Cumartesi Nisan 20, 2024

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

Bilgi, insan üretiminden kopuk olarak ele alınamaz; insan ile insan arasındaki ilişkiler, doğa ile insan arasındaki ilişkiler ve insanın özel mülkiyetli toplumlara geçişiyle sınıflara bölünmüş toplumda, sınıflar arasındaki ilişkiler ve bu sınıflar arasındaki çelişmeler, yine bu üretim faaliyetleri süreci içinde kavranmıştır. İnsanın toplumsal eylemleri, salt üretim sürecindeki faaliyetleri ile sınırlı olmayıp; sınıf mücadelesi, politik yaşam, bilim ve kültürel-sanatsal faaliyetleri de vardır. İşte, tüm bunlar insanın üretim ve üretim içindeki yerinden kaynaklanmaktadır. Ancak, insan bilgisi üzerinde, insanın toplumsal üretimdeki yerinin belirleyici bir rolü ola gelmiştir. Bir başka söylemle; toplumların sınıflara bölünmesi ve bunun üzerinde şekillenen  sınıf mücadelesi, insan bilgisi üzerinde muazzam bir ilerletici ve dönüştürücü etki yaratmış ve insanlığın daha hızlı gelişmesinin bir nevi motoru olmuştur.

Metafizikçiler, yani idealist felsefenin temsilcileri, şeyleri düşüncenin bir ürünü olarak ele alır ve şeylerin sürekli değişim içinde olduğunu reddederek, doğa ve toplumsal olayları sabitleştirirler. Ve bütün sorunlara ak-kara ikilemi içinde yaklaşıp, ak-kara arasında yer alan tonları yok sayarak, esasta şeylerin yokluğu üzerine felsefelerini kurmuşlardır. Bu da doğa ve toplumdaki çelişmeleri ve bu çelişmelerden kaynaklanan çatışma ve gelişmeleri görmezden gelmelerini sağlamıştır. Metafizikçiye göre, bir şey hem kendisi hem başkası olamaz. Olumluluğun içinde olumsuzluk, olumsuzluğun içindeki olumluluğu mutlak olarak reddeder. Çelişkilerin olumlu ve olumsuz yanları olduğu ve bunların çatışmayı meydana getirdiği, hem birbirlerini reddettikleri, hem de birbirlerini olumladıklarını, yani, birbirlerini reddederken, birlikte var olduklarını ve şeyler arasındaki çelişmelerin birbirlerine dönüştüklerini göremezler. Yüzeysel bakış ile iki şey arasındaki çatışmanın köklerini, birbirleriyle ilişkilerini görmez. Engels’in deyimiyle, metafizikçiler, “ağacı görüp ormanı göremez”ler. Ağacın ormanla ilişkisinin, orman içindeki hareketliği, nicel birikimi, nesnelerin birbirleriyle olan ilişkilerini görmezden gelirler. Bu da onların, doğa ve toplumsal olaylara tek yanlı baktıklarını ve kendi kendilerini bir çıkmaz içine soktuklarını ve doğa ve toplumsal diyalektiğin dışına itildiklerini kanıtlar.

Materyalist diyalektik; doğanın, insan toplumunun ve en genel anlamıyla maddenin ve onun yasalarının bilimidir. Diyalektik, şeylerin birbirleriyle ilişkilerini, hareketlerini, bir arada varolmalarının iç çelişmelerini ve karşıtlıklarını, birbirine dönüşümlerini, doğuşlarını ve sonlanmalarını bütünsellik içinde ele alır. Lenin’in deyimiyle, “diyalektik karşıtların birliği ve mücadelesidir.” Bu, Marksist diyalektiğin özlü ifadesidir.

Engels doğanın diyalektiğini şöyle tanımlar;

“Doğa, diyalektiğin deneme tezgahıdır, ve modern doğa bilimi onuruna, onun bu deneme tezgahı için her gün artan zengin bir olgular hasadı sağlayarak, böylece doğada her şeyin, son çözümlemede, metafizik değil, diyalektik olarak olup bittiğini, doğanın durmadan yinelenen bu çevrimin sonsuz tek düzeliği içinde hareket etmeyip, gerçek bir tarih geçirdiğini tanıtladığını söylemeliyiz.” (Engels, Anti-Dühring, sf. 73-74, Sol yay.)

Doğanın bir evrimi olduğu gibi, insan bilgisinin de bir evrimi vardır. İnsanlar, doğanın canlı organik bir maddesi olarak varoldukları günden beri, düşüncelerinde de sürekli bir değişim olmuştur. Doğanın milyonlarca yıl içinde geçirdiği evrim karşısında, insanlığın düşünsel evrimi birkaç on bin yılı kapsamaktadır. İnsan düşüncesi, doğanın –maddenin- bir yansıması olarak gelişmiştir.

Doğadaki gelişmelere koşut olarak, insan düşüncesinde de sonsuz bir gelişme evrimi yaşanır. İnsan düşüncesinin diyalektiği, doğanın diyalektiğinden ayrı ele alınamaz. Ve o, doğanın gelişimine koşut bir gelişme sergilemiştir. İnsanın sahip olduğu üretim ve üretim ilişkilerinin düzeyi ve toplumsal yapı, insanın düşüncelerinde de gelişmeler yaratmıştır. Bu nedenle Marks; “insan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar” diye açıklamıştır.

Kapitalizmin ortaya çıkması ve bunun ürünü olarak proletarya ve burjuvazinin var olması, Marksist düşüncenin yaratılmasının koşullarını da beraberinde getirmiştir. Bundan önce insan düşüncesinde metafizik düşünce tarzı egemendi. Marksizmin ortaya çıkmasıyla beraber metafizik düşünce tarzı önemli bir darbe yedi ve insan bilgisi daha bilimsel bir temele oturdu.

Marksizm kapitalizm öncesi süreçte çıkmasının koşulları yoktu. Bir düşüncenin ortaya çıkması, deha sorunu olmayıp, üretim ve üretim ilişkilerinin düzeyi ile direkt ilgilidir. Kapitalist toplumun olgunlaştığı dönemde Marksizmin ortaya çıkması, salt Marks’ın dehalığından değil, o üretim sürecinin bir ürünü olmasındandır. Marks’ı yaratan, kapitalizmin ortaya çıkardığı koşulların/çelişkilerin kendisidir. Bir başka söylemle; kapitalist toplumun bağrında taşıdığı burjuva-proletarya arasındaki çelişme ve bu çelişmeden hareketle, Marksizm, metafizik düşünce tarzına karşı mücadelenin ürünü olmuştur.

Toplumların bilgi düzeyi, sahip oldukları üretim ve bu üretim ilişkileri düzeyi ile koşutluk -sınıf mücadelesinin düzeyi ve içeriği de bundan ayrı ele alınamaz- gösterir. Kapitalizm öncesi toplumlarda insan bilgisi daha soyut iken, kapitalizmle birlikte insan bilgisi daha somuta inmiş; sınıf mücadelesinin keskinleşmesi, sınıflar arası savaşımın ideolojik-politik bazda daha üst boyutlara varması da insanın bu toplumsal kesitinde ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni; üretimin artan ölçüde toplumsallaşması, bilimin ve teknolojinin hızla gelişmesi, iki uzlaşmaz sınıfın, yani burjuvazi ile proletaryanın varlığı ve uzlaşmaz çıkarlara sahip olmaları ve bu iki sınıf arasında bu uzlaşmaz çelişmeden kaynaklanan sınıf mücadelesi, önceki toplumsal sınıfların çatışmasından ayrı olarak daha nitel bir durum kazanmıştır. İki modern sınıftan birinin var olan düzeni, yani özel mülkiyet ilişkilerini sürdürmeye çalışması, diğerinin ise daha ileriyi temsil etmesi ve kendi çıkarını özel mülkiyet ilişkilerinin ortadan kaldırılmasında bulması, her sınıflı toplumda olduğu gibi, eski-yeni arasındaki savaşımı kaçınılmaz kılmıştır. Yeni bir toplum böylesi bir çatışmanın içinden çıkacaktır.

Marks’tan önce insan bilgisi, toplumsal üretim ve üretim ilişkileri faaliyetinden ayrı olarak ele alınıyordu. İnsan bilgisinin üretim faaliyeti sürecinin bir sonucu olduğunu bilimsel bir şekilde ilk ortaya koyan Marks olmuştur.

Marksizmin, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkması, özellikle de kapitalizmin ileri düzeyde geliştiği Avrupa’da doğması, insan bilgisinin üretim faaliyetinin bir ürünü olduğunun yalın bir göstergesidir. Marksizm, kapitalizmin gelişmediği bir Afrika’da ya da Asya’daki koşullar içinde ortaya çıkamazdı. İşçi sınıfının dünya görüşü olarak Marksizm: Kapitalist üretim faaliyetlerinin ileri düzeyde olduğu, sadece ve sadece işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki sınıf çatışmalarının keskinleştiği koşullarda çıkardı ve bu da ilk olarak Avrupa’da oluştuğu için, burada çıkabildi. Kapitalist toplumun bir ürünü olan işçi sınıfı, üretimden aldığı güç, bilgi, örgütlenme ve disiplini ile kendi toplumunun en ileri sınıfı ve yine içinden çıktığı toplumu reddedip yeni bir toplumu yaratmaya aday olmasından doğal bir şey de yoktur.

Bazıları ve özellikle ülkemizde kimi küçük burjuva aydınlar, Marks’tan önce komünist düşüncelerin olduğunu, bunu örnek olarak da “Şeyh Bedrettini”in düşüncelerini veriyorlar. İnsanların ilk toplumsal yaşam biçiminin adının ilkel komünal sistem olduğu dikkate alınırsa, Kapitalist toplumsal sisteme kadar olan süreçte, ezilenlerin ezenlere karşı verdiği sınıf mücadeleleri içinde, ilkel komünal anlayışların ortaya çıkmış olması da yadsınamaz. Şeyh Bedreddin’de olduğu gibi, başka ülkelerde de benzeri anlayışlar ve yaşam biçimleri olmuştur. Bunlar yadsınamaz olgulardır. Marksizm ile bu tür düşünceler bire bir aynılaştırılamaz. Ancak bu tür düşünceler Marksizmin önceli olarak kabuledilebilir. Bütün bunlara karşın Marksizmin bu düşünceleri bir kenara attığı ya da bunları değerlendirmediğini de söylemek yanlış olur. Marksizm bütünsellikli bir bilgi teorisidir.

İnsan düşüncesi, eğrisi olmayan bir doğrular dizini şekilde değil, sarmal ve eğrileri içinde barındıran bir şekilde gelişir. Onu tek düze olarak ele almak, insanın doğa ve üretim içinde elde ettiği ilişkilerden soyutlamak ve daha ilerisi sınıf mücadelesinden kopararak, şeylerden bağımsızlaştırmak olur ki, bu da, metafizik bir düşünce sistematiğine varmaya götürür. Ve doğal olarak bu, egemen sınıfların, her şeyi tanrısal öğeler ile açıklamasının kapısına kadar insanı götürür ve insanı kendi nesnelliğinden kopararak, kendine yabancılaştırır. Bundan hareketle Lenin der ki;

“Felsefi idealizmin bir kısır çiçek olduğu tartışma götürmez. Ama o canlı, verimli, hakiki, gür, güçlü, nesnel, mutlak insan bilgisinin canlı ağacı üzerinde bitip yetişmektedir bu kısır çiçek.”(*)

Günümüzde de sık sık “işçi sınıfının devrimci niteliği kaybolmuştur” diyenlerin, felsefi idealizmin bu tür düşüncelerinden etkilendiği ya da direkt o düşünceleri, insan bilgisinin nesnel gerçekliği yerine koyduklarını biliyoruz. Bu tür düşünceler, çelişkiler yasasını, daha doğrusu insan bilgisinin diyalektiğini reddetmelerinden ileri geliyor. Zıtların birliği ve mücadelesi, ama bu çelişkinin varlığı görülmediği zaman, işçi sınıfının devrimci niteliğinin de kayıp olduğu sonucuna varılabilir. Bu düşünce sadece ve sadece materyalist diyalektiği reddedenlere özgü olduğu da bir gerçektir.

Marks, kapitalist toplumu açıklarken, o, bu toplumun en basit, en güncel öğesini, yani en küçük “hücresi” olan metayı inceleyerek, bu toplumun çelişmelerini ortaya çıkararak, toplumun kaçınılmaz bir değişime gittiğini ve bu değişimi ise, yine bu toplumun bir öznesi olan , ama değişimin esas öznesi olan işçi sınıfı tarafından yıkılacağını, kapitalist toplumun bağrında taşıdığı çelişmelerin çatışmasının olmazsa olmazı olarak ortaya koymuştur. Marks'ı, böyle bir çözümlemeye götüren şey, metanın kendisi olmuştur.

 

Sınıflar ve Çelişmeler

Toplumsal sınıflar varlıklarını, politik arenada dile getirmek ve toplumdaki yerini koruma ve hatta siyasal iktidarı almak için örgütlenmelerini de beraberinde yaratmışlardır. Sınıflı toplumlarda, örgütsüz sınıfların diğer sınıflar tarafından baskı altında tutulmasını ve bu sınıfın toplum içindeki yerini de her zaman ezılenlerin yanında var etmiştir. Her sınıfın toplum içindeki yeri, toplumsal üretimdeki yerine bağlı olmakla birlikte, kendini var eden ekonomik koşullar olduğu sürece varlıklarını sürdürecekler ve kaçınılmaz olarak örgütlenmelerini de yaratacaklardır. Kapitalist toplumun ortaya çıkmasıyla, toplumsal sınıflar örgüt bilincini ve örgütün gücünü daha iyi anlamışlardır.

Komünist toplumun birinci evresi olan sosyalizmde sınıfların varlığı, hala bu toplum içinde yer alan insanların değişik üretim kategorileri içinde yer alması, sınıflı toplum olmasının ekonomik temelini oluşturur. Sosyalizmde insanların toplumsal üretim içindeki yerlerinin aynılaşmasıyla birlikte sınıflar arasındaki farklarda ortadan kalkacaktır.

Her toplumsal sınıfın bir öncüsü ve temsilcileri olduğu gibi, yani o sınıfın en ileri öğelerinden oluşan bir örgütü olduğu gibi, işçi sınıfı da kendi örgütü olarak KP’ni yarattı. İşçi sınıfı, tarih sahnesine çıkar çıkmaz ve kendisi için bir sınıf olduğunun bilincine varınca, sınıflar arası kavgada, siyasal iktidarı alma aracının örgüt olduğunun bilincine de vardı ve, kendi bilimini de örgütünü de yarattı. İşçi sınıfının toplumsal üretimdeki yeri; buradan kaynaklanan sınıf gücü, disiplini, örgütlenme yeteneği ve giderek artan ölçüde sınıf saflarının genişlemesi, onu, kaçınılmaz olarak sınıf çatışmalarının ana eksenine oturttu ve toplumu değiştirme gibi zorlu bir görevi de omuzlarına yükledi. Çünkü, kendi kurtuluşu gibi, insanlığın kurtuluşu da sınıfsız ve sömürüsüz bir sistem içinde olabilir. Toplumsal yeri gereği, buna,  işçi sınıfı önderlik yapmak zorundadır. Proletaryanın kendi bilimi olan marksizmi yaratması, bunu kendi hizmetine sokması ve uygulanabilir olması, bu bilimin en temel özellikleri olarak ortaya çıkmıştır. Yani, teori üretim edinimleri dediğimiz olgunun bir yansımasıdır. Tabi ki, insan edinimleri salt üretimle sınırlı olmayıp, üretim ve üretim ilişkileri içindeki yerinden kaynaklanan sosyal-siyasal, kültürel ve sanatsal edinimlerini de kapsar ve buradan aldığı bilgilerle donanır.

