Cuma Mart 29, 2024

Küçük Burjuva “Sol”culuğun Açmazları

Küçük burjuva “sol”culuğu birleştirici değil, dağıtıcı ve yıkıcıdır. Onun bu nitelikleri, sınıfsal karakterinden ileri gelir. Kapitalist sistem içinde, o her şeyini yitirmiştir. Burjuvaziye kin duyar ve kinini bazen anarşist bir şekilde ortaya koyarken, bu, bazen ise sınıf uzlaşmacılığı şeklinde ortaya çıkar.

Kitlelerin ve paroleteryanın mücadelesine güvenmez. Bunlardan sıkça söz etmesine karşılık, izlediği “sol” taktikler onu kitlelerden uzaklaştırır. O uzun soluklu mücadele yerine, ani vuruşlarla burjuvazinin yıkılacağını öngörür. Sabırsızdır. Ancak, değişimler karşısında da bir o kadar duyarsızdır. Sınıf mücadelesi içinde onun için tek bir yol ve tek bir mücadele biçimi vardır.

O burjuvaziyi ve proletaryayı kaba bir şekilde görür. Bu iki sınıf arasındaki derin ekonomik ve siyasal çelişmeleri ve bundan kaynaklı mücadele biçimlerinin binbir türlü oluşunu göremez ve kabullenemez. Toplumsal yapının niteliği, içindeki iç çelişmeleri, kitlelerin ruh hali, ekonomik ve siyasal yapıları ve bunların düzeyi, onu fazla ilgilendirmez. Onun için toplum, ne ilerler ne de geriler.Her şey durağan ve aynı tempoda bir devamlılık gösterir. Burjuvaziye karşı savaşımda, bellediği taktiğin dışına çıkmayı sınıfsal karakterine uygun bulmaz. Bunu “geri” bir adım olarak görür. Çünkü, onun iktidar perspektifi yoktur. Varmış gibi yapar. Ancak, burjuva diktatörlüğünü yıkmak için, burjuva diktatörlüğü altında ezilen kitleleri, başta da işçi sınıfını görmezden gelir. Onda “vurduğu zaman kitleler gelir” anlayışı yaygın ve yerleşiktir. Kitleler ile öncüyü birbirine karıştırır. İzlediği taktikler kitlelere göre değil, öncüye göredir. Bu nedenlede kitleselleşemez.

Bu bağlamda, küçük burjuvazinin mücadele diyalektiği, dogmatizm ve subjektivizm arasında gider gelir. Ya çok esner sınıf uzlaşmacılığına kadar işi vardırır ya da “dik durma” adı altında taktiklerde esnemeyi kabul etmeye yanaşmaz. Ama her halde de kitlelerden uzaklaşmanın teorisini yapar, pratiğini uygular.

Küçük burjuvazinin iktidar perspektifi olmadığı için, toplumsal yapının ekonomik ve siyasal durumunu tekleştirir. Onun için gelişmeler durmuştur. O, “somut koşulların somut tahlili”ni ne teorisine ne de pratiğine aktarır. Teoriyi somut olgulardan çıkarmaz. Teori bir kere ortaya konduktan sonra gerisinin geleceğine inanır ya da öyle görür. Pratiği başka tarafa, teorisi başka tarafa gider. Teori pratikte tökezlediği zaman, suçu teorinin sosyal olguları yansıtmadığına yormaz, karikatürize ederek söylersem, kendi “kötü kaderine” yorar.

Aslında, küçük burjuva “sol”culuğun militan bir yanı da vardır. Ama, bunlar gerçekten “sol”dur. Küçük burjuvazinin ezik hırçınlığını burjuvaziye karşı vuruşuyla ortaya koyar. Bunun anarşist bir yanı vardır. Yiğittirler. Ancak, koşulları değiştirecek doğru taktiklere sahip olmadıkları için yanlış yere yumruk sallamış olurlar.

Fakat bazı küçük burjuva “sol”cuları ise, teoride “sol” pratikte ise tipik bir sağcı ve zımni uzlaşmacıdır. Bunlara “bohem ‘sol’cuları” demek daha doğru bir adlandırma olur. Teori dogmatik, pratik ise dogmatik teroinin sağ versiyonu haline dönüşmüştür. Bu anlamda bohemik bir özellik arzeder. Yani, küçük burjuva hayaller dünyasında dünyayı fethederler. Ama gerçek pratikte ise “sol” teorik belirlemelerden eser yoktur.

