Cumartesi Nisan 20, 2024

Milliyetçi Enternasyonalizm

Bir kavramın, bugünün üretim ilişkileri içerisinde neyi ifade etmeye çalıştığını bilince çıkarabilmek için O kavramın, ilk ortaya çıktığından bugüne geçirdiği evrimı, hangi sınıfta ortaya çıktığını, hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını, diğer bir deyişle hikayesini incelemek en etkili yöntemlerden biridir, çünki kavramların ifade edildiği dillerde sosyo-ekonomik hareketliliğe bağlı olarak gelişen, gerileyen canlı organizmalardır, bir kavram ilk çıktığı dönemde „olumlu“yu „iyi“ yi, „doğru“ yu işaret ederken sonraki dönemlerde karşıtına dönüşerek „olumsuz“ u, „kötü“ yü, „yanlış“ ı işaret edebilmektedir, veya tam tersi, örneğin; batı dillerindeki köle kavramı (slave-ing, sklave-alm) köleci toplumda , köle pazarlarında fiziksel olarak iri yarı güçlü olmalarından dolayı en fazla alınıp satılan bugünün SLAV ırkını tanımlamak için kullanılıyordu, bugünün SLAV milliyetçileri kelime anlamı köle olan bu kavrama olumlu anlamlar yükleyebilmektedir. Diğer bir örnek; Faşist(fasci;Birlik) kavramı ilk önce italyada 1900 lerin başlarına kadar sendikal sosyalizmi savunan işçi birliklerini ve bu birliklerde örgütlü işçileri tanımlamak için kullanılıyordu ve sol literatürde „olumlu“ bir anlamı vardı(fasci dei lavoratori-işçi birliği) kendiside başlangıcta “sol”a yakın mussolini bu işçi birliklerinin içinde örgütlenerek, bu birliklerden adına “italya kavga birliği” denilen milliyetçi bir konfederasyon yaratmasıyla Faşist kavramı sol literatürdeki “olumsuz” anlamını kazanmaya başlamıştır.bu türden karşıtına dönüşmüş kelimelerle birlikte halen dahi dönüşüm sürecine tanık olduğumuz, ilk anlamını halen içermekle birlikte kapladığı, tanımladığı alan genişleyen, daralan “ULUS” gibi kavramlarda vardır

Bilindiği üzere antik yunan site devletlerinin seçme ve bazı özel durumlarda seçilme hakkına sahip olan vatandaşlık statüsündeki bireylerine halk(demos) deniyordu. Birde bu halk içine girmesi, kaynaşması yasak olan, hiçbir vatandaşlık hakkı olmayan bu halk dışındaki “idiot” lar vardı(kelime anlamı itibariyle topraksız, mülkiyetsiz yoksul kitleyi kastediyordu), feodalizmde ise bu halk kavramının içine topraksız köylü ve burjuvaziye isim babalığı yapmış kale(bourg(fr)burg(alm) burç(tr)) devletlerdeki küçük esnaf ve mülkiyetsizler giriyordu (bourg-eois(burjuva))

