Salı Mart 19, 2024

Kürtlerden uzak durun (!)

Kürtlerden uzak durun, “devlet baba kızıyor.” Faşist TC devleti, Kürtleri yanlızlaştırmak ve elimine etmek için, bütün silahlarını kullanıyor. Kürtlerle dayanışma gösteren sosyalist gençleri Suruç’ta parçalarına ayırıryor. Kürtlerle ortak hareket eden demokratik ve ilerici güçleri Ankara’nın göbeğinde bombalıyarak, yüzü aşkın devrimci-demokrat insanı katlediyor. Kürtlerin katledilmesine karşı çıkan aydınlar birer birer tutuklanıyor, yıkımları haber yapan gazeteciler zindanlara atılıyor, akedemisyenler, öğretmenler ve diğer kamu çalışanları tasifye ediliyor.

Demokratik Kürt Ulusal Hareketi’ne yanaşan, göz kırpan, el uzatan kim varsa, bir şeklide saf dışı ediyor ve etmeye çalışıyor. Kürtlerle ittifak kuranlara kızıyor. Eylem birlikleri yapanları tehdit ediyor. Bu birliktelikleri ve demokratik dayanışmayı bozmayanlara cephe alıp, onlara saldırıyor.

Burada faşist Türk devletininin Kürt ulusuna neler yaptığını uzun uzadıya yazmanın bir gereği var mı? Elbette yoktur! Çünkü bu herkesin gözü önününde oluyor. Kürt Şehirleri bombalanarak yerle bir ediliyor. İnsanlar topluca katlediliyor. Kürtlerin “burjuva demokrasisi” sınırları içinde seçtikleri siyasal temsilcileri gözaltına alınıyor, tutklanıyor, tartaklanıyor. Kürtler, devletin tüm asimilasyon politikalarına rağmen Türk olmadıkları için yok edilmek, yerlerinden sürülmek istyeniyor. Kürt yerleşim yerleri boşaltılarak bölgenin demografik yapısı değiştiriliyor.

Sistem, 12 Eylük Askeri Faşist Cunta’sının yarım bıraktığı toplumsal yıkımı; faşist-ırkçı-şeriatçı rejimi, emperyalist neoliberal politikalara uygun olarak toplumun her alanına egemen kılarak tamamlamaya çalışıyor.

TC Devleti Ne İstiyor:

“En iyi Kürt ölü Kürt” politikası izliyor ve bunu yukarıda sıraladığımız eylemleri(şiddeti)yle destekliyor. Sadece Kuzey Kürdistan’ı yıkmakla yetinmiyor, Rojava ve diğer Kürt ulusal kazanımlarını da yok etmeyi amaçlıyor.

TC devletinin bütün birleşen egemen güçleri bu konuda “milli mutabakat” sağlamış durumdalar. AKP,CHP-MHP ve bunlara ek olarak faşizmin manipülsayon aracı ve ideolojik-siyasi kontrası Vatan Partisi vb. irili ufaklı faşist-ırkçı örgütlenmeler bunların yanında saf tutmuşlardır.

CHP’nin “laik”liği, Kürt düşmanlığı yanında tali duruma düşmüştür. Tarihteki bütün sosyal demokrat partilerde olduğu gibi, faşizmin koltuk değnekçileri olmaktan geri kalmamışlardır. Bugün AKP, faşist, dinci ve tekçi politikasını CHP’nin desteği sayesinde rahatlıkla hayata geçirebilmektedir.

TC devleti, Kürt düşmanlığı ve karşıtlığı temelinde, bütün gerici kesimleri yanına toplamaya çalışarak, Erdoğan diktatörlüğünü sağşlamlaştırmaya ve uzun bir sürece yaymaya çalışıyor. Kürt karşıtlığı ve düşmanlığında birleşmek, burjuva demokrasisinin kırıntılarının tasfiyesi ve faşizmi her alanda kurmlaştırmak; toplumu din cenederesi içine sokarak, faşist islamcı bir rejimi pekiştirmek istiyor. Bunu önemli ölçüde başarmış durumdadır. Yürürlükte olan sadece ve sadece Erdoğan’ın faşist-ırkçı-şeriatçı yasaları söz konusudur. Burjuva devletin temel üst yapı kurumları buna göre biçimlendirilmiştir.