Bohem “sol”culuğu, burjuvaziye karşı teoride yiğit gibi gözükmesine karşın, militan değillerdir. Militanlığı ve yiğitliği, kendisi gibi ezilenlere karşı göstermekte daha cömerttirler.

Örneğin, bunlardan biri bir yazısında, “Veli Saçılık gibi olunmalı” der. Yani, Veli Saçılık ve onun gibi direnenlere hayranlık duyar. Ama, bu anlayışta olanlar, her gün polisin baskı yaptığı, muhabir ve yazarlarını tutukladığı, mahkeme kapılarında süründürdüğü sosyalist bir gazetenin bürolarını basmaktan da kendini alamaz. Madem, düşmana bu kadar kininiz var, o zaman, düşman baskısı altındaki sosyalist bir gazeteyi tehdit etme yerine, bu tehditçiler Veli Saçılık’ın yanına gidip ve orada direnelerle dayanışma gösterse daha devrimci bir eylem olmaz mı? Çünkü, sizin baskı ve tehdit ettiğiniz gazeteye göz açtırmayan bir develt var. Bu nedenle, sizlerin baskın ve tehditlerle “ele geçirme” eylemine ihtiyaç yok. O görevi devlet çok iyi yapıyor. Burada ilginç olan, polisin bu olaylara kesinlikle müdahale etmediği. Erdoğan’ın “Yeni TC”sinin “demokrat” bir polis teşkilatı varmış!

Dogmatik bohem “sol”cularımızın bu tavırlarının nereye vardığını düşünmeleri gerekir.

***

Benim, CHP’nin “adalet” yürüyüşünu değerlendirdiğim yazımı eleştiren sevgili arkadaşımız, 1920-30’ların Alman Sosyal demokrat Partisi(SPD)’nin bugünkünden farklı olduğunu söylüyor. Herhalde 1923 Weimer Cumhuriyeti’ni “ilerici” görüyor olmalı. Yani, tekelci burjuvazinin partisi değil de, reformist bir parti mi acaba?

O dönemin KPD (Almanya Komünist Partisi)’nin, SPD’i değerlendirmesi, sermayenin partisi şeklindedir. 1935 yılında Komminterin (VII. Kongre) değerlendirmesi yine aynı şekildedir. Bunlar, Dimitrov’un Faşizme Karşı Birleşik Cephe kitabında bulunabilir. SPD, sermayenin partisi olmasına karşın, faşizme karşı birleşik cephe içinde yer alması önerilir. KPD, 1932 yılına kadar SPD’i, “sosyal-faşist” olarak değerlendiriyordu. 1929 yılında, SPD hükümeti, Berlin’de 33 komünist işçiyi gösteri sırasında katletmesinden sonra, KDP, “sosyal-faşist” değerlendirmesini yaptı. 1932 yılı Mayıs ayında Ernst Tählman, bu politikalarının yanlış olduğunu söyler ve KDP’nin aynı yanlışını Komintern 7. Kongresi’de eleştirir.

Konumuz bu olmadığı için geçiyorum. Buradan CHP’ye geliyorum.

CHP, Türk egemen sınıflarının bir kesiminin partisidir. Yani, sermayenin partisidir. Devletin temel partilerinden biridir. Bir başka söylemle burjuva partisidir. Ancak faşist bir parti değildir. İktidara geldiğinde faşizmi uygulayabilir ya da faşist bir nitelik kazanabilir. O zaman bu partinin değerlendirilmesi farklı olur. CHP’nin 1950 öncesi faşist bir partiydi. O dönemde de komprador burjuvazi ve toprak ağalarının faşist partisi olmasına karşın, günümüzde burjuvazinin sosyal demokrat partisidir. Yani, egemen sınıfların sadece sermaye kesiminin partisidir. Esas olarak sosyal demokrat özelliğini 1973 sonrası aldığı söylenebilir. CHP’nin bu hale gelmesinin ülkedeki kapitalizmin gelişmişlik oranıyla doğrudan ilgisi vardır. Aynı zamanda uluslararası ve Türkiye’deki 1968 olayları ve peşinden gelen 15-16 Haziran İşçi Hareketi ve diğer devrimci demokratik gelişmeler, burjuvaziyi daha ileri adım atmaya, yani bujuva demokrasisine zorlamıştır. “Ortanın solu” politikası, o dönemdeki işçi hareketlerinin gelişmesiyle doğrudan bağlantısı vardır. Burjuvazi, kitleleri kontrol altında tutabilmek için taktiklerini değiştirebilir.

