Perşembe Nisan 25, 2024

Kürdistan boşalıyor!

Özyönetim ve Hendek

Katliam, yıkım ve göçün diyarı oldu !
Oysa birkaç ay öncesine kadar umutlanmış ve özyönetimle kendi kendimizi yöneteceğimize dair hesaplar yapmıştık.
Devletin Moğol psikozuyla Kürdün kendi kendini yönetme isteğini bastıracağını kimse düşünememişti, düşünemezdi, zira Erdoğan, İran mola rejiminin sünni versiyonlu dinci rejiminin ayak yerini yapmak için yapay bir barış ortamı yaratmıştı. Bu barış ortamına hepimiz kandık, "yetmez ama evet" lerle destekledik, rehavete kapıldık ve işlenen tüm suçlara da ortak olduk.

2013 Newrozunda Ocalan mesajıyla gündemimize giren çözüm sürecinin Kürdlere fayda getirmeyeceğini, bilakis bunun devlet-Erdoğan projesi olup, Kürdleri oyalama ve sistem içinde eritme planı olduğunu defalarca vurgulamıştık, ama itiraf etmek gerekirse eğer,  "ya tutarsa" diye umutlandığımız da oldu.
Şimdi savaş kapıda ve Cengizhan'ın torunları dün ne yaptıysa bugün bir fazlasını yapıyorlar.
Kürdler hala faşist sistemin aktörlerini hendek ve barikatlarla tahrik ederek masaya çekmeye çalışıyor. Oysa bilmiyorlar mı, Moğolların eli kalem tutmaz, onlar ancak masayı yıkar, yakar ve her şeyi gömerler. Nitekim Hendek ve barikat stratejisi Moğol şiddetini artırıp istilasını pekiştirirken tüm çözüm ve barış talepleri de Sur ve Cizre'de hendeklere ve bodrumlara gömüldü.
Sur, Cizre, İdil ve sırada bekleyen Gever ve diğer yerler de var.

Sormak gerek!
Hendek savaşıyla Moğolları masaya çekmenin bedeli (!) kazanılacak haklarla örtüşecek mi acaba..?

Kürd sorununun çözümü için ileri sürülen ve adına " çözüm süreci, barış süreci, demokratik özerklik ve hendek " gibi projeler ne kazandırdı, ya da kaybettirdi, diye sormak gerek.
Zira görünürde tümünün çözüm değil, yıkım ve ayrışmayı dayattığına şahit olmaktayız.
Kobani stratejisi yürüterek Kürd kentlerini Moğollara yıktırıp ardından dünyaya " soykırıma uğruyoruz, yardım edin" diyerek uzun vadede soruna çözüm getirmek mümkündür belki, ancak konu mankeni olan halk henüz bu süreci ve rolü benimseyecek milli bilinç ve dirence sahip değildir, bu nedenle de operasyon yapılacak yerler boşalıyor, kaçan, kaçana, kimse kalmadı.
1925 yılında devletin "Şark Islahat Planı"yla Kürdlere dayattığı soykırım, göç ve yıkımın Kürd versiyonunu yaşıyoruz...

Ne hikmetse bize dayatılan çözüm reçetelerinin tümü devlete yaramaktadır.
Örneğin; "demokratik özerklik" reçetesi, Amerikan yerlileri ile göçmenlerin bir arada ortak yaşamaları için B.Muckhin tarafından ortaya atılmış bir Amerikan projesiydi. Bu proje kendi kendini yönetme gibi gösterilse de Kürdlerin kendi kendilerini yönetmeleri anlamına gelmiyor elbette! Zira kısıtlı yerel iktidar olanaklarıyla vesayetçi Türk demokrasisinin insafına kalan Kürdlerin kendilerini yönetmelerine izin verilmeyeceği türklerin back round'unda görülebilir, dolayısıyla bu projenin Kürd ve Kürdistan'a gelecek vaat edeceğini ileri sürmek doğru olmaz.
Yani, Kürdler için projelendirilen ve adına “demokratik özerklik” denilen sistem, Kürdistan'ın geleceğini ipotek altına almak ve Kurdleri turk, fars ve araplara karşı mağdur etmekten başka işe yaramaz.