Lenin; „Pratik, (teorik) bilgiden daha yüksektir, çünkü sadece evrensellik değerine değil, dolaysız güncellik değerine de sahiptir.“( Lenin)

Marksizm bir doğma olmayıp, eylem kılavuzu olması, onun uygulanabilir oluşundandır. Çünkü uygulanabilir olan şey bilimdir, uygulanamayan şey gerçek değil, metafiziktir. İşçi sınıfın öncü örgütleri olan KP’leri kendilerini, dünyayı değiştirme mücadelesinde, uygulanabilir teorik bilgilerle donatması buradan gelir. Proletaryanın bilimi olan Marksizm, doğa ve toplumsal olaylarda ve bunlara yaklaşım da en doğru ve en gerçekçi bilim olması;  proletaryanın da bu bilme sahip çıkması, onun en modern sınıf olması, yeniyi  temsil etmesi ve yeni bir toplumun yaratıcısı biricik sınıf olmasının özü buradadır. Daha somuta indirgersek; özel mülkiyete sahip olmaması ve üretim içindeki yeri gereği özel mülkiyetin tezadı olması, üretim araçlarını elinde bulunduran burjuva sınıfı tarafından ezilmesi ve bu sınıfın üretim güçlerinin gelişmesinin önünde büyük bir engel oluşturması, proletaryaya, bu ilişkileri yıkmaya, yeni ve sınıfsız bir toplumun yaratılmasında öncülük görevini yüklemiştir.

„Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz“ Leninist önermesi her ne kadar kendine „Marksist“ diyen oportünizm tarafından kitleleri usandırıcı bir şekilde tekrarlansa da, aslında bu önermenin lafzına da uygun hareket edildiği söylenemez ve bu bıktırıcı tekrar artık, oportünistçe bir alışkanlık haline getirilerek, önermenin içeriğinin iğdiş edilmesine götürdüğü gibi, yeni kuşaklara karikatürize edilerek aktarılmasından öteye geçememiştir.

Ülkemizdeki  oportünist “devrim” teorilerinden yola çıkıldığında, bunu rahatlıkla öne sürmenin çok nedenleri de vardır. Doğal olarak, deneyimleri teoriye aktarma, teoriyi zenginleştirip derinleştirme ve teorinin tekrar pratiğin karanlık yönlerini aydınlatma görevi; politik ve taktik esnekliği her anda yakalama ustalığı da olmamıştır.

 „Doğruluğun ölçütü toplumsal pratiktir.“ (Mao)

Marksist bilimi kendine rehber edinen proletarya öncüleri KP’leri, kendi politikalarını ve teorilerini pratiğin bağrında denemeye sahiptirler. Siyasal iktidarı almaya ve yeni bir toplum yaratmaya aday bir sınıfın en ileri temsilcisi öncüsünün teori ve pratiği uyum içinde olmak ve teorisini toplumsal pratiğin mihenk taşında denemek ve yine bu toplumsal pratiğin süzgeçlerinde geçirerek ileri bir teori ile donanmak zorundadır. Teori toplumsal pratikle uyuşmuyor, uygulanamıyorsa bu teoride diretmek felsefi anlamda idealizm, Mao’nun deyimiyle de; „dogmatizm“dir. Yukarı da da belirttiğimiz gibi, Marksist bilimin en temel özelliği uygulanabilir oluşudur. Bilimin doğruluğu ise, toplumsal pratikte kendisini bulur.

KP’lerin sahip oldukları teori, Marksist bilimin evrenselliği içinde bulundukları ülkenin özgüllüğünü yansıtmalıdır. Kendi ülkesinin özgüllüğünü, kendi toplumunun gerçekliğini özümseyerek teorik bir bilim haline getirip, bu bilimi sınıf savaşımında kendi pratiğine aktarırlar. Teori toplumsal pratiğin gerçekliği ile uyum içindeyse, pratiği daha da zenginleştirip geliştiriyor ve önünü açıyorsa, teori doğrudur. Bu da yetmez, pratik deneyimler anında teoriye yansıtılmak ve teori zenginleştirilerek yeniden pratiğe dönmelidir.

Doğa ve toplumsal olaylar; çelişmeler, çatışmalar ve gelişmeler dizini şeklinde sonsuz bir süreç içinde varlığını sürdürür. Bu maddenin sonsuz hareket şeklidir. Toplumsal olaylar da binlerce çelişmenin ve bu çelişmelerden kaynaklanan çatışmalar içinde, belirleyici olan, diğer çelişme ve çatışmalara yön veren, belli bir süreç içinde bunları belirleyen ana çelişmeler vardır. KP’nin bunları doğru olarak çözümlemesi ve bu çelişmelerin ruhuna uygun doğru çözümlemeler ortaya koyması, toplumu değiştirme mücadelesinde ve toplumsal devinimi kendi lehine çevirmesi açısında önemlidir. Toplumdaki çelişmeleri kavramayan, değişimleri göremeyen, gelişmelerin eğilimini ve yönelimini dikkate almayan ve bunları teori ve pratiğine yansıtmayan KP, sınıfın öncülüğünü yerine getiremez.

Hiçbir toplumsal olayın ve bu toplumsal olaylardan biri olan devrimin önceden çizilmiş  birebir reçeteleri yoktur ve olamaz. Reçetelerle hareket etmek, daha baştan doğa ve toplum biliminin dışına çıkmak, metafizik bir yaklaşım sergilemek olur ki, bu, Marksizm bilimin; „somut koşulların somut tahlili“ temel önermesinin reddidir. Bir çok gelişme önceden öngörülebilir, genel belirlemeler yapıla bilinir, ama, sürecin genel ayrıntılarını, sürecin çelişmelerini, o sürecin iç çelişmeleri belirler. Bilinmelidir ki; proletarya devrimi ayrıntılarda, sürecin çelişmelerini ve o sürece damgasını vuran esas çelişmenin doğru saptamasında ve buna uygun politikaları yaşama geçirmekte gizlidir.

 Zıtların birliğinin ürünü olarak her şeyin birbirinden etkilendiği göz önünde bulundurulursa, çelişkilere yön veren, etkileyen bir çok etmeninde ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bir ülke devrimini esasta belirleyen, o ülkenin toplumsal iç çelişmeleridir, ama bazen dış çelişmeler iç çelişmelerin yönünü değiştirebilir ya da başka bir çelişmeyi esas hale getirebilir, iç çatışmanın yönünü dış çatışmaya dönüştürebiliyor ya da toplumsal devinimin hızlanmasını geciktirebildiği gibi, tersine de çevirebiliyor. Tarih, buna benzer toplumsal olaylara sıkça tanıklık etmiştir, günümüzde de benzerleri yaşanmaktadır ve ilerde de yaşanabilecektir.

Dogmatizm ve sübjektivizm toplumsal çelişmelerin, değişimlerin ve de toplumsal gelişmelerin derinlemesine irdelenmesinin önünü keser. Yalnızca kaba ve yüzeysel görüngülerini görmeye neden olur. Proletaryanın öncüsü genel devrimci deneyimlerle yetinemez, değiştirmek istediği toplumun en küçük hücrelerine kadar inmek, gelişmenin ve değişimin yönünü saptamak ve bunlara uygun kısa-uzun vadeli politikalar saptayarak pratiğine yön vermek durumundadır. Değiştirmek istediği toplumun değişim reçetelerini, başka toplumların -yani, başka ülkelerin- değişim „reçete“lerinde arayan bir KP, özgül gelişmeleri dışladığı gibi, özgülden evrensele ilkesini de reddetmiş olur. Genel evrensel politikaların ruhuna uygun hareket etmek gerekirken, özgülün özgül niteliği dıştalanamaz. Zaten, evrensellik, özgülün üzerinde şekillenir.

Günümüz de Marksizm adına Marksizmin iğdiş edilmesi, onun devrimci dinamiğinin öldürülmesi ve bilimsel değerinin revize edilmesi; evrenselin özgülüğün yerine konulması ile başlatılmıştır. Sonuçta ise, işçi sınıfının önderliğindeki devrimde, işçi sınıfının müttefikleri olan diğer emekçi kesimlerden kopma kaçınılmaz olur; nesnel gelişmeleri derinlemesine irdeleyen politikalar üretileceğine dar, yüzeysel, olayın iç çelişmelerini ve bunların birbiriyle bağlarını, birbirini etkileyen yönlerini incelemekten ve çözümlemekten uzak, bir başka ülkenin gelişmeleri hazır „reçete“ olarak ortaya sunuluyor. Marksizm açısından, Marksizm adına en kötü şey de budur. Çünkü Marksist ideolojiyi dogma haline getirmek, onu değişmez görmek, bir sürecin politikasını bütün süreçlerde geçerli görmek, proletaryanın siyasal iktidar mücadelesine vurulan en büyük darbedir ve oportünizmin sınıf hareketine yabancılığı da buradan başlayarak devam eder.

Küçük-burjuva oportünizmi, lafta “reçeteciliğe” karşıymış gibi gözükmesinin altında yatan şey, Marksizmin temel ilkelerini revize etmek yatar. “Marksizmi günümüz koşullarına uyarlama” adına, Marksizmin vazgeçilmez ilkelerini değiştirmeye, onu burjuvazinin kabul edebileceği burjuva teorisi haline getirmeye çalışır. Marksizmin ortaya çıkışından bu yana da, bütün küçük-burjuva oportünistleri Marksizmi savunma adına, onu proletaryanın sınıf mücadelesindeki bilimi olmaktan çıkarmak için burjuvazi ile el ele vermişlerdir. Bu nedenle, küçük-burjuva oportünizmi ile komünistlerin, dogmatizm ve sübjektivizme karşı mücadelesi ve bunlardan anladığı şey aynı ve bir değildir. Onlar, tam da dogmatizm ve sübjektivizmin batağına Marksizmi sokmaya çalışırlarken, MLM’ler bunlara karşı mücadele yürütüp, küçük-burjuva oportünizmin idealist felsefeden kopamadığını, kopmadığını ortaya koyar.

Marksizm adına hareket ettiklerini söyleyen küçük burjuva devrimciliği de, ne denli  “radikal” Marksist kesilirse kesilsin, onun teorisi, özünde, Marksizmi revize etme, Marksizmi uygulanabilir oluşundan çıkararak “hiç”leştirme ve onu, kitlelerin elinde gerçek bir mücadele silahı haline getirme yerine, tamamen kitleleri ondan uzaklaştırma yönlüdür. Küçük burjuva devrimci radikalizmin militan duruşu, yanıltıcı ve uzun erimli olmadı ve olamaz. Onun içinde taşıdığı radikalizm, zorluklar karşısında karşıtına dönüşme ve işçi sınıfı hareketine düşman kesilme olasılığı daha güçlüdür. Küçük burjuva radikalizmin teorik dağarcığında, anarşizm ve darbecilik yadsınan olgular olmaktan öte, bir pratik yöntem olarak hep vardır.

Tarihin bugünkü sürecinde toplumsal çelişme ve gelişmeleri doğru  bir şekilde analiz etme ve buradan hareketle toplumu değiştirme ve ileriye götürmenin sorumluluğu proletarya ve Marksist bilimle donanan onun öncüsünün omuzlarına yüklenmiştir. Böyle ciddi bir iş, ancak Marksist bilimin ciddiyeti ile ve onun bütünsellikli ruhuna uygun olarak ele alınır ve proletaryanın öncüsü bu sınıf bilinciyle kendini donatırsa, proletaryanın iktidarı burjuva sınıflarından alması da başarıya ulaşabilir. KP, salt kitlelerin ezilmişliğinin getirdiği kinle, daha doğrusu kb.nin sabırsız ve de savruk davranış şekliyle değil, proleter sabır ve bilinçle hareket ederse, bu sabır ve bilinçle burjuvaziye ve diğer işçi sınıfının bilimine düşman güçlerle kavga verirse, ilerleme gösterir. Dövüşmek, ama bilinçli dövüşmek, proletaryanın sınıf savaşımında belirleyici bir parolasıdır. Saldırmak ve ilerlemek kadar, geri çekilmek de dövüşmenin erdemlerinden biridir. Toplumsal gelişmelerin irdelenmesi ve teoriye yansıtılması ve teorinin bu donanımla tekrar pratiğe dönüştürülmesi, pratikten doğru önermelerin çıkarılması sarmal bir şekilde devam ettirilmelidir.

Mao; „Gerçeği pratik içinde keşfedin ve gene pratik içinde kanıtlayıp geliştirin“ ve ekler:

„Pratik, bilgi, gene pratik ve gene bilgi...“ (Mao, C.1, sf. 393, Kaynak yay.)

Proletaryanın öncü kurmayları KP’leri için en büyük tehlike; Proletaryanın ustalarından yapılan alıntıların, zaman mekan göz ardı edilerek uluorta kullanılması ve her zaman her yerde geçerli sayılması oluşturmaktadır. Oportünizm, kendi küçük-burjuva anlayışlarını “doğruluğunu” ispatlama işinde bunu sıkça yapıyor ve ustalardan yapılan sözlerin nerede, ne zaman ve niçin söylendiğine bakılmadan, her derde deva olarak görüyorlar. Özünde ise, var olan somut gerçekliği saptırmak, Marksizm adına marksizmi saptırmaktan başka bir şey değildir. Elbette ustaların tanıklığına baş vurulacak, ancak, onların sözleri bir doğma değil eylem kılavuzu olarak alındığında bir anlamı olabilir.

Bir doğru, kendi koşullar içinde doğrudur, bir başka koşullar içinde doğru olmayabilir. Her özgülün kendine has kuralları ve yasaları, yani şeylerin çelişmeli bir diyalektiği vardır. Çelişme zıtların birliğinden doğar. Bu diyalektiğin temel yasasıdır. Çelişme evrenseldir ama, bir de çelişmenin özgüllüğü vardır, işte öncünün esas alacağı çelişmenin özgüllüğüdür. Burjuvazi-proletarya arasındaki çelişme evrenseldir, ama, bu çelişmenin her ülkede şekillenişi, boyutu, alacağı biçimi ve şiddeti farklıdır. Eğer aynı olsaydı, troçkistlerin ve de bugün “emperyalizmin küreselleşmesi” zırva burjuva teorilerini işçi sınıfına yutturmaya çalışan Avrupa merkezli oportünistlerin söylediği gibi, „toptan devrim teorisi“ geçerli olurdu. Bu da çelişmeler yasasına aykırıdır ve hazır reçeteleri reddetmenin mantığı bir de burada aranmalıdır.

Kendine Marksist diyen bir örgüt, uzun süre aynı politikalarla hareket ediyor, ama bunun sonucu gelişme ve ilerleme yerine, gerileme gösteriyorsa, teorisini pratiğe uygulayamıyorsa, izlediği politikayı gözden geçirmek zorundadır. Şapkasını önüne koyup, neden teorinin pratikte tutmadığını, teorinin toplumsal pratik ile çeliştiği yönlerini ve ayrıca, pratiğin kendilerine neyi emrettiğini inceleme ve irdelemesi gerekir. Toplumsal pratiğin mahkum ettiği politikalarda diretmek, kafayı sık sık taşa vurmak, Marksizm’e “bağımlılık“ değil, ama, olsa olsa ahmakça bir sabır göstergesinden öteye geçemez.

