Perşembe Mart 28, 2024

Kılıçdaroğlu’nun “adalet” yürüyüşü, gerçekler ve tarihsel olarak sivil itaatsizlik-1

Enis Berberoğlu’nun MİT tırlarının bilgilerini basına sızdırmasından dolayı yargılandığı mahkemece 25 yıl hapis cezasına çarpılması ve tutuklanmasının ardından CHP, yargılamanın “adaletsiz olduğu ve Enis Berberoğlu’nun serbest bırakılması” için Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Adalet” için yürümesine karar verdi.

CHP’nin ülkede “adalet yok, yargı tek taraflı kararlar veriyor” söylemine diyecek bir şeyimiz yok. Bunun da ötesinde ülke, açık bir hapishaneye çevrilmiş durumda. AKP’nin faşizmin rengini her geçen gün koyulaştırdığı ve hiçbir hak hukuk tanımayarak yaptıkları sadece Enis Beberoğlu’na verilen “haksız ceza” ile de sınırlı değildir.  AKP, iş başına geldiği 2002 yılından bu yana, sürekli ve sistematik olarak baskıcı bir politika uygulayarak toplumu teslim almak çalıştı. Son örnek olması bakımından AKP, 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılan Darbe Girişimini “bu bize Allah’ın bir lütfü” diyerek ülkede terör estirdi. “FETÖ ile mücadele ediyorum” adı altında herkese saldırdı. Binlerce insan tutuklandı, yüz binlercesi işinden oldu.

Tüm bu olup bitenlerin karşısında CHP, ya sustu ya da AKP’nin koltuk değneği oldu. Tüm kritik meselelerde AKP’ye açık destek verdi. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasında Yenikapı’da kol kola girdiği AKP’ye açık çek veren CHP-Kılıçdaroğlu, AKP, istediği her şeyi yapıp tamamladıktan sonra yarım ağızla, “Darbe biliniyordu, bu kontrollü bir darbedir” demeye başladı.

CHP, Kürt meselesinde “teröre karşıyız” söyleminin arkasına sığınarak AKP’nin Kürtlere uyguladığı zulme, katliamlara hep sessiz kaldı, askeri operasyonlarda AKP’ye destek vermekten geri durmadı. Sur, Cizre gibi yerleşim yerlerinde insanların evlerin bodrum katlarında topluca katledilmesini seyretmekten başka bir şey yapmadı.

CHP, Gezi İsyanı’nı geri çekmek için elinden geleni yaparak gerçekte AKP’nin yanında oldu; AKP’nin sahte oylarla kazandığı 16 Nisan 2017 anayasa referandumu sonrasında kitlelerin sokağa çıkmasını “provokasyon olur” gerekçesiyle geri çekti; HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için AKP’nin istediği şekilde evet diyerek destek oldu; 15 Temmuz 2016 tarihinde Darbe Girişimi sonrasında herkesin “FETÖ torbasına” konarak yargılandığı, işinden olduğu ve hala sürmekte olan dönemde haksızlığa uğrayanlar için adalet aramadı. Tüm bunları yapmaktan imtina eden, ülkede “adalet” olmadığı “dün”e kadar aklına gelmeyen CHP ve Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Enis Berberoğlu şahsında “Adalet Yürüyüşüne” başlamasını, toplumda biriken öfkeyi kendi potasına çekme eylemi olarak görmek haksızlık mı olur!

CHP-’nin depreşen “adalet” aşkı ve neden sadece Berberoğlu?

Peki, kimdir bu Enis Berberoğlu? Binlerce insan suçsuz yere cezaevlerini doldurmuşken, gazeteciler sırf haber  (görevlerini) yaptıkları ya da Erdoğan’ı eleştirdikleri için hapishanelered konmuşken, yüzlerce hasta devrimci tutsak ölüm sınırındayken, her gün insanlar dağlarda katledilirken, Kürtler hakları için sokaklarda polis tarafından coplanırken, işçiler aldıkları grev kararları “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklanırken adalet diyemeyen CHP’nin bu “adalet” aşkı neden depreşti? Bu anlaşılırsa, bir koşu atı gibi bu yürüyüşe koşulan Kemal Kılıçdaroğlu’nun ne yapmak istediği de gayet iyi anlaşılmış olacaktır.

