Cuma Mart 29, 2024

Partizan: “Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!”

Yaklaşan referanduma ilişkin bir açıklama yapan Partizan, “HAYIR” diyeceğini duyurdu. “HAYIR’ı kitlelerin kendine güvenini ve umudunu faşizme karşı yeniden yeşertme ve egemenlerin kaosunu böyle derinleştirme aracı olarak kullanacak, Cizre bodrumlarında 150’ye yakın insanla yakılarak katledilen Mehmet Tunç’un ‘Teslim olmayacağız, diz çökmeyeceğiz’ çığlığını ‘Diz çökmeyeceğiz, HAYIR’ diyerek taşıyacağız” diyen Partizan’ın açıklaması şu şekilde:

Diz çöktürme ve teslim almaya karşı güçlü bir çıkış için HAYIR!

3. dönemine evrilen OHAL’in, faşist Kemalist diktatörlüğün keyfiyeti ve zalimliğini artıran uygulamaları eşliğinde, Nisan ayında gerçekleşecek bir referandum sürecine doğru hızla ilerlemekteyiz. Aslında özellikle 2015 yılının 2. çeyreğinden itibaren yaşanan gelişmelere baktığımızda bugünkü durumu “hızla ilerlemek” olarak tarif etmenin hafif kaldığı, durumu tam karşılamadığı ortadadır. Adeta işçi-emekçiler, kadınlar, LGBTİ’ler, Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Nusayriler ve bütün ulus, azınlık, inanç ve cinsel kimlikten halkımız; emperyalist-kapitalist sistemin çıkmazlarının şekillendirdiği faşist egemen güçler tarafından uçuruma sürüklenmekte; buna karşı “köpeklerin salındığı, taşların bağlandığı”* yöntemlerle devrimci, demokratik, yurtsever güçlerin mücadele kanalları tıkanmaya ve bir bütün halkımız “nefessiz” bırakılmaya çalışılmaktadır.

Ancak gelinen süreci değerlendirebilmek için ülkemizde ve dünyamızda yaşanan gelişmeleri iyi değerlendirmek şarttır. Keza usta şair Nazım Hikmet’in de dediği gibi “Ne ah edin dostlar, ne ağlayın! / Dünü bugüne / Bugünü yarına bağlayın!” Bu görev, ezilenlerin mücadelesine dair kaygı taşıyan, kendisine misyon biçen komünist, devrimci, demokrat ve yurtsever tüm güçlere aittir!

Bu yapmadığımız ya da eksik yaptığımız vakit demokratik halk devrimi mücadelemizin hayat bulması, yeşermesi ve kökleşmesi bir rüyadan ibaret olup “güzel hayaller”e ve bizler de “hayalperestler”e dönüşürüz! Sınıf mücadelelerinin şekillendirdiği insanlık tarihini/kendi tarihimizi bilmediğimizde, bugüne oradan can ve kan bedeliyle geldiğimizi kavramadığımızda köklerini bilmez, tanımaz ve buraya tutunarak güçlü bir ağaç/orman haline gelme görevinden ve amacından uzaklaşırız. Ancak geçmişe takılıp kalarak, bugünü geleceğe bağlama misyonunu unutursak eğer, kendisini ezilenlerin mücadelesine karşı her daim yenilemek için burjuva ideologlarıyla hazır kıta bekleyen egemenlerin saldırılarına karşı tarih sahnesinden yavaş yavaş ya da bir anda yok olmayı göze almış; yani kaderimizi, yani devrimden çıkarı olan tüm halkımızın kaderini egemenlerin ellerine teslim etmişiz anlamına gelir.

Ancak bilinmelidir ki buna niyetimiz yok!

Ezilenler isyanda, egemenler “hayalet” karşısında telaşta!