Yönetim şeklinden mitolojisine kadar Yunan kültürünün taklidi olan Roma da ise bu “demos” kelimesi aynı anlamıyla vatandaşlık hakkına sahip olani kitleyi ifade etmesine rağmen, Roma vatandaşlık hakkına sahip olmayanlara ve Roma şehirlerine toplu şekilde göç etmiş aynı etnik kökene sahip olana yabancılara “natio”(“ulus” kavramının ilk nüvesi) denilmeye başlandı ve daha sonraları Roma dilindeki bu kullanımına müteakiben hiristiyan latincesinde inançzız topluluklar ve çok tanrılı toplumlar da “natio” olarak adlandırıldı (ki bu yabancılarında vatandaşlık hakkı yoktu) konumuzu yakından ilgilendirdiğinden dolayı bu “natio” kelimesinin geçirdiği evrimle devam edelim; avrupadaki ortaçağ üniversitelerinde öğrencilerin geldikleri ülkeleri ve bölgeleri tanımlamak için “nation” kelimesi kullanıluyordu, örneğin “nationes gallicorum” sadece galleri değil Italyanları, Ispanyolları, Yunanlıları ve doğulularıda kapsıyordu veya “nationes anglicorum” sadece Ingilizleri değil Almanları ve Iskandinav ülkelerinide kapsıyordu. 1500 lü yıllardan itibaren ortak atalar ve ortak geçmişle oluşmuş DEVLET birliğini tanımlamak için bu “nation” kavramı ilk olarak fransızca da ortaya çıkmış sonrasında da diğer batı dillerine yayılmıştır, feodalizme karşı, pazarı ele geçirmek için parçalanmış kale devletlerinin tek DEVLET te birleştirilmesi fikri “nation” kavramını ortaya çıkarmıştır, yani ULUS fikrinin altında kendi mülkiyetini ele geçirme isteği vardır. sonrasında çok etnisiteli(brötonlar, basklılar, korsikalılar,almanlar) Fransa da, özellikle 1789 burjuva devriminde “ortak dil” “ortak atalar” aranmaksızın “eşitlik” “özgürlük” “kardeşlik” gibi “ortak ilkeler ve amaçlar” doğrultusunda oluşmuş anayasal DEVLET te yaşayan herkes “ulus”u oluşturur denilerek kavramın kapsadığı kitle genişletilmiştir, nitekim yaklaşık 100 yıl sonra modern burjuva “ulus” ve “ulusculuk” tanımlamasının fikir babası olarak kabul edilen Ernest Renan “ulus” u tanımlarken esas birleştirici olanın çıkar birliği olduğunu, ortak çıkarların ihtiyacına göre oluşmus, oluşması gereken “ulus” un belli bir tarihsel döneme tekabül eden, çıkarların ortaklığının sona ermesiyle de tarih sahnesinden silinecek BİRLİK-DEVLET olduğunu dile getirir. burda gözden kaçırılmaması gereken esas nokta, fransızca da ilk çıkışından modern anlamını kazanana kadar geçirdiği evrimde“nation”(ulus) kavramının koşulunun DEVLET birliği olduğudur, bu anlayışa göre Birliği simgeleyen DEVLET “ulus” olmanın temel şartıdır.19. yüzyılın ikinci yarısında avrupada ulus, ulusçuluk ve Devlet üzerine yoğun tartışmalar yaşanırken Marx ve Özellikle Engels in bu tartışmaların dışında kalması düşünülemezdi,(belki henüz zamanı gelmediğinden, belki de ihtiyaç duymadıklarından takipçileri Lenin ve Stalin gibi yeniden bir ulus tanımlaması çabasına girmemişlerdi) Nitekim Engelse göre Kendiside özel mülkiyet olan her DEVLET bir sınıfın başka bir sınıf üzerindeki tahakküm aracıdır, ULUS-DEVLET sınırlarına hapsedilmiş proleteryanın burjuvazi ile hiçbir “ortak çıkarı”yoktur Dünya proleteryası, burjuvaziden ve sömürüden kurtulmak için hapsolduğu Devletlerde kendisini bir duvar misali çevreleyen sınırları temel alarak(çünki mülkiyeti sınırlar belirler) kendi sınıf örgütünü yaratmalı ve bu devletleri ortadan kaldırmalıdır, devamla, Dünya devrimine giden yolda kendisini ve burjuvaziyi yavaş yavaş ortadan kaldıracak geçici bir araç olan proleterya diktatörlüğüne yönelmelidir. Yani Devlet yine mülkiyetin bir başka biçimi olan Proleterya Devleti aracılığı ile zamana yayılarak yavaş yavaş ortadan kaldırılmalıdır Engels in proleterya diktatörlüğüne biçtiği temel rol, Dünya devrimine giden süreçte Devleti hem kavram hem de kurum olarak yok edecek geçici bir araç olduğudur. Çoğu yerde Sosyalizmi ve Komünizmi eş anlamlı olarak kullanan Engelsin Sosyalistlerin veya Komünistlerin özel mülkiyetinde ve yönetiminde olan sınıf mücadelesinin halen sürdüğü proleterya Devletini Sosyalist veya Komünist devlet diye adlandırması ve tanımlaması beklenemezdi. 

Engels bunu çok basit bir cümle ile ifade etmiştir; “Devletin olduğu yerde Sosyalizm yoktur”.çünki her devlet özel mülkiyettir. “Sosyalist Devlet” kavramını Lenin, “Komünist Devlet” kavramını Stalin icat etmiştir.Marx ve Engelsin Dünya Devriminin, öncelikle proleteryası gelişmiş sanayi toplumlarında başlayacağı öngörüsü, 1919 da almanya devriminin yenilgisine kadar o dönemin komünistlerinin ve tabiiki Lenininde yönünün batı avrupaya(özellikle sınıf hareketi diğer avrupa ülkelerine göre görece daha gelişmiş almanyaya) çevrilmesine neden olmuş ve Dünya Devriminin başlayacağı beklentisine sokmuştur. Dünya devrimi başlayacaksa sanayileşmiş ve dolayısıyle proleteryası gelişmiş Avrupa da başlamalıydı, ama almanyada devrim, öylesine güçsüzdüki, 1. paylaşım savaşında yenilmiş moral olarak çökmüş alman ordusunun artıkları tarafından daha doğmadan boğuluyordu, Dünya devrimi başlamamıştı, Rusyalar komünistleri ne yapmalıydı!! Ya avrupada herhangi bir ülkede yeniden Dünya Devriminin başlamasını bekleyeceklerdi yada proleterya diktatörlüğünün geçici bir araç olmasına mukabilen pratik düzlemde gereklerini yerine getirerek Dünya Devrimine hazırlanacaklardı. Ama Rusyali komünistler açıkça ifade etmeseler dahi kapitalizmin ölüm dönemine değilde yükselme, genişleme dönemine tarihlenmiş(veya öngörülmüş) “Dünya Devrimi” teorisini sorunlu görüyorlardı, ve bu sorunu aşmak adına ileride ceberrut Sovyet Devletinin temellerini atacak akıllara ziyan “tek ülkede sosyalizm” in gerçekleştirilebileceğini keşfediyorlardı. Devletin tedrici ölüm sürecini başlatacak Devlet mülkiyetini, ve bu mülkiyetin otoriter gücü olan parti ve orduyu proleteryaya (kaldiki Devrimin başlarında ne düzenli bir parti nede ordu vardı)paylaştırmak, yaymak yerine böylesine “tek bir ülkede(bunu Devlet diye okumak gerekir) sınıfsız toplum” oluşturabilmek, korumak, devamını sağlamak için de doğaldırki güçlü bir Devlete ihtiyaç duyacaklardı.güçlü devletin de proleterlere değil profosyenel yöneticilere ihtiyacı olacaktı. sonrası malum, proleterya devleti zayıflamak bir yana bu ucube Devlet Sosyalizmini korumak için dahada güçlenmiştir “kutsal sosyalist anavatanı”korumak adına emperyalistlerle pazarlıklar yaparak asli görevleri olan diğer ülkelerin devrimlerini desteklemekten, geliştirmekten yan çizmiştir.her şey “kutsal sovyet devleti” için.Sovyetler birliğindeki geriye dönüşün nedenlerini Stalinin ölümünden sonra değil bu “tek ülkede(devlette) sosyalizm” tesbitinin yapılıdığı dönemden itibaren aramak gerekir. Mao, Sovyetler birliğinideki bu sapmanın farkında olarak Devlet mülkiyetini ve otoritesini(parti ve ordu) en küçük komünlere kadar paylaştırmaya ve yaymaya çalışmış ama halk katmanlarında belli bir başarı sağlamasına rağmen özel olarak ÇKP nin genel olarak sovyetler birliğinden miras alınan KP lerin, genel sekreterlikten merkez komitesine kadar bürokratik mülkiyete müsait hiyerarşik yapısından dolayı Devlet yönetiminin(parti) üst kademelerinde başaramamıştır.(denemesine rağmen) oysa Burjuvazi den ödünç alınan Devlet mülkiyetinin sahibi parti de tedricen tasfiye edilerek idare ve yönetim proleteryaya ve komünlere devredilmeliydi, proleterya ve çin özgülünde genel olarak halk, emperyalist saldırılardan korunmak için hem ordu hemde parti olmalıydı. Herhangi bir şeye emek harcadığın ölçüde ona sahiplenir ve korursun, proleterya ve halkın üzerinde, emek sürecine katılmayan, üretmeyen, profosyenel yöneticilerden oluşmuş bir “parti” doğası gereği kendisini ayrıcalıklı mülki zümreye dönüştürür.”sarayda yaşayan biri, ahırda yaşayan biriyle aynı rüyayı göremez”(Marx) buna ilişkin bir örnekte kendi tarihimizden; 90 lı yıllarda Dersim de bir TİKKO komutanı, belli aralıklarla uğradıkları bir köylünün evinde,savaşçılar kuru toprağa oturmasına rağmen sürekli mindere oturur. Köylü komutanı uyarır; “Kewra sürekli mindere oturursan ...ün rahata alışır savaşamazssın“ nasıl yaşarsan öyle düşünürsün.

