Cuma Mart 29, 2024

Reformculuk çözüm mü?

  

Sınıf bilinçli proleterlerin nihai hedefi ve bu uğurdaki mücadelesi nettir. Onlar, sosyalizm ve nihayetinde komünizmin dünya üzerinde hakim olmasını isterler. Ancak buraya varana kadar çok yoğun mücadelelerden geçilmesi gerektiği ise bir o kadar aşikardır. Bin bir türlü mücadele biçimleri ve asgari ve azami hedeflere hizmet edecek siyasal taktiklere de başvurulması gerekiyor. Bunlar, iradi olarak değil, içinde bulunulan ekonomik ve siyasal koşulların bir sonucu olarak saptanabilen siyasal taktiklerdir.

Son seçimlerde HDP’nin desteklenmesi elbette bir çözüm değildi. Bunun çözüm olmadığı, ama faşizme karşı burjuva demokrasisinin tercih edilmesi, burjuva demokrasisi içinde de reformların desteklenebileceği gerçeğinden hareketle HDP desteklendi. Salt bununla da sınırlı değildi; HDP barajı geçmesi halinde, AKP ve Erdoğan faşist diktatörlüğünün önüne kısmen set olacağı ve işçi sınıfı açısından da bir soluklanma yaratacağı olasılığının varlığından dolayıydı. 7 Haziran gecesi, Erdoğan’ın inine çekilerek salyalarını kitleler üzerine salamaması bunu doğruladı.

Burada, HDP’nin desteklenmesini “tasfiyecilik” olarak görenler elbette yanılıyor. HDP’yi bir amaç olarak görüp desteklemek ayrı, koşullardan kaynaklı bir siyasal taktik olarak desteklemek ayrı. Lenin önderliğindeki Bolşevikler, Çar’a karşı Rus burjuvazisini desteklemişlerdi.1. Bu, despotizme ve feodal gericiliğe karşı burjuva demokrasisinin desteklenmesi ya da tercih edilmesiydi.

Bugün temel çelişme burjuvazi ile işçi sınıfı arasında olmasına karşın, toplumsal yapı içinde bu sınıfların dışında işçi sınıfına yakın ara tabakaların ve çözülmemiş bir ulusal sorun olduğu gözardı edilmemelidir. Bu bağlamda, işçi sınıfının siyasetini dar kalıplar içine sıkıştırıp, onu daha geniş ezilen kitlelerden tecrit etme taktiği, sınıfın çıkarlarına olmadığı gibi, Marksizmle de bir ilgisi yoktur.

Devrim tasfiyeciliğinin bir çok çeşidi vardır, ama, genelde tasfiyecilik; sınıf mücadelesinin ileri olduğu bir süreçte reformist politikaların desteklenmesiyle olur. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi reformist politikaların ilerisinde olduğu bir süreçte, onları reformist bir düzeye geri çekmek elbette tasfiyeciliktir. Ancak ne 7 Haziran Genel Seçimleri öncesi böyle bir durum vardı ne de hemen sonrası. Renault ve TOFAŞ’da başlayıp bir çok işyerine yayılan Metal işçilerinin direnişi de (ne örgütlülük ne de siyasal duruşuyla) bu durumu değiştirebilmiş değildir.

Türkiye’de güçlü bir sol dalga olmadığı için, güçlü bir reformist dalgada yoktur. 12 Eylül 80 öncesi bu vardı. Bugün ise güçlü bir sağ dalga vardır. Kitleler üzerinde sağcılık, dincilik ve Türk milliyetçiliği (önemli ölçüde ırkçılık2, şovenizm ve kısmen sosyal şovenizm) olarak kendini gösteriyor. Bu güçlü gerici yönelim karşısında HDP içinde ezilen ulus milliyetçiliği olsa da, bu eğilim bugün ilerici bir rol oynamaktadır. HDP, tam da dıştalayıcı ve ayrımcı sağ bir politikanın karşısında yer aldığı için desteklenmiş ve barajı geçmiştir.