Enis Berberoğlu burjuva medyada tanınan, kariyeri olan bir gazeteci olarak her zaman “devletinin” yanında olmuştur. Onun en akıllarda kalan haberlerinden biri örneğin 2 Eylül 2012 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde yer alan “Şemdinli’de tek başına” başlıklı yazısıdır. Şöyle diyordu yazısında Berberoğlu, “Bagajdaki masayla sandalyeleri yerleştirdik. Sakız gibi beyaz örtüyü serdik. Yapma çiçekleri serpiştirdik. Yeni fincan takımını açtık. Ve sabah kahvemizi keyifle içtik. Her yudumun tadını çıkardık. Eğer sizler de bu yazıyı... Kahve ve çayınızla birlikte okuyorsanız... Anlatılanların hepsini unutun dilerseniz. Yazı zaten uçar gider. Aklınızda kalan sadece bu manzara olsun. Eğer Hürriyet Gazetesi’nin genel yayın müdürü... Bir sabah Şemdinli manzarasına karşı... Rahat rahat kahve içebiliyorsa... Bakmayın siz elalemin feryatlarına... Bu iş daha bitmedi demektir” diyerek her yerin Türk devletinin olduğunu, istedikleri yere istedikleri zaman gidebilecekleri mesajı vererek gündem olmuştu. İşte CHP’nin sahip çıkarak kendisi için başlattığı “Adalet Yürüyüşünün” asıl teması bu olmakla birlikte, CHP, her seçimde biraz daha geriye giden durumunu kurtarmak, toparlanıp yeniden ve daha “güçlü” bir şekilde, gelecek 2019 seçimlerine şimdiden hazırlanmak istiyor.

Sivil toplumculuk ve sınıf mücadelesi

Sivil itaatsizlik eyleminin tarihteki ilk eylemcisi Sokrates olarak bilinmektedir. Sokrates “tanrıları inkar” ettiği için yargılanmış ve ölümle cezalandırılmıştır. Sokrates, yargılanmadan önce kaçma şansı varken kaçmamış ve yargılanırken de kendisini suçlamalara karşı savunmamıştır. Bu şekil bir karşı koyuşla tarihte önemli bir tartışmanın odağına oturan Sokrates’in otoriteye karşı gelen bu tavrı sonraki düşünürler için bir esin kaynağı olmuştur.

Sivil itaatsizlik, Amerikalı yazar ve düşünür Henry Davit Thoreau’nun 1846’de literatüre kazandırdığı bu direniş, günümüzde de bir mücadele biçimi olarak yerini fazlasıyla büyütmektedir.

Gramsci’yi bir yana koyduğumuzda, günümüz açısından sivil itaatsizlik eylemlerine felsefi ve politik bir bakış açısıyla bakan Neuman, Dworskin, Rawls, Habersman gibi düşünürlerin eserleri temel alan teorik bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Sivil toplumcu hareketin çıkış noktasında Gramsci’nin yeri önemli olmakla birlikte adı geçen düşünürlerin de Sivil Toplumculuk hareketlerine ilham kaynakları oldukları da ayrı bir gerçektir. Bu düşünürlerden “Raws’a göre sivil itaatsizlik, genel olarak adil olmayan toplumlar için geçerlidir ve şu ya da adil demokratik bir devletin, anayasayı meşru olarak kabul eden yurttaşları için ortaya çıktığından demokrasinin ahlaki temeline ilişkin her teorinin denektaşıdır. Rawls sözleşme kuramından yola çıkarak sivil itaatsizliğin demokratik bir toplumdaki yerini tartışmıştır. Bu bakış açısından, sivil itaatsizliği bir protesto şekli olarak değerlendirir. Rawls’a göre sivil itaatsizlik şiddete dayanmayan, hükümetin politikalarında değişimi hedefleyen, aleni olarak yapılan, vicdani ama yasal olmayan bir siyasi eylemdi ve niteliğiyle bireylerin devlet otoritesi tarafından uğramış oldukları haksızlıklara karşı bir direnme şeklidir.”