CHP, toprak ağaların partisi değildir. Günümüzde feodal bir toprak ağası kalmadığı gibi, bunların devlet iktidarına ortaklığı da söz konusu değildir. Ekonomik olarak olmayanların iktidarda siyasal olarak yer alamaları da olası değildir. (Benim en son tanıdığım feodal toprak ağası, “Züğürt Ağa” idi. O, feodal toprak ağalarının “Son Mohikan”ıydı. Varsa ülkemizde feodal toprak ağası, isimini veririseniz beni ve okuyucular aydınlatmış olursunuz.)1

Burjuva diktatörlüğü altında iki rejim uygulanır. Biri burjuva demokrasisi, diğeri faşizm. Bugün ülkemizde AKP eliyle faşist bir rejim hüküm sürmektedir. Türkiye’de faşizm sürekli değildir. “Sürekli” görmek, var olan gelişmeleri tek düze ele alarak, proletarya partisinin uygulayacağı taktikleri somut koşulardan çıkarmamaktır. Mücadele taktiklerini belirleyen somut olgulardır, öznel niyetler değildir. Burjuvazi de, diktatörlüğünün bekası için, yerine göre daha saldırgan olurken yerine göre ise daha “yumuşak” baskılarla proletaryanın mücadelesini geriletmeye çalışır.

Ezbere tanımlama yapmanın devrimci mücadeleye hiç mi hiç yararı yoktur. Özellikle ekonomik verilerden kaynaklı tanımlamalar somut olmalıdır.

Engels’in, çok sevdiğim bir sözünü buraya almak durumundayım.

“İlkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur; doğaya ve insanların tarihine uygulanmazlar, bunlardan soyutlanırlar; doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve insan tarihine uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist anlayışı budur.”

Bu kadar analşılır ve net. Kafamızdaki öznellikleri somut koşullara uyarlayamayız. Teoriyi somut olgulardan çıkarmak, doğru mücadele taktiklerinin ortaya çıkması için önemlidir. Öznelci ya da dogmatik düşüncelerden hareketle uygulanacak mücadele taktikleri proletaryanın sınıf mücadelesine zarar verir. Bunu uygulayan örgüt ya da partiyi kitlelerden uzaklaştırır. Bu konuda çok uzaklara gitmeye gerek var mı?

Egemen sınıflar aynı sınıfın temsilcileridir. Ama, bazen aralarında farklar olabilir. Bu egemen sınıfların içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kriziyle doğrudan ilişkilidir. Kendi aralarında çıkar çelişmeleri ve çatışmaları vardır. Bu çelişmeler bazen silahla (darbelerle) çözülür.

Sosyal medyada, “CHP kemalizmin temsilcisi, nasıl faşist olmaz” diye sert çıkışlar da olmuyor değil. Evet, dün faşist idi bugün değil. Ama o hala kemalizmin temsilcisi. Ancak, 1925-45 arası kemalizm ile sonraki süreçler aynı değildir. Kemalizm denen şey, bir burjuva cumhuriyetidir. Cumhuriyetin başında kapitalistlerin yanında feodal toprak ağaları varken bugün sonuncusu yoktur. Çok şeyler gelişmiş ve değişmiştir. Bu, belirttiğim tarih içinde kemalizmin niteliğini değiştirmez. O özgülün uygulamaları ile günümüz uygulamaları her yönüyle aynılaştırılamaz. Süren bir burjuva diktatörlüğü vardır. Burjuvazi, içerdeki işçi ve emekçilerin mücadelesinin boyutuna göre kendini konumlandırır. Demokratik hak ve özgürlüklerin alt ve üst sınırını ise işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi belirler. 1927-46 arası arası ile günümüz AKP iktidarının ortak yanları çok. Faşist tek parti diktatörlüğü vb. gibi...