Bugünün koşullarında HDP ile ittifak yapmadan AKP ve Erdoğan diktatörlüğünü geriletmenin olasılığı sözkonusu değildi. Devrimciler ve komünistler HDP ile seçimde ittifak yapmakla doğru bir taktik izlemişlerdir. Bu aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketini daha sola çekmeyede hizmet edebilir. Bu olmasa bile, Kürt halkı üzerindeki “Türk Solu’da Türk burjuvazisi gibi”dir algısını kırmaya hizmet etmiştir. Daha ilerisi ise, Türk işçi sınıfıyla Kürt işçi sınıfının birbirine olan güvensizliğini yıkma ve sınıfsal dayanışmayı güçlendirmeye de uzun vadede hizmet edecektir.

Birleşik Haziran Hareketi içinde yer alanların ezici çoğunluğu sosyal şovenizmin etkisi altındadır. “Sol’u Kürt hareketine payanda etmeyelim” yönlü çıkışlar, “sol”u reformizmden kurtarma amaçlı ve niyetli olmayıp, tersine sosyal şovenizmi gizleme perdesi olarak ortaya sürülmüştür. Ama aynı çıkışlar büyük sermayenin sözcülerinden CHP’ye yönelik yapılmamıştır.

HDP sosyalist bir parti değildir. Hatta anti-kapitalist bir parti de değildir. Kapitalizmi iyileştirme, yani kitleler lehine kısmen reforme etme programlı bir partidir. Daha çok da ezilen ulus ve azınlıklara ve Türk devleti tarafından ezilen ve baskı altına alınan din ve mezheplere daha fazla özgürlük talep eden reformist bir partidir. Bundan ötesi değildir. Bu bilinçle HDP seçimlerde desteklenmiş ya da ittifak yapılmıştır.

HDP’nin, AKP ve Erdoğan diktatörlüğünün toplumu ulusal ve dinsel kutuplaştırıcı uygulamalarına karşı toplumu birleştirici ve barışçı bir programla ortaya çıkması, ezilen kesimler tarafından destek bulmuştur. Daha çok’da Kürt halkından destek almıştır. Bu sonuç aynı zamanda, Kürt ulusunun ilk defa bu denli kitlesel olarak kendi ulusal haklarına sahip çıkmasınında bir sonucu olmuştur. Türk devletinin inkarcı ve ırkçı politikası Kürtleri birleştirmiştir.

HDP’nin barajı geçmesi, (bunun anlamı, Erdoğan’ın tek kişi diktatörlüğüne dur demektir), burjuvazinin muhalif kesimlerini de sevindirmiştir. İlk defa, komünistler, reformistler ve muhalif burjuva kesimler, zimnen aynı noktada birleşmişlerdir. Hepsi farklı sınıfsal yapılara mensup olsada aynı merkezden tehdit ediliyor ve baskılamaya maruz kalıyorlardı. İşçi sınıfı ve emekçiler, Kürt ulusal hareketi, diğer azınlık ulusa ve dinlere mensup kesimler daha yoğun bir baskı altındayken, muhalif burjuva kesim ise egemenlik dalaşından kaynaklı bir baskı

altındaydılar. Seçimlerden hemen sonra TÜSİAD’ın parlamentoda grubu olan partileri ziyaret etmesi, seçim sonucu karşısında duydukları bir sevincin ifadesidir. AKP ve Erdoğan’ın arkasındaki sermaye gücü MÜSİAD ise, egemenliklerinin yara almasından dolayı “barış”çı mesajlar verip ve “uzlaşı” koalisyon önerileri ileri sürmeye başlamıştır. Farklı sermaye grupları, daha fazla egemenlik ve sömürüden daha fazla pay almak için birbirlerine karşı mücadele içinde olsalarda, düzenin sağlanması ve korunması için işçi ve emekçiler karşısında uzlaşır ve birleşirler.

7 Haziran Seçim sonuçları, Erdoğan başkanlığındaki AKP faşizmine bir şamardır. En azından şimdilik tek kişi diktatörlüğüne vurulan ve dur denilen bir sonuçtur. Bu olumlu bir gelişmedir. Ağır faşizm koşullarında bu sonucun küçümsenecek bir yanı olamaz. Aslında bu, aynı zamanda Gezi’nin önemli ölçüde sandığa yansımasıdır.