Proleterya ve Devlet ilişkisi ayrı bir yazının konusu olacak diyerek “ULUS” kavramına geri dönelim Stalin in “Marksizm ve ulusal sorun” adlı broşürünün ilk yazım tarihi ocak 1913, Lenin in “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” kitabının ilk hazırlanış dönemi şubat-mayıs 1914 tür. Resmi tarihe göre 28 temmuz 1914 te başlayan 1.paylaşım savaşının hemen öncesine aittir bu tarihler. Bu paylaşım savaşının patlak vermesine yol açan ve aynı zamanda Stalin ve Lenin e bu eserleri yazdıran aynı nedenlerdir. “Ulusal sorun” a ilişkin Lenininst tezleri, 1. Paylaşım savaşının nedenleriyle birlikte okumak gerekir;; Savaşın, her ne kadar kendi iç pazarında sıkışan Almanyanın, İngiltere ve Fransanın sömürgelerine ve pazarlarına ve çok uluslu rusyalar imparatorluğuna yönelmesinin sonucu olarak çıktığı çoğunlukla kabul görmesine rağmen bir yanıyla eksik ve tek yanlı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın sebebi hem ABD nin hemde Fransa ve İngilterenin emperyalist emellerini gizlemek içindir, Savaş başlamadan önce ABD de üretim fazlası krizi yaşanmaktaydı ve bu üretim fazlazısını dış pazarlara aktarma ihtiyacı duyuyordu, bunun için yönünü İngiliz ve Fransız sömürgelerine ve çok uluslu Rusyalar imparatorluğuna çevirmişti, yine Almanyaya karsı aynı safta olmalarına rağmen İngiltere ve Fransa, Dünyanın birçok yerinde ve özellikle Afrikadaki sömürgeleri üzerinde derin bir rekabet sürdürüyorlardı. Diğer taraftan sömürgeler üzerine bu rekabetin yanında Avrupa nın bir çok yerinde, egemen Ulus un Devlet sınırlarına hapsedilmiş ezilen bağımlı uluslar sorunu yaşanıyordu. En önemlilerinden birkaç örnek;; 19. Yüzyılın ikinci yarısında Garibaldi(1807-1882) önderliğinde hemen hemen hem birliğini hemde bağımsızlığını kazanmış İtalyanın halen Almanca konuşan bölgeleri üzerinde Avusturya ile, Fransızca konuşulan bölgeler üzerinde Fransa ile sorunları devam etmekteydi, Almanca konuşulan Fransa sınırları içindeki, 19. Yüzyılın sonlarında yaşattığı tartışmalarla modern ULUS tanımlamasının ortaya çıkmasına sebep olmuş Alsace bölgesi Almanya ve Fransa arasında sorun olmaya devam ediyordu, 20. Yüzyılın başlarında James Connolly(1868-1916) önderliğinde İngiliz egemenliğine karşı büyük bir kalkışmaya sahne olmak üzereydi, İrlandada sorun tüm yakıcılığıyla devam ediyordu. Almanya ve Rusyalar imparatorluğu arasında Polonya sorunu, Baltık ülkeleri sorunu vd. Stalin ve Lenin in, Avrupanin Uluslar eksenindeki bu çatışmalı ortamında ve gözünü Rusyalar imparatorluğunun Uluslarına göz dikmiş ve Uluslar içinde 5.kol çalışmaları yürüten Emparyalistlerin ULUS tanımlamalarına ve politakalarına kayıtsız kalabilmeleri mümkün değildi. Örneğin Almanyanın sonradan 1. Ve 2. Paylaşım savaşlarında işgal edeceği, SSCB nin dağılmasından sonra Avrupa birliği aracılığı ile bugünde aynı emelleri ve politikaları sürdüreceği , büyük çoğunluğu katolik olan Ukrayna da, ortodoks Rusya ya karşı Ukrayna milliyetçileriyle birlikte bu mezhep farkını kullanarak Ukrayna Ulusçuluğunu geliştirmeye çalışması bile Stalin ve Leninin Emperyalist Ulusçuluğa karşı Marksist bir tavır ve politika oluşturmasına tek başına yeterliydi. Sömürge sorununa ilişkin Marksist bir politika geliştirmek nispeten daha kolay olmasına rağmen, egemen ulusun Devletinin sınırlarına hapsedilmiş ezilen bağımlı ulusların “ulusal sorununa” ilişkin Marksist bir tutum ve politika geliştirmek o zaman yaşadıkları teorik tartışmalarda görüldüğü gibi o kadar kolay değildi. En nihayetinde ULUS ve ULUSÇULUĞUN altında yatan Mülkiyet ve mülkiyetine, tarlasına, toprağına sahip olma isteğidir. Tarlayı, toprağı, pazarı sahibleri adına belirleyen de sınırlardır, Sınırların koruyucusu ise Devlettir sınırların olmadığı yerde Mülkiyetten de sözedilemez. Nihai hedefi Tüm Dünyada sınırları, mülkiyeti ortadan kaldırarak sınıfsız toplum yaratmak olan Marksistlerin, doğaldırki yoketmek istedikleri mülkiyetin örgütlenmiş hali olan ULUS-DEVLET yaratmaları, örgütlemeleri, beklenemezdi. “proleteryayı milliyetine göre ayırmak, örgütlemek karşı devrimciliktir”(Lenin) Ama ortada Emperyalistlerin kendi çıkarları için kaşıdığı proleteryanın birliğini parçalayabilecek burjuva demokratik bir sorun vardı. Lenin bu çelişkiyi, “bir şey yaşamadan ölmez” diyalektik yasasına dayanarak çözmeye çalışmıştır. Ezilen ulus proleteryasının, ezen ulus proleteryasıyla kendisini eşit görebilmesi ve sınıf mücadelesine aynı güçle katılabilmesi için Ulusunu ve Ulusal duygusunu yaşamalıydı. Kendiside bir sahiplenme, mülkiyet sözleşmesi olan Nikah tan “boşanma hakkı” veya “birleşmek için ayrılmak” olarak tanımladığı “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” nı, “yoketmeye, ortadan kaldırmaya çalıştığımız bir şeyi yaşaması için nasıl destekleriz” diye eleştiren ve Devrim teorisine aykırı bulan Rosa Luxemburga, Lenin mealen “bu burjuva demokratik haktan yararlanabilme özgürlüğü oluşturulmuş proleterin bu hakkı kullanmayacağı” ve “sadece bu sorunu çözmek için egemen ulusun zorbalığına,zalimliğine, haksızlığına yönelmiş ezilen ulusun demokratik mücadelesini, proleteryanın mücadelesinin önünde engel teşkil etmedikleri sürece destekleyeceklerini” cevabını verebilmiştir. Lenin, bir şeyin sorun olmaktan çıkabilmesi, ortadan kalkabilmesi için son noktasına kadar yaşamalıdır diyerek ULUSAL SORUN a evrim-ci bir tarzda yaklaşmıştır.