Sermaye Ne İstiyor?

Erdoğan rejmine sermaye kesimi karşı değildir. Şu anda devletin uyguladığı ekonomik ve siyasal politikalar, emperyalist neoliberal politiklalarla koşutluk gösterdiği gibi, en vahşi bir şekilde uygulama alanı bulabilmiştir. Sermayennin kar oranı artmıştır. Büyük tekelci holdingler küçülmemiş, tersine büyüme göstermişlerdir. Sermayenin en büyük düşmanı işçi sınıfı zorla sindirilmiş, milliyetçilik/dincilik sarmalı içine sokulabilmiştir. Sendikalar susturulmuş, grevler bir şekilde yasaklanmıştır. İşçi sınıfının mücadelesini geliştirmede önemli bir etken olan devrimci ve komünist güçlerin etkinliği en alt seviyeye indirilmiştir. Kısacası, işçi sınıfı, devlet şiddetiyle sermayenin istediği gibi hareketsiz bırakılmıştır.

Ülkede, sermayeyi rahatsız edecek herhangi bir demokratik oksijen soluma alanı bırakılmamış, her taraf sermayenin seveceği karanlık odaya dönüştürülmüştür. Bu ortam sürdüğü ve sermaye büyümeye devam ettiği sürece Erdoğan’ın tek kişi diktatörlüğü ve rejimi sermaye tarafından desteklenmeye devam edecektir.

Paramilitarist Güçlerin Örgütlenmesi

Erdoğan iktidarı, kendiliğinden gitmeyecek ve yıkılmayacaktır. O toplumun önemli bir kesimini kendi etrafına toplamış durumdadır. Aynı zamanda iktidarını daha uzun yıllar sürdürebilmek için faşist örgütleme ağı içine aldığı kitleleri silahlandırmaktadır. Bunu ilk örneklerini GEZİ direnişi sırasında vermesine karşın, esas olarak 15 Temmuz darbe girişimini fırsat bilerek kendi taraftarlarını sokaklara döktü. Camileri açıktan siyasi arenaya çekti. Yine camilere bağlı gençlik örgütleri kuruyorlar. Silah alma ruhsatlarını gevşetip ve genişletiyorlar. Genişleme, elbette AKP’ye ve Erdoğan’a bağlı güçlerle sınırlı olacaktır.

Mussolini, Hitler, Franko ve diğer faşist diktatörler ne yaptıysa, Erdoğan’da aynısını yapıyor. Devletin resmi şiddet ve baskı güçleri asker ve polisin yanında her sokakta kitleleri sindirecek, yıldıracak, ezecek paramiliter güçler oluşturacaktır. Böylece, ktilelerin hoşnutsuzlukları, tepkileri anında yerinde bastırılacaktır. Yani, devlet terörü her caddeye, her sokağa ve hatta her eve yayılmaktadır.

Devlet iktidarını elinde bulunduran güçler için, artık seçim, dış kamuoyuna karşı yapılacak bütünüyle formaliteden ibarete olacaktır. Her seçimi Erdoğan büyük bir farkla kazanacaktır. Aynı Mısır’da Mübareke’in sürekli olarak, 30 yıl %80’lere varan çoğunlukla kazandığı gibi.

Emperyalistler Ne istiyor?