HDP’nin seçimlerde yukarıda ortaya konan nedenlerden dolayı desteklenmesi, onun programına sahip çıkılması anlamına gelmediği açıktır. Ayrıca, bundan sonra izleyeceği politikalarında destekleneceği anlamına gelmez. İşçi ve emekçilerin lehine olan faaliyetleri desteklenir, ancak, reformist özü her zaman eleştirilmeli ve teşhir edilmelidir. Kitlelerin gerçek kurtuluşunun sosyalizmde olduğu propagandasından ve mücadelesinden vazgeçilmemelidir. Sınıfın devrimci çizgisi ve bağımsız örgütlülüğü her zaman korunmalıdır.

HDP’nin, “sol”u reformizme çekme tehlikesi her zaman var. Buna bir çok “sol” siyasal akım yatkın. Ya da bir çok küçük burjuva kesimler açısından bu sorun olmuyor. Ancak Marksist-Leninist-Maoistler (MLM) açısından bu partinin niteliği açık ve nettir. Burjuva düzeni reformlarla düzelemeyeceği gibi, reformculuk işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşu olamaz. Demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadele ile, sınıfı salt reformist bir politikanın peşine takmak ayrı şeylerdir. Birincisi doğru iken, ikincisi yanlış ve tasfiyeciliktir.

Bugün için en büyük tehlike toplumun sınıfsal olarak bölünmüşlüğünü gizleyip, ulusal, dinsel ve mezhepsel kimliklerin öne çıkartılıp işçi ve emekçilerin sınıfsal birliğini bozarak, onları burjuvazinin çıkar dalaşına alet etmek ya da taraftarı yapmaktır. AKP bunu yapmıştır ve onu bugün iktidarda tutanda bu anlayışı ve uygulamasıdır.

Ulusal, dinsel ve mezhepsel kimliklere bölünmüş bir işçi sınıfı kendi sınıf çıkarları için mücadele edemez. Sermayenin böl-yönet politikasına alet olur.

AKP sunnilik üzerinden kitleleri kazanmaya çalışıyor. Ve Ortadoğu’ya yönelik dış politikasıda bunun üzerinden şekillenmiştir. İçerideki dinsel ayrımcılık dışarıda da yürütülüyor. Dincilik temelinde yürütülen bu politikaları ABD ve AB emperyalizminin politikalarıyla da uyum içindedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini bölmek ve onların anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadelesini etkisizleştirmek ve yönünü değiştirmek için emperyalist burjuvazi, kitlelerin sahip oldukları alt kimlikleri öne çıkarma politikasını her zaman yürürlükte tutmuştur. Koşullara göre milliyetçiliği, koşullar elverdiğinde ise dinciliği körüklemiştir. AKP bu politikaların ürünü olarak doğmuştur. Erdoğan, bunun kitleler içinde zemin bulduğunu gördükten sonra biraz daha ileri götürmüş ve egemenliğini bunun üzerine oturtmuştur. Kitleler içindeki kutuplaştırıcılık etkisini sürdürdüğü sürece, Erdoğan nefes alabilecektir. Bu etki kırıldığında Erdoğan ve AKP’nin de nefes alma boruları daralacaktır.

Ezilen müslüman kesimlerde ise dincilik (Sunni ya da Şii) öne çıkmıştır. Kitleler ezilmişliklerinden kurtuluş olarak bunu görmüş ya da böyle gösterilmiştir. Hatta emperyalizme karşı kurtuluşu da dine sarılmakta bulmuşlardır. Bu sonuç ise, anti-emperyalist mücadele yerine, anti-şii ya da anti-sunni (ve de sunni-alevi) çatışması olarak ortaya çıkmış ve çıkarılmıştır. Ve aynı zamanda böyle bir politika, diğer azınlıkta kalan din ve mezhepten kitleler üzerinde baskı ve katliamlara dönüşmüştür.

Sonuç olarak: HDP’nin barajı aşmasının ülkeye demokrasinin geleceği anlamında yorumlanamayacağını yukarıda belirttik.

Bundan sonra, işçi sınıfını daha zorlu mücadeleler beklemektedir. Burjuva devleti varolduğu sürece, kitleler üzerindeki baskı ve sömürü son bulmayacaktır. Öte yandan yara almış AKP ve arkasındaki sermaye güçleri elbette pes etmeyecek ve daha saldırgan bir tutum göstereceklerdir. Eğer, AKP-MHP koalisyonu kurulursa, başta Kürt ulusu üzerinde olmak üzere baskılar tüm devrimci-demokrat güçler üzerinde daha da artacağı gibi, bir savaş hükümeti olma olasılığı da güçlüdür.

