Cuma Nisan 19, 2024

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Bu belirleme, toplumsal bir gerçekliğin tarihsel bir sürecinin izidir. İnsanlığın kendini kazanma öyküsü çok eskilere gitsede, özgürlüğünü yitirme öyküsü, ne yazık ki, tarihin daha berilerinde, kadınların, özgürlüğünün elllerinden alınmasıyla başlamıştır. Kadınların, baskı altına alınma tarihi süreci, insanlığın özgürlüğünü yitirme tarihi olarak da okunmalıdır.

Söz konusu tarih, sınıflı toplumlarında başlangıcının da tarihidir. Bu aynı zamanda, toplumun ezen-ezilen diye ikiye ayrılması ve ezen kesim toplumun çok az bir kesimini oluştururken, ezilen ve sömürülen toplumsal kesim ise, toplumun her zaman günümüz söylemiyle, abartısız % 99’unu oluşturmuştur.

Baskı ve sömürü sistemlerinin insan toplumunun yaşamına girmesi, kadınların baskı altına alınmasıyla başladı ve günümüze kadar, çeşitli toplumsal evrelerle devam etmektedir.

Sınıflı toplumların bütün egemen sınıfları, baskıcı ve sömürücü politikalarını sürdürmek ve iktidarlarını devam ettirmek için, öncelikle kadınların kölleleştirilmesi poltikasını öne çıkarmışlardır. Çünkü, kadın özgürleşmenin simgesidir. Kadınların egemen olduğu toplumsal sistemde, yani, ilkel komünal toplumda, insanlar arasında sınıfsal bir ayrım olmadığı gibi, baskı ve sömürü yoktu, üretim de üleşim de kollektifti. Bu anlamda kadın, sınıfsız bir toplumun ve de insanın özgürleşmesinin bir simgesi olarak gelmiştir. Kadının baskı altına alınması ve erkek egemen sistemin hakim hale gelmesi, genel toplumsal baskıcı ve sömürücü sistemin devamını sağlamak için de önemli bir ideolojik ve politik araç olarak varlığını sürdürmüştür.

Kapitalist sistemle birlikte kadınlar kısmen özgürlüklerini elde etmelerine karşın, cinsiyet ayrımı ve baskısı ortadan kalkmadı. Burjuvazinin ödenmemiş emeğe el koymak için işçiye gereksinimi vardı. Bu nedenle de kadını ucuz işgücü olarak kullanmayı esas aldı. Kadının “özgürlüğü”nden söz eden burjuvazi, kadının özgürlüğünde de riyakarlığı elden bırakmamıştır. Ancak, kadın proleterleştikçe ve de sınıf mücadelesi içinde yer aldıkça özgürleşmesinin ideolojik ve pratik ufukları da açıldı.

AKP ve T. Erdoğan’ın kadınlar üzerine yüklenmeleri, ideolojik, siyasal, psikolojik ve pratik baskıları kadınlar üzerinde yoğunlaştırmaları, kadınların köleleştirilmesi için yoğun çaba harcamaları, bir üst paragraflarda  kısaca anlatılanlarla direkt bağlantısı vardır. Özellikle faşist diktatörlerin ilk baskı kuracağı ve daha geniş kitleleri etkilemenin yolu; kadınlar üzerindeki geleneksel tarihsel baskıları arttırmak ve onları bir cendere içine ya da kara çarşafın içine sokmaktır. AKP iktidarının ömrü, kadınlar üzerinde baskıların arttırılması ve sürdürülmesiyle doğru orantılı olarak devam edecektir. Bu nedenle de, ne kadar çok kadın kara çarşafa belenirse, iktidarda kalma oranları da o denli uzayabilecektir. 