Yeni bir emperyalist paylaşım savaşının tamtam seslerinin duyulduğu bu günlerde, TC devleti, tam da emperyalist efendilerinin dediği gibi hareket ediyor. Emperyalistler arasındaki çelişmeden yaralanmak gibi hareket etmesine karşın, hareket sınırları emperyalistlerce belirlenmiş ve o sınırların ötesine geçemiyor. İçeride, hamasi milliyetçi-fetihçi nutukların atılması, iç kamuoyuna yönelik olduğu bir gerçek. Bir gerçek daha var: Kürt ulusal kazanımlarının yok edilmesi ve ondan duyulan rahatsızlık ve saldırganlaşma...

Emperyalistlerin TC’deki “demokrasi”den memnun oldukları aşikar. Onların tek derdi, TC’nin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ve emperyalist sermayenin büyümesini sağlayacak politikların izlenmesi... Yani, neoliberal politikanın eksiksiz uygulanması. Bunun ne adla uygulanıyor

olması önemli değildir. İster islam şeriatıyla uygula, ister ırkçılıkla uygula ya da “demokrasi” adı altında faşist diktatörlükle uygula... Ancak, emperyalist neoliberal politikalar burjuva demokrasinin bilinen geniş anlamına uymaz. Bu nedenle emperyalist burjuvazi TC egemenlerinden “demokrasi” istemiyorlar. Arada bir “kaygıyla izliyoruz” yarım ağız mırıldanmaları, sorunu geçiştirmek amaçlıdır. Çünkü emperyalizm, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerinin düşmanıdır. Emperyalist burjuvazinin çıkarları işçi ve emekçilerin çıkarlarıyla örtüşmez, çatışır.

Kürtler Ne istiyor?

En asgarisinden, burjuva demokrasisi istiyor. Politik özgürlük istiyor. Siyasal haklarının tanınmasını istiyor. Ana dillerinden eğitim istiyor. Kendilerini yönetmek istiyor.

Kürtlerin en basit talepleri, normal bir burjuva demokrasisinde olan politik gerçekler. Gerçekleşmemesi için hiç bir neden yoktur. Bir ulus kendi kaderini özgürce belirleme hakkına sahiptir. Bu demokratik bir istemdir. Kendine demokrat diyen her insanın bunu desteklemesi zorunludur. Aksi taktirde demokrat bir niteliğe sahip olamayacağı gibi, yeri Kenan Evrenlerin, Tayyip Erdoğanların yanıdır. Ya da, daha yalın söylemle: 93 yıllık TC nin anti-demokratik ve faşist inkarcı politikaların destekciliğidir.

Kürtler Ne Yapıyor:

Kürtler her gün ölüyor. Kürtler, üzerlerine düşen bombalara karşı direniyor. Yıkılan şehirlerini tek etmemek için direniyor. En doğal insani hakları için direniyor ve ölüyorlar. Aynı Kürtler, bütün Türkiye halkları için demokratik bir mücadelede veriyor. Kürtlerin ezilmesi, haklarının yok edilmesi, sadece Kürtleri vurmuyor. Ülkedeki bütün işçi ve emekçilerin haklarını vuruyor. Kürtlerin üzerine düşen her bomba, ülkedeki tüm emekçilerin haklarını ve demokratik kazanımlarını vuruyor.

Bir ülkede ezilen ulus mensupları, eziliyor, katlediliyor ve zindanlara tıkılıyorsa, bu vahşetin onlarla sınırlı kalacağını ya da kaldığını düşünmek, kör burjuva şovenizmidir. Ezilen ulus üzerindeki baskı, işçi sınıfı üzerindeki baskıdır. Ezilen ulusun haklarının yok sayılması, işçi sınıfının haklarının yok sayılmasıdır. 93 yıllık TC tarihi, en asgarisinden kendine “demokratım” diyenlere göstermiş ve öğretmiş olması gerekiyor.

Demokrat Kürt örgütleri ve Kürt Ulusal Hareketi, devletin tüm vahşetine karşın mücadele edyor ve direniyor. Bu direnişin kırılması, ezilmesi, ülkede daha büyük bir vahşetin sürmesinin yolu açılacağı gibi, faşist-şeriatçı rejmin kökleşmesi olacaktır.