Bütün burjuva partileri kendi sınıf çıkarlarını savunurlar. Burjuva devletini korumak için, devletin tüm baskı mekanizmasını harekete geçirirler. Yerine göre katlimalar, yerine göre ağır baskı koşullarını yaratırlar. Yerine göre ise demokratik hak ve özgürlükler üzerindeki baskıları gevşetirler. Ülkemizde bu durumlar yaşanmıştır. Olmadı demek, 1923’ten bu yana aynı demek olur ki, bu verili tarihsel gerçeklerle uyuşmaz. Örneğin, 1961-1971 12 Mart ve 1974-1980 12 Eylül’e kadar süreler burjuva demokrasisinin olduğu süreçlerdir. Buradaki burjuva demokrasisinin demokratik genişliği ile Avrupa ülkelerinde uygulananlar birebir aynı değildi. Bunun en temel etkenlerden biri, burjuvazinin zayıflığı ve bu süreçte işçi hareketindeki gelişme ve Kürt ulusal sorunun varlığıdır.

CHP’nin Kürt düşmanı bir parti olması, şovenist ve ırkçılığa varan (Kürt ve diğer azınlık uluslar karşısında) uygulama ve görüşleri savunması, onun faşist olduğunu değil, bir burjuva partisi olduğunu ortaya koyar. Ayrıca burjuva partilerinin faşizmle uzlaşmadığını ya da uzlaşmayacağını söylemek gerçeği yansıtmaz. Onlar faşizmle uzalaşabilir. Bunun örnekleri çoktur. Almanya’da SPD ilk başlarda komünistlere karşı Hitler’le uzlaşmıştır. CHP’nin AKP ile uzlaştığı gibi. CHP, AKP’nin bir çok politikasını desteklemiştir. Başta da Kürtlerin ezilmesi konusunda. Bu konuda “milli mutabakat” sağlamışlardır. Ayrıca, AKP’nin bu kadar güçlenmesinde CHP’nin payı büyüktür. Bugün istediği “adalet”in hemen hemen hepsini bir tepsi içnde AKP’ye sunan CHP’dir. CHP’nin böyle yapması, onun sınıfsal karakterinden kaynaklıdır. Bu tür partilerin en büyük korkuları kitlelerin kontrolsüz sokaklara çıkması, demokratik hak ve özgürlükleri istemesidir. GEZİ’ye karşı CHP’nin parti olarak tavrı nettir. Direnişi daha baştan durdurmak istedi, ancak kitleler onu dinlemedi. Bunların en büyük korkuları ise işçi sınıfı önderliğindeki sosyalist bir devrimdir.

Faşist olmayan burjuva partileri ile faşist partiler arasında fark vardır. İkisini aynı kefeye koymak yanlış mücadale taktiklerine neden olur. Örneğin, İngiliz burjuvazisinin Kuzey İrlanda’daki uygulamalarını gözden geçirin? Ülke dışı uygulamalarını ise buraya almaya gerek yoktur. Ya da adı “sosyalist” olan Fransız sosyalist partisinin uygulamaları? Afrika’daki uygulamaları... Burjuva demokrasisini şu veya bu şekilde uygulayan ve savunan partiler faşist değildir. Burjuva demokrasisini rafa kaldırp en ağır baskı koşullarını getiren, sendikaları ve işçilerin her türlü örgütlenmelerini yasaklayan ve bu tür uygulamaları savunan partiler faşisttir.

Bazıları, faşist olmayan (bugün Almanya’daki Angela Merkel’in partisi CDU’ya ya da kardeş partileri CSU’ya faşist diyen yok) partilerin burjuva partisi olamayacağı düşüncesinde olmalı ki, bir burjuva partisine “faşist” demeyince, o partiye “ilerici” olarak nitelindirildiğini sanmaktadırlar. 7-8 Temmuz’da G20 toplantısının yapıldığı Hamburg’un eyalet başbakanı (“en demokrat”lardan olduğu söylenir) SPD’lidir. Göstericilere uygulanan vahşeti ise bütün dünya seyretti. İşte, burjuva demokrasisinin gerçek yüzü budur!Örneğin, zaman zaman, Almanya’da SPD ve CDU ile Hitler faşizmini ya da neo-nazi eylemlerini aynı miting içinde yer alarak lanetliyebiliyoruz. 1 Mayıs yürüyüşlerinde, emperyalist sermayenin köklü partilerinden SPD ile aynı kortejde yürüyebiliyoruz. Keskin “sol”cularımızda bu durma hiç itiraz etmiyorlar. Onlarla birlikte bu tür eylemlikler içinde olmayı çok istediğimizden değil, kitleler bunların gerçek yüzünü göremedikleri içindir.