“Dworkin ise, sivil itaatsizliği bir hak olarak görür. Bu hak sadece siyasi katılımla ilgili değil tüm bireylerin eşit bir şekilde devlet otoritesine karşı öne sürebileceği tüm negatif statü haklarıyla bağlantılıdır” der.

“Habermas sözleşme kuramından ayrılarak sivil itaatsizliğin pozitif hukuka uygun olarak ortaya çıkmış, evrensel nitelikli herkesin için açık ve seçik olan adalete, iyi yaşamaya dair siyasi ve ahlaki ilkeleri korumak savını içinde barındırdığını” dile getirir ve devamla sivil itaatsizlik, ‘‘yalnızca kişiye özgü inançların ve çıkarların temel alınamayacağı ahlaki bir protestodur. Kural olarak önceden bildirilmiş ve polisçe akışının hesaplanabilir olduğu kamuya açık bir eylemdir; hukuk düzeninin bütününe olan itaati etkilemeksizin, tekil  normların kasıtlı olarak çiğnenmesini içerir” der. (Özgür Küçüktaşdemir, ceza hukukçusu)

Sivil toplumculuğun kitle hareketlerine dönüştüğü ülkeler en fazla ileri kapitalist ülkeler olmuştur. Bu mücadele biçimi ve bu biçimi savunan hareketler, sınıf mücadelesinin geri düzeyde sürdüğü, komünist partilerin olmadığı ya da güçlerinin zayıf olduğu bu tür ülkelerde, devletten daha fazla pay isteyerek “uzlaşmacı” bir rotada kapitalizmi kutsayan bir şekle bürünerek varlığını sürdürmektedir. Sivil toplumculuk, son 20-30 yıllık sürede yarı-sömürge ülkelerde de bir mücadele biçimi olarak taraf bulmuş ve kitleleri sınıf mücadelesinden geriye iten bir kaldıraç görevi görmüştür.

Sivil toplum kavramı Marks ve Engles tarafından da bir eleştiri konusu yapılmıştır. Marks, “doğal hukuk” kavramı üzerinden Rousseau ve Hegel tarafından kullanılan “sivil toplum” kavramını devletin kutsanması olarak eleştirmiştir. Hegel’in sivil toplum ile devlet arasında bir kopukluk olduğunu, bunun sivil toplumun kabul edilmesiyle devlet ile toplum atasındaki çelişkilerin aşılabileceğini ileri sürmesini Marks ve Engesl eleştirmişlerdir.

Marks, eleştiri konusu yaptığı sivil toplum kavramının incelenmesinin ekonomi politiğin incelenmesi olduğunu ileri sürerek, sınıfsal bir bakış sunmuştur. Daha açık bir ifadeyle emek-sermaye çelişmesi olarak ortaya konmadığı müddetçe, sivil toplum kavramının anlaşılamayacağını belirtmiş ve şöyle demiştir: “Mülksüzlük ile mülkiyet antitezi, emek ve sermaye antitezi olarak kavranmadıkça, etkin bağlantısı, içsel ilişkisi ile anlaşılmamış, belirlenmemiş bir antitez olarak kalır.” (Marx, El Yazmaları, s. 182) 

Marks, emek sermeye çelişkisinin sivil toplumun da ötesinde geçilerek çözülebileceğini açıklar.  Marks ve Engels, sivil toplum kavramına yükledikleri anlamı daha sonra yazdıkları “Alman İdeolojisi” adlı eserlerinde daha da açık hale getirerek şöyle derler; “Sivil toplum, üretici güçlerin belli bir gelişmişlik aşamasında, bireyler arasındaki maddi ilişkilerin tümünü içerir. Verilmiş bir aşamadaki tüm ticari ve sinai yaşamını içerir’’ ve devamla “Sivil toplum sözcüğü 18. yüzyılda, mülkiyet ilişkileri eski çağın ve ortaçağ komünal toplumundan ayrıldıktan sonra ortaya çıkmıştır. Bizatihi sivil toplum, ancak, burjuvaziyle birlikte oluşur; ancak doğrudan doğruya üretim ve ticaretin sonucu olan toplumsal örgütlenme... her zaman bu adla anılmıştır.” (age, s. 128)