Avrupa özelinde ve Dünya genelinde soruna böyle yaklaşan Aynı Leninin, Rusyalar imparatorluğu ve sonrasında sovyetler birliği bünyesindeki uluslara yaklaşımı ise evrim-ci değil proleterya diktatörlüğüne uygun bir biçimde devrim-cidir. Ekim devriminin akabinde tüm Rusyalar imparatorluğu içindeki komünlerde(sovyetlerde) bolşeviklerin en güçlü oldukları moskova ve Sankt Petersburg(Leningrad) komünleride dahil “sosyalist devrimciler”(köylü devrimcileri olan narodniklerin devamı) çoğunluğu oluşturmaktaydı, orana vurulursa komünlerin çoğunluğunda bolşevikler % 10 u bile geçmiyordu, 1918 in ocak ve ağustos aylarında Lenini öldürme girişiminde bulunan “sosyalist Devrimciler” bu olayları takiben 1-2 yıl içerisinde komünlerdeki çoğunluklarını ve dolayısıylede etkinliklerini kaybediyorlardı. Lenin bu öldürme girişimlerinin soruşturulması görevini RSDİP in önemli kadrolarından polonya kökenli Felix Dserschinski(1877-1926) ye vermişti, bu soruşturmalar içinde KGB nin önceli olan ÇEKA yı kuran organize eden Felix Dserschinski, lenin in talimatları ve yönlendirmesiyle hem komünlerde çoğunluğu elinde bulunduran hemde karşı devrimci terörist faaliyetleri ile bolşevikleri uğraştıran “sosyalist devrmiciler” sorununu kökünden!!! çözüyordu. Diğer taraftan karşı devrimci beyaz ordular(kolçak, denikin, wrangel) özellikle kafkasyada sovyet devrimini tehlikeli bir biçimde tehdit ediyordu, kafkasya ve orta asya tahıllarının ulaşım noktalarının birleştiği ana dağıtım merkezi olan Çaritsin i (Stalingrad, şimdiki Volgograd) ele geçiren karşı devrimci ordular kuzey ve kuzeybatı rusyaları açlıkla tehdit ediyordu, stratejik öneminden dolayı Çaritsini ele geçiren güç tüm Rusların denetimini ele geçirmiş olacaktı (kızıl ordu başlangıcta bu tehditi ortadan kaldırmak için kurulmuştur) 2. Paylaşım savaşında Almanya faşizmi de aynı nedenlerle Stalingradı ele geçirmeye çalışmıştır. Ingiliz ve amerikan emperyalistlerinin askerleri kafkas ülkelerinde cirit atıyordu, işgal altında olan bakü de RSDİP merkez komite üyesi stephan şaumyan 26 halk komiseri ile birlikte bu emperyalistlerın askerleri tarafından katlediliyordu, kısacası emperyalistler Sovyet Devriminin kapısında fırsat kolluyorlardı, işbirlikçiler, ajanlar aracılığı ile 5.kol çalışması yürütüyorlardı, karşı devrimci orduları el altından destekledikleri gibi moskova ve petersburg başta olmak üzere büyük şehirlerde önemli kadrolara yönelik suikastler örgütlüyorlardı. Birde yukarıda değinildigi gibi 1919 da almanya devriminin yenilmesiyle dünya Devrimine ilişkin teorik sorunlarda ortaya çıkmaya başlamıştı.Devrimin ilk birkaç yılında yaşadığı bu sorunların arkasından RSDİP Ukrayna ve Gürcistan sorunlarını önünde buluyordu, Savaş öncesinde ve esnasında Almanyanın, savaş sonrasında ingiliz ve amerikan emperyalistlerinin 5. Kol çalışmaları sonucu her iki ülkede de milliyetçilik oldukça gelişmiş olduğundan proleteryanın birliğini ve Devrimi tehdit ediyorlardı., Ukrayna ve Gürcistan “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” na binaen birlikten ayrılmak istiyorlardı. Üstelik ayrılmak isteyenlerin başını çekenlerde her iki ülkenin RSDİP çizgisindeki “sosyalist” partileriydi. Güricistan ayrılıkçılarına mektup yazarak “ayrılma hakkı” nı saygıyla karşıladığını dile getirerek, kamuoyunda, ayrılmaya karşı olan Stalin le ayrışma görüntüsü veren Lenin, RSDİP in belkemğiini oluşturan, Stalinin hakimiyetinde olan kafkasya kadrolarını görevlendirerek mevcut olan sorunu “sosyalist devrimciler” sorununda olduğu gibi proleter bir diktatöre yakışır biçimde kökünden!!! hallediyordu. Ukrayna ayrılıkçılarına karşı ise zehir zemberek ağır bir mektup göndereren Lenin “ayrılma hakkı” na “saygı” yı ukrayna dan esirgeyerek, yine RSDİP in önemli bir kadrosu olan Ukraynalı Frunze(1885-1925) yi Kiev e sorunun halli için gönderiyordu. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacığı gibi, yaklaşık 10 gün kiev de kalan Frunze, Proleterya Diktatoryasının hakkını vererek Moskova ya döndüğünde Kiev de ayrılıkçıların öncüleri ayrılık ideallerini devam etttirebilecek fiziki varlıklarını dahi devrime bağışlamışlardı.