Bütün bu nedenlerle, Kürt Ulusal Hareketi ile ortaklaşa mücadeleyi geliştirmek, işçi sınıfının mücadadelesinin örgütlenmesi ve geliştirilmesi için koşular hazırlayacaktır. Tersi, “sınıf mücadelesi” adı altında, ortaklaşa mücadelenin örülememesini bedeli çok ağır olacaktır ve bu uzun yılları alacaktır.

Devrimci-Demokratlar Ne Yapıyor? Ne İstiyor?

Hemen herkesin kabul ettiği bir gerçek var: Ülkede burjuva demokrasisinin kırıntıları dahi kalmadı. Faşist devlet terörü hergeçen gün dahada azgınlaşmakta ve demokratik güçlere saldırmaktadır. Devletin düşmanlığı, sadece Kürt Ulusal Hareketi’yle sınırlı olmayıp, sınıfsal doğası gereği tüm komünist, devrimci ve demokratik güçlere karşıdır ve bunlara düşmandır. Her fırsatta bu güçleri ezmek ister. Bugün yaptığı da budur.

Yazılanlara ve istemlere bakılınca; herkes (devimci-demokrat güçler) faşizme ve Akp diktatörlüğüne karşı ortaklaşa mücadele, eylem birlikleri ve birlikte hareketten sık sık söz ediyorlar. Bunları yinelemek yanlış değil, söylenenleri eyleme dökmemek, dökememek, söz-eylem arasındaki çelişkiyi derinleştiriyor ve sözün samimiyetini gölgeliyor.

AKP faşizmine karşı demokratik birlikler var. Birincisi, illegal ve silahlı cephede Halkların Birleşik Devrimci Harketi (HBDH). Diğer ikisi legal cephede, Birleşik Haziran Hareketi (BHH) ve HDP-HDK etrafındaki bir birlik. Bir de bunların içine girmeyen ilerici-devrimci kesimler mevcut. Ancak, etkinlikleri yok denecek düzeyde.

Faşizme karşı birliği oluşturan esas ilkenin başında, faşizme karşı demokratik hak ve özgürlükleri savunmaktır. Yani, bir nevi demokratik politik özgürlük ortamını kazanmaktır.

Ne yazık ki, BHH, kuruluş bildirilerinde de vurguladıkları gibi, Kürtler’in haklarından söz ediyor, ama bu hakkın içinde “ayrılık” yoktur. Kürtlerin ayrılık hakkını yok sayarak, sosyal şovenist politik güzergahtan çıkamıyor. Ama CHP’yi de “demokrasi güçleri”nin içine sokarak, hala burjuva sosyal demokrasisinin faşizmin koltuk değnekçiliğini görmemekte ısrar ediyor. BHH içinde, TC devletinin kuruluş felsefesine sıcak bakan kesimlerin ortaklığı olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bunu her fırsatta dile getiriyorlar. Erdoğan’a karşı kemalizm öne çıkarılıyor. Ancak, kemalizmin 1946 kadar tek parti diktatörlüğü olduğu ve o günün uygulamaları ile bugünün uygulamaları arasında “şeratçı” eğilim-uygulama dışında, herhangi bir ayrımın ve burjuva demokrasisinin en temel öğesi olan muhaliflerin politik özgürlüğünün olmadığını görmek istemiyorlar. Faşist “laik” uygulamaları, “ demokratik ortam” diye sunmak, burjuva demokrasisinin bile gerisine düşmektir.

Kürt Ulusal Hareketi’ni “emperyalizm ile uzlaşıyor” diye suçlamak, PKK’nın şu an içinde bulunduğu gerçekliği ile uyuşmadığı gibi, bu tür iddialar, sosyal şovenist politikalarının üzerini gölgeleme çabaları olarak öne sürülüyor.