Yakın tarihe kısaca göz attığımızda 2008 yılının son aylarında emperyalist-kapitalist sistemin patlak veren ekonomik krizi; kısa bir süre sonra ABD, Portekiz, Meksika, İspanya ve Yunanistan’da yoksulluk, işsizlik ve yolsuzluklara karşı sokaklara dökülen milyonların karşısında siyasi krize dönüşmüştü. Bu siyasi kriz, özellikle 20. yüzyılın tamamı ve 21. yüzyılın başlarından itibaren emperyalistlerin savaş alanına dönüşmüş olan, kaynayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında 2010 yılının son günlerinde işsiz üniversite mezunu bir gencin kendini ateşe vermesinin ardından patlak veren isyanlar sonucu derinleşmişti.

Ülkemizde ise Gezi İsyanı, Mayıs-Haziran 2013’te İstanbul-Taksim’de yaşam alanlarını koruma mücadelesinin fitili yakmasıyla patlak vermiştir. 10’dan fazla insanın katledildiği, yüzlerce kişinin yaralandığı; gözaltı ve tutuklama furyasıyla bastırılmaya çalışılan bu isyan, halkın kendi gücüne olan inancını artıran, demokrasi bilincini geliştiren, egemenlerin üzerinden yükseldiği şovenizm-cinsiyetçilik-homo/transfobi duvarlarında kırılmalar yaşatmıştı.

Egemenlerin telaşı yalnızca bununla sınırlı değildir. Suriye topraklarına bir akbaba misali göz diken AKP’nin kumanda ettiği Kemalist faşist diktatörlük, Kürt ulusal hareketinin önderlik ve inşa ettiği Rojava Devrimi’yle karşılaşmış, hevesi kursağında kalmıştır. Rojava Devrimi ve Suriye’deki iç savaş, egemenlerin de kabul ettiği bir gerçeklikle “dış mesele” değil, “iç mesele” halini aldığından buradaki her politikası ülkede yansımasını bulmuştur. Özellikle DAİŞ’in Kobanê’ye saldırmasına sevinen egemenlere karşı Kürt ulusal güçlerinin önderlik ettiği ve devrimci güçlerin de içerisinde yer aldığı Kobanê serhildanları ile günler süren çatışmalar yaşanmış, 50’den fazla insan devlet ve devletin kontra güçleri tarafından katledilmişti.

Faşizme ruhunu veren; “diz çöktürme” politikasıdır!

Şengal ve ardından Kobanê’de çatışmaların sürdüğü ve ülkede art arda 4 seçime gidildiği günlerde Eylül 2014’te Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na sunulan ve Genelkurmay Strateji Plan Dairesi, Strateji Şube Müdürlüğü’nün “Çöktürme” planı adını verdiği “gizli” ibareli eylem planı hazırlanmıştır. Bu plan; Sri-Lanka’da Tamil ülkesinin bağımsızlığı için mücadele eden Tamil Kaplanları örgütüne karşı uyguladığı “Gömme-Silme” eylem planı ve Saddam Hüseyin ile Kimyasal Ali (Ali Hasan El-Mecid)’nin Irak Kürdistanı’na 1987-1988 yıllarında uyguladığı Xalepçe katliamı ile zirve yapan “Enfal” operasyon planının birebir kopyası ve başta Kürdistan coğrafyası olmak üzere ülkeye uyarlanan halidir. Bu eylem planının bir benzerini de Kolombiya devleti FARC’a uygulamış, bu operasyonlarda FARC’ın lider kadrolarının dörtte üçü nokta operasyonlarıyla katledilmişti. Keza hatırlanacağı üzere daha yakın zamanda Amed Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın gözaltına alınmadan bir gün önce mecliste tanık olarak dinlendiği (daha doğrusu sanık gibi sorgulandığı) görüşmede “Barış olmalı” diyen Kışanak’a AKP’liler tarafından “Sri Lanka’da nasıl olduysa burada da barışı sağlayacağız” cevabı verilmişti.