Bir eli Suriye savaşı içinde olan Türk devletinin, bir elide içeride Kürt ulusu ve işçiler üzerindedir. Böyle bir ortamda, ülkede “barış” ortamının sağlanması sözkonusu olamaz. Burjuvazinin “barışı” getirme ne niyeti ne de gücü vardır. Barış, onların ekonomik ve siyasal çıkarlarıyla şu anda çelişmektedir. Büyük sermayenin istediği ise AKP-CHP’nin ortak kuracağı bir uzlaşma hükümetidir. Ancak, bunlarında ömrü uzun vadeli olmayacaktır. Ekonomik ve siyasal krizler kitle hareketlerinin artarak güçlenme olasılığına da işaret etmektedir. 25.06.2015  

     
48068

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Berlin’e Savaşı Öldürmek İçin Gitmek

„Çocuklarınıza mutlaka şunu anlatın;Bizler, kadınlar olmasaydık,1945’inİlkbaharı da olmazdıYaşanmazdı”(Nonna Aleksandrovna)[1]

Berlin’e Savaşı Öldürmek,Sur’a Kürt katliamını Durdurmak İçin Gitmek...

 II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en vahşi günleriydi. Bütün emperyalistlerin dört gözle, Sovyetlerin Nazilerin eline düşmesini beklediği anlardı. Ama, Nazilerin hesaplayamadığı bir şey vardı. Sovyet kadınları...

TKP/ML-MK:8 Mart emekçi kadınların örgütlenmiş isyanıdır!

8 Mart 1857’de Amerika’da Kadın işçilerin temel hakları için mücadele ederken 129’nun yanarak katledilmesiyle temel buldu Dünya emekçi Kadınlar günü. Proleter kadınların kapitalizme karşı açtığı isyan bayrağının kızıl rengi bugün kadın hakları mücadelesinin hala temel itim gücü olmaya devam ediyor. 1857 ile rengini alan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü, bugün kadınların sınıfsal sorunları yanında ezilen cinsiyet olmasından kaynaklı sorunlarla birlikte daha geniş anlama bürünen bir toplumsal mücadele karakteri kazanmıştır.

Son kavga sınıf kavgasıdır! İsmail Cem Özkan

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” Köroğlu

Sınıf kavgasında taraflar meydana çıkıp er kavgası yapmamaktadır… Köroğlu değimi ile tüfek icat oldu. Bir tüfeğin sınıf lehine kullanılması ve sınıfı için sermaye birikimi aracı olduktan sonra savaşlar meydanlara çıkıp, daha karmaşık ilişkilerin olduğu bir alana kaydı. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar sonucu birçok insan haberi dahi olmadan, ne için öldüklerini bilmeden toplu katliamların, soykırımların kurbanı oldu.

Koçgiri'nin Onurlu Direnişi‏

Bilinmelidir ki, 1921’de Koçgiri, 1930’da Zilan ve 1937-38’de Dersim’de yaşananlar, resmi belgelerde tahrif edilerek gösterilmeye çalışıldığı gibi asla isyan değil, birer katliamdır. Hatta Dersim 1937-38 bir soykırım girişimidir.

Gelo ew ki ye / Jı wé da te ye /

Çı bejnik le ye / We ki reyhan e /

Navé wî Alîşer e / Him mér e him reyber e /

Li çiya ye Koçgîriyê zulfîkare

Kürt Ulusu Duygusal Bağlarının Olmadığı; Zoraki ‘Yaşama Birliğine’ Son Veriyor.

İsteyerek, gönüllü birlikteliği taşımayan, zoraki, tek taraflı ve baskıya dayalı bir evlilik mutlak ki, bir gün isyana başkaldırıya dönüşerek, kendi bağımsızlığını, özgürlüğünü isteyecektir. İstenen şu; bireyin, kadının, toplumun ve bir ulusun kendi iradesiyle her konuda kendisinin özgürce karar vermesidir. Kürt ulusu hiçbir zaman eşit şartlarda bir birliktelik yaşamadı. Türk ulusu her yönlü (sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve yaşamsal ) bir imtiyaza, hâkimiyete sahipti, halen de öyle. Evlenip boşanmada olduğu gibi tüm toplumsal sorunlarda da Türk ulusu ezici üstünlüğe sahiptir.