“Devlet baba kızıyor.” Reformizm de T.C.’yi fazla kızdırmak istemiyor. Ne de olsa bu devletin “kuruluş felsefesi”ni “ilerici” değerlendiriyor.

Ancak, Kürtlerin demokratik bir mücadele verdiğini görümüyor. Bugün hala kısmi bazı soluklanmalar oluyorsa, Kürtlerin demokratik mücadelesi nedeniyle olduğu görmezden geliniyor.

OHAL’e karşı olduklarını söyleyenler, “Kürtler var” diye, OHAL’e karşı mitingde yan yana gelemiyorsa, burada faşizme karşı mücadelede samimiyet aramak boşunadır.

TC’de, şimdi “Kürt yok” demiyor. Ama, Kürtlerin siyasal haklarını da yok sayıyor. Reformist sosyal şovenler ise, devletten bir adım daha ileride olarak; Kürtlerin hakları var, ama, ayrılma hakkı yok diyorlar. Yani, boşanma hakkını tanımıyorlar. Böylece burjuvazinin, ezilen ulus üzerindeki baskısına destek veriyorlar.

Birlikten söz edilipte en asgari birliktelikleri sağlayamayanlar, faşizme karşı kararlı bir direniş sergileyemeyenler ve sergileyenlerle yan yana, omuz omuza yürümeyenler, faşist-dinci rejimin, toplumu en küçük alt hücrelerine kadar ayırmasına göz yumuyorlar.

Ortak erekler için birlikte mücadele ortak örgütlenmeyi zorunlu kılmaz. Ama, ortaklaşa eylemleri çoğaltmayı zorunlu kılar. Yapılmayan, yapılamayan budur. Reformist güçlerin kaygısı “Kürtlerle yan yana gözükme” sendromudur. Ayrıca, bunlar için, Kürtlerle birarada olmak, ortak hedefler için

ortaklaşa mücadeleyi geliştirmek, “milli his”leri geliştirici bir yanı yoktur. Bu nedenlerle, “demokratik hak ve özgürlükler için mücadele” kaygıları, Kürt ulusal sorunu karşısında kaygısızlaşıyor, “ezen ulus hisleri” hassaslaşıyor.

Laiklik, Faşizme Karşı Mücadelenin Neresinde?

BHH mücadelesinin odağına laikliği koymuş durumda. Laikliğin savunulmaması elbette yanlış, ancak, TC, tarihinde hiç bir zaman tam laik bir devlet olmadı. Başından beri, türkiye’de yaşayan insanların dinleri devlet kontrolündeydi.

M. Kemal’in emriyle 1924 yılında başbakanlığa bağlı olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Ve TC devletinin milliyeti “Türk”, dini ise “Sünni” idi. 1925 yılından itibaren alevililerin ibadet haneleri kapatılarak yasaklandı. Bugün olduğu gibi, TC, kurulduğu günden itibaren: “Tek millet, tek bayrak ve tek din” prensibinden vazgeçmedi.

Devlet, dini ihtiyaçlarına göre, kimi zaman öne çıkardı, kimi zamanda geriye çekti. Ama hiç bir zaman din üzerindeki kontrolünden vazgeçmedi. Kitleleri Sünni dinine göre şekillendirmeye, “sapkın” dediği diğer mezhepleri ise asimile etmeye çalıştı. Bunun için yerine göre zora başvurdu, katliamlar yaptı.

Laikliği, rejimin niteliğinden bağımsız olarak ele almak yanıltıcıdır. Nazi Almanyası, Mussolini İtalyası ne kadar laik idiyse TC’de o kadar laikti. Laikliği “ilerici” görmek ve ona demokratik bir özellik yüklemek, gereksiz bir çabadır. Anayasalarında “laik” yazmayan bir çok ülke, anayasasında “laik” yazan Fransa kadar “laik “ olduğu kadar, ve anayasasında “laik” yazan bir çok ülkeden (bunlardan biri TC) kat kat laiktir.

