Cumartesi Nisan 20, 2024

“İktidar savaşında, proletaryanın, örgütten başka bir seçeneği yoktur!”*

"1980’li yıllara göre “sol muhalifler” olarak isimlendirilebilecek kesimler içerisinde örgüt ve örgütlenme meselelerine yaklaşımda çok ciddi değişimler yaşanmıştır. Aslında bu değişimler birden bire ortaya çıkmadı. Avrupa’da gelişen Batı Marksizm’inin yanısıra Latin Amerika’nın bilinen anarşist ve Troçkist etkilerinin ideolojik/politik alandan sonra doğal bir sonuç olarak örgütsel alana da yansımasıydı yaşanan. Türkiye özgülünde elbette ki hesaba katılması gereken etmenlerin sayısı az değildir. 12 Eylül darbesinin, birçok devrimci örgütü geriletmesinin ve hatta bazılarının kendilerini feshetmesinin, zaman içerisinde ezilen sınıfları kapsayacak politikaların üretilemeyip kitlelerden kopuk hale gelinmesinin, bu anlayışların değişmeye başlamasında yeni tasfiyeciliğin egemen olmasında etkileri mevcuttur.

Öne çıkarılmaya çalışılan örgüt modeli, merkezi olmayan, açık faaliyet yürüten, belli sorunlar özgülünde bir araya gelen ve sorunlar çözülünce dağılan gevşek yapılanmalardır. Son yıllarda bu fikirleri savunanların en güçlü materyalleri ise, kendiliğinden yani siyasi iktidarı hedeflemeyen bu tarz hareketlerin eylemliliklerin devrimci yapıların örgütlediklerinden daha kitlesel, daha etkili olabilmeleridir. Mesela, 8 Mart’ta Bakırköy’de devrimci örgütlerin çağrısıyla yapılan eyleme katılım ile akşam saatlerinde yapılan ve esasta feministlerin çağrıcısı olduğu yürüyüşe katılım arasındaki fark buna örnektir. Yine 1 Mayıs’ta Bakırköy’deki katılımla Taksim’i zorlayan devrimciler arasındaki fark gibi…

Hatırlanacağı üzere, Gezi’de en çok tartışılan konuların başında, devrimci örgütlerin artık gerekmediği, kitlelerin inisiyatifi ellerine alarak daha etkili olduğuydu. En son 16 Nisan referandumunda “Hayır”ların açıktan çalınmasına, CHP’nin kendi tabanındaki gençliğin dahi kendi yönetimine ciddi tepki duymasına rağmen; devrimci örgütler CHP’nin reflekslerini aşabilecek bir teori ve pratik sergileyememişlerdir. Bütün bu gerçeklerin bahsini ettiğimiz tartışmaları güçlendirdiğine hiç şüphe yoktur. Fakat bu fikir yürütme tarzı ve doğal olarak ortaya çıkan sonuç doğru değildir. Hatta, aynı olgulardan tam tersi sonuçlar çıkmaktadır. “Kendiliğinden” dediğimiz politik iktidar hedefli yürütülmeyen gösterilerin, mitinglerin ve çeşitli eylemliliklerin artması, bunlara katılımın yoğunlaşması bizlere ezilen kesimlerin-işçilerin, köylülerin, kadınların, ezilen mezheplerin vb. artık eskisi gibi (mevcut durumdaki gibi) yaşamayı istemediklerini gösterir. Tam da bu rahatsızlık, bu öfke, bu değişim isteği devrimci örgütlenmelerin varlığına uyulan ihtiyacın arttığını göstermektedir.

Başarmaya mahkûmuz...

Egemenlerce kabul görülmeyen 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarının Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve kendi iç çelişkileriyle birlikte yol açtığı gelişmelere bakalım. Son iki yıl içerisinde, tüm demokratik hak ve özgürlükleri de kısıtlayan, yaygın deyimiyle tüm Türkiye’yi açık bir hapishane durumuna dönüştüren durumun önüne geçilememesinin en başta gelen nedeni devrimci örgütlerin sürece hazırlıklı olmamaları, sağlam ve güçlü bir temeli oluşturamamış olmalarıdır.

Hatırlanacak olursa 15 Temmuz’dan sonra aldığı darbeyle sendeleyen AKP, önce bir durakladı! Aslında devlet içerisinde ciddi bir güç kaybına uğradığı kadar sol ve Kürt muhalefetin ne yapacağını bilmemesi de onu ilk anda ihtiyatlı davranmaya itmiştir. “Yenikapı Ruhu” adı altında özellikle CHP “işbirliğini” öne çıkarmaya çalıştı. Türk devleti kurulduğundan beri CHP sahip olduğu modernleşmeci ideolojiyle özellikle sol reformist hareketlerin ve bazı ezilen kesimlerin üzerinde bir etkiye sahip olmuştur. Bu etki, o dönemde bir kez daha tepkilerin kontrol altında tutulması için kullanılmak istendi. Kısa bir süre sonra da “sol”un ciddi bir reaksiyon vermeyeceği ortaya çıktı. Zamanında Özgür Gelecek sayfalarında da değerlendirdiğimiz gibi gösterilen en önemli tepkinin “OHAL’e ve her türlü darbeye hayır” şiarıyla sendikalar önderliğinde siyasi partilerin bir araya gelerek basın açıklaması ve aylar sonra etkisiz bir miting düzenlemekle sınırlı kalması iktidarın elini güçlendirdi.