Mao; „araştırmayana söz hakkı yok“ der. Mao’nun bunu ne amaçla söylediği hangi koşullarda söylediğine pek bakılmaz. Oysa, bilim araştırma ve incelemelerin sonucu elde edilebilir. Marksist bilimin temel öğretilerinden birisi de budur. Bu, aynı zamanda, bilginin diyalektiğidir. Maddenin diyalektik gelişmesi olduğu gibi, onun bir yansıması ve ondaki hareketin düşünceye dönüşmesi, olan bilginin de diyalektiği vardır. Araştırılmadan, sorgulanmadan, derinlemesine irdelenmeden; şeylerin birbiriyle ilişkileri, çelişkileri, birbirini etkilemeleri bilinmeden doğru bilgiler elde edilemez. Marksizmin bir bilim olması ve bilimin ise nesnel gerçekliklerin içinden çıktığı kabul edilirse, soruna bilim adamı ciddiyeti ile yaklaşılmalıdır. Salt yüzeysel bakışlar, kaba göz gezdirmeler, çelişkilerin iç nedenlerine inmeye yetmez. KP, bir savaş örgütü olduğu gibi, aynı zamanda o, işçi sınıfı biliminin sosyal alandaki yansımasının siyasi-örgütsel bir yönüdür. Doğa ve toplumsal gerçeklere ve bu gerçeğin bir ürünü olan sınıf mücadelesine bilim adamı ciddiyeti ile yanaşmak, sorunları derinlemesine ele almak KP’nin sınıf mücadelesindeki başarısının temelidir.

Marksist bilim, metafiziğin tersine, bilimin nesnel yönünü öznelin önüne çıkarmış ve öznelliğin nesnel bilim içindeki etkisini azaltmaya çalışmıştır. Marksizm öncesi bilimin esas ağırlığını öznellik, yani sübjektivizm oluşturuyordu. Marksizm’le birlikte, öznelci anlayışlar büyük bir darbe yemiştir. Marksizmin savunucuları KP’leri içinde nesnel bilimsellik, bir başka söylemle “nesnel gerçeklik”, kitlelerin örgütlenmesinde, devrime önderlik edilmesinde, taktik politikaların geliştirilmesinde, ilerleme ve gerileme taktiklerinin izlenmesinde, kısacası, burjuvaziden siyasal iktidarı almak için verilen mücadelede büyük önem taşımaktadır.

Ülkemizde, öznelciler ve dogmatikler,  sözde maddenin hareketini kabul etmelerine karşın, toplumsal değişimlerde ve olaylarda bunu özünde reddederler. Öznelciler, değişimi kabul eder gibi gözükürken, nesnel gerçekliği, kendi öznel gerçekliği ile karıştırırlar. Maddenin nesnel gelişmesini idealistçe yorumlarlar. Dogmatikler ise, nesnel gelişmeyi yadsırlar. Her şeyden önce toplumsal değişimi görmezden gelip, her şeyin yerinde durduğunu sanırlar ve buna uygun politika “üretirler”.

Mao’nun “araştırmayana söz hakkı yok” demesi, Engels’in Bay Dühring’e getirdiği aşağıdaki eleştirisel anlayışın devamıdır.

“Kendi dört duvarının zavallı alanında kaldığı sürece, ne denli saygı değer olursa olsun, geniş araştırma dünyasına atılmayı göze aldığı andan başlayarak, sağduyu, büsbütün şaşılacak serüvenlerle karşılaşır; ve metafizik görüş biçimi, boyutları ve konun niteliğine göre değişen geniş alanlarda ne denli doğrulanmış olursa olsun, her zaman er ya da geç, ötesinde dar, sınırlı, soyut bir duruma geldiği, ve çözülemez çelişkiler içinde kendini yitirdiği bir engele çarpar” (Anti-Dühring, sf. 72, Sol yay.)

Bu, şu anlama gelmektedir; pratik, bilginin gerçek nesnel temeli ve şeylerden elde edilen bilginin doğruluğunun ölçütünü gösteren bir denek taşıdır ve yine pratik, bilginin belli bir yerde kesilip kalmasını, yani, donmasını önleyecek denli, hareketli, belirsiz ve değişebilir oluşunun yanında bilginin ilerlemesinde temel etmendir. Ve pratik, doğru bilgiyi yanlış olandan, diyalektik materyalist yaklaşımı idealist yaklaşımdan net bir şekilde ayırt edecek kadar belirgin olduğu gibi, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu kanıtlayacak kadarda bir gerçekliktir.

KP’ler, sorunlar diyalektik materyalizmin bu yakıcı ve tayin edici bilimselliği içinde yaklaştığı, teoriyi pratikten koparmadığı, doğruluğun ölçütünün pratik olduğunu kavradığı ve bu doğrultuda hareket ettiği sürece, işçi sınıfının ideolojik, siyasi ve örgütsel önder kurmayı olarak, kitlelerle kaynaşmasını ve onlarla daha sıkı canlı organik bağlar kurmasını başarabilecektir.

„Kitlelerin nabzını elinde tutmak“ ve de  ülke gerçekliğinin çözümlemesini doğru yapmalı derken, tam da Mao’nun dediğiyle hareket etmek zorundadır. Yani, araştırma yapmak, bunu teorisine aktarmak, teoriyi pratiğe uygulamak ve pratiğin deneyimlerini teoriye aktarıp, -Lenin söylemiyle, ‘bilginin diyalektiğini’- tekrar pratiğe geçirmek...

Maddenin hareketi olan insan bilgisini,  “tamamlanmış” ve“değişmez”  olarak ele almak, Marksist bilgi teorisinin sınıf içeriğini reddetmektir. Gerçeğin gelişmesinin her aşaması, bir öncekinden daha geniş kapsamlı ve ileriyi yansıttığı bilinmelidir. Toplumsal yapıdaki gelişmelerinde irdelenmesi ve teoriye yansıtılması, sınıflar arsındaki ilişkilerin en ayrıntılı olarak ortaya konması ve çelişmelerin bir bir çözümlenmesi, KP’nin, kitlelerin nabzını elinde tutmasını sağlayacaktır. Genel söylemlerden hareketle, özgül durumun  genele uyarlanması ve özgülün kendi iç çelişmelerinin ortaya çıkarılmaması ve bunun pratik mücadeleye yansıtılmaması, KP’nin kitlelerden kopmasını ya da en azından kitlelerle bağlarının zayıflamasını beraberinde getirebilecektir.

KP içinde sınıf savaşımına yön vermek, sınıf savaşımı içinde çelikleşmek, kitleler içinde kök salmak, kendi politikasını kitleler ile bütünleştirmek ve kitlelerin sahip çıkmasını sağlamak, düşmana karşı dövüşte ustalaşmak; doğru politika izlemesinden ve bunu toplumsal pratik ile bütünleştirmesinden geçtiği tartışma götürmez. Her tökezlemede, her yenilgi ve ağır kayıplarda, kitlelerin partiden uzaklaşmasında hep aynı teşhisler konulursa, sonunda ciddi yozlaşmalar başlar, çelikten yapının yerini kendi kendini içten içe yiyen ve en hafif ateşte eriyen kurşuna dönüşür. Her yenilgide aynı teşhisleri koymak sonuçtan hareket etmek demektir. Oysa, KP, işe bu sonuca yol açan teorik sorunlar ve belirlemelerden hareket etmek zorundadır. Bu bilimsel bir gerçekliktir. Her olumsuzluğun nedenleri, bu olumsuzluklara yol açan çelişmeler ve bu çelişmelerin çözüm yöntemleri farklı olabilir. O zaman, yanlış tahlil ve yanlış ilaç vermemek için olayları yaratan iç çelişmeleri derinlemesine irdelemek şarttır.

KP’lerin yenilgilerinde, giderek çürümelerinde, sağa-sola savruluşlarında ya da bütünüyle oportünizmin saflarına çark edişlerinde ve hatta geriye dönüşlerin altında bu gerçekler vardır. Hatalı politikalardan doğru faaliyetler, doğru şeyler asla çıkmaz. Bazen “kuşun taşa çarpması” gibi olaylar yaşansa da, bu her zaman olmaz. Bugün dünyada, zamanında çelikten yapılara sahip olan, ama süreç içinde ise, koflaşmış ve marjinalleşmiş ve hatta tamamıyla saf değiştirmiş KP’lerine tanık olduk ve daha olacağız. Bunun nedenleri, çeşitli dış etmenlerin etkileri de olsa, esasta her KP’nin kendi politikalarında aranmalıdır.

Daha geniş anlamıyla, eğer bir KP, kitlelerle sıkı organik bağ kuramıyorsa ve işçi sınıfı ve emekçileri devrimci mücadele etrafında örgütleyemiyorsa, bunun nedenlerini izlediği politikada aramak gerekir. Toplumdaki alt-üst oluşlara, durağanlığa, gerileme ve ilerlemelere, sınıflar arası çelişmelere ve bu çelişmelerin nedenlerine, diyalektik materyalizmin penceresinden bakmayanlar doğru teorik bir çözümleme getiremezler, buna uygun pratik bir mücadele sergileyemezler, ve sorunlara ya öznelci ya da dogmatik yaklaşırlar. Böyle bir KP, kitleleri devrimci mücadelenin içine çekerek önderlik edemez.

Komünist Partisi değişik sınıfların ideolojileriyle çatışmaktan korkmaz. Çünkü Marksizm burjuva ideolojisiyle kıyasıya bir çatışmadan doğmuştur. Kendi içinde de çatışacak ve doğruları her zaman egemen kılmaya çalışacaktır. Tartışmayan, kendi teorik ve siyasal görüşlerini net olarak temellendiremeyen bir KP yolunu bulamaz. Daha doğrusu doğruları yakalayamaz.

Bir KP için ülkenin ekonomik ve sosyal yapısının değerlendirilmesi en temel sorunlardan biridir. Bunu öncelikle bilimsel verilerden hareket ederek araştırıp ortaya koyduktan sonra, devrimin karakteri ve devrimin yolunun nasıl olacağını belirler ve yönünü netleştirerek örgütü şekillendirir. Bu tür konularda Marksistler varsayımlardan hareket edemez. Varsayımlar doğruya yakın olsa dahi ya da doğruya yakın gibi gözükse dahi, bir KP için bunun bilimsel olması yeterli olamaz. O Marksist kuşkuculuktan hareket ederek, konuyu araştırıp, tartışıp bir sonuca bağlamak durumundadır. Ve sosyal yapıdaki değişimleri sürekli takip etmek ve ona uygun taktikler üretmek, değişimleri genel teorisine aktararak pratiğe yol göstermek zorundadır. Çünkü yolunu anacak böyle bulabilir, devrimi adım adım böyle inşa edebilir.

Hegele’in öğrencisi Marks, bilimsel kuşkuculuğu sayesinde Hegel’in idealizmini aşabilmiş ve kendi adıyla anılan işçi sınıfının bilimsel dünya görüşünü yaratmıştır. Marks, Hegel ile yetinseydi ve Hegel’in varsayımlarını doğru olarak kabul etseydi, Marks’ın görüşleri Marksizm olamazdı. Ama, mutlaka işçi sınıfı ve burjuvazinin ortaya çıktığı o süreçte, bir başkası işçi sınıfının dünya görüşünü temellendirecekti.

Lenin, Marksist olduktan sonra önce marksizmin bazı temel görüşlerine saldıranlara karşı mücadele etmiş ve peşinden ise Rusya’nın sosyo-ekonomik yapısının araştırmasına zorunlu olarak 1896’dan itibaren girmiştir. KP, kendi ülkesinin sosyal ve iktisadi durumunu net olarak ortaya koymadan hareket etmesi, karanlıkta el yordamıyla yürümeye benzer. Lenin’de o süreçte Rusya’nın sosyo-ekonomik yapısı üzerindeki yanlış anlayışlara karşı mücadele etti ve bu konuda çok ciddi eserler ortaya çıkardı. Ama, o hiç bir zaman vrsayımlardan hareket etmedi. Araştırarak, inceleyerek ve yanlış anlayışlarla mücadele ederek bilimsel doğruları ortaya koydu. Lenin’in bilimsel yenilmezliği de buradan gelmektedir.

Marks’ın deyimiyle; “şeylerin dış görünüşüyle özü aynı olsaydı, bilim gereksiz” olurdu. Varsayımlar da gerçeklerle aynı olsaydı, şeyin dış görünüşünü değil, aynı zamanda iç dünyalarını da yansıtsaydı, her şey “iyi” olurdu. Böylece, dışa bakarak iç çelişmeleri rahatlıkla görebilirdik. Ne var ki, doğa ve toplum yasaları buna el vermiyor ve şeylerin dış görünüşünün içi yansıtmadığından onu ayrıca incelemek gerekir. Varsayımlardan hareket etmekte yüzeyselliğin bir ifadesidir. KP, yüzeysel hareket edemez. O, şeylerin özüne inmek, orada var olan çelişmeleri açığa çıkarak onları devrimci tarzda çözme siyasetini üretmekle karşı karşıyadır.

Toplumsal yapı içinde yer alan sınıflar amaçsız değildir. Her sınıf, kendi ideolojisi doğrultusunda mücadele eder ve mücadelelerin amacı da siyasal iktidarı ele geçirmektir. Kapitalizmin ortaya çıkışıyla iktidarı ele geçiren burjuvaziden, diğer ara sınıfların iktidarı alması söz konusu değil. Burjuvaziden iktidarı alabilecek yegane sınıf işçi sınıfıdır. Eğer, içi sınıfı öncüsü, MLM bilimsel teoriye dayanarak eyleme kalkıştığında, bu eyleminin başarıya ulaşmaması için hiçbir neden yoktur. Çünkü, kapitalist toplumda, burjuvazi ile proletarya arsındaki karşıtlık, uzlaşmaz karşıtlıktır ve kaçınılmaz olarak kapitalist toplumdaki bu çelişmenin çözümü proletaryanın öncülüğündeki devrimle çözülecektir.

 

marksizmin sınıf karakteri

Burjuvazi, feodalizmi yıkıp iktidarı aldıktan sonra, sınıfların varlığı gerçeğini, teoride de olsa gizlemeye çalıştı. Kitlelere, kendi sömürü sistemini “eşit toplum” diye yutturmaya kalkıştı. Bu günümüzde daha da ileri boyuta sıçradı ve bugün, “küreselleşme”, “post-modernizm” vb. adı altında, sınırların ve sınıfların ortadan kalktığını ileri sürecek denli, gerçekleri gizleme telaşı içine girdi. “İdeolojiler öldü” burjuva ideolojik saldırısıyla beraber, işçi sınıfı ve emekçilerin, burjuvaziye karşı sınıf mücadelesini pasifize etmek ve süreç içinde ezilen yığınların burjuvaziye bütünüyle teslimiyetini sağlamak. Halkımızın deyimiyle burjuvazi, kendisine “dikensiz bir gül bahçesi” yaratmaya çalışıyor.

Marksizm ise, ortaya çıktığı günden itibaren kendini gizlememiştir. Çünkü o, burjuvazi ile proletaryanın yer aldığı kapitalist toplumun bir ürünü olarak, ezilenler ile ezenler arasındaki çelişmenin, zengin ile yoksul arasındaki sınıf karşıtlığının, iş gücünü satarak yaşamaya mecbur edilen işçi sınıfı ile üretim araçlarına sahip olan burjuvalar arasındaki keskin sınıf çatışmasının ve kapitalist üretimdeki anarşinin “bilincine varmanın ürünü” (Engels) olarak ortaya çıkmıştır. Marksizmin kurucusu Marks’ı Marks yapan da bu çelişmenin bilincine varmasıdır.