TC laikliği, azınlıkların ve Kürt ulusunun yok sayılması, Sünniliğin dışında başka mezhep ve dinin tanınmamasıdır. Kilisenin doğrudan krallığa (kral-kraliçe) bağlı olduğu İngiltere “laik” değildir. Ama, din özgürlüğü vardır. Kimse “Anglikanist” (katolik-protestan karışımı) olmaya zorlanmadığı gibi, herkes dini inancında özgürdür.

Bugün Türkiye ve Kuzey kürdistan’da sorun, laikliğin elden gitmesi değil, laikliği de içine alan demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesidir. Daha özgülde politik özgürlüklerin yok edilmesi, şeriatçı bir rejimin getirilmesi, farklı inançlara menzup inançların yok sayılması ve herkesin Sünnileştirilmeye zorlanmasıdır. Kürt ulusunun siyasal haklarının tanınmamasıdır. “Tek millet, tek bayrak, tek din” gibi faşist-ırkçı-şeriatçı bir sistemin pekiştirilmesidir.

12 Eylül Rejimi de “laik”ti. “Atatürk’ün inkilapları”ndan hiç vazgeçmemişlerdi. Ama ortada bir faşizm vardı. Laikliği mücadelenin odağı yapanlar, burada faşizmi görmezden geliyorlar. Bu bağlamda, “lalikliği” öne çıkarmak yanlış ve hedef şaşırtmadır. Mücadelenin odağına: faşist-şeriatçı diktatörlüğün yıkılması konmalıdır.

Halkların Birleşik Devrimci Hareketi

Her ittifak ve eylem birliği, bunu gerçekleştiren örgütlerin karşılıklı tavizleriyle gerçekleşebilir. Bu birliktelikte öyle olmuştur. İçeriğinde bir çok şey eleştirilebilir. Ancak, silahlı mücadeleyi savunan örgütlerin, içinde geçtiğimiz süreçte asgari oranda da olsa ortaklaşa mücadeleyi yükseltme çabaları olumlu olarak değerlendirilmelidir. Böylesi bir birliktelik, ileri kitleler üzerinde olumlu etki de bırkamıştır. Ayrıca, faşizme karşı devrimci dayanışmanın yükseltilmesi, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, hem Kürt Ulusal Hareketine hem de sınıf mücadelesini esas alan örgütlere katkı sunacaktır. Bu tür birliktelikleri zayıflatmak isteyenler çıkabilir. HBDH kurulduğunda da devlet katında hiç de olumlu karşılanmadı. “Terör örgütleri birleşti” diye duyuru yaptılar. Ayrıca, bu oluşum içinde ayrılığı da yine AKP tv’lerinin bazıları, “bölünüyorlar” diye sevinç haberleri olarak kendi kitlesine duyurdu.

HBDH, bir iktidar organı değildir. Bir ittifak organı olarak algılamak gerekiyor. HBDH yönelik eleştiri ve kaygı, “ulusal sorunun öne çıkarılması”. Bundan doğal bir şey olmaz. Çünkü bu birlikteliğin bileşenlerinden PKK; bu oluşumun bel kemiğidir. Ancak, eylemde birlik, ajitasyon ve propaganda da serbestlik ilkesi, her örgütün kendi görüşlerini özgürce yaymasını kısıtlamaz, kısıtlamamalıdır. Ve bu bileşen içinde yer alan her örgütün kendi yayın organları var. Görüşlerini kitlelere ulaştırabiliyorlar.

HBDH, içinde yer alan örgütlerin bağımsız örgütlenemelerine karışmadığı gibi engelleyici bir yanı da yoktur. Tersine, kitleler içinde devrimci örgütlenmenin geliştitilmesinde bir moral etkisi yaratıcı bir yanı vardır. İşçi sınıfı içinde örgütlenmeye ve mücadeleyi geliştirmeye HBDH engel değildir. O zaman, sorunu bu oluşumda değil, öncelikle her örgüt kendi sisal çizgisinde ve pratiğinde araması gerekiyor.