Sri Lanka’nın “Gömme-Silme” eylem planı kapsamında 2006-2009 yılları arasında Sri Lanka faşist hükümeti Tamil Kaplanları ve onlara yakın oldukları varsayılan en az 42 bin kişiyi katletmiş, on binlerce kişiyi yaralamış, binlerce kadına tecavüz etmişti. Irak Kürdistanı’ndaki Enfal sürecinde ise insan cenazeleri yerlerde bırakılarak, şehitlikler bombalanarak, kimyasal silah kullanılarak direnenlerin moral ve direnci düşürülmeye çalışılmış; Kürtler topluca katledilerek toplu mezarlara gömülmüş, bölgedeki demografik yapı değiştirilmeye çalışılmış, Xalepçe katliamı ile binlerce kişi katledilmişti. TC’nin “Çökertme” planından yansıyan ise yapılacak operasyonlarda “10 bin ila 15 bin imha, 8 bin civarı yaralı, 5-7 bin arası tutuklama, bombalanmış küçük ve büyük yerleşim alanlarında 150-300 bin civarı insanın yer değiştirmesi” planlanmasıydı. Bu benzerliklerin yanı sıra Kimyasal Ali’nin o döneme damgasını vuran “Kürdistan’da yıkılmadık tek bir Kürt evi kalmayacak” sözü ile bugün AKP ile faşist blok kuran MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak” söyleminin yakınlığı aynı zamana faşizmdeki akrabalıklarını, Kürt düşmanlığındaki kardeşliklerini göstermektedir.

Sürece “Çöktürme” adı verilmesi derinlemesine değerlendirilmelidir. Keza bahsi geçen kavram, aslında ülkede var olan sınıflar mücadelesini hedef almakta, bir bütün bu coğrafyanın işçi ve emekçilerinin, ezilen ulus, azınlık ve inanç topluluklarının yan yana gelme ve birlikte mücadele etme umudunu yok etmeyi arzulamakta, kamplaştırma ve taraflaştırmanın yanı sıra tüm devrimci, ilerici ve yurtsever güçlere diz çöktürmeyi, faşizmin resmi geçidiyle direnenleri teslim almayı istemektedir. Her fırsatta ifade ettikleri “milli seferberlik” tam da bu konudadır. Bu seferberlik; on binlere varan sayıda insanın KHK keyfiyetiyle işten atılmasıyla, işsizliğin milyonlara ulaşmasıyla, krizin faturasının işçi ve emekçiye kesilmesiyle, Aliboğazı’ndan Lice kırsalına gerillalara dönük sürdürülen operasyonlarla, HDP’ye dönük gözaltı ve tutuklama teröründen Kürt kentlerinin yakılıp bombalanmasına kadar geniş yelpazedeki saldırılarla, demokratik alanda devrimci, demokrat ve yurtseverlerin kazanımlarının yok edilmesiyle, “gözaltında kaybetme”, sokakta infaz gibi yöntemlerin yeniden devreye sokulmasıyla hayata geçirilmektedir.

Egemenlerin ekonomik ve siyasi krizine karşı ayağa dikilen başta Kürt ulusu olmak üzere tüm direnenlere; işçilere, emekçilere, kadınlara, LGBTİ’lere “diz çöktürmek”, Kemalist faşist diktatörlüğün sürece ruhunu veren yönelimidir. Keza bu konuda yaşadığı tıkanıklığı açma ve rejimi, kendi çıkarlarına uygun şekillendirme amacı taşıyan başkanlık sistemini hayata geçirmeleri ancak böyle mümkün olacaktır!

Mehmet Tunç’un “Teslim olmayacağız” çığlığını “Diz çökmeyeceğiz, HAYIR” diyerek taşıyacağız!