Burjuvazi, işçi sınıfının sınıf bilincinin bilimsel olarak ortaya çıkmasından yani, Marksizmin ortaya çıkmasından sonra, Marksizmin anti-bilimselliği ve bununda ötesinde toplumu kargaşaya sürükleyen “bölücü bir teori” olarak lanse etmeye ve buna karşı ideolojik saldırıya geçti. Oysa, toplumu bölenin Marksizm olmadığı gibi, Marksizm ortaya çıkmadan çok önceleri toplumsal yapı sınıflara bölünmüştü ve burjuvazinin ekonomik ve siyasal sistemi kapitalizm, bu bölünmüşlüğü daha da keskinleştirdi. Marksizm ise, toplumsal yapının sınıfsal bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmayı öngören bilimsel bir teori, işçi sınıfının dünya görüşü olarak ortaya çıktı. Bu aynı zamanda insanlığın sınıflara bölünmüşlüğünün, insanın insanı sömürmesinin, insanın sınırlarla ayrılmasının ortadan kaldırılmanın bilimidir. Burjuvazinin dünya görüşü ise, toplumların sınıflara bölünmesi ve sömürü sisteminin devamını ön gören ve pratikte uygulamasını gerçekleştirmiş olan bir ideolojidir.

Sınıflara bölünmüş toplumsal yapıda, birden çok sınıf vardır ve her sınıfın kendisine göre de ideolojisi, yani bir dünya görüşü vardır.

“Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin iki karakteri vardır; biri sınıfsal karakteridir, yani bir sınıfın, proletaryanın hizmetinde olmasıdır; ikincisi de, pratik karakteridir, yani sınıf mücadelesi, üretim mücadelesi ve bilimsel deney pratiğinden doğması ve tekrar pratiğe uygulanabilir olmasıdır. Revizyonistler, Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’ni en önemli özelliğinden, sınıfsal karakterinden koparmışlar; böylece onu proletaryaya ne ölçüde hizmet ediyorsa, burjuvaziye ve toprak ağaları sınıfına da aynı ölçüde hizmet edecek durumuna düşürmüşlerdir.” (İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf.414-415, Umut yay.)

Emperyalist burjuvazinin “küreselleşme”, “postmodernizm” adı altındaki ideolojik saldırısıyla birlikte, Marksizmin sınıfsal niteliği karartılmaya, revize edilmeye  çalışılıyor. Burjuvazi, Marksizm ortaya çıkışıyla beraber bunu yaptı. Yani, onun gerçek içeriğini, işçi sınıfının dünya görüşü olduğu gerçeğini, işçi sınıfının burjuvaziye ve gericiliğe karşı mücadelesinde bir eylem kılavuzu olduğu geçeğini saptırmaya çalıştı. Bu revize hareketi bugün daha da yoğunlaşmış durumdadır. Burjuvazi, bunu kendisi direkt yapmasa da, “Marksist” görünümlü burjuva aydınlarıyla yerine getiriyor. Daha çok da, revizyonist ve oportünistlerin bu görevi üstlendiğini söylemek yanlış olmaz. Çünkü revizyonizm, kendini Marksist kılıfa büründürerek kitleleri kandırmaya ve burjuvazinin yedeği durumuna düşürme görevini üstlenmiştir.

Sosyalist devletlerin yıkılmasıyla beraber, Marksizmin “değiştirilmesi” ya da, “Marksizmin yeniden gözden geçirilmesi” söylemleri daha bir hız kazanmıştır. Sosyalist devletlerin yıkılmasından güç alan burjuvazi ve revizyonistler, kitlelerin bu moral bozukluğundan yararlanarak, onların Marksizm’e olan güvenlerini hepten yok etmek ve teslimiyete zorlamak istiyorlar.

Sınıf mücadelesi tarihinde, ezilen sınıfların yenilgi dönemlerinde bu tür yaklaşımlar ve ezilen sınıfların mücadelesine karşı anti-propagandaların yoğunlaştığı bilinen bir gerçek olagelmiştir. Özellikle de, Marksizmin sınıf karakteri gözlerden gizlenmeye çalışılırken, Marksizmi sıradan bir felsefi çalışma olarak sunmaya çalışıyorlar. Burjuvazi, Marksizmin sınıf içeriğini boşaltılmasından sonra onu baş tacı etmesi tesadüfi olamaz. Ne var k, burjuvazinin ve revizyonizmin Marksizmi revize etmesine müsaade edilmemeli ve buna karşı yoğun bir mücadele verilmelidir. Bu mücadele, sınıf mücadelesinden kopuk aydınlara bırakılmamalı ve bırakılamaz da. Bu mücadele proletaryanın sınıf öncüleri komünist partilerine düşmektedir.

Günümüzün Marksizmi, hiç kuşkusuz, Marksizm-Leninizm-Maoizmdir. Marks ve Engels, Proletaryanın bilimsel dünya görüşünü yaratmışlardır. Bu dünya görüşünden hareket eden Lenin ise, proletaryanın burjuvaziden iktidarı almasının bilimsel teorik ilkelerini ortaya çıkarmıştır. Mao ise, proletarya devrimlerinin sürdürülmesinin bilimsel teorisini yaratmıştır. Bu genel bağlamda, proletaryanın devrimci biliminin bu üç aşaması birbirinin devamıdır. Biri olmadan diğeri açıklanamaz. Proletarya, Marksizmin bu üç aşamasını bütünleştirerek geleceğini yaratacaktır. Bir başka söylemle, dünya proletaryası Marksizmin bu üç aşamasından hareketle, burjuvaziden iktidarı yeniden almaya başlayacak ve sosyalizmi inşa ederek, sınıfsız topluma ulaşabilecektir.

Bazı revizyonist ve küçük burjuva oportünizmin Marksizmi, Marks’la ya da Lenin ile sınırlaması ve Mao’yu reddetmesi, özünde Marksizmin sınıf karakterinin reddi olduğu gibi, Marksizmi ölü bir doğma olarak kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. Ancak, revizyonizm, Marksizm’e bir cepheden daha saldırmaktadır. Marksizmi “ölü doğma” görmeme adı altında, Marksizmin en temel özelliklerini, onun proletaryanın dünya görüşü olduğu ve burjuvaziye karşı mücadelesinde bir eylem teorisi olduğunun reddidir. Günümüz açısından, Marksizm’e karşı en büyük saldırı budur. Emperyalizmin “küreselleşme” ideolojik saldırısı, işçi sınıfının tarihsel bilimini ve tüm kazanılmış değerlerini yok etmek, sınıf bilincini silmek için ortaya çıkarılmıştır. Dünya proleter devrimlerinin gerilediği, ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelesinin zayıfladığı bir ortamda ortaya çıkması tesadüfi olarak görülmemelidir. Bunun yanında modern revizyonizmin temsilcisi Rus sosyal-emperyalizmin klasik emperyalist burjuvazi karşısında havlu atışıyla beraber, proletaryanın bilimsel dünya görüşüne yönelik saldırılara hız verilmiş ve Marksizm adına ne kazanılmış ve yaratılmışsa, emperyalist burjuvazinin önderliğinde tüm anti-MLM akımlar saldırıya geçmiştir.

Rus sosyal-emperyalizmin (RSE) çöküşü, burjuvazi tarafından, bilinçli ve kitleleri yanıltmak için, “Marksizmin çöküşü” olarak lanse edilmeye çalışılmıştır. Oysa çöken, Marksizmin kendisi değil, emperyalist bir ülkenin ve ideolojik bağlamda ise, modern revizyonizmin çöküşünden başka bir şey değildi.

Modern revizyonizmin, daha pratik anlamıyla, Rus sosyal-emperyalizmin, kitlelere “sosyalist” olarak sunulması ve bunun çöküşü, kitlelerde bir moral bozukluğu yarattığı gizlenemez. Rus sosyal-emperyalizmi karşısında bir blok oluşturmuş olan diğer emperyalist cephenin güçlenmesine ve kapitalizmin alternatifsiz olduğu söylemini güçlendirdi. Emperyalist burjuvazi, RSE’ nin çöküşünü, sosyalizmin çöküşü olarak kullanmasını iyi bildi. Bu konuda en büyük destekçileri ise, RSE’ nin yıllardır kitlelere “sosyalist” olarak gösteren revizyonist ve küçük-burjuva oportünizmi oldu. Oysa Rusya’da proletarya diktatörlüğü 1956’lardan itibaren yıkılmıştı.

RSE’ ne egemen olan modern revizyonistler de marksizmin sınıfsal karakterini reddettiler. Proletarya diktatörlüğünü, proletaryanın siyasal iktidarı burjuvaziden alması için şiddet uygulamasını reddettiler. Böylece, emperyalist burjuvazinin Marksizm’e karşı tutumunu destekleyerek, sözde sosyalizmi savunurken, özünde ise proleter devrimlerin karşısında yer aldılar.

Marksizmin içinin boşaltılması ve onun revize edilmeye çalışılmasının yeni olmadığını yukarıda da vurguladık. 1917 Ekim Devrimi öncesi, Marksizmin çarpıtılması ve içeriğinin boşaltılması yoğun iken, Ekim Devrimi’nin başarısı ile bu kısmen durdu ve 1956 yılında modern revizyonizmin Rusya’da iktidarı ele geçirmesiyle hızlandı. Ve son yirmi yılın son on yılında Marksizmin çarpıtılması daha da yoğunlaştı. Modern revizyonizmin çeşitli varyasyonları, MLM karşı yeniden horlatıldı. Emperyalizmin “ilerici” olduğunu, küçük-burjuva aydınları yeniden keşfeder oldular. Marksizmi geliştirme adına, Marksizmin en temel özelliklerini revize ederek, onu burjuvazinin kabul edeceği bir şekle, teorik ilkeler durumuna getirmeye çalıştılar.

Proletarya sınıfı dışındaki sınıfların bilimsel dağarcığı, ister istemez, devrimci dönüşümlerden korkunç derecede yoksun ve ona karşı duruş sergiler. Küçük-burjuva aydın kesimi de emperyalist ideologların "çok bilimsel" çalışmaları karşısında ne yapacaklarını şaşırırlar. Teknolojinin gelişimi karşısında secdeye dururlar ve teknolojiyi "geliştirdiği" için, yatıp kalkıp  burjuvaziye dua ederler. Çünkü bütün üretim araçları burjuvazinin elindedir. Zenginlik ve kültürel değerler burjuvazinin tekeli altındadır. Her şey alınıp-satılır ve bunları almak içinde sermaye gerekir. Sermaye ise burjuvazinin elinde olduğu için, kb kesimler onların hizmetine girmekten kendilerini alıkoyamazlar.

Sermayenin egemen olduğu bir toplumda sermayenin ideolojisi de egemendir. Egemen ideoloji proletaryanın ideolojisine karşı savaşımda kendini yalnız bulmaz. Bu ideoloji etrafında yığınlarca proletarya düşmanı, kaypakları, Amerika'yı yeniden keşfedenleri, proletaryanın ve ezilen halkların yarattığı tüm değerleri aşağılayan, küfür eden, kendi devrimci geçmişini iğrenç bir şekilde ayaklar altına alan dönekler bulur.

Bu dönekler ve modern revizyonizmin artıkları, "sosyalizmin" ne kötü bir yönetim olduğunu birden keşfederler. Marksist ustaların yanıldığından ve ne kadar geçmişte revizyonist ideologlar varsa, ne kadar devrim düşmanı "sosyalist" maskeli teorisyenler varsa onların ne kadar "doğru" olduklarını ve onlara haksızlık yapıldığını yazarlar. Çünkü emperyalist burjuvazi, bu revizyonist ve troçkist hainlerin, "sosyalist diktatörler tarafından baskıya uğradığını" yazmıştır.

Örneğin, özellikle 1980'lerden sonra Troçki, Buharin, Ziyonev, Kamanev ve Kautsky yeniden keşfedildi. Bu "değerli değerler" birden öne çıkarılmaya başlandı. Bunların görüşlerine uyulsaydı "sosyalist ülkelerin yaşayacağı"na dair, burjuva sahtekarlık rivayetleriyle süslenmiş, yığınca kitaplar yazıldı. Ama bu revizyonist ve emperyalist işbirlikçilerin, SSCB’ne karşı emperyalistlerle el ele verdiklerini ve sosyalizmi yıkmak için uğraştıklarını gizleme pahasına...

Burjuva parlamentosu, proletaryanın devrim için yaralanabileceği bir araç değil, amaç haline getirildi. Burjuvaziye karşı, işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci şiddeti, “terörizm” olarak gösterilmeye çalışıldı. Ama, emperyalist burjuvazinin yağma savaşları, “insan hakları” ya da “demokrasi” hareketi olarak gösterilmeye, ısrarla ve kitlelere zorla kabul ettirilmeye devam ediliyor.

Lenin şöyle der;

“Bernsteincılar, Marksizmin doğrudan devrimci yanı hariç ondan yanaydılar ve yanalar. Onlar parlamenter mücadeleyi, özellikle belli tarihsel dönemlerde işe yarar olan mücadele araçlarından biri olarak değil; mücadelenin ‘şiddeti’, ‘mülkiyete el koymayı’, ‘diktatörlüğü’ gereksiz kılan esas ve hemen hemen tek biçimi olarak görüyorlar.” (Lenin, ‘Kadetlerin Zaferi ve İşçi Partisinin Görevleri’, C.10, Alm. bak.Polemik, sf. 429, İnter yay.)

Burjuvazinin de istediği bu değil mi? Marksizmin bütünüyle içeriğinin boşaltılması. Yani devrimci şiddetin reddi, proletarya diktatörlüğünün reddi, özel mülkiyet hakkının korunması vb. vb. Bunlar kabul edildikten sonra, Marksizm adına bir şey kalmayacağı da bir gerçek.

İşçi sınıfı bilimi, felsefe, ekonomi politik ve ütopik sosyalizmin geliştiği ve birleştiği alanda yeşerip bir bilim haline gelebilirdi. Bu temel olguların olmadığı bir yerde işçi sınıfı bir bilim olarak geliştirilemezdi. Bu bağlamda, Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız ütopik sosyalizmin geliştiği yer olan Avrupa’da gelişti ve oradan bütün dünyaya yayıldı. Marksizm’in çıktığı kaynağa bakarak Marksizm’i de “Avrupa Merkezci bir düşünce akımı” saymak, gerçekleri ters yüz etmek ya da Avrupa Burjuvazisine kızarken, Avrupa’dan çıkıp bütün dünyaya yayılan işçi sınıfının evrensel düşüncesini de basitleştirerek, eleştirilmesi gereken idelojiyi eleştirmek yerine, işçi sınıfının bilimsel dünya görüşüne olan düşmanlığı dışa vurmaktır. Marksizmi “Avrupa Merkezci” bir düşünce tarzı olarak göstermeye çalışanlar, troçkistler ve Marksizmi revize etmeye çalışan akımlardır. Marksizm evrensel ve enternasyonalistir. Marksizmin Avrupa’dan çıkması doğal, doğal olmayan marksizmi Avrupay’la sınırlamaya çalışmak ve onu Avrupa burjuvazisinin egemenlik aracı olark görmeye çalışmaktır. Oysa Marksizm, bütünüyle, burjuvazinin karşısına işçi sınıfının bilimini ortaya çıkarmıştır. Burjuvazi ve burjuva düşüncesi Avrupa’da çıktı, onun alternatifi düşünce tarzı da buradan çıkacaktı. Sorun, düşüncenin nereden çıktığı değil, o düşüncenin hangi sınıfa hizmet ettiği ya da hangi sınıfın düşüncesi olduğudur.

Konumuz “Avrupa Merkezcilik” düşünce tarzını burada işlemek olmamakla beraber, marksizme yönelik getirilen haksız bir eleştiriye kısaca da olsa yanıt vermek amaçlıdır. Marks ve Engels’in gençlik yıllarına ait bazı yazılara bakarak, marksizmi eleştirmeye çalışmak, bilinçli bir çabanın ürünüdür. Ve bu gerici çaba, marksizmi o yıllarla sınırlamak ve daha sonraki marksist düşüncedeki gelişmeleri gözardı etmektir.