Ulusal hareketlerin uzlaşcı yanı vardır. Bu dikkate alınmalıdır. Ama, bugün PKK demokrat nitelikli bir örgüttür. PKK, hem kitlesel hemde örgütsel ve askeri olarak büyük bir örgüt ve bir çok cephede savaş vermektedir. Bu da onun farklı yerlerde farklı taktikler izlemesini koşullandırıyor. Ancak, genel duruşu anti-emperyalist, anti-faşisttir. PKK ile işçi sınıfı hareketini ortaklaştıran yan burasıdır. PKK sosyalizmi savunmuyor. Ve HBDH’den de soyalist bir devrim ummak abesle iştigaldir. Onun böyle bir hedefi de yoktur. Genel demokratik talepeler ve hedeflerle sınırlıdır. Bu bağlamda, silahlı mücadeleyi savunup, ama bu tür birliktelikerlerin içinde yer almayanların kendilerine güvenleri yoktur denebilir. Geçici siyasal taktik mücadeleleri, nihayi ve stratejik hedeflerle karıştıranların, taktiklerde esnek olması da beklenemez.

Gericilik Dönemi ve Ne yapmalı?

Faşizmin azgınca saldırdığı, yıktığı, demokratik tüm kazanımları yok ettiği bir süreçte, yani gericilik döneminde, bir zaman militan mücadeleyi savunan kesimlerin havlu attığı bir sürecide beraberinde getirir. Sınıf uzlaşmacılığını, pasifizmi, yılgınlığı, işçi sınıfı ideolojisinin dejenere edilmesi vb. gibi yıkımlar yaşanır.

Umutsuzluk, ezilmişlik, hedefsizlik, militan mücadele korkaklığı vb. gibi moral yıkıntıları yaşanır. Siyasal çıkarları ortak olanlar arasında bölünmüşlük gelişir. Baskılar arttıkça bölünmüşlük yaygınlaşır ve derinleşir. Faşist diktataörlük bundan yararlanarak işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki yılğınlığı umutsuzluğu artırarak kendi iktidarını süreklileştirir. Çoğunluk, bir avuç iktidar sahibi asalak katillerin esiri haline getirilir.

İçinde geçtiğimiz süreç tam da böylesi bir süreçtir. Faşizmin baskısıyla sınıfsal yönelimini kaybedenler, egemen sınıfların hışımlarından çekinip, en geri düzeyde mücadele etmek isteyenler artacaktır. Her radikal direnişi, illegal örgütlenmeyi, faşizme karşı silahlı direnişi vb.lerini, devlet ağızıyla “terörizm” olarak niteleyenler az olmayacaktır.

Kürt Ulusal Hareketi ile Türkiye işçi sınıfının ortaklaşa mücadele ve dayanışması ve bunun geliştirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Demokrat Kürt ulusal hareketinin yıkılması, ezilmesi, sindirlmesi, çeşitli miliyetlerden Türkiye işçi sınıfının sindirilmesidir. Kuzey Kürdistan’daki işçi sınıfının susturulmasıdır. Tüm demokratik hakların yok edilmesidir. Kürtlerin siyasal haklarını kazanması, işçi sınıfının ve diğer ezilenlerin de siyasal haklarını kazanması, genişletmesi demektir.

Kürtlerin tepelerine bombalar düşerken, Ankara cephesinde özgürlük olacağını umanlar hep yanıldılar ve yanılmaya devam ediyorlar. Yakında her işçinin, her demokratın, Sünni olmayan mezheplerden ve Türk olmayan diğer azınlık mensubu insanların kapıları birer birer çalınacak ve paramilitarist güçler soklara da egemen olacaktır. Kürdistan yanarken, Batı, Kürdistan’ın akibetine düşmekten uzak kalamaz. Halkların kardeşliğinin pekiştirilmesi, Amed’in yanmasına ve yıkımına seyirci kalmakla sağlanamaz.