Burjuvazi, her zaman kitlelerin en geri yanlarına hitap etmiştir. Kitlelerin en geri kesimlerinin ilkel duygularını okşamanın en önemli ideolojik araçlarından biri, kadınlar üzerinde yürütülen gerici politikalardır. Sömürü ve baskı sisteminin ağırlığı altında bunalmış kitlelerin, kendi kurtuluşlarını kadının daha fazla baskı altına alınmasında gösterilmesi siyaseti, ne yazık ki olumlu etki yaratmaktadır. Özellikle de bu politikalar “din” maskesi altında sürdürülmesi, geri kesimleri içinde azımsanmayacak bir taraf bulabilmektedir. 

Kadın üzerinde baskılar, islam ülkelerinde, “kadınlar örtünmezse –yani, kara çarşafa gömülmezlerse- günaha gireriz”, “bütün kötülükler açılan kadınlardan geliyor” vb. ilkel ve bayağı propagandalar, geri kitleleri oldukça etkilemektedir. Burada, sorun “açılma-kapanma” ikilemi içinde gösterilmek istense de, esas olarak kadının köleleştirilmesi, evde erkeğe, fabrikada patrona ve devlete bağlı olmasını ve boyun eğmesini sağlamak amaçlıdır.  Evde kadının köleleştirilmesi, erkeğin (işçinin) de düzen karşısında köleleştirilmesini ve boyun eğmesini kolaylaştırıcı bir etki yaratmaktadır. 

Bu anlamda, Marx ve Engels’in belirttiği gibi; “Kadının esaret altında tutulduğu bir toplumda, hiç kimse erkek kadar ağır bir biçimde cezalandırılmamıştır”

Diktatör artığı faşist Erdoğan’ın, “Öğrenci evleri fuhuş yuvası” vb. sözlerle gençliğe ve esas olarak da kadına yüklenmesinin amaçları çok açıktır. Kadın özgürlüklerin simgesi ise, gençlik ise dinamizmin, baş kaldırının ve boyun eğmemenin sembolüdür. Kadın baskı altına alınca, iktidarın ömrü uzar, geneçlik din afyonu ile bunaltılınca, baskı ve sömürü sistemine karşı devrimci baş kaldırılarıların ivmesi de düşer. Kadınların teslim almak isteyen sistem, gençliği de teslim alarak onları da din afyonuyla uyutarak, düzenin çıkarları için kelle avcıları haline getirmek istiyor.

Bugün Türkiye’de, Türk devleti eliyle kadının kara çarşafın içine adım adım sokulması, baskı ve sömürü politikasının daha da ağırlaştırılmasından, sınıfsal baskının katmerleştirilmesinden ayrı ele alınamaz. Bu bir sınıfsal baskıdır. Sadece tek bir cinse uygulanan baskı değil, tüm ezilenler üzerindeki baskı ve sömürünün arttırılması ve var olan demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesidir. Bu anlamda, “türban bir hak” değildir. Burjuvazi, türbanı “bir özgürlük aracı” olarak göstermeye çalışıyor. Oysa, Türban ile “din özgürlüğü” aynı şeyler değildir. Türban, dinici bir burjuva iktidarının siyasal simgesi haline getirilmiş, daha özelde ise kadının köleleştirilmesinin açık bir ifadesi yapılmıştır. Bu nedenle, türbanın “özgürlükle” ilgisi olmadığı gibi, tersi bir işlevi vardır. Gericiliğin simgesidir. 

Komünistler için özgürlük karşıtı bir simgenin “özgürlük” adı altında savunulacak bir yanı olamaz. Dini duygularından dolayı türban takan kadının türbanı zorla çıkarılmaz, ancak, onun türban takmasının savunulacak bir yanı da olamaz. Din, özgürleşmenin bir aracı olmadığı gibi, türban’da “özgürlüğün” bir simgesi değil, kadını hiçleştirmenin ve aşağılamanın simgesidir. Esas olan budur ve buna karşı tavır alınmalıdır. Ve egemen sınıflar, dini, kendi egemenlik aracı için kullanıyorsa, bunun “masumane” bir yanı olamayacağı gibi, bunun simgelerini “özgürlükler kapsamı” içine sokmak, egemen sınıfların çıkarlarına hizmet etmek demektir.