1978 öncesi CHP’nin (Ecevit’in mitingleri) mitinglerine katıldığımızı hatırlıyorum. Kendi pankartlarımızla katılıyorduk. Hatta CHP’nin bazı ilçe bürolarında çalışma yapıyorduk. Örneğin İstanbul-Kadıköy’de. Ayrıca, o zaman içinde yer aldığım Parti, CHP ve Ecevit’i “faşist” olarak niteliyordu. Buna rağmen “faşist” bir lider önderliğindeki “faşist” bir partinin mitingine katılım sağlayıp kendi sloganlarımızı haykırıyorduk. Bu pratik, savunulan teoriyle çelişmiyor mu? Ama, aynı bizler, AP-Demirel mitinglerine katılmıyorduk ya da katılamıyorduk. AP’nin hiç bir il, ilçe hatta kasaba bürosunda çalıştığımızı (diğer devrimcilerinde) duymadım.

Burası da düşünülmelidir: İlerici, demokrat gördüğümüz bir çok insan CHP içinde yer alıyor. Direkt yönetiminde yer alamasalarda milletvekili olarak ya da il ilçe yöneticileri olarak yer alıyorlar. Bunların bir çoğu da devrimci saflardan gitmiş arkadaşlarımız ya da hala selamlaştığımız insanlar. Faşist bir parti içinde bunlar var mı? Örneğin, AKP ve MHP, içinde “demokrat”, “ilerici” diyebileceğimiz milletvekili var mı? Ya da VP içinde? Yok. Bu, basit gibi gözükebilir, ancak bir göstergedir. Faşist bir parti içinde demokrat bir kişinin “demokrat” niteliğini koruması söz konusu olamaz. Demokrat, ilerici (genel anlamda reformist) olanların bir burjuva partisi içinde yer alması bir sınıf uzlaşmacılığıdır. Bu onların sınıfsal doğasına ters değildir. Ancak bir komünist bir burjuva partisinin içinde yer alamaz. Aldığı andan itibaren onun komünistliğinden harhangi bir eser kalmamıştır. O, saf değiştirmiştir. Yine CHP’ye oy veren kitlelerin küçümsenmeyecek bir bölümü devrimci ve demokratlara yakın duran kesimdir. Bu verili durumda bir gösterge olmalıdır. Ancak diğer partilerin (AKP, MHP vb.) tabanı devrimci ve demokratlara hiç de yakın değildir. Hatta bu kesimler CHP gibi bir burjuva partisine “komünist” diyen kesimlerdir.

Sınıf mücadelesi ilerlediğinde ve bu gelişme bir devrim sürecine girdiğinde, eğer iktidarda CHP ya da herhangi bir sosyal demokrat parti olduğunda, devletin tüm gücüyle işçilerin üzerine yürüyecek ve devrimi bastırmak için hiç bir vahşi uygulamadan çekinmeyecektir. 1918-20 arası Almanya buna örnektir. İşte burjuva partileri bu denli katliamcı ve vahşidir. Burjuva diktatörlüğünün en has savunucularıdır. Almanya ve Fransa’da en büyük sendikalar (sosyal demokrat nitelikli) söz konusu bu sosyal demokrat partilerin yanında yer alıyorlar.

Kapitalist ülkelerde faşizme karşı birleşik cephe’de, faşist olmayan ve faşizme çeşitli nedenlerle karşı çıkan partiler ile komünistler geçici ittifak kurabilirler. Bu ne sınıf uzlaşmacılığıdır ne de bir burjuva partisinin kuyruğuna takılmaktır. Bu konuda Avrupalı komünistlerin tarihsel deneyimleri vardır ve örneğin Almanya Komünist partisi KPD, başlarda sekter bir politika izlemiştir. Sonraları bu hatalarını düzeltmelerine karşın, Hitler çoktan “Üsküdarı” geçmişti. Ve o süreçte Fransız Komünist Partisi’nin sosyal demokratlarla ittifakı vardır, vs.

***

“Sağcılığa dalış” olarak nitelendirilen görüşlerimden biri de, 16 Nisan Referandumu’na “HAYRI” demekmiş. Aslında 16 Nisan Referandumu’na karşı, kendine en asgarisinden demokrat diyen dahil olmak üzere bir komünistin alacağı tavır, HAYIR’dan başka bir şey olamazdı. Çünkü faşizm çok güçlü bir şekilde kendine karşı olanların üzerine kar topu gibi yukarıdan aşağıya iniyor. Ve bu kartopunun altında kalmaktan kurtulmanın yolu yok. Ya bunu durduracağız ya da altında ezilip öleceğiz. Kartopu, işçilerin, emekçilerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin, diğer azınlıkların, komünistlerin, devrimcilerin, demokratların, CHP gibi sosyal demokrat partilerin üzerine üzerine geliyor. Kısacası tüm muhalif kesimlerinin üzerine bütün olanca gücüyle geliyor.