Devam edecek 

39045

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

" Devrimci cephe hareketi "üzerine

Kaypakkaya'dan günümüze 44 yıl geçti. Yaşadığımız devrimci deneyimler bizlere önemi azımsanmayacak kazanımlar bıraktı. Bu bizler için önemli miras bu mirası doğru özümsemeliyiz, kavramalıyız ki, gelecekte Halk Cephesi’ni kurma yolunda ufkumuz açık olsun. Gereksiz polemiklerden böylece kaçınmış olunur. Eğer ki mesele doğru kavranmaz, önemsenmez ve de olsun-bitsin mantığıyla hareket edilirse ciddi yaralar alınır.  "Kaş yapalım derken, göz çıkarmış "oluruz.

PARTİ VE KAYPAKKAYA ÇİZGİSİNE SAHİP ÇIK, TEORİK TEMELLERİNİ GÜÇLENDİR, ONU KAVRA ve GELİŞTİR

Partimizin kurucusu şahsında amaç ve araç, hedef ilişkisi bağlamında kuracağımız analiz-sentez ilişkisi bizim sorunu nasıl ele alacağımızla direk ilintilidir. Tarihsel olarak olaya baktığımızda İbrahim Kaypakkaya (İK) sıradan bir devrimci önder değildi. Onu komünist yapan doğrudan savunmuş olduğu ve yaptıklarıydı, yani teori ve pratik bütünlüğüdür.

Bir ikiye bölünür / Halil Ahmet

Herşey bir çelişkidir. Bu Maoist felsefi tanımdan yola çıkarak soruna bakarsak olayları ve olguları ve bunların arasındaki iç bağlantıları doğru bir şekilde kurabiliriz.

“Hareketin kendisi bir çelişkidir veya bir ikiye bölünür” Maoist felsefi yaklaşımını nasıl ele almalıyız? Başkan Mao’nun bu noktadaki ML’ye yaptığı katkılardan biri olarak felsefe alanında çelişki yasası olduğu gerçeği de herkes tarafından kabul edilmektedir.

“Bir ikiye bölünür ama asla iki birleşip bir olmaz. İkiyi bir yapmak revizyonistçe bir yaklaşımdır.” (Mao Zedung)

TKP/ML – TİKKO ROJAVA KOMUTANLIĞI: 24 Nisan devrimin zorlu ve onurlu yoludur!

Savunduğu devrim öğretisiyle burjuva-feodal devletin soluğunu kesen kıvılcımı-aleve, alevi tüm ülkeye yaymaya çalışırken sadece gerçeğin sesine ve gerçeğin izinde yürümeye çalışan Kaypakkaya yoldaş işçi sınıfının ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımızın önderi olmaya devam ediyor. Kaypakkaya yoldaşın devrim ve örgüt öğretisi, işçi sınıfının kazandığı ve sahip olduğu en ileri devrimci öğretidir. Ülkemizde hiçbir teori, hiçbir düşünce ve strateji Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu kurtuluş yolu kadar gerçekçi, uygulanabilir ve güvenilir değildir.

TKP/ML MK : 44.YILIMIZDA ŞAN OLSUN İHTİLALCİ PROLETER ÇİZGİMİZE!‏

“Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

Kanatların çırpındığı kadar hafif…

Kalbinin attığı kadar canlısın,

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

Sevdiklerin kadar iyisin,

Nefret ettiklerin kadar kötü…”

Yoldaşlar,

Partimiz TKP/ML kuruluşunun 44. Yılını kutluyor. Partimiz, Önderimiz İbrahim Kaypakkaya önderliğinde Şafak Revizyonizme karşı ideolojik-politik temelde örgütsel mücadelenin sonucu olarak 24 Nisan 1972’de tarih sahnesindeki yerini aldı.

Tarih Tanıktır: 24 Nisan’da Kaypakkaya Çizgisinin Doğuşuna

Yüzyılda Ülkemiz iki önemli tarihi zelzeleye tanıklık etti. 24 NİSAN. Öyle ki, her iki toplumsal olay tarihimizde silinmez ve silinmeyecek izler bıraktı. Hele ki bu silinmez tarihi olay aynı güne denk gelmişse - ki öyle- bir o kadar daha önemli ve de değerlidir. Tarihimizde bazı yaşanmışlıklar vadesi dolduğunda unutulur, tarih sahnesinde silinip giderler. Ve kendi kendini tasfiye ederler.