Ey Ahmet Hakan! – Kadir Amaç

Gazeteci ve haber spikeri kamuoyunu doğru bilgilendirmeye dayalı bir informasi mesleğidir! Gazeteci ve haber spikeri olan insanlar; billim adamı değildir, düşünür değildir, siyaset bilimci değildir, toplum bilimci değildir, din bilimci değildir, tarihçi değildir ve hasılı kelam jurnalcilikten başka hiç bir şey değildir!

Davutoğlu Duran Kalkan'dan korkmuyor! Teslim Töre

Basına yansıdığı kadarı ile Duran Kalkan savaşı boyutlandıracaklarını, her tarafı savaş alanına çev...ireceklerini, bu savaşla “2016 baharı Kürd'ün baharı olacaktır” diyor. Buna karşın Davutoğlu da “bizi kimse korkutamaz” ve “biz her yerde olacağız” diye yanıt veriyor. Şu savaşın Türkiye'de ne hale geldiğini ya da getirildiğini görüyor musunuz? Çok korkunç trajedi komedi bir durum. Savaşan iki güçten birisi olan PKK adına Duran Kalkan savaşla Kürtlere “baharı” getireceğini, “2016”yı “Kürtlerin baharı” yapacağını söylüyor, Duran Kalkan'ın bu açıklamasına karşın savaşın diğer tarafı olan T.

Türk Sermaye Devletinin Demokratik Kürt Ulusal Direnişine Çarpan Emperyal Hayalleri

Türkiye Emperyalist mi?

3-      Türk sermaye devleti, özellikle son on yıldır yeni arayışlar peşindedir. Daha önce de yeni nüfuz alanları elde etme çabaları olsada, son on yıllık süreçte bu çaba, milli gelirdeki yükselişle koşut gitmektedir.

4-      Kapitalizmin karakteristik özelliği, büyümek ve bunun içinde yeni pazar alanları, yeni nüfuz (egemenlik) alanları elde etmektir. Bu, savaş ve işgalle olduğu gibi, sermaye ihracıyla da olmaktadır. 

Drudiler ve annelerimizin başörtüleri

Bugün Diyarbakır'a gidiyorum, sonra da Şırnak ve ilçelerine gideceğim. Yüksekova'daki göç haberleri doğruysa gidip orayı da görmek istiyorum. Katılmak isteyen olursa Diyarbakır'da buluşup ortak bir program yapabiliriz. 

 İçimde soğuk bir ürpertiyle gidiyorum, çünkü Devlet ve PKK arasındaki savaş bugün daha kaç can alacak, yarın kaç ocak sönecek, bilmiyorum!

Sizin Olsun Perinçekçi Maoizminiz

Kovulmak .

Kaç kişiye aynı şeyi yaptınız .

Kartalyalıların yaşamamı istediği utancı yaşamayacam .

Kaçınılmazsa tanını çıkaracaksın .

Her onurlu insan gibi .

- De...  diyemeyecekseniz.

Beybiyi kötü eden nedenler .

Pratiğimiz teorimiz .

-E... inandığımız kadardır .

Maktul mini etkiliydi ve tek başına dışarı  çıkmıştı .

Herkesin bir partili olduğu memlekette .

Hiç kimsede Geziden tutun Cerattepe kadar hiç bir yerde tuttuğu  partinin flamasıyla sokağa çıkmazken .

Kışın Masalın Atına Biner Giderdik-Fadıl Öztürk

Dünyanın her yıl, üç ay sınavına girdiği, zamanın bir zalim halidir, kış. Taş uyur, gül susar, ağaç damarlarındaki suyla idare etmek için, fazlalıklarından arınmak için döker yaprağını. Toprak elini ayağını çeker hayattan. Saysan sayılacak gündür, üç ay. Sövsen sesin dolanıp seni bulacak kadar mesafededir. Saat saat geçer, gün gün, ay ay geçer, ama canlıların hayatına atılmış pusu gibidir, kış. Yoksulların bir türlü kaçamadığı, kapılarını örtseler bile, bacalarından giren ve onların iliklerine işleyen soğuktur kış. En çok onlar çekerler güneşli günlerin hasretini.

Sayfalar