İşte böylesi deneyimlerden geçerek, halkın önüne koyu bir barikatın koyulduğu bir ortamda “Cumhurbaşkanı güçlenerek nerede ise mutlak siyasal güç halini aldığı; KHK çıkartma yetkisi ile yasamanın, atamalar yolu ile yargının alanını kapladığı; Anayasa Mahkemesi’nin denetim vasfı sonlandığı; Meclis sembolikleştiği” içerikte bir anayasa değişikliği gündeme getirilmekte ve referanduma gitmekteyiz.

Öncelikle altını çizmek gerekir ki, anayasalar ya da diğer yasalar egemen sınıfların çıkarlarını tahkim etmek ve ezilenlere sınır belirlemek amacıyla oluşturulmuş burjuvazinin “demokrasi” aldatmacasına ait ideolojik metinlerdir. Hele de 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası ile getirilen bir metin olan 1982 anayasasının kendisi ve bu ortamda buna yapılacak dizaynda halkın hiçbir çıkarı söz konusu bile değildir! Faşist Kemalist Diktatörlük ayakta olduğu müddetçe de bu metinlerin asıl nitelikleri hep ortada olacaktır! Kötünün kötüsüne hayır demek kötüsünün iyisini seçmek anlamına gelmez. Referandumu ele alırken bu metin değişimleri üzerinden değil, bu metin değişimlerine neden olan toplumsal gelişmeler üzerinden ele almak zorunluluktur.

Anayasal düzenlemeyle hayata geçirilmek istenen başkanlık sisteminin ilk uygulamaları günümüzde prova edilse de, başkanlık sisteminin kendisi daha kapsamlı saldırıları içeren ve süreklilik arz eden bir sistem olarak hayatımızda yer alacaktır. Birçoklarının iddiasının aksine “başkanlık sistemi”, Erdoğan’ın kişisel hırsı ve arzuları ile bağdaştırılamayacak oranda egemenlerin geleceğiyle iç içedir. Yukarıda bahsini ettiğimiz sürecin egemenleri getirdiği nokta kriz ve çıkmazdır. Ve önümüzdeki sürecin bu kriz ve çıkmazın derinleşeceği dönemler olacağı bizler kadar egemenlerin de malumudur. İşte başkanlık sistemi, tam da bu sürece hazırlıktır. Hazırlığı yapılan savaş konseptine uygun bir şekilleniş olan başkanlık sistemi; politikaların tek bir cepheden ve tek elden düzenlenmesini, karar alıp uygulamada kesintisiz ve hızlı bir süreci ve ardından işlenen suçlar karşısında yargılanmama güvencesini öngörmektedir. Devlet hızlıca karar alıp ve hiç vakit kaybetmeden uygulamaya geçebileceği bir yasal düzenlemeye geçmektedir. Devletler, savaş-savaş arifesinde ya da çöküş aşamasında görüyorsa kendini hızlı karar alıp uygulayabileceği bir formatta yeniden düzenlenir. Durum Türk devleti açısından böyledir; Partili Cumhurbaşkanlığı, devletin savaş dizaynına uygun şekillenmesinin bugünkü adıdır.

AKP-MHP bloğu ve gizli destekçisi “muhalefet” postunda CHP’nin milliyetçi, şoven saldırılarını sürdürdüğü, devletin tüm imkânlarını kullandığı, kendi hukukunu dahi tanımadan tüm direnenlere terör uyguladığı bu dönemde “HAYIR” demenin egemenler tarafından hedefe konulmak, ezmek ve kontra güçlerine ezdirmek için yeterli olduğu görülmektedir. Ancak buna rağmen devletin iki senedir uyguladığı “diz çöktürme”, sokağa çıkanları evine hapsetme ve karamsarlık uçurumundan atma projesi karşısında “HAYIR” diyerek bir araya gelinmesinin yarattığı umut ve yeniden ayakları üzerine dikilme hali, bizler açısından referandumda tavrımızın esas kaynağını ortaya koymuştur. Ancak ilk elden belirtmeliyiz ki; yeni anayasa değişikliğiyle “cumhuriyetin elden gittiği, laikliğe sahip çıkmak için var olan anayasada ısrar etmek gerektiği” yönlü argümanlar anlamsız ve sisteme su taşıyan, şu an devleti dikte eden kliğe karşı muhalif olan kliği güçlendirecek söylemlerdir. Keza bu anlayışın bayraktarlığını yapan CHP’nin niteliği ortadadır. Onun “muhalefetten” anladığı; HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanmalarına neden olan değişikliklerde, Ermeni ve Kürt düşmanlığında AKP-MHP bloğu ile hareket etmek, mecliste kavga-dövüşle sınırlı bir “muhalif” postuna bürünmektir.