1. Paylaşım savaşının öncesinde, esnasısında ve hemen sonrasında hem çok uluslu rusyalar imparatorluğuna hemde birbirlerinin sömürgelerine ve ezilen bağımlı uluslarına göz dikmiş Emperyalistlerin bu yayılmacı “ULUS” politikalarına karşı Marxist bir perspektiv oluşturmak, proleteryanın kavgasında sorun oluşturabilme potansiyeli yüksek olduğundan dolayı gerekliydi. Yani politik bir ihtiyaca cevap olabilme adına emperyalist paylaşım sürecinin dayattığı taktiksel bir perspektivdi, her ne kadar sonrasında takipçileri tarafından soruna stratejik yaklaşılmasına rağmen. Nitekim Lenin in batı avrupa ve dünyadaki ezilen bağımlı uluslara yaklaşımı ve pratiği evrimci UKKTH na uygunken önce rusyalar imparatorluğu sonrasında sovyetler birliğindeki uluslara yaklaşımı ve pratiği ise tamamen proleterya Devriminin somut ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir. Esas olarak ezen ulus burjuvazisi ile ezilen bağımlı ulus burjuvuzisi arasında mülkiyet kavgası olan “ulusal sorun” burjuva bir haksızlık içermesiyle burjuva demokrasisi kapsamındadır. Proleterya devletinde, sosyo-ekonomik koşullara bağlı olarak eğer demokratik devrim gerekli ise ancak mülksüzleştirmenin hemen öncesindeki demokratik devrim kapsamına girer. Lenin in, UKKTH ile devrim arasındaki çelişkiyi gidermek adına “proleteryanın mücadelesine engel olmadığı sürece, destekleyeceğiz” dediği bu “burjuva haksızlığı” ortadan kaldırmaya yönelen “demokratik muhteva” sovyetler birliğinde Devrimin çıkarları gereği desteklenmemiştir.