Sistem, kendini, sürekli savaş içinde ayakta tutabilecektir. O bunun bilincinde olarak, kendini, Irak’ta, Suriye’de ve yeni çıkacak cephelerin içine atmaya çalışacak ya da kitlelere böyle gösterme gayreti içinde olacaktır. Böylece, gerici ve emperyalist savaş atmosferinden yararlanarak, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskı mekanizmasını sürekli kılacaktır.

Teşhir ve tecrit edilmesi gereken TC devleti olmasına karşın, bugün ondan ayrı olmayan bir nevi özdeşleşmiş olan AKP ve Erdoğan faşist diktatörlüğünün öne çıkarılması, yanlış deildir. Kitlelere somut hedefler gösterilmelidir. Faşist ırkçı-şeriatçı Erdoğan diktatörlüğününü teşhir edilmesi TC’ni, aklanması değildir. Erdoğan devletin bütün güçlerini elinde toplamıştır. Gerçek budur. Kitlelerin kazanılması için, soyutlama yerine somut propagandalar yapılmalıdır.

Faşist AKP diktatörlüğü, ekonomik durumdaki gelişmelere bakılınca, hedeflediği 2023’ü göremeyecektir. Bunu daha çok da empryalistler arası çelişmenin barometresi belirleyecektir. Ancak, Erdoğan diktatörlüğü, daha uzun bir süre iktidarda kalmak için iç savaşı körükleme ve yaygınlaştırma gibi bir eğilimde taşımaktadır. Gelişmeler buna işaret etmektedir. AKP kitlesinin silahlandırılması, camilerde gençlik örgütleri (elbette silahlı) oluşturması, iç savaş hazırlığı ve işçi sınıfı ve emekçileri ve tüm demokratik güçleri bütünüyle baskı altında almanın/tutmanın yöntemidir. AKP sadece devlet iktidarını elinde tutan bir güç değil, aynı zamanda en geri kitleleri örgütleyen bir iktidar gücüdür. 12 Eylül 1980 askeri cuntasıdan ayrıldığı en önemli ayrım buradadır.

Erdoğan’ın iktidarda kalması, bölgedeki savaşla yakından ilgilidir. Toplumun sınıfsal dokusunun dejenere edilmesi (ırkçı-faşist-şeriatçı kitle örgütlenmesiyle) doğrudan ilgisi vardır. AKP diktatörlüğü, normal bir seçimle iktidardan uzaklaştırılmayacak kadar derinleşmiş ve örgütlenmiştir. O artık, işçi ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlükler için sokaklara dökülmesi ve kazanmasıyla devrilebilcektir.

Faşist AKP diktatörlüğünü (faşist-ırkçı-şeriatçı) yıkmak uzun bir mücadele sürecini kapsayacaktır. Komünist ve devrimci güçlerin kitleler içinde örgütlenme ve çalışma yöntemlerini buna göre belirlemeleri, verili durumun bir zorunluluğudur. Ve faşizme karşı her türlü mücadele biçimini koşulların el verdiği ölçüde geliştirmeleri de bir o kadar gereklidir.

Sınıflar arası mücadelede ebedi bir şey yoktur. Her faşist iktidar, kendi yıkımını hazırlayan koşulları ve çelişmeleri de beraberinde yaratır. Önemli olan bu çelişmelerin doğru ele alınması, mücadele biçimlerinin buna göre geliştirilmesi ve kitlelerin bu doğrultuda örgütlenmesidir. Faşist baskıların artması, devleti elinde bulunduran güçlerinde zayıflığınının da bir o kadar artmasıdır. Bu zayıf noktaların saptanması ve mücadele biçimlerinin bu çelişimelerinin, işçi sınıfı lehine derinleştirici temelde geliştirilmesi, devasa gibi gözüken şiddet aracının yıkılmasını da kolaylaştıracaktır. (30.10.2016)

 

45844

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Sayfalar