Proletarya diktatörlüklerin yenilgiye uğradığı günümüzde, burjuvazi ve onunla el ele veren revizyonizm, proletarya devrimlerinin artık bir daha gerçekleşmeyeceği zırva teorisini ileri sürerek, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişmeyi, emperyalizmle ezilen halklar ve ezilen uluslar arsındaki çelişmeyi ve karşıtlıkları yok saymayı yeğleyerek, işçi sınıfı hareketi üzerine karamsarlık tohumları ekmeyi hesaplıyorlar. Ancak, sınıflı toplum tarihi ve bundan hareket eden materyalist diyalektik, bunun gerçekçi olmadığını, sınıf mücadelesinde yengi olduğu kadar, yenilgi, durağanlık, gerileme ve ilerlemelerin de olacağını ortaya koymuştur.Çünkü, toplumlar tarihi hiçbir zaman düz bir rota izlememiştir. Dün Paris Komüncüleri yenildiğinde, burjuvazi “devrimler öldü” yaygarasını koparırken, revizyonistler ise, bir daha böylesi devrimci şiddete baş vurulmaması gerektiği “dersini” çıkarıyordu. Ne var k, 1917 Ekim ve daha sonraki devrimler, revizyonist karamsarlığı yerle bir etmeye yetti.

Emperyalizmin halklara yönelik her türlü saldırısına ve bunların yoğunlaştırılmasına “Küreselleşme” adını verenler, ve  emperyalist burjuvaziyi “değişmez ve “yıkılmaz” dünyanın egemen tanrısı olarak kabul eden bugünün revizyonizmi de, ne yazık ki yine yanılıyor. Proletarya ve ezilen halklar, varolan suskunluğu yırtarak, “gökyüzünü hücuma kalkan” Paris komüncüleri gibi, dünyayı fethe kalkacaklardır. Emperyalizm ve onun üretim tarzı, var olan çelişmeleri giderme ve çözme bir yana daha da keskinleştirmektedir. Ezenler ve ezilenler arasındaki bu çelişme yeni proleter devrimlerin gebesi olmaya devam ediyor. Bizim hareket noktamız burasıdır.

Emperyalist sermayenin her geçen gün giderek çok az tekelin elinde yoğunlaşması, üretimin birleştirilmesi, kitlelerin refahını değil, tersine hem kitleleri daha da yoksulluğa, işsizliğe ve açlığa iterken, emperyalist krizi de derinleştirmektedir. Emperyalist sermayenin birkaç on elde yoğunlaşması ve teknolojinin gelişmesi, MLM teoriyi çürütmüyor ya da onun eskidiğini ortaya koymuyor, tersine, onu doğruladığı gibi, ezilenlerin geçmişe oranla görülmemiş oranda işsizliğe ve yoksulluğa itilmesi, çatışmaların daha da keskinleşeceğinin güçlü işaretlerini veriyor.

 

Teoriyi oportünizmden arındırma mücadelesinde

 KP’nin rolü

Lenin; „Öncü savaşçı rolünün ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirebileceğini belirtmek istiyoruz.“ (Lenin, Ne Yapmalı, sf. 30, Sol yay.) der.

Teorinin önemi, ileri bilimsel teorinin Proletaryanın burjuvazi ile savaşımdaki rolünü, kendine marksist diyen herkes kabul eder. MLM bilimsel teori ile donanmayan, teorilerini doğa ve toplumsal bilimlerin gelişmesine koşut geliştirmeyenler, derinleştirmeyenler, proletaryanın sınıf savaşımındaki önderlik görevini yerine getiremezler. Sağ ve sol oportünizmin yaptığı gibi, salt soyut, nesnel gerçekliği yansıtmayan, toplumsal çelişmelerin doğru çözümünü yapamayan, sadece bir sürü laf kalabalığından öteye geçmeyen hilkat garibesi „teori“ ortaya çıkar. Böylesi bir „teori“ proletarya partisinin önünü açacağı yerde önüne daha baştan bir Çin Seddi örer, proletarya bilimi adına ne varsa onu yıkar ve öncüyü „öncü“ olmaktan çıkarıp, oportünizmin sadık bir savunucusu haline getirir. Bu bağlamda KP, önderlik görevini; „somut koşulların somut tahlili“ önermesinden geçtiğini, çürüyen yanlarını hiç çekinmeden anında atıp yeniyi almak olduğunu içselleştirdiği zaman yerine getirebilir.

Engels, „Alman Köylü Savaşı“ adlı yapıtında, 1874’de Alman Proletaryasının önderlerine şöyle seslenir:

„Önderlerin ödevi, özellikle bütün teorik sorunlar üzerinde giderek daha çok bilgi edinmek, günü geçmiş dünya görüşlerinin geleneksel lakırdılarının etkisinden kendilerini giderek daha çok kurtarmak ve sosyalizmin bir bilim durumuna geldiğinden bu yana bir bilim olarak yürütülmek, yani irdelenmek istendiğini hiç mi hiç unutmamak olacaktır.“( Engels,  Köylüler  Savaşı, sf. 27 , Sol yay.)

Engels’in altını çizerek belirttiği gibi, sosyalizmin bir bilim olması, sınıf savaşımına önderlik eden KP’nin de bu bilimle donanması ve artan ölçüde teorik sorunların üzerine giderek bilimsel çözümlemeler getirmesi gerekir. KP, asla salt keskin sloganlarla sınıf savaşımını yürütemez, toplumsal gelişmenin pratiğindeki gelişmeleri bilimsel olarak ele almak ve irdelemek durumundadır. Kalıplaşmış söylemeler,  kendi pratiğinden çıkmamış „hazır reçeteler“, KP’ni ilerletemez. Eskiyi atıp yeniyi alan bir KP yerine, giderek ölen, kitlelerden kopan ve kendi sınıf gerçekliğinden ve dayandığı bilimsel ideolojiden kopan bir KP karşımıza çıkar. Doğrular, nesnel gerçekliklerin ürünüdür ama, bu doğrulara dayanmayan, sınıfı ve diğer ezilen kesimleri bu doğrular ışığında yönlendiremeyen bir KP, kendi içinde çürümeye başlamasını da önleyemez. KP, sınıf savaşımının inceliklerini, çelişkilerini, bunların bir biriyle ilişkilerini ve çözümlerini, burjuvaziye karşı savaşta ustalaşmasını ve giderek güçlenmesini, kitleleri kucaklamasını ve savaşa sürüklemesini, yine kendi öz deneyimleri ile öğrenecektir. Diğer deneyimler onun için genel bir yol gösterici olabilir, ama reçete olamaz.

  Dünya da bir çok genç KP, başka ülke devriminin deneyimlerini kendilerine örnek alarak savaşıma girişmişler, kimileri ise, kendi savaş pratiği deneyimlerini esas alarak, bundan öğrenerek, giderek savaşımlarını özgüle indirgemesini başarabilmişler ve savaşımda başarıya ulaşmışlardır. Kimileri ise, başka ülkelerin devrim deneyimlerini kendi ülke ve ulusal gerçekliklerini dıştalayarak ve de kendi deneyimleri yerine o ülke KP’lerin deneyimini esas alarak bunda diretmelerinin sonucu, giderek sınıf savaşımından ve kitlelerden dıştalanmışlardır.

„Doğrunun ölçütü toplumsal pratiktir“ diyen Mao, tam da bunu söylüyordu. Mao, bunu, Rus devrimini kendilerine reçete olarak alan ve ÇKP’ ye büyük zararlar veren ÇKP içindeki dogmacılar için söylüyordu. ÇKP içindeki dogmatizmi yıkmak için -çünkü, ÇKP dogmatizmden ağır darbeler yedi- „Pratik Üzerine“ (Temmuz-1937) adlı makaleyi yazdı. Bu makale bile bir olgunun, yani ÇKP içinde yaşanan sınıf mücadelesinin bir ürünü olarak ortaya çıktı ve ÇKP’nin önünün açtı. ÇKP içindeki dogmacılar, Çin gerçekliğini reddedip, Rus devrimi deneyimlerini Çin gerçekliğine olduğu gibi uygulamaya kalkıyorlardı. Mao ise, Rusya gerçeği ile Çin gerçekliğinin çok farklı olduğunu, aynı olmadığını, her ülkenin kendine özgü yanları olduğunu ve bu farklı yanlardan kaynaklanan farklı çelişmeler ve bu çelişmelerin de farklı çözümleri olacağını, Rus devriminden çıkarılması gereken en önemli dersin bu olması gerektiğini vurguluyordu. Ama, tarih Çin dogmacılarını değil, Mao’yu haklı çıkardı. Mao’nun bu teorik ve felsefi yazısından sonra ÇKP, hem teorik olarak hem de ideolojik olarak daha da sağlamlaştı. Teorik derinliği olmayan partilerin ideolojik sağlamlıklarıda omayacağından hareket eden Mao, parti içindeki yanlış anlayışlara karşı kıyasıya bir mücadele etti. Partinin teorik seviyesini ve buna bağlı olarak pratik mücadelesinin gelişmesinin önünü ve partinin iktidara emin adımlarla yürümesinin yolunu açtı.

Toplumsal olaylarda olduğu gibi, KP içinde de yeni taktik ve politik değişikliklerde tutuculuğun direnciyle karşılaşılır. Ekim Devrimi’nin başlatılmasında Lenin MK içinde çoğunluğun tutucu direnişi ile karşılaştı, Mao, uzun süre ÇKP içinde yalnız kaldı, dogmacıların ayak diretmeleri ve tutuculuklarıyla karşılaştı. KP içinde yeniye karşı, yeni taktik politik değişikliklere karşı, eski politikada direnenlerin olmaması düşünülemez.

 Toplumda ki yeni ile eski arasındaki savaşım KP içinde de vardır. KP varolduğu sürece bu çelişmede kendisini değişik biçimlerde koruyacaktır. Ama, KP, doğruları tutuculuğa ve her türlü oportünizme karşı savunmak ve doğruları yaşama geçirmek için ilkeli bir mücadele vermek ve tavizsiz davranmakla karşı karşıyadır, tersi, KP’nin yok olmasına ya da bütünüyle yozlaşmasına ve sınıf niteliğini değiştirmesine neden olacaktır. Bu bir niyet sorunu değil, politik gerçekliktir. KP içindeki iki çizgi mücadelesi gerçekliği kendini burada gösterir. Bu gerçeklik bilince çıkarılmadıkça KP’nin Marksizm’den sapmaması düşünülemez.

Sınıflı toplumun bir üyesi olan KP, kendini salt burjuvaziye karşı savaşımla sınırlayamaz, kendi içindeki oportünist öğelere karşı da savaşım vermek zorundadır. Bu da, KP’nin sınıf savaşımı içindeki çok yönlü savaşımının çok yönlü bir kesitini oluşturur. Parti içindeki bu savaşımın kazanılması -çünkü bu mücadele parti içinde süreklidir- sınıf savaşımının kazanılmasının başlangıcıdır, savsaklamaya ya da yitirilmeye pek gelmez. Parti içindeki bu savaşım, dönem dönem sınıfın burjuvaziye karşı savaşımın bile önüne geçebilir, çünkü bu kazanılmadan burjuvaziye karşı savaşım yürütülemez.

Lenin; „Sosyal-demokrasi kendi kendini kirletmezse, başkası kirletemez“ (Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky) der.

Proletaryanın öncüsünün kendini kirletmesi teoride başlar ve giderek bütün alanlara yansır, yukarıdan aşağıya bütün hücrelerinde yozlaşma başlar. Sağlam teorik temellere dayanan, gerçeği nesnel olgularda arayan, pratiğinden öğrenen, kendini ve sınıfını bu politikayla eğiten bir KP sınıf savaşımında yıkılmaz. Mao’nun; Savaşı savaşarak öğreneceğiz“ derken, tam da bunu kast ediyordu. Kendi pratiğinden öğrenen ve bunu teorisine aktarıp pratiğine yol gösteren, Kaypakkaya’nın da yinelediği gibi „bayatı atıp tazeyi alan“ bir KP’si kirlenmez, sürekli yenilenmesini ve savaşta ustalaşmasını becerebilir.

“... komünist için sorun, mevcut dünyayı devrimci bir şekilde değiştirmek, bulmuş olduğu duruma saldırmak ve onu pratik olarak değiştirmektir.” ( K. Marks, Felsefe İncelemeleri, sf. 88, sol yay.)

Dünyayı değiştirmeye kalkanların, kendi bulundukları duruma da öncelikle saldırmaları gerektiği, duraganlığı değil, hareketliliği seçtiği ve teorik hantallığı terk ettikleri ve pratiğin öğretici yanlarını kendilerine taşıdıkları sürece, dünyayı değiştirmede başarıya ulaşacaklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Devrim mücadelesinde kendi statik durumunu sorgulamayanların, varolanla yetinmeye çalışanların, kendi mücadele deneyimlerini de teorilerine aktarmaları söz konusu olamaz ya da satatikoculukta diretenlerin salt MLM bilimin genel evrensel teorilerini aktararak kendilerini doğru yolda olduklarını sanmaları da statikoculuğun bir gereği olsa gerek...!

Nesnel gerçekliklerin doğru çözümlemelerinden beslenmeyen, sınıf mücadelesinin engin denizinin deneyimlerini teorisine yansıtamayan KP’leri, devre dışı kalmaya ve marjinalleşmeye mahkumdur. Çünkü, sınıf mücadelesi çocuk oyuncağı değil bir bilimdir. Bilim hatayı ve de tutuculuğu asla kabul etmez. Sınıf mücadelesine soyunan sınıfın öncüsü KP, bir bilim adamı hassaslığıyla sınıf mücadelesi laboratuarına girmesi gerekiyor. En küçük teorik bir hata çok pahalıya mal olabilir. Gerçek bir bilim adamı, incelediği konuyu çok yönlü olarak ele alır, incelediği konunun en ince ayrıntılarına kadar iner ve bu verilerin ışığında çözümlemeye gider. Sınıf mücadelesinin her adımında proletarya partisi, yaraya yeni yeni neşterler vurmalıdır, pratiğe yön vermede yetersiz kalan teorinin eskiyen yanlarını atıp, pratikten kazandığı yeniliği teoriye aktarmalıdır. Her çelişmeyi, çelişmelerin birbirleriyle ilişkilerini, dış yönlerini ve bunun çelişmelere etkilerini vb. ele alıp çözümlemek durumundadır.

“Tam da Marksizm ölü bir dogma, bütün zamanlar için tamamlanmış, hazır, değişmez bir öğreti değil, canlı bir eylem kılavuzu olduğu içindir ki, tam da bunun içindir ki, toplumsal yaşam koşullarındaki göze batacak kadar çarpıcı değişiklikleri yansıtmak zorundaydı.” (Lenin, SE, C.11, sf.71, İnter yay.)

Proletaryanın örgütü en ileri teori ile kendini donatmak, bu teorinin yol göstericiliğinde pratiğine yön vermek, sınıfın en ileri unsurlarını bağrında toplayabilmelidir.

