, komünist olmak komünizme göre şekillenmeye ve onun pratik ve kültürel reflekslerini edinmeye ihtiyaç duyar.

Yazı özgülünde tartışmak istediğimiz konu olan “sol içi şiddet” meselesi de, esas itibari ile bu temelde içerik kazanmaktadır. Zira karşı devrimci karakteri açık olan ve komünizm dediğimiz o büyük tahayyülün sokağından geçmeyen “sol içi şiddet” mefhumu, tam da üstte özetlediğimiz komünist kimliğin dejenere olduğu, politik değerlerin ve örgüt kültürünün aşındığı yerde çıkmaktadır.

Son süreçte Özgür Gelecek Gazetesini ve çalışanlarını hedef alarak gerçekleşen ve pratik alanda karşı devrime hizmet eden saldırı ile gündemimize yeniden taşınan “sol içi şiddet” meselesini ve buna kaynaklık eden dogmatizm soslu tasfiyeciliği tartışmak, ciddi bir ihtiyaç olarak karşımızdadır.

“Sol içi şiddet” değerlendirme itibari ile münferit bir olay olarak değil bir olgu ve durum tanımı olarak ele alınmalıdır. Ezilenlerin safları açısından yıkıcılık ve parçalanma dışında bir sonuç üretmeyecek olan “sol içi şiddet”, ideolojik tasfiyeciliğin bir görüngüsü ve onun komünist kimlikten götürdüklerinin sonucudur. Bu hali ile “sol içi şiddet”, en temelde kaynağını ideolojik ve örgütsel yetersizliklerden almaktadır.

Bahsettiğimiz ideolojik ve örgütsel yetersizlikler, kabaca iki başlıkta özetlenebilir. Bunlardan ilki, devrim tahayyülünün somutlayıcısı ve uygulayıcısı olarak kadrolar ve kadro sorunudur. Günümüz devrimci hareket gerçekliğinde yaygın olan bürokrat çalışma tarzı ve bunun üretimi olarak memur tipi çalışan kadrolar gerçekliği, çok yönlü beslenemeyen ve kitlelerle üretken tarzda ilişki kuramayan faaliyetçiler profilini açığa çıkarmakta, ideolojik eğitimden ve dolaysız kitle pratiğinden beslenmeyen devrimci faaliyet ise, belirli alanlara sıkışmış ve o alanların sosyo-kültürel yapısına uyum sağlamış bir pratik alanı doğurmaktadır.

Konumuz özgülüne gelindiğinde ise bunun yansıması olarak, özellikle TDH’nin ağırlıklı olarak kendisini ürettiği alan olan “semt faaliyetleri” özü itibari ile bahsettiğimiz sıkışıklığın zemini olmaktadır. Şöyle ki, semt diye tanımlanan mahalle faaliyetleri, esas itibari ile emekçi yığınların yaşadığı bölgeler olmakla birlikte somut bir örgütlenme alanını temsil etmemektedir. Kent-mekan politikası açısından bu zemin bir alandır ancak TDH, gerçekliği itibariyle bununla ilgilenmemekte; faaliyeti yayın dağıtımına, pratiği de genel gündemlere yönelik yürüyüşlere ve tüm örgütlü çalışmayı ise kitle örgütlenmesi mantığından uzak ve kendini tekrar eden bir hatta bırakmaktadır. Bu durum, tüm devrimci örgütler açısından şu ya da bu oranda geçerlidir.

Bu çerçeve, ideolojik eğitimden yoksun ve memur tarzı çalışan kadrolar gerçekliği ile de birleştiğinde, politika üretmede ziyadesiyle beceriksiz, siyasal üretimin en basit halleri olan okuma ve yazma pratiğine ilgisiz, vurdu-kırdı gibi aktif şiddet eylemleri dışındaki politikaya yabancı bir devrimci(!) gerçekliği üretmektedir. Bu yapısal sorun güncelde “sol içi şiddet” olarak tanımladığımız pratiğe zemin sunmakta, devrimci değerleri ve etik yasaları hiçe sayan, çözümsüz kaldığı ve tıkandığı yerde devrimcilere şiddete yönelen, devrimcilikle kurduğu bağ ile sistemle kurduğu bağ arasındaki tezatı ölçmeden yasakçılık, kurum basma gibi pratiklere yönelen kadrolar gerçekliğini üretmektedir.

Bu nedenledir ki, bu profil, örgütlü olduğu anda hızla radikalize olmakta, ancak ne hikmetse(!) mücadeleden erken pes edenler de, en çok bu alanlardan çıkmaktadır.

“Sol içi şiddet”e kaynaklık eden bir diğer yetersizlik alanı ise (ki esası bu oluşturmaktadır), doğrudan önderlik sorunu olarak tecelli etmektedir. Şöyle ki, yukarıda birkaç belirgin özelliği ile tanımladığımız kadro yapısı, son kertede belirli bir önderlik tarzının ürünleridir. “Sol içi şiddet” olgusu açısından “Balık baştan kokar” misali çürüme, esas itibari ile merkezden, örgütsel önderlikten başlamaktadır. İdeolojik eğitimden bihaber kadroları üreten de, onları dolaysız kitle pratiği ile sınanmaktan alıkoyan da, pratiği Marksizm’le sınayıp kitlelerin ihtiyaçları çerçevesinde politik seferberlik yaratmak yerine faaliyeti sıkışık ve tanımsız alanlara sıkıştıran da, temelde önderlik sorumluluğunu üstlenenlerdir.

