Cuma Nisan 19, 2024

Metal işçileri sınıfının gücüyle direniyorlar

14 Mayıs’da Bursa Renault fabrikasında başlayan metal işçilerinin direnişi, dalga dalga yayılarak TOFAŞ, MAKO, Çoşkunöz, Ototrim, TürkTraktör, Ford Otosan ve daha bir çok fabrikayı da sardı. İşçiler, faşist Türk Metal-İş sendikasının kendilerini daha fazla oylamasına isyan etti ve sendikayı devreden çıkararak, sınıf hareketi içinde küçük, ama tarihi bir adım atarak, burjuvazi karşısında bir sınıf oluşunun gereğini yerine getirdiler. 

Bu direniş, faşist-sarı sendika nezdinde burjuva devletine, onun sömürü düzenine karşıdır. Çünkü, özellikle son 10 yıllık süreç; işçi sınıfının en fazla ezildiği ve sömürüldüğü, her türlü haktan mahrum edildiğ ve sendikasızlaştırdığı bir süreçtir. Aynı zamanda bu süreç, varolan sendikalarıda sendika olmaktan hızla çıkaran bir süreç olmuştur.

Metal işçilerinin direnişi, güçlü bir örgütlülüğe, komünist ve devrimcilerin güçlü örgütlülüğü de söz konusu olmamasına karşın, kendiliğinden bir sınıf hareketinin boyutunun bu denli olması, sınıflar arası mücadele gerçekliğinin kendisidir. Seçim süreci ve yer yer işçi sınıfı içinde reformist rüzgarların estirldiği bir ortamda, gündeme damgasını vuran bir sınıf gerçekliğidir.

Sınıfın en küçük kitlesel hareketi ve özellikle önemli sanayi kollarındalki işçilerin sınıf hareketi, gündeme damaga vurmaması söz konusu olamaz. Kendi dışındaki sınıfların bütün dikkatini çeker ve etkiler. Mücadelesinin başarısı, ezilen sınıflara umut verirken, burjuvaziyi ise tedirgin eder. Diğer ve bu direnişte olduğu gibi.

Her işçi direnişi ve  her grev, işçilerin sınıf bilinci kazanmasına hizmet ettiği gibi, sınıf olarak örgütlenmelerini de genişletir ve nitelikleştirir. Daha önceki direnişlere katılan işçilerin dediği gibi; “direniş ve grev öncesi beş vakit namaz kılarken, şimdi beş vakit komünizm propagandası yapıyoruz.” 

Metal işçilerinin direnişinin sonu ne olursa olsun, bu direniş onlara gelecek günlerdeki mücadele için çok şeyler kazandırıyor. Ve onlar direnişleriyle komünizm okulundan geçiyorlar.

Kapitalist sistem varoldukça, burjuvaziyle işçi sınıf arasındaki mücadelede sürecektir. Ta ki, işçi sınıfı burjuvaziyi yıkıp kendi iktidarını kurana kadar. Toplumsal tarihin bu kaçınılmaz anı, er ya da geç gelecek. Bu tarihsel gelişmenin önünde hiç bir gerici zorbalığın durmasının olasılığı söz konusu değildir.

İşçi sınıfı oraya; grevlerle, direnişlerle, işgallerle, protestolarla, barikatlarla varacaktır. Bu süreç içinde kendi sınıf partisiyle ilişki kuracak, sınıf bilincini bu mücadele içinde alacaktır. O zaman daha örgütlü ve daha bilinçli olarak, kendi sınıf çıkarlarının bilinciyle hareket edecektir. Zamanı geldiğinde geri çekilecek, zamanı geldiğinde ileri atılacaktır. Bunu belirleyecek olan; ekonomik ve siyasal koşulların yanında sınıfın bilinci ve örgütlülüğünün düzeyi olacaktır. 

15-16 Haziranları, 1970’in ikinci yarı süreçlerinileri, 1986 grevlerini, 1994 Zonguldak Maden direnişini, 2009 yılı Aralığında başlayan Ankara Tekel direnişi ve peşinden Gezi’yle mücadelenin daha da kitleselleşmesi ve karşılıklı sınıf çatışmasına dönüşmesi, Türkiye işçi sınıfının tarihinin mücadeleyle dolu olduğu görülecektir. 

Sadece yukarıda saydığımız bu belli başlı işçi direnişlerini ele aldığımızda, Türkiye işçi sınıfının direnişleri hiçte yabana atılacak gibi değildir. Burjuvazi bu direnişleri çok ciddiye aldığı için hep saldırmış ve bu direnişleri kırmak için yoğun çaba harcamıştır. Çünkü burjuvazi sınıf bilinciyle hareket eder ve işçi sınıfının mücadelesinin örgütlü hale geldiğinde karşısında yıkılmaz bir güç bulacağının bilincinde olduğundan, direnişleri daha doğmadan kırmanın ve ezmenin çabası içine girer.