ULUS burjuvazinin oluşturduğu sadece tarihsel bir döneme tekabül eden geçici bir mülkiyet birliğidir, ULUS-DEVLET in sınırları bu mülkiyeti oluşturur, sınırlanan her şey beraberinde idari bir denetimide yaratır. esas görevi yeryüzünden mülkiyeti kaldırmak olan komünistlerin ilk hedefi ise bundan dolayı Ulus devlet sınırlarıdır. Buradan anlaşılacağı gibi yeni sınırlar oluşturmak komünistlerin varlık gerekçesine aykırıdır. Komünistlerin varlık gerekçesi özel olarak proleterya genel olarak halktır.

Halk nedir ve ulus ile farkı nedir sorusuna, fransız ütopik sosyalistlerinden biri olan Saint Simon(1760-1825) mealen şöyle cevap verir; “Kralı, kraliçeyi, prensleri, prensesleri, soyluları,genaralleri, derebeylerini Fransadan çıkarırsak geriye ne kalır? Fransa kalırdı. peki işçileri, köylüleri, memurları, zanaatkarları Fransadan çıkarırsak geriye ne kalır? Fransa kalmazdı” bir Devlet en başta proleterya olmak üzere halk katmanlarının emeği üzerine inşaa edildiğinden dolayı Burjuvazi, Devletin sürekliliğini sağlamak için halkı “ortak çıkarlar” yalanıyla uyutmaya çalışarak yalanı kurumsallaştırır. Bu yalanı, “korkan otoriteye sığınır” düsturuyla halkı korkutarak beslemeye, canlı tutmaya çalışır. Klişeleşmiş yalanlarıda üç aşağı beş yukarı bütün devletlerde aynıdır. “hepimiz aynı gemideyiz, batarsak hepimiz batarız, işini kaybedersin, evini kaybedersin, refahını kaybedersin, canını kaybedersin” vb. Bu korkutmanın halk katmanları içindeki etkisi, sahip oldukları mülkiyetin azlığına, çokluğuna bağlı olarak farklılılık gösterir, aşağıdan yukarıya mülkiyet arttığı oranda korkunun etkiside artar, en alttaki mülksüzler olarak “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan proleterya”da bu korkunun etkiside üst sınıflara oranla en alt düzeydedir. Komünistlerin örgütleyeceği, önderlik edeceği ve iiçinden çıkacağı proleterya sınıfı, sistemle mülkiyet bağı olmadığından dolayı bu “korku” yu en çabuk parçalayacak en devrimci sınıftır, komünistlerin proleterya ile ilişkisi Komünizme kadarken halkın diğer katmanlarıyla ilişkisi sömürü koşullarına bağlı olarak dönemsel olduğu gibi demokratik devrimin tamamlanmasına kadardır. Komünistlerin halkın diğer katmanlarıyla ilişkisi bu sürecte proleteryadan sonraki en alttaki sınıftan itibaren üst sınıflara doğru yukarıda dile getirilen mülkiyet eğrisine bağlı olarak güçlü ilişkiden zayıf ilişkiye bir hat izler. Sözgelimi bir sömürgede veya işgal altında bir ülkede eğer gerekiyorsa milli burjuvazi ile ittifak ilişkisi emperyalist tehlike ortadan kalkana kadar sürebilecekken, küçük burjuvazi ile ilişkisi demokratik devrim tamamlana kadardır. Burada bahsi geçen “halk” Marxist ekonomi-politikte, etnik bir topluluğu veya bir milliyeti tanımlamak için kullanılan sosyolojik bir kavram değil, aksine ezilen, sömürülen sınıfları tanımlamak için kullanılan iktisadi bir kavramdır. Bir ULUS-DEVLET sınırları içinde, üretim araçlarıyla birlikte üretici güçleri oluşturan proleterya ve diğer halk katmanları, üretici güçlerini mülkiyetini elinde bulunduran burjuvazinin egemenliğinde milliyet ayrımı olmaksızın tek bir PAZAR a hapsedilmiştir, bizim söze “çeşitli milliyetlerden Türkiye proleteryası” diye başlamamızın bilimsel dayanağı bu ekonomi-politik gerçekliktir, yoksa mevcut sınırları meşru gördüğümüzden değil. Bir devletin sınırları içinde iki ve daha fazla pazardan sözedilmeyeceğinden dolayı iki ve daha fazla halktanda sözedilemez. İki ve daha fazla Milliyetlerden sözedilebilir, ama iktisadi bir kavram olan halk ile sosyolojik bir kavram olan milliyet karıştırılmamaladır. Buradan da anlaşılacığı gibi, bir TİKKO gerillasının, bir PKK gerillasıyla yaptığı röportajda, “iki halkın birleşik mücadelesine ilşkin görüşünüz nedir” ve sanki kendisi Sadece Türk halkı adına ordaymış gibi “burdan Türk halkına bir mesajınız varmı” sorusunda ifadesini bulan “halkların birleşik devrimi” anlayışı Marksist devrim teorisinden ciddi bir sapmadır. Halk, sınıfsal bir kategori olarak değerlendirilmeksizin, içinde bütün sınıfları barındıran ezilen, baskı altında olan bir ulusu, etnisiteyi, milliyeti tanımlamak için kullanılırsa, hem ezilen ulus burjuvazisi ve mülkiyet arzusu gözden kaçırılarak ezilen ulusun sadece halk katmanlarından oluştuğu yanılgısı ortaya çıkar hemde bu yanılgının doğal sonucu olarak egemen-ezen ulusuda tehlikeli bir biçimde sadece “halk” olarak görme eğilimi baş gösterir.(ezilen Kürt Halkı, ezen Türk halkı gibi) Lafızda gerçeğin öyle olmadığı söylensede Kendine “sol” “komünist” diyenlerin legal yayın organlarında bu tehlikeli eğilimin örneklerini görmek mümkün. Örnegin 2015 milletvekili seçimlerinden hem önce hem de sonra Kürt ulusal hareketi ile “ittifak” yapmış bu “sol” “komünist” çevreler, beklentileri karşılanmayınca “Türk halkının” ezilen “Kürt halkının” sorununa duyarsızlığından dem vurup, kendi varlık gerekçeleri olan “Türk halkını” elitist burjuvalar gibi aşağılamaları, neden duyarsız olduklarını araştırmak, sorgulamak ve bilince çıkarmak yerine halkı yargılamaya kalkmaları işin vehametini gözler önüne sermektedir. Veya Ankaranın kalbi olan Kızılayda Kürt milliyetçileri tarafından halktan 37 kişi katledildiğinde dostlar alışverişte görsün hesabı “sivillere yönelik eylemlere karşıyız” diyerek bu katliamı yapanlarla “ittifakı” devam ettirmede bir sakınca görmemeleri, hiçbir utanç belirtisi göstermeden bu “ittifakı” aklamaya çalışmaları ezen Ulusu sadece ezen halk olarak görme eğiliminin bir sonucudur.” Kürt halkının” yaşadıkları acıları anlasınlar diye “Tırk” şehri Ankaradada “Türk halkı” katledilmelidir!!!! borç para almak için gittiği evden boş dönen bir köylüyü yanlışlıkla tutuklayan “Türk” İbrahim, yanlışlığını anlayınca o köylünün düşmanlığını kazanmamak için defalarca hem özür diler hemde af diler üstelik kendisininde şiddetle ihtıyacı olan cebindeki tüm parayı o köylüye verir. Komünist olarak varlığını borçlu olduğu halkın düşmanlığını kazanmamak için nerdeyse yalvaran, halk olmadan bir hiç olacağı bilincinde olan “Türk” İbrahimden bu yana, halkın düşmanlığını kazanmayı ve halkı kaybetmeyi umursamayan “ibrahimin takipçisi” olduğunu iddia eden, milliyet örgütlemeye soyunmuş, tüm bir Ulusu halk olarak görme eğiliminden dolayı gerçek halkın önünde konumlanma becerisini yitirmiş “komünistlere” muaazzam bir yol katetmişiz Halk kendi yolunu egemenlerden etkilenmeden bulabilme basireti gösterebilse öncüye, öndere, yol göstericiye, devrimciye, komüniste ihtiyaç duymaz.hele hele kendisini katledenlerle kolkola girenlere hiç ihtiyaç duymaz