Bu yüzden de ortaya koyacağımız “HAYIR”ın ne egemenlerin anayasaları arasında bir tercih ne de CHP ve ona yedeklenen güçlerin popülist rüzgarına yedeklenme olmadığı bilinmelidir. Ortaya koyduğumuz “HAYIR”, egemenlerin “çökertme” planları karşısında yeniden ayağa dikilmenin umudunu inşa etme araçlarından sadece biri olarak anlam taşımaktadır. Zira bu umudu yeniden yeşertmenin tek yolunun referandum olmadığı da açıktır. Referandumu kapsayan öncesi ve sonrasıyla derinleşecek olan kaos karşısında halk kitleleriyle buluşmalarımızı artıracak “HAYIR”ın egemenlerin ekonomik ve siyasi krizinin faturasını halka kesmesine izin vermeyeceğimizi anlatan bir nitelikte çalışmalarla örülebileceğinin farkında olmalıyız!

Anayasa değişiklik paketi, AKP’nin faşist Kemalist diktatörlüğün boşluklarını doldurma ve çıkmazlarını yeniden tahkim amacı taşıdığından uzun erimli bir projedir ve referandumda “HAYIR” çıktığında dahi sonlanacak bir mesele değildir. Bu yüzden örülecek “HAYIR” çalışması, sistemin doğrudan kendisine odaklanarak inşa edilmelidir. “HAYIR”ın kitleler üzerindeki etkisini, kazandıracağı moral ve imkânı; egemenler açısından yaratacağı sarsıntıyı küçümsemeden, önümüze koyacağımız çalışmalarla bu süreci en iyi şekilde; yani kitlelerle sıkı ilişkiler kurma, bunu örgütlülüğe çevirme fırsatı olarak değerlendirme; devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlerle birleşik mücadeleye yoğunlaşma yönelimiyle değerlendirmeliyiz.

Milyonlar açısından teşhir olan bir gerçeklik var ki, o da, referandum sonucu ne olursa olsun, kaosun; yönetme ve ekonomik krizi ile sistemin meşruluk sorununu daha da derinleşeceğidir. Ancak “EVET” ile ilerleyen bir süreç, egemenlerin kitleler üzerindeki diktasını güçlendirdiği bir atmosferde kaosu derinleştirecekken, “HAYIR”ın yaratacağı kaos halk kitlelerinin elini güçlendirecektir! Bizler açısından önemli olan fark tam olarak budur! Bu sebeple “HAYIR”ı kitlelerin kendine güvenini ve umudunu faşizme karşı yeniden yeşertme ve egemenlerin kaosunu böyle derinleştirme aracı olarak kullanacak, Cizre bodrumlarında 150’ye yakın insanla yakılarak katledilen Mehmet Tunç’un “Teslim olmayacağız, diz çökmeyeceğiz” çığlığını “Diz çökmeyeceğiz, HAYIR” diyerek taşıyacağız!

 

* Hayvanları örnek vererek oluşturulmuş ve olumsuz insani özelliklerle bütünleştirilmiş deyimleri mümkün mertebe kullanmamaya çalıştık. Ancak kimi deyimleri de kullanmak zorunda kaldığımız için belirtme ihtiyacı duyuyoruz, kullandığımız bu deyimler yalnızca durum tariflemeye dönüktür.  

45475

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

Sayfalar