Devrimci bir muhalefetin,  hareketin yokluğu devletin saldırılarının yoğunlaşmasına ve her zamankinden daha fazla sonuç alıcı olmasına yol açmıştır. Bu saldırılar demokratik alanlara olduğu kadar, devrimci yapıların illegal ve silahlı örgütlenmelerine de yönelikti. Şehirlerde ev baskınlarında katledilmeler, kırlarda ise kimyasal silah kullanımı ve dağ taşın bombalanmasıyla içinde Aliboğazı şehitlerimizin ve DHKP/C gerillalarının olduğu büyük kayıplar da yaşandı. T. Kürdistanı’nda ise devletin saldırısı TC tarihinde görülmeyen bir boyuta ulaştı. Büyük katliamlar eşliğinde yıkılan şehirlerin “yönetimi” kayyımlara devredildi. Sokağa çıkma yasakları, şehirlerde de kırda da rutin hale getirildi. Fakat burada Kürt ulusal hareketinin örgütlü olma gerçeği dengeleri değiştiren bir durum olmuştur.

Tarihteki tüm deneyimler bize gösterir ki, sağlam ve güçlü, ezilen sınıfların içerisinde kök salmış bir devrimci örgüt varsa yenilgiler yaşanılsa bile sonrasında toparlanma daha hızlı ve etkili, hatta zafere götürücü olur. 1905 devrimi yenilgisi sonrası Bolşevik Parti’nin, 1923 büyük yenilgisi sonrası Bulgaristan Komünist Parti’nin devrime giden yürüyüşü gibi… Yani örgütlü olduğunda yenilgiler yaşanılsa bile toparlanış, mücadeleye devam edip zafere yürüyüş gerçekleşebilmekteyken, örgütsüz olunduğunda toparlanabilme ve başarı görülebilmiş değildir.  Bu en başta, egemen sınıfların ezilenleri yönetme ve baskı altında tutma aracı olan devletin; ekonomiden politikaya, askeriyeden kültüre her alanda çok güçlü örgütlenmelere sahip olmasıyla ilgilidir. Bu örgütlenmelerin hepsinin temel amacı, ezilen kesimleri örgütsüzleştirmek, daha kolay yönetilebilir hale getirmektir. Modern devlet sisteminin en önemli yanlarından biri, egemen sınıfları örgütlerken, baskı araçlarının yanı sıra ezilenleri de temsil ediyormuş gibi görünüp onları bölme, dağıtma veya en iyi olasılıkla sadece demokratik tepki adı verebilmelerine izin vermektir. Hegemonyasını en güçlü şekilde oluşturduğunda buna da, son iki yılda daha açık görüldüğü gibi izin vermemektedir. Oysa, ezilen kesimlerin egemenlerin bu güçlü örgütlenmeleri ve saldırıları karşısında kendi devrimci örgütleri dışında hiçbir silahları yoktur.

Buradan çeşitli nedenlerle kurulmuş olan demokratik kitle örgütlerinin varlığını ve faaliyetlerini önemsemediğimiz sonucuna varılamaz. Bu tarz örgütlenme ve eylemliliklerinin sınıf mücadelesinde kapladığı yer ve etki alanı ile devrimci örgütlerinki farklıdır. Birinci tip örgütlenmeler sistem içi kısmi düzeltmeleri hedeflemekte en önemlisi de siyasi iktidar gibi bir amaçları olmayan yapılardır. Oysa devrimci örgütler, ezilen sınıfların çıkarı için egemen sınıflara ve onların örgütlenme, yönetme ve baskı aracı olan devlete karşı siyasi iktidar mücadelesi verirler. Bu hedef aradaki nitelik farkını belirler. Politik iktidar mücadelesi, ekonomik, politik, teorik/ideolojik ve askeri mücadeleleri kapsar. Bütün bunları birbirleriyle koordineli bir şekilde ve birbirlerini besleyerek, ezilenleri örgütler, bir araya getirir ve siyasi iktidara yöneltir. Bu tarz bir devrimci örgüt ancak düşmanın tüm örgütlenmelerinin, saldırılarının üstesinden gelebilecek niteliğe sahiptir. Türkiye Devrimci Hareketi’nin ve örgütlenmelerinin yaşadığı genel gerileme ve kendiliğindenci hareketlerinin ve farklı tipte kurumların öne çıkışı, bu yapılanmaların gereksizliğinden ziyade, zayıflamalarına yol açan nedenlerin ortaya çıkarılması ve değiştirilmesi gerektiğini gösterir. Son iki yılda yaşananlar bir kez daha, sağlam bir teorik temele sahip, gizliliğin olmazsa olmaz olduğu, kendini dar politik hedeflerle sınırlamayan, uzmanlaşmış, profesyonel devrimcilerin oluşturduğu devrimci örgütlere ihtiyacı göstermiştir. Dolayısıyla, kapitalist sitemi düzeltmeyi değil, tarihin çöplüğüne göndermeyi hedefleyenlerin bahsini ettiğimiz niteliklere sahip komünist partilerde örgütlenmesi dışında bir seçenekleri yoktur.

Komünist Parti’nin de kitleselleşmesine, 45 yılda yayılıp-genişlemesine engel olan ideolojik/politik/örgütsel bütün zaaflarından yanlışlarından hesaplaşması ve sağlam bir devrimciler örgütü oluşturarak ezilen kesimlere umut olması gerekmektedir. Bunu yapmaya-başarmaya tüm ezilen sınıflar için mahkûmuz!

(*Lenin)

Bakırköy Hapishanesi’nden

Tutsak Partizan"

37878

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Sayfalar