 Türk devleti, kurulduğu günden beri  Sünni kesimlere büyük bir destek vermiş, devlet dini olarak sünniliği tercih ederek, diğer din ve mezhepten olanlara baskılar uygulamış, yasaklamalar getirmiş, katliamlar gerçekleştirmiştir. Bugün ise bu daha açıktan yapılıyor. “Dini özgürlüğümüzü yaşıyamıyoruz” vb. gibi aldatmacalar, egemen sınıfların AKP aracılığıyla, kadınlar üzerinden ezilen kesimleri (işçi ve emekçileri) daha büyük bir baskı altına alma ideolojik ve siyasal yönlendirmeleridir.

Bütün tek tanrılı dinler, kadınların köleleştirilmesi üzerinde inşa edilmiştir ve  buradan hareketle de bütün ezilen sınıfları baskı altına tutmanın aracı haline getirilmiştir. Bütün egemen sınıflar da, (burjuvazi de dahil) bunu esas almıştır. 

AKP, dini kullanarak kadınlar üzerindeki baskıları artırırken, işçi ve emekçiler üzerindeki baskıların arttırlmasının siyasal ve ideolojik aracı ve önemli bir basamağı gördüğü için bu politikayı izliyor ve egemen burjuvazi de buna destek oluyor. Kadınlar üzerindeki bu baskı, “din” kisvesine büründürülmüş sınıfsal bir baskıdır. İşçi sınıfının köleleştirilmesi siyasetinin en ağır bir şekilde sürdürülmesidir. Bu nedenle de kadınların özgürlük mücadelesi işçi sınıfının sosyal kurtuluş mücadelesinden ayrı ele alınamaz. *** 9.11.2013

 

97667

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

AB Emperyalist bir birliktir dağıtılmalıdır

24 Haziran’da ingiltere de yapılan AB referandumu sonucu, AB emperyalist burjuvazisi içinde paniğe yol açtı. Brexit’in domino etkisi yaparak ABexit’e dönüşmesinden korkmaya başladılar.

Avrupa Birliği, “... başta ABD ve Japon emperyalist tekellerine rakip olarak ortaya çıkmışsa da, işçi sınıfı, ezilen halklar ve ezilen ulusların karşısında yer alan bir bloktur. Başta da Avrupa işçi sınıfı ve halklarına karşı oluşturulmuş emperyalist bir birliktir.”1

Demek gidiyorsun küçük kırlangıç…

Bir can almakla insan biter mi heval,

Kahpe kurşun kalemini kırar mı heval..

Şu Dicle'nin suyu senden geçermiş heval,

Analar oğul diye içermiş heval...

Bir rüzgar gibi hala esermişsin heval...

Şu Cudi'nin dağlarında gezermişsin heval,

Şu Munzur'un dağlarında gezermişsin heval...

Hitler,Mussolini ve Erdoğangillerin yaratılmasında liberallerin payı!

Son zamanlarda, bir çok liberal ve demokrat köşe yazarı, AKP iktidarını ve Erdoğan’ın “tek kişi(!)” diktatörlüğünü eleştirirken, Sovyetler Birliği’ni ve Stalin’i anmadan geçemiyorlar. Stalin’i Erdoğan ile eşleştiriyorlar ve Erdoğan’ın uygulamalarını Stalin önderliğinde SSCB olan uygulamalara benzetiyorlar. 

Hepimiz ATİK 'liyiz,tutuklanmakla bitmeyiz !

Çok önemli tarihi bir süreçten geçiyoruz.

10 ATİK (Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu) aktivistinin bir yıldır tutuklu bulunduğu,Almanya'da yargılanmalarına sayılı günler kaldı.Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyelerinin yargılandığı davadan sonra,Almanya'da görülen son 30 yılın en büyük siyasi davası olarak gürülmektedir.

Alman devleti'nin Türk istihbarat örgütü ile anlaşması sonucu Avrupa'nın değişik ülkelerinde gerçekleştirilen operasyonlarda 10 devrimci,haksız yere tutuklandı.