Güncel itibari ile, tasfiyeciliğin zemininde üretilen “sol içi şiddet” meselesi esas itibari ile bu iki ayaklı idealist canavar ile mümkün kılınmıştır.  Bugün, en genel ideolojik mücadeleden dahi fersah fersah kaçan bir önderlik kafası ile kılavuzluk yapıldığında, bunun ürettiği pratiğin “devrimcilere yönelik devrimci müdahale” ile tanımlanması kaçınılmazdır. Önderliğin “profesyonel yöneticilik” mesleği gibi ele alındığı bir süreçte, ilk ihtiyaç olan şey kadro değil kapı kulu olmaktadır. Özgür Gelecek Gazetesi’ne yönelik saldırıyı üreten de işte bu kapıkulu zihniyeti ve esasta da o zihniyetin şefleridir.

Komünist yöntem: İki Çizgi Mücadelesi

“Sol içi şiddet” meselesine yönelik doğru bir tanım yapmak adına ilk olarak belirtmek gerekir ki, devrimci literatürde bunun pozitif bir karşılığı yoktur/olmamıştır. Kuşkusuz ki, devrimci bir yapının safları da sınıf mücadelesi açısından bir platformdur ve sınıf mücadelesi KP saflarında daha başka biçimleri ile sürer. Ancak, tüm bu biçimler içerisinde “sol içi şiddet”i bir ideolojik mücadele aracıymışçasına devreye sokmak, ideolojik yetmezliğin bir görüngüsü olduğu kadar ezilenlerin saflarını da parçalayan bir unsur olarak karşı-devrimcidir.

Konu özgülünde Mao Zedung’a göz attığımızda,  Halk İçindeki Çelişkilerin Doğru Çözümü Sorunu Üzerine adlı makalesinde açık bir tanım olarak şu ibarelere yer verilmektedir: “ …Sol sekter düşüncelere sahip olanlar bizimle düşmanlarımız arasındaki çelişmeler alanını genişletir ve hatta o kadar genişletir ki, halk içindeki bazı çelişkileri bizimle düşmanlarımız arasındaki çelişkiler alanına yerleştirirler ve gerçekte karşı-devrimci olmayan kimseleri karşı-devrimci görürler. Bu görüşlerin ikisi de yanlıştır. Onlardan hiçbirisi karşı devrimcilerin elenmesi sorununu doğru olarak çözümlemediği gibi bu yöndeki çalışmamızın sonuçlarını doğru olarak değerlendiremez.” Buna ek olarak, Mao açısından iç örgütsel mücadelenin tek yolu, ideolojik mücadeledir. Mao’nun iki çizgi mücadelesi şeklinde kavramsallaştırdığı tutum, ezilenlerin saflarında olan, ancak proleter ideolojiye ve kültüre ait olmayan her biçimi dönüştürmeyi hedef alan bir yaklaşımı özetlediği gibi, ezilenlerin en geniş birlikteliğini inşa etmenin de aracıdır.

Dogmatizm soslu tasfiyecilik, örgüt görünümlü çete!

MLM’nin üstte kısaca değindiğimiz iki çizgi mücadelesine dair genel doğrular, korkmadan belirtmek gerekir ki, andaki gerçeklikte işlevini çoktan yitirmiştir. Özgür Gelecek Gazetesine yönelen şiddet pratiğinde olduğu gibi, bir ayağını tasfiyeciliğe, öbür ayağını çeteci örgütlenmeye basan bu sol sekter çizgi, beis görmeden giriştiği pratiği propaganda ederken, söylem ve eyleminin denk düştüğü aralığı ise sümen altı etmektedir.

Manipülatif ifadelerle süreci domine etmeye yönelen bu çizgi, pratikte anda yaşanan krizi aşmak yerine onu sürüncemeye sokmaktaki ısrarı ve yaşanan kaosu birlik-eleştiri-birlik temelinde çözmek yerine derinleştirmekteki kararlılığı ile Marksizm’i de kuşa çevirmeye çalışmaktadır.

Bildiğimiz Marksizm’de “devrimcilere yönelik devrimci müdahale”nin bir açıklaması yoktur. Yine bildiğimiz Marksizm’de bir anda onlarca kişi ile gazete bürosu basıp sonrasında “şiddet yoktur” diye çıkışmak, sıkışınca da “arbede var şiddet yok(!)” diye lafazanlık etmek de yoktur. Bildiğimiz Marksizm’de “irade benim, bunu kabullen” diye bildirgeler dizmek, ancak merkeziyetçilik ve demokrasi kavramları arasındaki diyalektik ilişkiyi görmeden, apoletine göre irade ilan etmek de yoktur.

Sonuç olarak, bildiğimiz Marksizm’de komünist kimliğin aşındırılmasına ve ezilenlerin saflarının bozulmasının devrimcilik diye satılmasına yer yoktur, ancak, “sol içi şiddet”i bayrak edinenlerin bilmediği Marksizm’de ise örgüt ve devrimci kimlik adına tonla öğrenecekleri şey vardır!

46468

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

Sayfalar