Devam eden metal işçilerinin direnişi, işçi sınıfını küçümseyenlere, ona güvenmeyenlere ve özellikle de işçi sınıfının devrimdeki önderliğini reddedenlere bir kere daha yanıt olmuştur. Burjuvaziyi saltanatından edecek olan sınıf budur ve sınıf hareketi de böyle olur. Ve özellikle bu sınıf hareketi,  sınıf bilinciyle örgütlenip hareket ettiğinde ise, ücretli köleliğe son vererek kendi kaderini çizebilecek bir güce erişecektir. 

Marks ve Engels, Komünist Manifestosu’nu yazarken, bu sınıfın toplumsal tarihi sınıfsız, sömürüsüz bir topluma dönüştürebilecek yegane güç olduğunu bildiklerinden, bu sınıfa güvenmişlerdir. Ve proletaryanın bilimsel teorisini yaratmışlardır.

Daha sonraki Rus, Çin, Arnavutluk ve diğer devrimler marksistlerin düşüncesini doğruladığı gibi, işçi sınıfının burjuvaziyi yıkacak yegane güç olduğunuda doğrulamıştır.

Toplumsal bu deneyimler ve sınıf hareketinin başarısı, sosyalizmin işçi sınıf önderliğinde gerçekleştiği ve gerçekleşeceği, hala yeterince kavranıp bilince çıkartılamamıştır.

Kendine Marksist diyen her örgüt, devrimin önderinin işçi sınıf olduğunu kabul etmelerine karşın, Marksist teorinin gereklerini yerine getirmiyorlar ya da getiremiyorlar. Sınıf içinde çalışmaya, örgütlenmeye, propaganda ve ajitasyona ağırlık vereceklerine, sosyal gerçekliğin ve sınıfın gündeminde olmayan teferruatlarla kendilerini meşgul ediyorlar. Sınıfın dışında ezilen katmanların içinde daha çok yer alıyorlar. Ama sınıf içinde sabırlı ve azimli çalışmayı ise aksatıyorlar. Bir kısmı ideolojik olarak ondan uzak duruken, ona güvenmezken, bir kısmı ise sınıfı esas aldığını söylemesine karşın, başka “esas”larla oyalanıyor ve devrimci enerjinin boşa gitmesine, heba olmasına neden oluyorlar.

Ama, hakkını yememek gerekir; işçi sınıfı içinde ciddi çalışma yapan örgütlenmelerde vardır. Bu da umut vericidir.

Son zamanlarda, ezilen yığınların ve işçi sınıfının sınıf kimliği yerine, alt kimlikleri öne çıkarılıyor. Bunu burjuvazi bilinçli yapıyor. Burjuvazinin bilinçli olarak alt kimlikleri öne çıkarması, işçi sınıfını alt kimlikler üzerinden bölmesi onun sınıf çıkarının bir gereğidir. Ancak, buna, komünist ve devrimcilerin bilerek ya da bilmeyerek alet olması kabul edilebilir bir şey değildir.

Evet, koşullar gereği ezilen alt kimlikleride saymak, onlara yapılan haksızlıklara karşı çıkmak gerekiyor, ancak, komünistler öncelikle sınıf kimliğini öne çıkarmalı ve kitleleri kendi sınıfsal kimlikleri üzerinden örgütlenmeli ve birleştirmelidir. Son metal direnişinde işçiler, devletin ve patronların onlara dayattığı alt kimliklerini bir kenara fırlatıp, sınıf kardeşliği üzerinden direnişe geçtiler. Bu kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü burjuvazi işçileri, sınıf olarak eziyor ve sınıf olarak sömürüyor.

Faşist AKP hükümetinin baskıları artırması, sınıf hareketini dizginleyemeye yetmeyecektir. Önümüzdeki günlerde direnişler, salt metal işçileriyle sınırlı kalmayacaktır. Metal işçilerinin direnişi diğer işçilere örnek olacaktır.

Bugün, yapılması gereken; sosyalist devrimin önderi işçi sınıfı içinde çalışmak, örgütlenmek ve ona güvenmektir. Bunu yapmayan bir hareketin komünist olması söz konusu olmadığı gibi, İşçi sınıf önderliğindeki devrim konusunda da ciddi olduğu düşünülemez.

Devrim yapmak isteyenlerin öncelikle işçi sınıfı içinde çalışma yapmaları zorunludur. İşçi sınıfı örgütlü bir güç haline geldiğinde, kendi sınıf gücünün bilincini aldığında, o asla içinde çalışma yapanları, ona güvenenleri yanıltmayacak ve hayal kırıklığına da uğratmayacaktır. Tarih, işçi sınıfının ihanet etmediğine tanıktır. İhanet edenler, onun adına hareket edenler olmuştur.

21.05.2015

 

48724

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

Sayfalar