„Sübjektivizmden, revizyonizmden ve dogmatizmden arınmış, kitlelerle kaynaşmış, teori ile pratiği birleştiren, özeleştiri metodunu uygulayan çelik disiplinli bir komünist partisi..“ (Kaypakkaya, age, sf. 430-431)

„Sübjektivizmden, revizyonizmden ve dogmatizmden arınmış“  bir parti ile ne anlatılmak istendiği bugün daha iyi anlaşılmalıdır. Kaypakkaya’nın kısacık yaşamındaki bu ileri görüşlülüğü, nasıl bir parti düşlediği, devrime önderlik edecek bir partinin  kendini nasıl donatması gerektiği bilince çıkarılması gereklidir. Yine Kaypakkaya; „teori ile pratiği birleştiren“ bir partiden söz ederken, teori bir tarafa pratik bir tarafa gitmelidir anlamında değil, teori ile pratiğin uyum içinde, teorinin pratiğe yol gösterdiği, pratik deneyimlerin anında teoriye aktarılarak zenginleştirildiği, teorinin pratikle çelişen yanlarının “özeleştiri metoduyla” anında atılması gerektiğinden söz etmiştir.

Bir parti, kendi hatalarını görmezden gelip sık sık özeleştiriden söz etmesi, özeleştirinin bayağılaştırılmasından başka bir anlam ifade etmeyeceği bilinmezlikten gelinemez. Kendine “marksist” diyen bir çok çevrelerdeki  özeleştiri anlayışı; hareketin yanlışlarını düzeltmesi şeklinden çok, kişi yanlışlarını ele almak olarak algılanıyor, teorik ve de politik hatalar ise sürdürmekte diretiliyor. Küçük-burjuva oportünizmin özeleştiri mantığı ya da hatalarına karşı mücadelesi de teorik eklektizm ile iç içedir.

“Aşmayalım aşılayalım” mantığı, dogmatizmin tipik bir yansımasıdır. Bilim, durağan değildir, öncesi üzerinde yükselir ve onu aşar. İşçi sınıfının sosyalistleri, marksizmi işçi sınıfına öğretecektir ya da söylendiği gibi “aşılayacaktır”, ama aynı zamanda o bilimi ileri götürme çabası içinde olacak ve onu aşacaktır. Bu Marksizmin abc’sidir. Lenin Marks ve Engels’le yetinmemiştir. Lenin, salt “marksizmi aşılamakla” yetinseydi, ne Lenin Lenin olabilirdi ne de Rus Devrimi gerçekleşebilirdi. Bugün Marksizmi Lenin ve Mao’nun geliştirdiğini kabul ediyor ve “Marksizm MLM bir düzeye yükselmiştir” gerçekliğinden hareket ediyorsak; olayın “aşılamakla” sınırlı kalmadığını, geliştirmenin ve gelişmelerin teoriye yansıtılmasının esas öğe olduğunu kabullenmenin ve bunu devrimci pratikle bütünleştirmenin bir elzem olduğunuda bilmek durumundayız.

Niyet, işçi sınıfının önderliğinde devrimi gerçekleştirmek olsa dahi, gerçek niyet teori de saklıdır. Çünkü teori, ideolojik duruşun aynası ve anasıdır. Teorideki yanlışlar, ideolojik sapmaları da kaçınışlmaz olarak beraberinde getirir. Belki söylemde bir ideolojinin keskin tarftarlığı yapılabilir, ama bu, onun doğru olduğu analamını asla ve asla taşımaz.

Bir KP’nin bayatı atıp tazeyi alması; sınıfın bilimini nedenli kavradığına, bunu nedenli pratiği ile bütünleştirdiğine, ne denli hatalara karşı tavizsiz olduğuna ve de toplumdaki ve, doğa bilimindeki gelişmeleri kendi teori ve pratiğine ne denli yansıttığı ile ölçülebilir. Engels’in dediği gibi; „Materyalizm, doğa bilimleri alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır.“ (Engels, L. Feurbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, sf. 28, Sol yay.)

Küçük-burjuva oportünizmi, boş verin doğa bilimlerindeki gelişmeleri, toplumdaki gelişmeleri bile kendi teorilerine yansıtmamak için „tutuculuğu“, „tabuculuğu“ ve „dogmatizmi“ yeğliyorlar, çünkü,  k.burjuvaziye böylesi daha kolay geliyor. Aynı zamanda bu, k.burjuva devrimciliğinin Marksizm bilimine karşı oportünistçe yaklaşımının da bir ifadesidir. Marksizm, değişim ve değiştirmedir. Marksizm, tutuculuğa, tabuculuğa ve mutlakçılığa karşıdır. Tabuların düşmanı olmayan marksist de olamaz.

Bir Komünist Partisi kitlelerden uzaklaşıyor ve her geçen gün marjinalleşiyor ve büyük hedefi doğrultusunda ileri bir adım atamıyorsa, o, öncelikle hatayı kendinde aramalıdır. Eğer kendinde “derin ve kronik” dediği hastalıkları bağrında sürekli taşıyorsa, o hastalıkların ana kaynağına, yani teoriye inmek zorundadır. “hastalıklarla mücadele edelim” deyip, arkasından ise hastalığın beslendiği kaynaklara inme yerine, dış etmenlere salvo ateşi yapıyorsa, o kendi gerçekliğini açığa vurmaktan korkuyor anlamına gelir. Korkunun ise ecele bir faydası olmuyor ve olamaz. Kendi gerçekliğini ve bu gerçekliği tersine çevirmeye yanaşmayan bir KP, ne devrimin öncüsü olabailir ne de sınıf mücadelesi tarihinin fırtınalı ateşi içinde yeniyi yaratabilir. Ancak o, koşullar elverdiği oranda “varım”la yetinebilir. Ne var ki , “varım”la yetinmek, “yokum”la eş anşlamlı olduğu da bilinmelidir.

“Teorimiz iyi, ama pratiğimiz kötü” masumane(!) genellemesi, sapla samanı birbirine karıştıran, gerçeği olgularda aramayı reddeden dogmatik bir yaklaşımın basit bir tekrarıdır. Bu tür anlayış ve yaklaşımlar fasit bir daire içinde dönüp dolaşır ve suçu pratiğe yükleyerek, pratiğe yol gösteren olgunun teori olduğu gerçeğini ters yüz eder ya da etmeye çalışarak kendi yanlışını bile bile doğru gibi göstermeye ve sınıf mücadelesi içinde masumiyet aramaya çalışır. Sınıflar arası mücadelede masumiyete yer yoktur. Sınıf mücadelesine yeni katılmış bir KP için “kötü pratik” doğal karşılanabilir ve hatta genç olduğu için “masumiyet”te bir ölçüde kabul edilebilir. Ama çeyrek asırları aşan KP’ler için “iyi teori, kötü partik” olmaz. Doğru teori doğru pratiği kaçınılmaz olarak hakim kılar. Ama, aynlış teori de direnerek o yanlışı yaşama geçirilmeye çalışılırsa, pratiğin yapacağı bir şey yoktur. Sınıf mücadelesinin pratiği her zaman yanlış teoriyi redder ve onu uygulamakta direnenleri ya tarih sahnesinden siler ya da toplumsal tabakların en derin ve en zayıf bir yerinde kendi kaderine terk eder. Bu tür siyasal akımlar için toplumsal tabakanın bir yerinde saklanacak sosyal bir koşul vardır.

Bugün TDH hala bu sıkıntıyı bir bütün olarak çekmektedir. Kitlelerden kopmanın gerekçeleri olarak ülke koşulları vb. şeyler ileri sürülse de, sahip oldukları teroinin pratikle, yani bu teorinin kitleleri ne kadar ilgilendirdiği incelenmeyip, genellemelerle yetinilmektedir. Bu durum devrimci siyasal akımlar arası tartışmalara (daha doğrusu tartışmamalara) da yansımıştır. Deyim yerindeyse, siyasal akımlar arasında ideolojik tartışmalar bitmiştir. Varolan bu durum birbirine bağlı olarak iki şeyi ortaya çıkarmaktadır: Birincisi; yoğun bir ideolojik erozyon ve Marksizmden uzaklaşma, ikincisi ise; kitlelerden kopuş ve dar bir sosyal çevrenin örgütü haline gelmektendir. Kendini sınıf mücadelesinin ateşi içinde görmeyen akımlar, tartışmaktan hep kaçınır. İnkar etmemek için, yer yer tartışmalar yaşansa da bunlar da bazı güncel pratik sosunların kapsamı dışına çıkamamaktadır.

Bugün TDH’nin genel anlamda durumu da budur. Eylemede birlik, ama ideolojik tartışma nerede? Tartışmanın olmadığı yerde gelişme ve kitleler ile kaynaşma ve sınıf mücadelesi içinde canlı olarak yer alamanın koşulları da yaratılamaz.

Teorik tartışmanın olmamasını ya da çok çok geri planda güncel sorunların pratikle ilgili bölümlerinin tatışılması, bütünüyle sınıf mücadelesinin zayıflığına bağlanamaz. Lenin en büyük eserlerini sınıf mücadelesinin durgunluk dönemlerinde yarattığını bilmeyen yoktur. Çünkü böylesi dönemlerde Marksizm kılıfı altında marksizmi revize etmeler artar. İşçi sınıfının bilinci bunaltılmaya ve karartılmaya çalışılır. KP, durgunluk dönemlerinde daha yoğun teorik ve ideolojik mücadele yürütmediği zaman hem kendisi de ideolojik erozyona uğrar ve savunduğu doğru ilkeleri esnetmenin yollarını arar. Kendi eksik ve yanlışlarının üzerine gideceği yerde, suçu sınıf mücadelesinin durgunluğunda arayarak, mistik bir kaderciliğin kurbanı haline gelir. Bundan hareketle, böyle bir yönelim ve duruş ise, KP’ni, kendi savunduğu hedefler doğrultusunda yürüme yerine, teori ile pratiğin bütünüyle farklılaştığı bir güzargaha götürür. Belki teorik olarak hedefleri savunuyor gözükmeye çalışsa da, bu cılız savunu, sağcı pratiğin üstünü örtme çabalarından başka bir anlama gelmez. Marksizmi revize etmenin en tehlikelisi de budur. Yani, kendi içinde tutarlı olamamak ve savunduğu ilkeleri bulanıklaştırmak...

Mistik kaderciliğe teslim olmuş ve kendine KP diyen  siyasal bir yapı, oportünizme karşı mücadele edemeyeceği gibi, oportünizm oportünizme karşı mücadele ettiği görülmediğinden kendisi de oportünizmeden müzdariptir. Böyle bir Parti hangi hatalarına karşı mücadele edecek ya da hangi hastalıklarını iyileştirebilecek...

Keskin sınıf savaşımının dönemeçlerinden geçmiş bütün KP’lerinde, kendi hatalarına karşı daha kapsamlı büyük mücadeleler yaşanmıştır. Sınıflı toplumun diyalektiği ve  bu sınıflı toplumun bir ürünü olarak ortaya çıkan KP, önce kendine karşı mücadeleyi, kendini sürekli yenilemeyi, eksikliklerini atmayı ve yeniyi almayı esas almazsa, değiştirmek istediği toplumuda değiştiremez. “Örgütleyenleri yendien yeniden örgütlemek, değiştirenleri yendien yeniden değiştirmek” doğru önermesinde olduğu gibi, kesintisiz uygulanmalıdır.

Bu, sınıf savaşımına daha güçlü girme, sınıf savaşımındaki etkisini daha güçlü bir şekilde artırma, daha geniş kitleleri kucaklama ve onları harekete geçirme savaşımıdır. Ama bu savaşım, kendine karşı bir savaşımdır. Kendini yenileme, değiştirme, örgütleme, eğitme savaşımıdır. Partinin kendine karşı bu savaşımı, pratikten kopuk bir savaşım değil, bizzat pratiğin denek taşında verilmektedir. İşte, KP’nin kendine karşı verdiği bu savaşım, “bayatı atıp, tazeyi alma” savaşımıdır.

Teorinin pratik ile uyum içinde olması, teorinin pratiğe yol göstermesinden ve bir KP’nin bunu nasıl ele alması gerektiğini öncelikle bilince çıkarmak gerekiyor. Keskin ve toplumsal sorunları kucaklamaktan yoksun soyut sloganlarla, Marksizm’e bağlılık yeminleri, burjuvaziye kin beslemek, proletarya devrimini söylemlerde göklere çıkarmak sorunu çözseydi, kapitalist sistem çoktan tarihin çöplüğüne gömülmüştü. Demek ki, bunlar yetmiyor. Bir teori, pratikte sürekli tökezliyor ve geri tepiyorsa, hareketin önün açmakta aciz ve yetersiz kalıyorsa, öncünün kitlelerle kaynaşmasını, daha geniş yığınları kucaklamasını, sınıfın en ileri unsurlarını bağrında toplamasını sağlayamıyorsa; öncünün sınıf mücadelesi içinde yoğrulması, onun sorunlarıyla içice olması yerine, daha çok, kendi iç sorunlarını artan ölçüde artırıyorsa, en ileri teori ile donanmış bir partiden söz edilemez; teori kısırlaştıkça, gelişmelere yanıt veremedikçe  hareketi de kısırlaştırır.

Lenin; „... yalnızca, öncü savaşçı rolünün ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirebileceği...“ (Lenin’den aktaran Stalin, Leninizmin Sorunları, sf. 24, Sol yay)’ni söyler.

  Teorinin pratiğe yol göstericiliğini, teorinin KP için ne denli önem taşıdığı oportünizm „lafta“ pek yadsımaz. Ama, ne hikmetse, bu denli „önem“ verilen teori, salt teori olarak kalır, yani, soyut olarak ele alınır. Onun, canlı bir organizma gibi nesnel gerçekliklere gereksinimi olduğu, nesnel olguların yaşayan ruhu olması gerektiği unutulur ya da „bir kere başta proje çizildin mi gerisi gelir“ denerek, sınıf mücadelesi esasta oportünizme feda edilir ve feda edilenin proletaryanın bilimi olduğu bilinmezlikten gelinir. Böyle bir teori ile donanmış bir „öncü“nün de kitlelerle bir sorunu yoktur demektir. Çünkü kitleler başka havadan çalarken, „öncü“ de kendi –kitlelerden kopuk- dar dünyasında kitlelere „seslendiği“ sanısı içindedir.

  Okuyucudan özür dileyerek, Stalin yoldaştan uzun bir alıntı aktarmakta yarar var. Çünkü ileri teori ile donanmış Parti olgusundan, teori ile pratiğin uyumundan neyin kast edildiği, „belirlenmiş“ -diyalektik materyalizmde „belirlenmiş“(maddenin değişimini yansıtmama ve durağanlık bağlamında) diye bir şey olmaz, ama, ne yazık ki, bu olguyu sıkça yaşıyoruz- bir teorinin yol gösterdiği pratiğin, defalarca taşa vurması mı gerektiği, partiyi kitlelerden koparması, her yönüyle güdükleştirmesi, nesnel gerçeklikten bütünüyle koparması mı anlaşılması gerekiyor, yoksa  Stalin yoldaşın söyledikleri mi...

“Teori bütün ülkelerin işçi hareketlerinin genel biçimi ile ele alınan deneyimidir.

“kuşkusuz ki teori, devrimci pratiğe bağlanmadıkça amaçsız kalır; tıpkı yolu devrimci teori ile aydınlatılmayan pratiğin, karanlıkta, el yordamı ile yürümesi gibi. Ama teori, devrimci pratik ile çözülmez bir bağlılık halinde gelişince, işçi hareketinin büyük bir gücü haline gelebilir. Çünkü, harekete, güvenliği, yönünü belirleme gücünü ve olayların iç bağlantılarının anlaşılmasını, teori ve yalnızca teori sağlayabilir; çünkü teori ve yalnız teori, sadece sınıfların bugün hangi yönde ve nasıl hareket ettiklerine değil, aynı zamanda bu sınıfların en yakın bir gelecekte, hangi yönde ve nasıl hareket edecekleri pratiğini anlamamıza yardım edebilir. Şu ünlü tezi söyleyen ve kerelerce yineleyen Lenin’den başkası değildir: „Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz.” „ (Stalin, Leninizmin Sorunları, sf. 24, Sol yay.)