Türkiye’nin geneli için düşünülen bu proje ile halklara sadece insan hak ve özgürlükleri alanında bir rahatlama getirilebilir, sistemi rahatlatmaya yönelik olması hesabıyla da bu projenin devlet patentli olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Zira Türkiye geneli için önerilen ve yerel ademiyetçi özerkliğe dayanan bu sistem tc'nin 'Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na koyduğu çekincenin kaldırılmasına uygun olup, diplomaside devletin elini güçlendirecek bir projedir. Ancak merkezi otoriteye bağlı ve kısıtlı yerel iktidar olanaklarını içeren bu proje Kürdistan'ın geleceğini ipotek altına alacağı için Kürdistan için sakıncalıdır.

Dünyadaki örneklerine bakılırsa eğer, Türkiye'de uygulanması düşünülen özerkliğin ne kadar dar kapsamlı olduğu ayrıca görülecektir. Örneğin: İspanya'daki özerklikte halkın kendi kendini yönetme hakkı vurgulanmaktadır, ancak buna rağmen gerçekleşmesi engelleniyor. İspanya gibi bir Avrupa ülkesinde bu hak engelleniyorsa eğer, Göçmen psikozuyla anayurdundan uzak coğrafyada iktidar olan faşist, gerici bir zihniyet buna izin verir mi hiç..? Üstelik, Türkiye'de HDP tarafından önerilen modelde kendi kaderini belirleme hakkı da vurgulanmış değil, ortak vatan ve demokrasi vurgusuyla sisteme adaptasyon ve entegrasyon söz konusudur.

Hendek savaşıyla yürütülen Kobani stratejisi de bu ucu kapalı özerklik projesini devlete kabul ettirme ya da masaya çekme girişiminden başka bir şey değildir. Bunca yıkım, katliam ve göçün bedeli merkezi otoriteye bağlı kısıtlı haklara sahip özerk belediyecilik mi, yoksa ucu özgürlük ve bağımsızlığa varan devletleşmeye mi dayanmalıydı?
Mutasyon!
Sorun sistemden kaynaklanıyor elbette, zira sistemin projelendirip topluma dayattığı eğitim sisteminden geçen bireyler sistemin hassasiyetlerini dikkate almak zorunda hissederler kendilerini, bu yönlendirme de bilinçaltına yansımış direktiflerle yürür. Kürdlerde bu etki daha fazladır, zira zihinsel mutasyona daha fazla uğramışlardır.
Ülke'de demokrasi ordunun vesayetiyle yürütüldüğü için demokratik düzende olması gereken ileri eğitim sistemi olmadığı gibi, siyaset ve sivil oluşumlar da beklenen sivil inisiyatifi ortaya çıkaramamıştır, kamu kurum ve kuruluşları da toplumsal sorunlara çözüm üretmek yerine suç üretme mekanizmalarına dönüştürüldüğü için "devleti soyma geleneği" mübah kılındı. Zaten şer sistemin dayanağı da budur, bu stratejiyle ayakta kalmaktadır.

Bu vesayetçi şer sistemden insani ve doğru bir çözüm beklemek mümkün mü?
Bunun için çok iyi niyetli ya da saf olmak gerek.
Bu da bedel ister..
"Cizre'de devletin bu kadar acımasız olacağını düşünemedik" mealinden açıklama yapan D.Kalkan'ın açıklaması da iyi niyetli davrananların hayal kırıklığına nasıl uğradığını ve ne bedeller ödemesi gerektiğini gösteriyor.
İyisi mi, iyi niyet ve takiyeci politikalardan vazgeçip Kürdleşmek gerek, yoksa onca yıl savaştığınız düşmanınızı tanımakta zorlanır, hayal kırıklığına uğrarsınız.
Ondan öte sırtınızı verdiğiniz halkla da karşı karşıya gelebilirsiniz..!

Fikret YAŞAR 

43731

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

Sayfalar