Burada yapılması gereken bu kartopuna karşı çıkan herkesin gücünü birleştirip, zararı ve ölü sayısını en aza indirmektir. Bu hareketi yapmak için siyaset bilmeye ya da siyasetçi olamaya da gerek yok. Yapılacak bundan başka bir şey yoktur. Ama buna karşın, kartopunun altında ilk önce ezileceğini bilmene rağmen, diğer insanlar gibi omuz vermeyip, “BOYKOT ediyorum” diyerek kenara çekilip ölümü beklemek, “sol” çocukluğun ötesinde başka bir şeydir! Bu olması gerken bir taktik değil, düpe düz, faşizme, “gel beni ez!” demektir. Bu tavır sadece senin ezilmenle kalsa iyi. Senin omuz vermemenin yüzünden daha bir çok muhalif insan yok olup gidecektir. Küçük burjuva dogmatik bohem “sol”culuğun bu basit mücadele taktiğini düşünebilmesi ne yazık ki çok zor. Boykot taktiği, faşist diktatörün “atı alıp Üskidar’ı” geçmesine hizmet etmiştir. Kitleleri faşizmle başbaşa bırakmıştır.

Burjuva Partileri Demokrasinin Teminatı mıdır?

Burjuva partilerinin hiç biri ne burjuva anlamda demokrasinin ne de demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı değildir. Demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının mücadelesiyle elde edilebilir. Burjuvazi, eğer demokratik hak ve özgürlükler üzerinde baskı uygulamıyorsa, bu yine işçi ve emekçilerin güçlü mücadeleleri sayesindedir. İşçi sınıfı tarafından kazanılşmış hiç bir hak, burjuvazinin lütfu değildir. Tersine burjuvaziye karşı dişe diş verilen bir mücadeleler sonucu kazanılmıştır. Bu hakların korunması ve daha ileri taşınması yine işçi sınıfının mücadelesiyle olabilir. İşçi hareketinin gerilediği yerde ise kazanılmış demokratik hak ve özgürlükler üzerinde baskı artar ve burjuvazi adım adım bunları geri almaya çalışır. Özellikle burjuvazinin ekonomik kriz dönemlerinde hak gaspları daha fazla olur. Bütün dünyada 2008 krizinden sonra olduğu gibi.

Bu bağlamda CHP gibi partilerr de burjuva demokrasisi sınırları içindeki “adalet”in bile teminatı değillerdir. Sorun, egemen sınıflar arsındaki çelişmeden yaralanmak ve kitle hareketleri ile demokratik hak ve özgürlükleri genişletmek ve var olan baskıcı (faşist) iktidarı gerileterek demokratik hak ve özgürlükler ortamını genişletmektir.

“Adalet”, güçlü bir kitle hareketi yaratılmadan sağlanamaz. Faşist rejime karşı işçi hareketi geliştirilmeden, faşizmin geriletilmesi ve demokratik hakların kazanılmasının olanağı yoktur. Çünkü, faşizm öncelikle işçileri vurur. İşçi haklarını kısıtlar ve hatta yok eder. Bugün Erdoğan yönetimindeki Türkiye'de olduğu gibi. En büyük düşmanı işçi sınıfı olan burjuvazi için, bundan doğal bir hareket tarzı olamaz.

İşçi hareketi reforumcu haklarla da yetinemez. Ancak faşizm koşullarında öncelikle bu hakların kazanılması ve faşizmin yıkılması için faşizme karşı çıkan devrimci-demokrat-komünist güçlerin birliğini sağlamalıdır. Daha sonra ise burjuva partilerin kendi aralarındaki çelişkiden yaralanarak faşizme karşı çıkan burjuva kanadı zorlamalı ve egemenler arasındaki çelişmeleri derinleştirmelidir. Faşizme karşı cephe oldukça genişletilmelidir. Kendine komünist diyenlerin izleyeceği taktik bu olmalıdır. Ne yazık ki, devrimci güçler içinde ciddi bir parçalanmışlık ve işçi sınıfı içinden yalıtılmışlık, faşizme karşı güçlü bir mücadelenin örgütlenmesini zorlaştıran etmenler olarak öne çıkmaktadır.