Hal böyle olunca, pratiklerine uygun bir teori oluşturmak için ibrahimin portresi etrafına çeşitli renklerde şeritler çekerek, ibrahim’in Kürt Ulusal sorununa yaklaşımıda sulandırılarak renklendirilmeye çalışılır.ibrahim’i milliyetçiliğe yakınlaştırmak için kürt milliyetçi kadrolardan Marksist yaratmaya çalışarak İbrahim’le aynılaştırılmaya çalışılır. PDA revizyonistleriyle Ulusal sorun üzerine giriştiği tartışmalarda ibrahim, “halkın kendi kaderini tayin hakkı” önermesine şiddetle karşı çıkarak “böyle bir önermenin sosyalist Devrime tekabül edeceğini” ve “ulusal baskının sadece halka değil tüm ulusa uygulandığını” ve “o yüzden ulusların kendi kaderini tayin hakkı önermesinin doğru olduğunu” ifade etmesine rağmen bugün “ibrahim’in takipçileri”iddiasında olanlar ibrahimin kemiklerini sızlatırcasına yayın organlarında PDA revizyonistleri gibi “Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı” gibi cümleler kurabilmektedirler. Halkı iktisadi bir kavram, sınıfsal bir kategori olarak görebilme, değerlendirebilme kabiliyeti yada acı bir şekilde niyeti ortadan kalkmışssa, Komünistler kendi varlık gerekçeleri ni yitirmiş demektir, en vahimide varlık gerekçelerini yitiren komünistler, “ulusal haraketleri sınıf mücadelesinin önünde engel teşkil etmediği sürece destekleriz” diyen Lenin e mezarında takla attırırcasına “kürt halkının temsilcisi” olarak gördükleri, ezen ulus burjuvazisi ile pazarlığa oturan ezilen ulus milliyetçilerinin “çözüm(pazarlık) sürecininin hassassiyetleri var ona göre davranalım” telkinleri sonucu, askeri savaşımı sıfırlayarak, yada pazarlık süreci kesintiye uğradığında kendisini bu bahsi geçen milliyetçilere yedekleyerek kendi iradeleriyle sınıf mücadelesinin önünde engel yaratırlar. “kürt halkı” kürtlüğe, “türk halkı” türklüğe indirgenirse ve halk sadece etnisiteye, milliyete veya daha geniş anlamıyla ulusa indirgenirse “halk-lar” çoğalmaya başlar, “halklar” diye bahsedilen milliyetlerin, ulusların ortaklaşması adına “halkların birleşik devrimi” gibi ucube kavramlar ortaya çıkar. Pek tabiiki bu çarpıklığın sonucu olarak “enternasyonalist dayanışma” dedikleri şeyde türklüğün, kürtlükle dayanışması olarak milliyetçi bir karaktere dönüşecektir. Bir kez daha yineleyelim, Tek Pazar ilişkilerinin hakim olduğu bir ulus-devlettte iki halk olmaz.