Teori ve pratiğin uyumluluğu, teorinin pratiğin aksayan yönlerini anında düzeltmesi, “yakın geleceği” tespit edebilmesi, örgütü ve örgütün mücadele taktiklerini buna hazırlaması anlamına gelir. Elbette burada önemli olan, teorinin nesnel gerçekliği yakalayabilmesi, örgütü bununla besleyebilmesi ve kitleleri hazırlaması gerekiyor. „Gelişen bir şey yok, her şey aynı, bu nedenle başta ortaya koyduğumuz teorimizi ve de pratiğimizi değiştirmeye gerek yok, önemli olan devrim mücadelesinde kararlı olmak ..“ vb. gibi anlayış ve yaklaşımlar, karanlıkta el yordamıyla yürümek olduğu gibi, Marksist bilimsellikten uzak, uzun erimli olmayan ucuz kahramanlıklardır.

K.burjuva devrimciliğinin tipik özelliği olan, gerçeği nesnel olgularda arama yerine, sübjektivizme ve dogmatizme sarılması, onun, kendi sınıf karakteri ile yakından ilgilidir. Keskin Marksist görünmeleri, Marksizmi bir o kadar da revize etmelerinden ileri geliyor. Bunlar, teoriyi ya da sloganları, belli bir sürecin pratik olguları sorunu değil, hiç değişmeyen her dönemde geçerli  „kutsal kitabın“ bir ayeti olarak ele alırlar. Böylece de Marksizmin özünü daha baştan tahrif etmiş olurlar.

Lenin; „... bir Marksist gerçek yaşama, gerçekliğin asıl olgularına dikkat etmesi, ve bütün teoriler gibi olsa olsa yalnızca esas ve genel hatları koyan, yalnızca yaşamı bütün karmaşıklığı içinde  yaklaşık olarak kucaklayan dünün teorisine yapışmaması gerektiği...“ni (Lenin, „Taktik Üzerine Mektuplar“, Marks-Engels-Marksizm, sf. 389. Sol yay. -açL-) söyler.

  Bir KP’ni sağlamlaştıran, disiplinli ve dövüşken kılan, sınıf ve kitlelerle derin bağlar kurduran öğeler nedir diye sorulduğunda: Hangi anda hangi taktiği izleyeceğini bilen, yerine göre esnekliği yerine göre tavizsiz tutumu takınan, ilkelerde tavizsiz olan, hangi anda hangi eylem biçimine geçeceğini reçetelere değil, somut koşullara göre ayarlayan, Marksist diyalektiğin mutlakçılığın reddi olduğunu bilince çıkaran, her toplumsal değişimi teori ve pratiğe yansıtmasını beceren ve Lenin’in yukarıda belirttiği önermesi ışığında olabilir diye cevap verilebilir. Ve ancak böyle bir parti, kitlelerin nabzını elinde tutabileceği gibi, sınıfın tüm ileri ve dürüst unsurların güvenini kazanıp safında tutabilir. Ve işte o zaman devrimcilik bir gevezelik olmaktan kurtarılabilir.

Devrimciliği salt bir gevezelik düzeyine indirgemek, keskin sloganlarla devrimin “reklamını” yapmak, ama hayatın gerçeklerinden uzak durmak ve sık sık, hayatın reddettiği  aynı teoriyi ya da aynı sloganları yinelemek, bu teori sahibi oportünistlerin devrime olan yeminli „inandırıcılığı“ kitleler için bir şey ifade etmeyeceği gibi, bu, devrimci lafazanlıktan başka bir şey değildir.

Diyalektik materyalizmi  reddeden sağ ve sol oportünizm, teorinin toplumsal pratiğin ürünü olması gerektiğini bilinçli olarak saptırmaları ve bu sapmaların etkisi altında olan ya da bu anlayış içinde olup da kendine „KP“ diyen örgütler, burjuvaziye karşı bir savaş örgütü olamazlar. Bir kısmı süreç içinde ya iyice reformizmin kucağına oturarak, burjuvazinin icazeti altında “proleter devrimcilik” adına parlamentercilik oyunu oynarlar ve de bir kısmı da dogmatizmin batağına dalarak, Lenin’in deyimiyle; „devrimci lâfazanlık uyuzuna“ kapılarak, örgütsel darbeciliği kendilerine rehber edinirler.

“Eylemlerimizin başarısı, algılarımızın, algılanan şeylerin nesnel niteliği ile uygunluğunu tanıtlar” (der Engels), yani, teori  ile pratiğin birliğini tanıtlar.

  „Somut koşulların somut tahlili“nden çıkmış bir teori pratiğe yol gösterir ve pratikte ürününü alabilir, ama, nesnel gerçekliğin ürünü olmayan, sübjektif ve dogmatik teori pratiğe cevap veremediği için, gelişme yerine gerileme olur. Örgüt, teoriye göre kendini yukarıdan aşağıya doğru şekillendirir. Ama, teori nesnel olguların ürünü olmadığı zaman, örgütün şekillenmesi de pratiğe cevap veremeyeceği için, örgüt gelişmez, kitlelerle kaynaşamaz ve çürümeye başlar. KP, varolanı öğrenirken, onunla yetinmeyip, o pratiksel deneyimleri daha ileriye taşımak için geliştirmek durumundadır.

Pratiğe cevap veremeyen bir KP, öncelikle sorunun kaynağını teorisinde aramak zorundadır. Kaynağı teoride aramayıp, başka yerlerde araması, onun gerçeklerden kaçması anlamına geldiği gibi, deyim yerindeyse; hala kılıçla tüfeğin karşısına çıkmaya çalışıyor demektir. Ve böyle bir parti hiçbir zaman Marksist olamaz. Toplumsal çalkantıların hızla geliştiği, toplumun alt-üst oluşu yaşadığı, kitlelerin değişim istediği, egemen sınıfların ekonomik ve siyasi krizinin derinleştiği ve ekonomik-siyasi ağır bir kriz yaşadığı bir ortamda KP, ilerleme değil gerileme gösteriyorsa, kitlelerin hoşnutsuzluğunu kendi potasında toparlayamıyorsa; izlediği politikanın neden toplumsal çalkantılara yanıt veremediğini ciddi şekilde irdelemek durumundadır. Bundan kaçan bir KP, sınıf adına boşa kürek çekiyor demektir. Sübjektivizmin ve dogmatizmin esiri olan oportünizmin, işçi sınıfını  ve geniş emekçi yığınları içinde uzun süreli ciddi bir etkinlikleri de olamaz.

 

 

İşçi sınıfının Örgütlenme Zorunluluğu

KP[1], sınıflar üstü bir parti olmayıp, işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinde vazgeçilmez öncü örgütüdür. Çünkü, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki iktidar mücadelesinde, işçi sınıfının KP’den başka silahı yoktur. Kapitalizmin vahşi dünyasında yoksullaştırılmış, alçaltılmış, bireyselleştirilmiş ve zorla sömürü altına alınmış milyonlarca işçi ve emekçinin, devlet iktidarını elinde bulunduran burjuvaziye karşı savaşım verebilmesi için, MLM silahı ile donanmış KP’ye gereksinimi vardır. Bu olmadan, işçi sınıfı ne kendini ne de diğer emekçileri örgütleyip burjuvaziye karşı savaştıramaz ve burjuvaziden iktidarı alamaz.

Sınıflar mücadelesinde, sınıf örgütleri, iktidar mücadelesinde olmazsa olmaz iktidarı ele geçirme  araçlarından biridir. Özellikle proletarya açısından bu araç, burjuvaziye karşı iktidar mücadelesinde en temel örgütlenme ve iktidarı ele geçirme aracıdır. Proletaryanın örgütü yoksa, proletarya hiçbir şeydir.

İşçi sınıfının örgütü olan KP’ye karşı güvensizlik, esasta işçi sınıfı önderliğinde devrime olan güvensizliğin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bugün, emperyalist burjuvazi ve dönek küçük-burjuva Marksistleri, işçi sınıfının burjuvaziye karşı en temel silahını elinden almak için KP’lerin varlığının gereksizliğine dem vurmalarının yanında, KP’leri çağın dışında kalmış “anti-demokratik” ve “zorba” ve “terörist” örgütler olarak göstermeye çalışıyorlar.

Burjuvazi, varolduğu günden itibaren, işçi sınıfının örgütlenmesi karşısında paniğe kapılmış ve onun örgütlülüğünü dağıtmak için yasalar çıkarmış, bu da yetmeyince, işçi sınıfının örgütlülüğünü  kriminalize etmeye çalışmıştır. Bunu başaramayınca da işçi sınıfı partisini bölmeye ya da onun programını değiştirmek için revizyonizme ve reformizme destek çıkmıştır.

İşçi sınıfının en vazgeçilmez örgütü KP’ye karşı burjuvazinin savaşımı, günümüze ait bir olgu olmadığı gerçek. Burjuvazi, işçi sınıfı Marksist bilinçle donanmış bir partiye sahip olmadan önce, onun verdiği kendiliğindenci mücadelelere dahi karşıydı ve zor kullanarak bastırıyordu. İşçi sınıfının kendi bilimi olan Marksizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, burjuvazinin ideolojik saldırısı ve baskısı daha da artarak ivme kazanmıştır. Çünkü burjuvazi, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadelesini bastırdığı ve zaafa uğrattığı ölçüde kendi iktidarını sağlama alabilecektir. Sınıflar mücadelesinde, bir sınıfın zayıflaması, diğer sınıfın güçlenmesini doğurur.

Ülkemizde de, 12 Eylül faşizminin baskısıyla yenilgiye uğrayan küçük-burjuva kesimlerin önemli bir kesimi, işçi sınıfının sınıf mücadelesini, özünde  reddettikleri gibi, işçi sınıfına ait olan “tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi” adı altında, MLM bilimin en temel teorik ilkelerini revize etme yolunu seçtiler. Bu süreç hala kapanmış değil. Tek tek ülkelerdeki komünist hareketteki krizden öte, UKH içinde ciddi bir kriz yaşanmaktadır. UKH’in 1917 Ekim devrimi öncesi yaşadığı derin krizden sonra, UKH’in yaşadığı en derin krizlerden birisi 1956 ‘dan 1966’ya kadar yaşanmıştır. Üçüncü kriz ise, 1979’dan günümüze kadar yaşanan krizdir ve bu krizin diğerlerinden daha derin olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Marksizmin bu krizi, MLM bilimin yanlışlığından ya da revizyonizmin ve küçük-burjuva oportünizmin ileri sürdüğü gibi, Marksizmin “değerlerinin eskidiği” ya da “günümüzü aydınlatamadığın”dan değil, burjuvazinin ideolojik saldırıları karşısında, küçük-burjuva oportünizmin ideolojik yalpalamasından kaynaklandı. Bunun yanında, Komünistlerin, toplumdaki değişimleri yakalayamaması ve burjuvazinin ideolojik saldırılarından etkilenmeleri, bunlarla beraber, kitlelerin sosyalizme olan güvenlerinin azalmasıdır. Kısacası, Emperyalist burjuvazi dahil, revizyonizmin, reformizmin ve küçük-burjuva oprtünizmin MLM aleyhine açtıkları anti-kampanyalar, kitlelerin sosyalizme ve KP’lerine olan güvenlerini ciddi şekilde sarsmıştır. KP’leri, burjuvazinin ve burjuvazinin ideolojik saldırısı karşısında dizleri titreyen döneklerin anti-MLM kampanyalarını geri püskürtememişlerdir.

Marksizmin gerilemesine karşın, dünyanın bir çok alanında proletaryanın ciddi başarıları ve atılımları da söz konusu. Latin-Amerika ve Doğu Asya’nın birkaç ülkesinde proletarya önderliğinde burjuvaziye karşı MLM bayrağı yükseltilirken, dünyanın bir çok ülkesinde de komünistler, zayıfta olsa, mücadeleye devam ediyorlar. Bu, UKH krizden kurtulması için ileri bir adımdır. Bu adımlar desteklenmeli ve bunun ateşi bütün dünyaya yayılması için çaba harcanmalıdır. Marksizmin krizi, geniş yığınların KP’leri önderliğinde devrimci mücadele içine çekilememesinden kaynaklanıyor. Krizi aşmanın ve gidermenin yolu ise, hertürlü anti.marksist akımlara karşı ideolojik-siyasi  mücadeleyi derinleştirerek, başta işçi sınıfı olmak üzere en geniş emekçi yığınlarını devrimci mücadele içine çekmekten geçecektir.

Dünyanın bir çok ülkesinde ciddi kitle hareketleri söz konusu. Ancak bunlar komünistlerin önderliğinden yoksunlar. Komünistlerin önderliğinde olmayan kitle hareketleri, burjuvaziyi alt edemez ve devrimci enerjileri yanlış yöne kayar. Sorun, kitlelerin komünistlerin önderliğinde örgütlenmesi ve devrimci mücadelenin yükseltilmesidir.

UKH, tarihi boyunca bu tür krizleri yaşamış, ama bu krizlerden devrimci mücadeleyi yükselterek çıkmasını da  bilmiştir. UKH gerilemesi, emperyalist dünyanın işlerinin tıkırında yürüdüğü anlamına da gelmiyor. Emperyalist burjuvazi, en küçük bir soğuk algınlığında derin krizlere giriyor. Krizlerinin derinleşmemesi ve güçlü görünmesi ya da krizlerini kısa zaman içinde geçici de olsa atlatması, devrimci mücadelenin zayıf oluşundan kaynaklanmaktadır. Devrimci mücadelenin gelişmesi, emperyalizmin krizini derinleştirir, ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelesine güç katar ve tek tek ülkelerde proletaryanın siyasal iktidar savaşımını geliştirir.

Kısacası, küçük-burjuva döneklerin savundukları Marksizm, revize edilmiş ve burjuvazinin tam da istediği gibi ehlileştirilmiş Marksizm’dir. Felsefi bağlamda soruna yaklaşacak olursak; Lenin belirttiği “militan materyalizm” yerine, burjuva idealizmini, kitlelere “güler yüzlü sosyalizm” olarak yutturmaya çalışıyorlar. Ve aslında onların direkt söylemeyip, ama “Marksizm” cilasıyla süsleyerek, istedikleri şey ise; emperyalist tekellerin yaldızlı AB demokrasisinden (ki, bugünkü emperyalist demokrasi, 1800’lü yılların burjuva demokrasisinden çok çok geridir) başka bir şey değildir. Bugün emperyalist ülkelerde polis devleti egemendir. Ezilen ve sömürülen yığınların bastırılması için, devlet, baskı mekanizmasını gün geçtikçe artırıyor. Devletin sönmesinden dem vuranlar, burjuva devletinin ve çeşitli baskı araçlarının giderek güçlendirildiğini, buna karşılık “demokrasi” denen burjuva anlayışının ise, giderek yok olduğunu görmezden geliyorlar.

Günümüz küçük-burjuvaları, MLM’de sınıf adına, ihtilal adına, militan devrimcilik adına ne varsa unutturmaya ve bu niteliklere sahip bir işçi sınıfı örgütünün varlığına asla katlanamıyorlar. Küçük-burjuva aydınları, burjuva liberal savları, emperyalizmin “küreselleşme” ideolojik saldırısıyla bütünleştirerek, burjuvazi ile işçi sınıfı ve emekçilerin “barış” içinde yaşamalarını öğütlerken, burjuvazinin daha da güçlendirilmesi ve ezilen kitlelerin ise kölelik zincirlerine yenilerinin eklenmesi olduğunu unutturmaya çalışıyorlar.