Kerkük’ü Kaça Satalım? – Dursun Ali Küçük

Kürdistan’da doğup büyüyüp Kürdistan’ı satanlar az değil.
Garip ama gerçek...
Kürdistan’da bazı Kürtler kendi ülke ve şehirlerini bir yok pahasına evet kendisi için satıyorlar.
Hem de bedeva.
Kimi karın tokluğuna, kimi gerçekten bedevaya, kimi egemen sömürgecilerden bir etiket ucuz yaşam kapma pahasına bunu yapıyor.
Kimisi de kafası ve ruhu işgal altında olduğu için bunu yapıyor.

İbrahim Kaypakkaya ve Kürt sorunu[1]

“Söyle ateşin söylemeye çekindiğini.”[2]

İşkencede parçalanmış bedeni 20 Mayıs 1973 günü Diyarbakır’da babasına teslim edileli tam 43 yıl olmuş… “İntihar etti,” demişler, utanmadan![3]

44 Yıl sonra onlar yani sonsuzlar[*]

“Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma.”[1]

“Üç Fidan”ın 6 Mayıs’ından veya THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) savaşçılarından, 44. yıldaki sonsuzluklarından söz etmek zor olsa da; “olmazsa olmaz”…

Madımak’tan Mercan’a, Koray’dan Dursun’a‏

Biri henüz 11 yaşında, Pir Sultan Abdal’ın elinde dünyanın en güçlü direnç, bilinç ve isyan silahına dönüşmüş Bağlamaya, Semaha ve Türkülere sevdalı, 2 Temmuz 1993’te Madımaktaki 33lerin en küçüğü Koray Kaya… Diğeri yüzyıllardır özgürlük meşalelerinin yandığı, sefer edilip zafer elde edilemeyen Jaru Diyara, Kaypakkaya’nın destanlaştığı Munzurlara, Zel dağına, özgürlüğün diyarına giden, 17 Haziran 2005 Mercan Dağlarında kimyasal silahlarla katledilen 17lerin en küçüğü Dursun Turgut..

'Osmanlıcılık' Egemenlerin Krizlerine Çok Boyutlu Çare Arayışıdır / Haluk Gerger

Uluslararası ilişkiler ve özellikle Ortadoğu üzerine çalışmalarıyla tanınan akademisyen ve yazar Haluk Gerger Siyaset Gazetesi ile dünya güç dengeleri, Ortadoğu ve Türkiye üzerine bir röportaj gerçekleştirdi

CHP, stabil bir parti mi?‏ /İsmail Cem Özkan

Yaşadığımız ülkenin ve devletin kurucu gücü olarak tanıtılan CHP aslında homojen bir parti hiçbir zaman olamadı, sürekli olarak çağın ve zamanın ruhuna uygun olarak tavır değiştirtirken kadrosu da değişen bir siyasi partidir ve o yüzden stabil değil dinamiktir.

CHP kurucu üyeleri son Osmanlı Meclisi üyeleri ve 1. Ankara’da kurulan meclistir. Osmanlı devletinden almış olduğu mirası kesintisiz olarak ileriye taşıyan parti özelliğini de korumasına rağmen, bugün kuruluş çizgisinden çok uzakta hatta hiçbir bağlantısı kalmamış konumdadır.

Koşullara Boyun Eğmek Değil, Değiştirmek Devrimciliktir!

"Bak Bill, İşte Kocakafa!”

İslamcı faşist devletin en büyük korkusu, kitlelerin direnme gücünü bütünüyle kıramamış olmasıdır. Onlar, kendi saltanatlarını rahat sürdürebilmek için, öncelikle kitleleri bütünüyle teslim alamk isterler. Teslim almanın ötesinde, bütünüyle sindirmek ve ezmek isterler. Kısa ve uzun vadeli taktikleri budur.

AKP faşist hükümeti, 14 yıldır, kitleleri teslim almanın mücadelesini veriyor ve son 6 yıldır ise, yoğun bir şekilde saldırıyor. Buna rağmen, kitleleri bütünüyle teslim alabilmiş değildir.

Sayfalar