15 NİSAN 2015 TARİHİNDE TUTUKLANAN 10 DEVRİMCİ DERHAL SERBEST BIRAKILSIN!

ALMAN CEZA HUKUKUNUN 129/a-b  MADDESİ İPTAL EDİLSİN!

Almanya Adalet Bakanlığının 2012 tarihinde verdiği talimatla başlatılan soruşturma 15 Nisan 2015 tarihinde yapılan bir operasyonla ilk aşaması tamamlamış ve bu operasyon sonucu Avrupa çapında içlerinde  ATİK yöneticileri ve TKP/ML yöneticisi oldukları iddiasıyla 10 devrimci tutuklanmıştır. Almanya bu uluslararası operasyonu; Yunanistan, İsviçre ve Fransa devletleriyle ortak bir şekilde   gerçekleştirdi. Tutuklanan 10 devrimci Almanya'nın Bavyera eyaletinin çeşitli cezaevlerinde tutulmaktadırlar. 

Atik Operasyonu, Ortaya Çıkan Gerçekler Ve Büyük Kuşatmanın İlk Hamlesi!-Marco KARAKAYA

Nisan 2015’de ATİK yöneticilerinin de içinde bulunduğu 13 devrimci Alman ve Türk devletinin işbirliği ile “terör örgütü üyesi” olmaktan dolayı tutuklandı. Fransa, İsviçre ve Yunanistan’ın da dahil edildiği Avrupa çapında bir operasyon yaşandı. Alman devleti bu üç ülkede iade talebinde bulundu.

Filipinler İşçi Sınıfı Üzerinde Gün Geçtikçe Yoğunlaşan Neoliberal Saldırılar

Kamu Emekçileri Birlik, Tanınma ve İlerleme Konfederasyonu’nun (COURAGE) 10. Kongresi’nin Açılış Konuşması, 5 Nisan 2016 Halkların Uluslararası Mücadele Birliği Başkanı Profesör Jose Maria Sison

Biz, Halkların Uluslararası Mücadele Birliği (ILPS) olarak Devlet Çalışanları Birlik, Tanınma ve İlerleme Konfederasyonu’na (COURAGE) ve sizin 10. kongrenize gelmiş bulunan yüzlerce katılımcıya en gönülden selamlarımızı iletiyoruz. Aynı zamanda bu kongreyle eş zamana düşen COURAGE’ın kuruluşunun 30. yıl dönümünü de sizle beraber kutlamaktayız.

Zayıflığın Üstüne Atılan Örtü, “Birlik Anlayışında” Sınıf Uzlaşmacılığının Devrimci Hareketleri Getirdiği Nokta!- MARCO KARAKAYA

Devrimci ve demokratik güçlerin sınıf mücadelesinin sorunları ekseninde ortak kaygıları, sorunları ve buluştukları büyük bir payda vardır. Bu paydaşlık dostluk ilişkilerini nesnel olarak yaratır. Bunun yanında bu nesnel zeminin güçlendirilmesi gibi öznel bir tutumda zorunludur. Bu ise siyasetin işidir. Yani devrimci ve demokratik mücadeleye dair dünya görüşü, sınıfsal-sosyal- toplumsal düzeydeki çeşitlilik ve farklı çıkarları olan kesimlerin bir araya gelme zorunluluğu birlikte mücadele siyasetini üretmeye iten dinamik olur.

Yol açan,yol gösteren...

İşçilerin, emekçilerin ve ezilenlerin örgütlenme ve savaşma ihtiyacının olduğu yerde bir yönetme ve yürütme ihtiyacı var demektir. Bir yol göstericiliğe ihtiyaç var demektir. İşçi, kadın, gençlik vb. çalışmalarını, bir birimi, bir grubu, bir örgütü örgütlemek-yönetmek ya da bir harekete önderlik etmek kısaca devrimin parçalarda ve farklı alanlarında ve bir bütüne önderlik etmek gibi bir görev ve sorumlulukla karşı karşıya olunduğu bir gerçektir.

Sayfalar