Burjuvazinin, işçi sınıfına ve onun en ileri temsilcisi öncü örgütüne karşı yaydığı güvensizlik, KP içinde yer alan ileri militanlar ve kadrolar üzerinde de olumsuz etki yaratmaktadır. Sınıf mücadelesinin geriliği ya da işçi sınıfı partisinin sınıf mücadelesinde oynaması gereken rolü oynayamaması, kitleler ile geniş bağlar kuramaması, ileri unsurlarda parti olgusuna karşı güvensizlik yaratmaktadır. Bu güvensizlik, devrime olan güvensizliğe kadar varıyor. Bunları, birbirinden koparmak olası değildir, işçi sınıfına ve onun öncüsüne olan güvensizlik, devrime olan güvensizliği ve işçi sınıfının bilimine olan güvensizliği doğurmaktadır.

Özellikle KP, önüne koyduğu kısa vadeli görevleri yerine getiremezse ve bundan hareketle uzun vadeli görevlerin yerine getirilmesi için teori ve pratiğin birliği sağlayarak kitlelerin güvenini kazanamazsa, p. içinde kaçınılmaz olarak, p.ye karşı güvensizliğin tohumları gelişir. Kitleler ile organik bağların sıkı bir şekilde geliştirilmesi, öncünün siyasal iktidar mücadelesindeki önderlik görevini daha üst aşamalara ulaştıracak ve kitlelerin örgütlü mücadele içine çekilmesinin güçlü zeminlerini hazırlayacaktır. Kitlesiz öncü olmayacağı gibi, işçi sınıfı öncülüğünden yoksun kitlelerin mücadelesi de burjuvaziyi yıkma hedefine yönelemeyecektir.

“Bir öncü ancak, öncülük görevini önderlik ettiği kitlelerden kopmamayı, tersine bütün kitleyi ileriye götürmeyi bildiğinde öncünün görevlerini yerine getirmiş olur.” (Lenin, SE, C.11, sf.85, İnter yay.)

Buna verilecek yanıt; “öncünün kitlelerden kopmaması için doğru bir siyasal çizgi izlemesi gerekir” demek, genel anlamda yetse de, esasta sorun daha derinlemesine işlenmesi gerekiyor. Genelleme sorunun soyut yanını ortaya koyabilir. Öncü, sorunları somut olarak ele almak durumundadır. Salt genel söylemlerden hareketle ülke sorunlarını ya da P. içi sorunları çözme yöntemini izleme yerine, MLM bilimsel çözüm olan her çelişmelerin ana kaynağına inerek, dış etkilenişimlerini de bir yana atmadan ele almalıdır.

İşçi sınıfı ideolojisine ve onu ete kemiğe büründüren öncüsü partilere karşı burjuva saldırılarının yoğunlaştı günümüzde, işçi sınıfı örgütlenmesinin savunulması ve geliştirilmesi daha bir önem kazanmaktadır. Burjuvazi, kitleleri örgütsüzleştirmeyi hedeflemiştir. Toplumsal katmanların en küçüğüne kadar örgütsüzlüğü körükleyen ve kitlelerin örgütlenmesini engellemek için yoğun baskı uygulayan burjuvazi, elinde bulundurduğu devlet erki ile kendi örgütlülüğünü en iyi bir şekilde sağalama almaya çalışır. Burjuvazi, kendi örgütlü gücü karşısında bir başka örgütlü gücün bulunmasını asla kabullenemez. Bu, sınıflı toplumların bağrındaki karşıt sınıflar arasındaki mücadele diyalektiğinin bir ürünüdür. İşçi sınıfı ve diğer emekçilerin çeşitli demokratik-ekonomik örgütlülüklerinin varlığına yasal olarak müsaade etmesi ise, burjuvazinin kendiliğinden tanıdığı bir hak olmayıp, işçi ve emekçilerin mücadelesi sonucu kazanılan haklardır. Yani, burjuvazi, istemeyerekte olsa, kendi devlet örgütlülüğü altında bu tür örgütlenmelere izin vermek zorunda kalmıştır.

Kısacası toplum içindeki değişimler ve genel toplumsal olaylar sınıf mücadelelerinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Toplumdaki kendiliğinden gibi gözüken en küçük değişimler bile, sınıf mücadelesinden bağımsız olarak ele alınamaz. Burjuvazi, toplumsal değişimleri sınıf mücadelesinden bağımsızmış gibi göstermeye çalışır. Çünkü o sınıfların varlığını inkara kalkar. Sınıfların varlığının kabul edilmesi, kaçınılmaz olarak sınıf mücadelesinin kabul edilmesine yol açar.

Sınıfların kabul edilmesi de, her zaman sınıf mücadelesinin kabul edilmesi anlamına gelmiyor. Bir çok küçük burjuva eğilimli liberal kesimlerin, toplumdaki sınıfların varlığını kabul etmelerine karşın, sınıf mücadelesini reddettiklerini biliyoruz. Onlar, toplumdaki bu sınıfsal ayrımı zorunlu ve böyle devam etmesini, burjuvazinin devlet iktidarını elinde bulundurmasını, devlet iktidarının işçi sınıfı ya da emekçilerin eline geçerse, toplumu kargaşaya sürükleyeceklerini, çünkü kültürel olarak bu sınıfların çok geri oldukları gerekçelerine dayandırırlar.

“İktidar mücadelesinde, proletaryanın örgütten başka bir silahı yoktur. Burjuva dünyasındaki anarşik rekabet kuralı yüzünden dağınıklaşmış, sermaye için zorla çalıştırılarak ezilmiş ve sürekli olarak yoksulluğun, ilkelliğin ve yozlaşmanın “derinliklerine” itilmiş olan proletarya, ancak marksizmin ilkelerine uygun ideolojik birliği, milyonlarca emekçiyi bir işçi sınıfı ordusu içinde sımsıkı kaynaştıran örgütün maddi birliği pekiştirildiği zaman, yenilmez bir güç haline gelebilir ve ister istemez gelecektir de.” (Lenin’den aktaran, G. Thomson, Marks’tan Mao Zedung’a Devrimci Diyalektik Üzerine, sf.94-95, Şubat yay.)

Lenin’in bu sözleri eskimediği gibi, günümüzde daha bir önem kazanmıştır. Revizyonizm ve reformizmin, emperyalizmin “küreselleşme” ideolojik saldırısından hareketle, proletaryanın farklılaştığı ve günümüz dünyasının, daha doğrusu burjuvazinin değişiminden söz etse de, burjuvazi ve proletarya hala ayakta ve bu iki sınıf arasında varolan antagonist çelişmeler ortadan kalkmamıştır. Ve proletarya hala devrimci niteliğini koruduğu gibi, devrime önderlik edecek biricik sınıfta odur. MLM proletarya parti anlayışını revize etmeye çalışanların amacı, burjuvaziye dikensiz bir gül bahçesi bırakmak istemelerinden kaynaklanıyor.

Burjuvazi, kendi siyasal partilerini meşru ve zorunlu sayarken, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenmesini ve örgütlerini ise ya yasadışı ilan eder ya da onların örgütlenmesini zorlaştırmak için her türlü yola baş vurur. Revizyonizm ve kimi küçük-burjuva oportünizmi ise, işçi sınıfının sınıf örgütünü burjuvazinin kabul edebileceği noktaya çekmeye çalışır. Onu, işçi sınıfı örgütü olmaktan çıkarıp, burjuvazinin bir kanadı durumuna getirmenin teorisini yapar. Burjuvazi ile işçi sınıfının uzlaşama içinde bir arada yürümesini ve burjuvaziye karşı devrimci şiddete kalkışmamasının siyasetini yapamaya çalışır. Ama, işçi sınıfına bu denli yüklendiği kadar burjuvaziye yüklenmez. Burjuvaziden reform beklerken, işçi sınıfını ise reformlarla uğraşmaya çağırır, proletaryanın sınıf örgütünün gücünü ve etkisini inkar eder.

Ve Lenin devam eder;

“Parti, sınıfın siyasi bakımdan bilinçli, ileri kesimidir. Sınıfın öncüsüdür. Bu öncünün gücü, bu sınıfın üyelerinin sayısından yüz kat, hatta bin kattan da büyüktür.” (age, sf. 95)

Örgütlenmiş bir toplumsal sınıf ile örgütsüz bir toplumsal sınıfın gücü ve etkisi, özellikle de siyasal iktidar üzerindeki etkisi aynı şeyler değildir. Birincisinin siyasal yaşam üzerindeki etkisi söz konusuyken, ikincisinin etkisi olamaz. Burjuvazinin, işçi sınıfı ve emekçilerden istediği de budur. Onları örgütsüzleştirmek, üretimden gelen gücünü kullanmasını ve bu gücü siyasal iktidar mücadelesine dönüştürmesine karşı her türlü önlemi, yani ideolojik, siyasi ve zor uygulamak üzere alır.

Revizyonizm ve reformizmin yanı sıra kimi küçük-burjuva oportünizmin, burjuvazinin baskısıyla, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlenmesini, kendi siyasal partilerine sahip olmasını, direkt bir söylemle, kendi sınıf partilerine sahip olmasını, kabullenemiyorlar ve buna, “sınıf çatışmalarını körüklüyor” diye karşı çıkıyorlar. Ya da burjuvazi ile uyum içinde çalışacak bir “muhalefet” olmayı, işçi sınıfına yeterli görüyorlar. Ama, sınıf çatışmalarını kimin körüklediğini, bu ayrımı kimin yarattığını, üretim araçlarını ve siyasal iktidarı elinde bulunduran sınıfın, bu gücü, mülksüzleştirilmiş ve iş gücünden başka satacak bir şeyi olmayan kesime karşı bir baskı ve sömürü aracı olarak kullandığını gözlerden gizlemeyi de eksik etmiyorlar.

Kendine “marksist” diyen, ama düşünce olarak liberal burjuvaziyle aynı bulvarda yürüyen kimi kesimler ise, KP’nin disiplinli ve çelikten bir yapıya sahip olmasını kabullenemiyorlar. Her yanı zora dayanan burjuva devletine karşı, kof, liberal içerikli, kimin ne yaptığı belli olmayan, plansız ve programsız bir liberal küçük-burjuva örgütü, KP’nin yerine geçirmeye çalışıyorlar ve de işçi sınıfının böyle bir örgütle geniş kitleleri kucaklayacağını ve burjuvaziye karşı, böyle bir kof parti ile mücadele edebileceğini öne sürüyorlar. Yani, taraflı –sınıflı- bir toplumsal yapıda, tarafsızlığı oynuyorlar. Sınıflı bir dünyada tarafsızlığı oynamak, kitlelere bunu öğütlemek, kitleleri kandırmanın ve burjuvaziyi daha da güçlendirmenin en aşağılık siyasal ve ideolojik duruşudur. Oysa, her yanı zora dayanan ve kitlelerin en küçük ekonomik ve demokratik istemlerini kanla bastıran bir devlet yapısı, çelik yapılı ve disiplinli bir işçi sınıfı partisinin önderliğinde yıkılabilir ve böyle bir parti ile geniş yığınlar örgütlenerek burjuvaziye karşı savaştırılır ve siyasal iktidar alınabilir.

Emperyalist burjuvazinin bugün, ezilen dünya halkları ve işçi sınıfı üzerinde daha şiddetli bir savaş makinesi haline gelmesine oranla, ezilen halklardan ve işçi sınıfından ciddi baş kaldırışın olmayışı, kitlelerin örgütsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Kitlelerin gücü, daha dar bir anlamla, işçi sınıfının gücü, örgütlenmesiyle doğru orantılıdır. İşçi sınıfı öncüsü aracılığıyla kendisini ve burjuvaziye karşı birlikte hareket edeceği ezilen yığınları örgütlemedikçe, o bir “hiç”tir. Bunun tersi, proletarya, öncüsü aracılığıyla kendisini ve kitleleri örgütlediğinde ise “her şeydir.”  Liberal  “marksist”lerin, MLM parti örgütlenme ilkeleri üzerinde ne denli revize çığlıklarını koparırlarsa koparsınlar, proletarya bu ilkelere sıkı sıkıya sarılmadıkça, sosyalizme giden yolu açamazlar. Bir başka deyişle, kendilerinin ve ezilen halkların kurtuluşunu sağlayamaz.

Liberal “marksist”lerimizin öngörüsü, burjuvazi ile barış içinde bir arada yarışalım anlayışıdır. Yani, seçimle iktidara gelelim ve seçimle iktidardan uzaklaşalım. Diyelim, bunu işçi sınıfı ve emekçiler kabul etti, ama burjuvazi kabul ediyor mu? Hayır! Burjuvazi ve emperyalist dünya Allende’ye bile katlanamadı. Oysa, Allende sosyalist bile değildi. Kitlelerden yana bazı iyileştirici reformların yapılmasından yanaydı.

Sınıflar arası mücadeleyi ve özelikle burjuvazinin siyasal iktidarının özünü kavramayan, onun bir baskıcı ve zora dayanan ve bu zor sayesinde iktidarda kaldığını görmeyen körler, reformcu dahi olamazlar. Bunlar, olsa olsa işçi sınıfı ve emekçilerin kanıyla beslenen burjuvazinin kemik yalayıcıları olabilir.

Emperyalist küreselleşme saldırısının, dünyaya her yönüyle egemen olma mücadelesi olduğunu, ezilen halkları ve işçi sınıfı üzerinde baskıların ve katliamların daha da artırılması, sömürünün görülmemiş düzeye çıkarılması olduğunu göremeyen liberal “marksist”lerin, emperyalist burjuva ideolojik saldırısı karşısında dizlerinin titrememesi de düşünülemez. Ve onlar, ezilenlerin yanında yer alıyor gibi gözükürken, aslında kalemlerini ezilenlere karşı burjuvazinin yanında kullandıklarını da gizleme telaşı içindeler.

Emperyalist burjuvazi ve gericilik, asla kendiliğinden yıkılmaz. İşçi sınıfı önderliğinde ezilen yığınların birleştirilmesi ve mücadeleye katılmasıyla yıkılabilir. Bu da işçi sınıfının kurmayı KP’leri önderliğinde olabilir. İşçi sınıfının örgütü olmadan, onun siyasal iktidarı burjuvaziden almasının olanağı yoktur. Örgütsüz ve kurmaysız işçi sınıfı ve emekçiler hiçbir şeydir. Bu anlamda, işçi sınıfının ve emekçilerin örgütsüzleştirilmesine ve işçi sınıfı partisi KP’lerin varlığına karşı olan anlayışlara karşı, ya da bu partilerin MLM içeriğini ve yapısını burjuvazinin işine yarayacak denli liberalleştiren anlayışlara karşı, yoğun bir ideolojik mücadele verilmelidir. Bu mücadele verilmeden ve işçi sınıfının bilimi ve onun MLM örgütlenme ilkeleri savunulmadan, sınıf hareketi gelişemez. ***

                                                                               

* Lenin, Felsefe Defterleri, sf. 307

[1] Bu yazıdaki KP’lerden kastımız, burjuva sömürü sistemini kutsayan ve ehlileştirilmiş bir KP değil, tamamen MLM ideolojik silahı ile donanmış işçi sınıfının gerçek önder partileridir.


* Lenin, Felsefe Defterleri, sf. 307

[1] Bu yazıdaki KP’lerden kastımız, burjuva sömürü sistemini kutsayan ve ehlileştirilmiş bir KP değil, tamamen MLM ideolojik silahı ile donanmış işçi sınıfının gerçek önder partileridir.

 

 

 

104434

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar