Perşembe Mayıs 23, 2024

"İnsanlık ölmüş " diyenlere güzel bir haber

Bin yıl geçti sanki cezaeviyle ilk tanışıklığımın üzerinden. Çok gençtim; çocukluğumda jandarma, falaka ve cezaevi  korkusuyla büyütülmüştüm. Konulduğum cezaevinin demir kapıları, beton duvarları ve göğün bağrına birer mızrak gibi saplanan nöbetçi kulelerinden ürkmüştüm.

Dışarıda akıp giden zaman o boğucu dört duvar arasında donup kalmıştı sanki. Girdiğim o mezardan çıkmak bana imkânsızmış gibi görünüyordu. Şimdi o günleri tebessüm ederek hatırlıyorum. Alıştım çünkü; başka bir kentteki evime gider gibi gidiyorum artık hapishaneye.

Kısa bir aradan sonra şimdi bir defa daha voltadayım dikenli teller altında. Bir kelebek zarafetiyle maltaya süzülen güz güneşinin altın sarısı saçlarından yayılan mest edici bir koku geliyor burnuma. Gökkuşağı renklerinin kaynaştığı serin bir yel ürperiyor yanaklarımda .

Üzeri dikenli tellerle çevrilen beton duvarın ardında, uzak bir yerden bir horozun coşkulu haykırışı yankılanıyor göklerde. Kulağımda horozun çığlıkları, bizim genç horoz geliyor gözümün önüne. Turkuaz yeşili, siyah ve kızıl renklerin ışıldadığı paltosuyla çevresinde gıdaklayan tavuklar arasında, “buranın kralı benim " dercesine kan kırmızısı ibikli başını kibirle arkaya atarak, bahçeyi uzun bacaklarıyla adımlayışını görür gibi oluyorum. Dışarıya gidiyor bir an düşüncelerim. Sevdiklerim güleç yüzleriyle gelip etrafımı sarıyorlar. Kalbimin kanatlanıp onları kucakladığını hissediyorum.

KADER DEĞİL GURBET MAHKUMLARI…

Koğuştan kopup gelen kahkaha sesleriyle uyanıyorum düşüncelerimden.  Koğuş arkadaşlarım neşeyle sohbet ediyorlar. Benim kendilerine katılmamı istiyorlar. Düşüncelerimi avluda bırakıp, onların yanına dönüyorum. Bol kahkahalı sohbete devam ediyoruz. Koğuşta on beş kişiyiz. Koğuş arkadaşlarım başka illerden getirilmişler buraya. Birkaçı daha çocuk… Bu koğuştakilere “gurbet mahkumları ”deniyor. Adli  mahkumlara  “kader mahkumları” dendiğini biliyordum; ancak gurbet mahkumları sözünü ilk defa burada duydum. Böylece cezaevi kültürüm bu koğuşla biraz daha zenginleşmiş oldu.

Bu gurbet mahkumları İstanbul, Kocaeli, Diyarbakır, Osmaniye, Gaziantep,Urfa , Ağrı ve Iğdır gibi uzak illerden gönderilmişler buraya. Burası dünyanın öteki ucu kadar uzak bir yer onlara. Hepsi yoksul aile çocukları. Zaten zengin çocuklarının burada ne işi var ki?

BURADAKİLER MEHMET AĞAR DEĞİL Kİ…

Aileleri bu uzak diyara nasıl gelip giderler, geldiklerinde nerede barınırlar, devletin umurunda değil. Bunlar Mehmet Ağar değil ki, devlet kendileri için villa tahsis eder gibi özel bir hapishane tahsis etsin! Tufan adında bir genç var ,Osmaniyeli ; Malatya’dan gönderilmiş buraya. Evli ve iki yaşında bir kızı var. 17 aydır cezaevinde. Bu zaman boyunca ne genç eşini ne de bebeğini görebilmiş. Yol uzak ve otobüse verecek paraları yok. Tufan’ın gök mavisi gözleri dalıp dalıp gidiyor uzaklara, eşi Nejla’yı ve kızı Suna’yı düşünüyor olmalı. Başka bir mahpus, “dört yıldır görüşçüm gelmedi” dedi. Neredeyse hepsi  aynı durumda.

Bu insanlık dışı uygulamayı , “Yaratılanı Yaratandan ötürü seviyoruz” , diyenlere ithaf ediyorum. E…ne de olsa yalan söylemek parayla değil !!! 

DEVLET SUÇ NEDENLERİNİ ORTADAN KALDIRMAK MECBURİYETİNDEDİR…

Devlet, ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik tedbirler alarak, suçların nedenlerini ortadan kaldırıp cezaevlerinin kapısına kilit vuracakken, kendi kusurunun bedelini bu insanlara ödettiriyor.

Bir itirafta bulunmak istiyorum: Tarihe ve insanlığa beslediğim güçlü ümitler bu gurbetçi mahkumlar arasında daha da pekişti.

DÖRT DUVAR ARASINDAKİ MEDENİYET,  ANKARA SİYASET MECLİSLERİNDE YOK…

"İnsanlık ölmüş " diyenlere güzel bir haber vereyim: Dört duvar arasında da olsa insanlık burada zifiri karanlıkta ışıldayan bir yıldız gibi parıldamaya devam ediyor. Tek mesele ortak bir ruhun yaratılmasında… Gerisi kolay, insanlık yatağını bulan su gibi bulur kendi ışıklı yolunu…

Bazıları belki inanmayacak ve sözlerimi abartılı bulacaklar ama ben bu dört duvar arasında bulduğum medeniyeti ve insanlığı ülkeyi yöneten o Ankara’daki o siyasetçi meclislerinde görmedim. Onlar gibi torba dolusu laflar etmezler ama  burada kurdukları  örnek hayatla insanlık dersi veriyorlar.

Koğuşun demir kapısından içeri adımımı ilk attığımda nasıl bir manzarayla karşılaşacağımı bilmiyordum. İçeridekiler gaspçı, eroinci veya katil olabilirlerdi. Onlarla bir arada yaşamak bir mayın tarlasında yürümek kadar zor geliyordu bana.

KOĞUŞTA İLK ANLAR…

Hapishanede kalanlar bilirler, koğuş kapısı her açıldığında bütün başlar ümit  ve merakla o yöne çevrilir. Dış dünyaya, özgürlüğe açılan tek kapı budur çünkü.

İçeri girince “ Merhaba, iyi akşamlar” dedim, üstüme çevrilen gözlerle sıcak bir göz teması kurmaya çalışarak. İçeridekiler,  yanan kömür sobasını çembere almışlardı. Beni tanıyanlar oldu, adımla selamladılar beni. Koğuş kapısı ardımdan şangırdayarak kapanırken, hepsi oturdukları plastik sandalyelerden gürültüyle ayağa kalkarak etrafımı sardılar ve candan bir ilgiyle, “Hoş geldin” dediler. Tanıdıklar benimle öpüştüler, diğerleri ise elimi sıcak bir karşılamayla sıktılar. Üç dört genç sakıngan gözlerini üstümde tutarak arkada kaldılar. Onlara ayrıca merhaba diyerek adlarını ve memleketlerini sordum. Gözlerinde çocuksu bir masumiyetle isimlerini ve memleketlerini söylediler. Ayakta süren hoşbeşten sonra oturmam için bir sandalye verdiler, sonra misafir olan benim için sobaya bir çay koydular.

Koğuşta sigara içildiğini görünce –çünkü sigara içilebilecek başka bir yer yok- "Eyvah"! dedim kendi kendime. Kandıra F tipindeki rutubetten hasara uğrayan akciğerlerim bu ortamda bir gün bile dayanamazdı. Az sonra çayla süren sohbetimizi kafamın içinde matkap gibi uğuldayan bu endişeyle sürdürdüm. Bir an cesaretimi toplayıp yanımdaki mahpusun kulağına sigaradan rahatsız olduğumu fısıldadım. Bu harika insanlar, adeta bakışlarıyla konuşuyorlardı. Nasıl oldu, kaş göz hareketleriyle nasıl anlaştılar, anlayamadım: sigara tutan eller gizli bir komut almış gibi kül tablalarına uzandı ve sigaralar hemen söndürüldü..

Şimdi akşamları koğuş kapısı kapanınca, sigara için tuvaletin önünde kuyruğa giriyorlar. Böyle olunca da günlük içtikleri sigara sayısı yarıya indi. Hem sağlıklarından hem de paralarından tasarruf ettikleri için şimdi gözlerinin içi gülüyor.

CEZAEVİ TERBİYE Mİ EDER?

Sanılmasın ki, cezaevi hayatı bu insanları hizaya sokmuş. Bana göre bu düşünce gerçeği yansıtmaz. Bu insanlar burada sabrın öğretmenliğinde hoş görünün, olgunluğun, zarafetin, empati  kurmanın ve barış içinde kardeşçe yaşamanın sırrını keşfetmişler.

KOĞUŞTA HAYAT…

Koğuşun günlük işlerinde harika bir paylaşım var. Büyük küçük ayrımı gözetmeden herkes, her işe koşuyor. Gece saat  11’den sabah 8’e kadar koğuş nefesler tutulmuşçasına kıpırtısız bir sessizliğe bürünüyor. Uyku sorunu olan benim için huzurlu ve melankolik bir sessizlik bu. Sabah erken kalkanlar,  uyuyan arkadaşlarını rahatsız etmemek için parmak uçlarında gidip bir sandalyeye ilişir, sadece görüntüsüyle yetindikleri televizyonu izlerler. Sabah sayımından sonra birlikte kahvaltıya oturulur. Üstümdeki ranzada yatan genç arkadaşım geceleri yatakta dönerken beni rahatsız etmekten dertli. Oysa rahatsız olduğum yok. Ben de onun beni düşünüp  gerilmesinden dertliyim. İki dertli birbirimizi bulmuşuz!

DİYOJEN GİBİ İNSAN ARAYANLARDANSANIZ İÇİNİZ RAHAT ETSİN…

Hani Diyojen gündüz ortası sokakta fenerle dolaşırken, “ İnsan arıyorum”, demiş ya… Siz de Diyojen gibi insan arayanlardansanız, içiniz rahat olsun;  insanlık için hala ümit var. Gurbetçiler koğuşu, dört duvar arasında ümidi yeşertiyor, kötülere insanlık dersi veriyor. Size dünyalar dolusu selam ve sevgilerini gönderiyorlar.           

Mahmut ALINAK - Susuz Kapalı Cezaevi

79109

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Son Haberler

Mahmut Alınak

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

Sayfalar