Marx ın „burjuva aptallığı içinde bir dahi” olarak tanımladığı ingiliz filozof-hukukçu, pragmatizm(faydacılık) in önemli teorisyenlerinden biri olan Jeremy BENTHAM(1748-1832) tarafından ilk olarak kavram haline getirilen İnternational(Enternasyonal) kavramı da sol ölçülere göre başlangıçta olumsuz anlamlar içermekteydi. İngiltere sömürgeciliği o zamanlarda diğer ülkelerle olan ticarette o ülkelerin pazarını koruyan gümrük duvarlarına ve koruyucu yasalarına çarpıyordu.

Malların dolaşımına engel olan bu durum ve yarattığı sorunlar ülkelerin iç hukuku(municipial law) ile aşılamıyordu.Bentham bu sorunu aşmak, yani ingiltere sermayesinin ve mallarının daha rahat dolaşımıını sağlamak adına bu ülkelerinin iç hukukunun üzerinde Devletlerarasında yapılacak anlaşmalarla yasal zemini hazırlanacak Uluslararası Hukuk(international law)un oluşturulması gerektiğini teorize ediyordu. Enternasyonal kavramının tarih sahnesine ilk çıkışı bu emperyalist ihtiyacın sonucudur.

Kavram sonrasında hukuk zemininden çıkarak daha geniş alanlara yayılmış, emperyalist ilişkilerin gelişmesiin etkisiyle uluslar arasındaki her türlü , ticari, hukuksal, politik, kültürel ilişkiyi tanımlar hale gelmiştir. Esas olarak proleterya ve halk için olumlu anlamı Ingiliz sendikacılar ve fransız göçmenler tarafından 1864 yılında londrada kurulan 1.Enternasyonal(Internationale arbeiterassoziation-IAA) ile başlar. 13 ülkeden çeşitli işçi örgütlerinin,sendikalarının, sosyalistlerinin, anarşistlerinin hatta cumhuriyetcilerinin(italya) katılımıyla gerçekleşen toplantıya Londra da yaşayan alman işçi örgütlerinin davetiyle katılan Marks, Enternasyonal in teorik ve pratik genel hatlarını, hangi ihtiyaçtan doğduğu, hangi amaca hizmet edeceği gibi konularda ayrıntılı açıklamalarda bulunarak Enternasyonal’in yönlendirici otoritesi olmuştur.Devlet sınırları ile parçalanmış uluslararası proleteryanın karşılaştığı sorunların tartışıldığı bir kurum olmak ve çeşitli ülkelerdeki sosyalist örgütlerin birlikte hareket etmesini sağlamak, özel mülkiyeti, sürekli orduları,sınırları ortadan kaldırmak gibi hedeflerle yola çıkmış Enternasyonal daha sonraki toplantılarında Marks ve Bakunin arasında gerçekleşen Komünizm ve Anarşizm tartışmaları sonucu bölünerek zayıflamasına rağmen varlığını 1876 ya kadar sürdürmüştür.1889 da kurulan, Marxist Terminolojide revizyonist olarak tanımlanan 2.Enternasyonal 1.Dünya savaşının başlamasıyla üye sosyal demokrat partilerin uluslararası proleter dayanışmayı ve mücadeleyi yükseltmek yerine kendi ülkelerinin hükümetlerinin savaş kararlarını desteklemesinden dolayı dağılmıştır.

Leninin inisiyatifinde 1919 da moskova da, Marxın 1. Enternasyonalde formüle ettiği temel hedefler doğrultusunda kurulan 3.Enternasyonal(komintern) çeşitli ülkelerden Komünist partilerinin bir üst örgütü olarak dünya devriminin öncüsü, önderi olacak DÜNYA KOMÜNİST PARTİSİ olarak tanımlanmıştı. Her ülke komünist partisi bu üst partinin bir seksiyonu olarak, nihai hedef olan Dünya Devrimini gerçekleştirmek için öncelikle yaşadıkları Devleti ve sınırları ortadan kaldırmayı hedefleyecek, ve bu mücadele sırasında diğer ülkelerin KP leriyle dayanışma içerisinde olacak, destek olacak koşullar gerektiriyorsa ve “vatanı olmayan Komünistler” Devrim durumu kendi ülkesinden daha ileride ise bizzat o ülkede mücadeleye katılıp savaşacaktıda.

Demekki neymiş;; Enternasyonalizm , KOMÜNİST partilerinin nihai hedef olan komünizme ulaşmak için birbirleriyle, yardımlaşma, ortaklaşma ilişkisiymiş, yoksa bugün, milliyetleri tanımlamak için iktisadi bir kavram olan “halk” kavramını kullanan, şakülü kaymış birilerinin iddia ettiği gibi milliyetlerin veya ulusların dayanışması değil.

M.Gül Bern, 15.08.2016

61385

M.Gül

M.Gül  sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

M.Gül

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Sayfalar