Faşizme karşı birleşik cephe örgütlemek ya da güçlü demokratik birlikler örgütlemek ve oluşturmak, aynı zamanda kapitalizme karşı ve sosyalizm için bir mücadeledir. Faşizmi bir adım geriletmenin sosyalizm için olduğunu kavramayanların işçi sınıfının gerçek davasıyla ilgileri olduğunu düşünmek yanılgıdır.

38991

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kalbim Zap’ta çarpar! (Nubar Ozanyan)

Yeni bir yüzyıl direnenlerin hikayeleri ve isimleriyle yazılmalıdır. Zalimlerin yazdığı yüz yıllık faşist tarihi parçalamanın zamanı çoktan gelmiştir. Soykırımcılar, teknolojinin üstünlüğüne her gün yenilerini ekleyerek kıyıcı ve yok edici silahlar üreterek Kurdistan’ın en ışıldayan direniş parçalarına saldırsa da, 26 gün abluka ve bombardıman altında yaralı olduğu halde “teslim ol” çağrılarına direnen gerillanın karşısında çoktan yenilmiştir!

Çoktan yenilmiştir, Osmanlı’nın İttihatçı subay ve askerleri, Türk ordusunun işkenceci generalleri!

“Halkın aslanları: HBDH milisleri” (Ziya Ulusoy)

Bahsetmek istediğimiz HBDH militanları. Yaklaşık 7 yıldır Erdoğan faşizminin acımasız  saldırı ve zulmüne karşı mücadele ediyorlar. Şimdiye değin yüzlerce eyleme imza attılar.

Mücadele koşulları çok ağır. Faşizmin saldırgan ve devasa miktardaki polis aygıtı, yüksek gözetleme ve takip tekniğini de kullanarak, hareket imkanını çok daraltıyor. Az güçle ve bu duruma rağmen, HBDH militanları eylem yapabiliyor. Biribirinden çok uzak kentlerde de, değişik bölgelerde de, aynı kentin değişik semtlerinde de Erdoğan faşizmine karşı eylem yapabiliyorlar.

Dedikoducu Modacılar

Amann... sanki kendileri de proletaryalarda karşılık bulsalardı chp ve hdp'lilerde taban, oy (veyahut da boykotçu) almış olmayacaklardı.

Neysee...

Nerede kalmıştık.

Maltepe'de bir mayıs.

Yolun bir tarafında tip'liler bir tarafında hdp'liler.

Yolun sağına, soluna... gölgesine de sıkışmış... tip'çilerin giyimlerini kuşamlarını ... diğer kortejlerdeki insanlarla kıyaslayan benim gibi de dedikocu modacılar.

Bu keşmekeşliğin içerisinde de..

Tip'çilerin gözleri  hdp'lilere... hdp'lilerinki de tip'çilere kayıyor.

Bizim devrim! (Nubar Ozanyan)

Rojava’nın haritadaki yeri sorulduğunda Kürtlerin bir kısmının dışında kimsenin doğru dürüst yanıt veremeyeceği bir süreçten geçilerek gelindi bugünlere. Büyük riskler göze alındı. Ağır bedeller ödenerek kazanımlar elde edildi. Bu sayede Rojava, özgürlüğüne kavuştu. Ortaya konan devrimsel hamleler, sayısız çaba sonucu Rojava halkları daha ileri ve gelişkin bir sürece geldi. 

DİK DURUP BOYUN EĞMEYENLER[*]

 

 

“Yol daima ayaklarınızın altında,

rüzgâr daima arkanızda olsun.”[1]

 

“Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya savaşı yaklaşıyor.” Mu gerçekten de?

Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, 11-12 Temmuz 2023 tarihlerinde Vilnius’ta gerçekleşen NATO Liderler Zirvesi’nde Ukrayna’ya yapıla gelen silah yardımlarının daha da arttırılması kararına ilişkin olarak şu değerlendirmede bulunmuş:

“Çıldırmış olan Batı, başka bir şey düşünemez oldu. Aptallık noktasına kadar en yüksek düzeyde öngörülebilirlik içerisindeler. Bu bir çıkmaz sokak. 3.Dünya Savaşı yaklaşıyor.” (1)

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

Sayfalar